İslâm dini uyulması ve yaşanılması gereken bir dindir. Bir çok Âyet-i kerime'lerde imanla birlikte amel-i salih emredilmektedir.
Amel ve ibadetleri ihlâsla yapmak farz olduğu gibi, terketmek de haramdır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Kadın olsun erkek olsun, her kim mümin olarak salih amel işlerse, biz onu (dünyada) çok güzel bir hayat ile yaşatırız. (Ahirette ise) mükâfatlarını yaptıklarının en güzeli ile ödeyeceğiz." (Nahl: 97)
İslâm dini Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş bir dindir ve bütün heybetiyle, azametiyle ayaktadır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." buyurmaktadır. (Mâide: 3)
Bu Din-i mübin'in hükümleri kıyamete kadar bâkîdir. Her ne suretle olursa olsun asla değiştirilemez.
Devirler gelip geçtikçe ortaya çıkan değişik hadiselerin çözüm yolları, İslâm dini'nin getirdiği hükümler içinde, gerek açık gerekse kapalı olarak mevcuttur.
İslâm âlimleri Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'nin rehberliğinde bu iki kaynağın gayesini ve hedefini izah etmeye çalışmışlar, hükümlerin inceliğini anlayarak tatbik edilmesini sağlayacak sebepleri tespit etmişlerdir.
•
Bu hakiki âlimler, hakkında "Nass" bulunmayan konularda benzer "Nass"ları esas alarak hükümler çıkarırlar. Hadiseler devam ettikçe, yeni hadiseler birbiri ardınca geldikçe, bu âlimler, akıllarını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin mânâlarına göre, onların çizdiği hudutlar içinde kullanırlar, hiçbir surette hükm-ü ilâhî'nin sınırları dışına çıkmazlar.
•
İslâm hukukunda akıl daima Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'ye dayanmak zorundadır. İctihad yapan İslâm âlimleri aklı daima bu iki kaynağa dayanarak kullanırlar.
Aklı kullanarak "Nass"lardan çıkarılan sebeplere "İllet" denir.
İlleti anlayarak hakkında hüküm bulunmayan herhangi bir hadiseye tatbik etmeye elverişli olup olmadığını incelemeye de "Kıyas" denir.
İctihad yapanlar "Nass"ların lâfızlarından mânâ ve hüküm çıkarırlar.
Herkesin fıtratı ve aklı aynı seviyede olmadığından her müslüman "Nass"lardan hüküm çıkaramaz. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri her müslüman tamamen bilemez. Bunun içindir ki herkes bir delile dayanarak fetvâ veremez. Fetvâ verecek salâhiyette olmayanların fetvâ vermeye yeltenmeleri İslâm'a büyük zarar vermiştir. Bu iş zamanımızda çığırından çıkmıştır.
•
İlk ictihadı Resulullah Aleyhisselâm ve onun terbiyesinde yetişen Ashâb-ı kiram yapmışlardır. Çünkü onlar Kur'an-ı kerim'i en iyi anlayan ve İslâm'ı yaşayan kimselerdi.
İslâm dini'nin kısa zamanda çok geniş bir alana yayılmasıyla bir çok değişik hadiselerin halledilmesi için ictihada ihtiyaç duyulmuştur. İslâm'ın ilk yıllarında ictihadda bulunan, sorulan fetvâlara cevap veren sahabe vardı. Bu dönemde henüz vahiy devam ettiği için geniş ölçüde ictihada lüzum yoktu. Herhangi bir mevzuda Ashâb-ı kiram Resulullah Aleyhisselâm'a danışıyor ve öğrendiklerini uyguluyorlardı. Ondan ayrı kaldıklarında ise kendileri ictihad yapıyorlardı.
Bu dönemde Ashâb-ı kiram Resulullah Aleyhisselâm'ın tebliğine bağlı olarak din ve dünya işleri ile ilgili sorular soruyorlar, o da cevap veriyordu.
Resulullah Aleyhisselâm'ın ilâhî hükümleri uygulama ve açıklamasında asla hata söz konusu olamaz. Çünkü o, bizatihi Allah-u Teâlâ'nın tasarrufu altında idi. Ondan aldığı emirleri tebliğ ediyordu.
Asr-ı saâdet'te bir hükmü gerektiren hadise olduğu veya bir soru sorulduğu zaman, onların hükümlerini açıklamak üzere ya bir Âyet-i kerime iniyor veya onların hükümleri Resulullah Aleyhisselâm tarafından açıklanıyordu. Bazen de herhangi bir sebep olmadan Âyet-i kerime nazil oluyordu.
Resulullah Aleyhisselâm ilâhî hükümleri tatbik ederken insan, Allah-u Teâlâ'dan almış olduğu vahyi teblîğ ederken peygamber olarak hareket etmiştir. Onun yaptıklarında yanılma söz konusu olmadığı gibi, ictihadlarında da hatası olmaz.