Medine, İslâmiyet ve müslümanlar için mühim bir merkez olmuştu. Resulullah Aleyhisselâm:
"Ey Allah'ım! İbrahim senin halilindir, peygamberindir. Sen Mekke'yi İbrahim'in dileği üzerine harem kıldın.
Ey Allah'ım! Ben de senin kulun ve peygamberinim, ben de Medine'yi iki kayalığı arasında kalan kısmıyla harem kılıyorum." buyurdu. (İbn-i Mâce: 3113)
"Taarruzdan korunmuş yasak bölge" mânâsına gelen harem bölgesini taşlar diktirerek toprak üzerinde tespit etti. Bu bakımdan Medine'ye "Harem-i Resul" de denilmiştir.
Mekkeliler İbrahim Aleyhisselâm'dan beri Mekke'nin haremine riâyet etmekte idiler. Resulullah Aleyhisselâm bunu Medine için de aynı şekilde ilân etmiş, maddî ve mânevî müeyyideler koymuştur.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Medine Âir dağından filân yere kadar haremdir, muhteremdir. Kim ki Medine'nin bu haremi içinde dine aykırı bir bidat çıkarır, Kitap ve Sünnet'e muhalif bir iş işlerse, veya çıkaranı korursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun. Bunların ne tevbesi ne de fidyesi kabul olunmaz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 882)
Medine-i münevvere bir nur beldesidir. Gerçekten çok büyük hürmet ve tâzim lâzımdır.
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyururlar:
"Bu ümmet, şu haram yerlere hakkı olduğu hürmeti gösterdiği müddetçe hayır üzere devam eder. Bu hürmete riâyet etmedikleri zaman helâk olurlar."
Resulullah Aleyhisselâm Medine'deki müslümanların sayısını öğrenmek istedi. Bir tehlike karşısında müslümanların sayısını bilmeye lüzum görülüyordu. "Müslümanım diyenlerin isimlerini yazıp bana getiriniz!" buyurdu.
Sayım sonunda müslümanların sayısının bin beş yüz olduğu anlaşıldı.
Hicretin birinci yılında Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh-in, Ebu Bekir -radiyallahu anh-in kızı Esmâ -radiyallahu anhâ-dan, henüz Kuba'da iken bir oğlu dünyaya geldi. Muhâcir âileler içinde ilk çocuk bu idi.
Esmâ -radiyallahu anhâ- buyurur ki:
"Çocuğu getirip Resulullah Aleyhisselâm'ın kucağına koydum. Bir hurma istedi. Onu çiğneyip çocuğun ağzına verdi. Oğlumun midesine ilk giren şifâlı şey bu oldu. Çiğnediği hurmayı çocuğun damağına sürdükten sonra ona bereket duâsı yaptı. Eliyle sığadıktan sonra da adını Abdullah koydu."
Abdullah'ın doğumu ile müslümanlar son derece ferahlandılar. Çünkü yahudi ve münafıklar tarafından çıkarılan bir şayianın huzursuz edici tesiri bertaraf olmuş oldu. "Yahudiler sihir yapmıştır, artık çocukları olmayacak!" deniliyordu. Medine'de herkes bu sihri konuşmakta idi. Abdullah'ın doğumunu işitir işitmez: "Allahu Ekber!" diyerek tekbir getirdiler.
İkinci Akabe biatında bulunup da on iki Nakip'ten birisi seçilen Berâ bin Mârur -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye hicretinden bir ay kadar önce vefat etmiş, ölüm döşeğine düştüğünde: "Kabrimde beni Kâbe'ye doğru çeviriniz!" diye de vasiyet etmişti. Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye geldikten sonra Ashâb'ı ile birlikte kabrine kadar gidip cenaze namazını kılmış: "Allah'ım! Onu mağfiret et, ona rahmet et ve ondan râzı ol!" diye duâ etmişti.
Mescid-i nebevî'nin yapıldığı günlerde Kuba'da Külsûm bin Hidm -radiyallahu anh- vefat etti. Resulullah Aleyhisselâm hicret esnasında Kuba'da onun evinde on dört gün misafir olmuştu. Medine-i münevvere'ye geldikten sonra Ensâr'dan ilk vefat eden odur.
Ondan kısa bir zaman sonra da, yakalandığı hastalıktan kurtulamayan Es'ad bin Zürâre -radiyallahu anh- vefat etti. Akabe biatında Resulullah Aleyhisselâm'la görüşen altı kişiden biri idi. İslâm dinini ilk olarak Medine'ye getiren ve yayan odur. On iki Nakip'ten birisi de yine odur. Resulullah Aleyhisselâm vefatında yanında idi. Cenazeyi yıkadı, namazını kıldı ve onu Bâki kabristanına defnetti. Bâki kabristanına Ensâr'dan ilk defa o gömülmüştür.
Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye geldikten sonra, müslümanlardan herhangi birisi ölüm döşeğine düşünce, gelip haber verirlerdi. O da gider, vefat edinceye kadar hastanın yanında bulunur, mağfiret diler, defnedilinceye kadar orada kalırdı. Bu durumun Resulullah Aleyhisselâm'a zahmet ve meşakkat vereceğinden korktukları için, hasta vefat etmedikçe haber vermemeyi aralarında kararlaştırdılar. Bunun üzerine hasta vefat edince haber verirler, Resulullah Aleyhisselâm da gelip onun cenaze namazını kılar, isterse defin işi bitinceye kadar kalır, isterse dönerdi. Daha sonra, cenazeyi Hâne-i saâdet'in yanına kadar getirip haber vermeyi ve cenaze namazını orada kıldırmayı uygun gördüler.
Medine'nin havası Mekke'ninkinden çok farklı olduğu için, bilhassa Muhâcirler'e dokunuyordu. Hatta içlerinde Ebu Bekir -radiyallahu anh- ve Bilâl-i Habeşi -radiyallahu anh- gibi sahabenin de bulunduğu birçok müslüman Hummâ'ya tutuldular, zayıfladıkça zayıfladılar ve namazda ayakta duramayacak hale geldiler. O kadar bunaldılar ki, Mekke'ye olan özleyişlerini dile getiren şiirler söylüyorlar, Mekke'den çıkmalarına sebep olanlara lânet ediyorlardı.
Müşrikler ve münâfıklar: "Yesrib'in humması onları perişan etti!" demeye başladılar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onların bu halini görünce:
"Allah'ım! Bize Medine'yi, Mekke'yi sevdiğimiz gibi hattâ daha fazlası ile sevdir.
Rızık ve azıklarımıza bereket ihsan et. Medine'yi bize sıhhatli kıl, sıtmasını Cuhfe'ye defet!" (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 896)
Diye duâ etti, Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem'inin duâsını kabul buyurdu ve Medine'yi Muhâcirler'e sevdirdi. Hatta Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-: "Yâ Rabb'i! Bana senin yolunda şehâdet nasip et, ruhumu Resul'ünün beldesinde al!" diye duâ ederdi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın duâsı bereketine; Medine'nin suyu, havası, verimi değişmiş ve Muhâcirler için sevimli bir şehir haline gelmişti.
Bu duâdan sonra gördükleri bir rüyâsını şöyle anlatmışlardır:
"Rüyâmda gördüm ki, siyah ve başının saçı dağınık bir kadın Medine'den çıkarak Cuhfe'ye varıp orada kaldı.
Ben bunu Medine vebâsının Cuhfe'ye naklonulmasına yordum." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2108)
Müslüman olup Medine'de göçmen olarak kalacağına dair Resulullah Aleyhisselâm'a biat eden bir bedevî ertesi günü Hummâ'ya (sıtmaya) yakalanınca, tekrar eski yerine dönmek için biattan muaf tutulmasını istemiş, ancak her defasında reddeden Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Medine demircilerin körüğü gibidir, demirin pasını giderir. İyisini, madenini parlatır." (Buhârî)
Resulullah Aleyhisselâm müslümanlara, yahudilerinkinden ayrı olarak bir çarşı ve pazar yeri kurmalarını söyledi. Onları yahudilerin istismarından kurtarmak istiyordu. Birkaç yere baktılar, elverişli olmadığını gördüler. Nihayet bir yerde karar kıldılar. Resulullah Aleyhisselâm gidip baktı ve orasını beğendi. "Sizin çarşınız burasıdır." buyurdu. Çarşı ile yakından ilgileniyor, alıcı ve satıcıları, alınan ve satılan şeyleri yeri geldikçe bizzat kontrol ediyordu.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün pazarı dolaşırken buğday satan birisinin yanına geldi. Hoşuna giden bu buğdayı eliyle yoklayınca altının yaş olduğunu gördü. "Bu nedir?" diye sordu. "Yâ Resulellah! Yağmur altında kaldı da ıslandı." diye cevap verince buyurdu ki:
"Niçin ıslak kısmını üste çıkartmadın? Herkes görür de ona göre alırdı. Beni aldatan benden değildir." (Müslim: 102)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyururlar ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şehirde bulunanların köylü mallarına simsarlık edip satmalarını (pahalılık yapacağı için) yasak etmiştir. Bir de pazarlık yapılırken dışarıdan birinin alıcı olmadığı halde müşteri kızıştırmasını yasak etmiştir. İki müslüman pazarlık yaparken başka bir müslümanın araya girmesini de yasaklamıştır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 94)