Allah-u Teâlâ Beytullah'ın bânisi olan İbrahim Aleyhisselâm'a, insanları orayı haccetmek üzere çağırmasını ve bu mübarek evin ziyareti için dâvet etmesini emir buyurmuştu:
"İnsanları Hacc'a çağır, yürüyerek ve uzak yollardan gelen bineklere binerek sana gelsinler." (Hacc: 27)
Böyle bir fedâkârlıkta bulunarak büyük büyük sevaplar kazansınlar.
İbrahim Halilullah'ın gününden beri bu ilâhi vaad gerçekleşmiş, kıyamete kadar da gerçekleşmeye devam edecektir.
"Tâ ki kendilerine âit bir takım faydaları yakînen görsünler." (Hacc: 28)
Hacc'ın hikmetleri olan bu menfaatler hem dünya hem de âhiretle ilgilidir.
Bu ulvî ibadet, ruhlara inşirah verdiği gibi; müslümanlar tarafından en mübarek olan bir beldeyi ziyarete vesile olur.
Nâil oldukları sıhhatin ve servetin şükrünü edâ etmiş olurlar.
İslâm'ın beş temel esasından birisini teşkil eden Hacc farizası ömrün ibadeti, dinin tamamıdır. Din kemâlini onda bulur.
Hacc, Mekke-i mükerreme'de bulunan Kâbe'yi ve onun civarındaki mübarek yerleri, kendine mahsus zaman içinde ve tayin edilen şekilde ziyaret etmektir.
Hacc'ın farziyeti Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar.
Hacc'ın farz olduğuna dair Kur'an-ı kerim'de Âyet-i kerime'ler ve bunları tefsir eden Hadis-i şerif'ler vardır.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Hacc'a gidip gelmeye gücü yeten herkesin Kâbe'yi ziyaret etmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır." (Âl-i imrân: 97)
Allah-u Teâlâ bu hakkı, oraya gidebilmeye gücü olanlara yüklemiştir. Hiç kimseye gücü üstünde bir yük yüklemez.
"Kim inkâr ederse, şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnîdir." (Âl-i imrân: 97)
Bu muhkem farzı terketmenin büyük bir günah olduğunu açıklamak için Allah-u Teâlâ onu küfür lâfzıyla ifade etmiştir.
Allah-u Teâlâ hiç kimsenin ibadet ve taatına muhtaç değildir. Bu gibi ibadetleri kullarına emretmesi, onların maddi ve mânevî menfaatleri içindir.
•
Allah-u Teâlâ Beytullah'ın bânisi olan İbrahim Aleyhisselâm'a, insanları orayı haccetmek üzere çağırmasını ve bu mübarek evin ziyareti için dâvet etmesini emir buyurmuştu:
"İnsanları Hacc'a çağır, yürüyerek ve uzak yollardan gelen bineklere binerek sana gelsinler." (Hacc: 27)
Böyle bir fedâkârlıkta bulunarak büyük büyük sevaplar kazansınlar.
İbrahim Halilullah'ın gününden beri bu ilâhi vaad gerçekleşmiş, kıyamete kadar da gerçekleşmeye devam edecektir.
"Tâ ki kendilerine âit bir takım faydaları yakînen görsünler." (Hacc: 28)
Hacc'ın hikmetleri olan bu menfaatler hem dünya hem de âhiretle ilgilidir.
Bu ulvî ibadet, ruhlara inşirah verdiği gibi; müslümanlar tarafından en mübarek olan bir beldeyi ziyarete vesile olur. Nâil oldukları sıhhatin ve servetin şükrünü edâ etmiş olurlar.
Aynı zamanda dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanlar bir arada ibadet yaparak, aralarındaki birlik ve beraberlik canlı bir şekilde tecelli etmiş bulunur.
Hüccâcın, müşahede ettiği faydalar saymakla bitmez.
"Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken, O'nun adını ansınlar." (Hacc: 28)
Belli günler kurban kesme günleridir. "Bismillâhi Allah-u Ekber" diyerek kurbanı Allah için kesmek gerekir.
"Siz de bunlardan yiyin, hem de yoksula fakire yedirin." (Hacc: 28)
Bu bir vecibedir.
"Sonra kirlerini gidersinler." (Hacc: 29)
Bu da Hacc ibadetini yerine getirdikten sonra traş olarak, saçlarını kısaltarak, tırnaklarını keserek, bıyığını ve sakalanı düzelterek olur.
"Adaklarını yerine getirsinler." (Hacc: 29)
Allah-u Teâlâ'ya itaat maksadıyla adadıklarını kessinler, Hacc esnasında yapmayı adadıkları işleri yapsınlar.
"Ve Beyt-i atik'i tavaf etsinler." (Hacc: 29)
Hacc'ın rüknü olan ziyaret tavafını yapsınlar. Bu ziyaret tavafı ile artık ihramdan çıkılmış olur.
Hacc'ın İslâm'ın rükünlerinden, esaslarından ve kaidelerinden bir tanesi olduğuna dair bir çok Hadis-i şerif'ler vardır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde; "Kelime-i şehâdet, namaz, oruç, zekât" yanında "Hacc"ı, İslâm'ın temellerinden biri olarak vasıflandırmış, böylece Hacc ibadeti İslâm'ın şartlarından biri olmuştur.
Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ey insanlar! Allah size Hacc'ı farz kılmıştır. O halde Hacc ibadetini yerine getiriniz." (Müslim)
Akra' bin Hâbis -radiyallahu anh- "Hacc her sene midir? Ömürde bir kere midir?" diye sorduğunda:
"Bir keredir, fazla yapan nafile olarak yapmış olur." diye cevap verdi. (Ebu Dâvud: 1721)
Diğer Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyurmuştur:
"Hacc ediniz. Zâhirdeki kirleri su izâle ettiği gibi, günahları dahi Hacc-ı şerif imhâ eder." (Camiu's-sağir)
Bu ise Allah-u Teâlâ'nın kulları için lütuf buyurduğu büyük nimetlerinden birisidir.
"Şer'i şerîf'e uygun olan Hacc, cihaddan sayılmıştır." (Buhârî)
Hacc da cihad gibi meşakkat ve zahmet yönü ağır basan bir ibadettir.
"Helâl para ile riyâsız ve Allah'ın rızâsı için Hacc edip, kötü söz, kötü iş yapmadan dönenlerin büyük küçük günahları affolur. Anadan doğmuş gibi günahsız döner." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 756)
Sırf rızâ-i Bâri için yapılan bir Hacc ibâdeti, imanın daha önceki küfür halini tamamen sildiği gibi, geçmişte işlenmiş olan bütün günahlara kefaret olur. Kişi anasından doğduğu günkü gibi tertemiz bir halde evine döner.
"Mebrur bir Hacc'ın mükâfatı ancak cennettir." (Buhâri. Tecrîd-i sarîh: 844)
Çünkü cennet ve ondaki nimetler bahâ ile değil, bahâne ile kazanılır.
Kâbe-i muazzama, Mekke-i mükerreme şehrinde Mescid-i haram denilen câmi-i şerif'in ortasında, yaklaşık 13 metre yüksekliğinde 12 metre boyunda ve 11 metre genişliğinde taştan yapılmış dört köşe bir binadır.
Doğudaki köşesine "Rükn-i Şarkî" veya Hacer-i Esved bu köşede bulunduğu için "Rükn-i Hacer-i Esved", güney köşesi Yemen tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Yemânî", batı köşesi Şam tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Şâmî", kuzey köşesi Irak tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Irâkî" denir.
Kâbe-i muazzama'nın Rükn-i Irâkî ile Rükn-i Şâmî arasının karşısında zeminden bir metre kadar yüksek, bir buçuk metre kalınlığında yarım daire şeklinde bir duvar vardır ki, bu duvara "Hatîm", bu duvar ile Beytullah arasındaki boşluğa ise "Hicr" denir. Hicr (Hicr-i İsmail)'de İsmail Aleyhisselâm ile annesi Hazret-i Hacer Vâlidemiz medfun bulunmaktadır.
Hicr'de namaz kılınır, duâ edilir, fakat kıble olarak buraya karşı namaz kılınmaz.
Rükn-i Hacer-i Esved ile Rükn-i Irâkî arasında zeminden iki metre yükseklikte Kâbe-i muazzama'nın kapısı vardır. Bu duvarın Rükn-i Hacer-i Esved ile kapı arasında kalan kısmına "Mültezem" denir. Makam-ı İbrahim ile zemzem kuyusu da Kâbe-i muazzama'nın bu cihetinde bulunurlar.
Kâbe-i muazzama'nın iç duvarları ve yeri renkli mermerle kaplıdır. Rükn-i Irâkî hizasında tavana çıkmaya yarayan yirmi yedi basamaklı bir merdiven vardır. Tavanı tutmaya yarayan yuvarlak üç adet sütun bulunmaktadır. Tavanda altın ve gümüş kandiller asılıdır.
Kanuni Sultan Süleyman tarafından tavanı onarılan Kâbe'nin I. Ahmed döneminde de beşinci onarımını görmüştür. IV. Murad döneminde meydana gelen sel baskını nedeniyle üç cephesi yıkılmış olup yine aynı padişah tarafından onarılmıştır.
•
Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama'yı ve Beyt-i haram'ı insanların dini hususlarında ayakta durabilmek, dünya ve ahiretlerinde maksatlarına uygun hareket edebilmek için yaratmıştır.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah Kâbe'yi, Beyt-i haram'ı insanlar için bir nizam kıldı." (Mâide: 97)
İnsanlar Hacc'larını, Umre'lerini orada gerçekleştirirler, din ve dünyaları bununla ayaktadır. Korkan oraya sığınır, güçsüz orada emniyet bulur. Namaz kılanlar oraya yönelir.
"Kezâ o haram ayı da, kurbanı da, boynu bağlı kurbanlıkları da insanlar için bir mizan kıldı." (Mâide: 97)
Bu haram ay Zilhicce'dir, çünkü diğer bütün aylar arasında onun özelliği, Hacc mevsiminin bu ayda olmasıdır.
Aynı zamanda Harem'e gönderilen kurbanlık hayvanları, hem kendilerinin hem de sahiplerinin emniyet içinde olmaları için sebep kılmıştır.
"Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bilici olduğunu bilmeniz içindir." (Mâide: 97)
İnsan hayatının böyle intizamlı bir düzenle ayakta durması, Allah-u Teâlâ'nın hikmetine ve hudutsuz ilmine delildir.
•
Allah-u Teâlâ Mekke-i mükerreme'nin şerefini artırmak ve ona verilen önemi belirtmek için Zât-ı akdes'ine izafe etmiştir.
Bu şerefi O verdiği için, hiç kimsenin kaldırması ve o şerefi gidermesi mümkün değildir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"(Resul'üm! De ki:) Ben bizzat kendisinin haram kıldığı bu şehrin Rabb'ine ibadet etmekle emrolundum. Her şey O'na âittir." (Neml: 91)
Çünkü bu şehirde Allah-u Teâlâ'nın Beyt-i muazzam'ı vardır. Burada kan dökülmez, hiç kimseye zulmedilmez, av avlanmaz, yaş bitkiler koparılmaz.
"Ve ben müslümanlardan olmakla, Kur'an okumakla emrolundum." (Neml: 91-92)
•
Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama'nın ulviyetini beyan etmek üzere Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki insanlar için ilk kurulan Beyt, Mekke'deki mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan Kâbe'dir." (Âl-i imrân: 96)
Kâbe-i muazzama'nın faziletli kılınmasının sırrı; kalpleri cezbetmesi, gönüllerin onu sevmesi, onu görmeyi arzu etmesi hususunda açıkça görülür. Müminler dünyanın dört bir yanından onu ziyarete gelirler, fakat ziyarete doyamazlar. Ne kadar fazla ziyaret etseler, o nispette arzuları artar.
Kendisini Hacc ve Umre yaparak ziyaret edenler için hayır ve bereketi çoktur. Yeryüzündekilerin kıblesi olduğundan dolayı, onlar için hidayet ve nûr kaynağıdır.
Meleklerin semâdaki tavaf ettikleri yer Beyt-i Mâmur olduğu gibi, insanların yeryüzünde tavaf ettikleri yer de Kâbe-i muazzama'dır.
"Onda apaçık âlâmetler ve İbrahim'in makamı vardır." (Âl-i imrân: 97)
Bu makam, Beytullah'ı bina ederken İbrahim Aleyhisselâm'ın üzerinde durduğu ve ayaklarının iz bıraktığı taştır. Bu, bir çok alâmetin yerine geçebilecek kadar büyük bir alâmettir. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın kudretine, İbrahim Aleyhisselâm'ın nübüvvetine kuvvetli bir şekilde delâlet etmektedir. Çünkü mübarek ayakları oldukça sert bir taşta iz bırakmıştır.
"Kim oraya girerse güvenlik içinde olur." (Âl-i imrân: 97)
İşte bu da, oranın şerefini gösteren bir başka alâmettir. Oraya giren kimse emniyet içinde demektir, orada bulundukça kendisine zulüm yapılmaz. Yeryüzünde böyle bir yer yoktur. İbrahim Aleyhisselâm'dan beri bu böyledir.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Kâbe'yi insanlar için bir toplanma yeri ve emniyet mahalli kılmıştık." (Bakara: 125)
İnsanlar onu ziyaret etsinler, sevap kazansınlar, ona sığınanlar saldırılardan emin olsunlar.
Oraya gidip ibadette bulunanlar için çok büyük sevaplar vardır.
•
Ebu Zer -radiyallahu anh-den rivayete göre şöyle demiştir:
Bir kere ben "Yâ Resulellah! Yeryüzünde ilk önce hangi mescid kuruldu?" diye sordum. "Mescid-i haram (Kâbe)" buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim. "Mescid-i aksâ" buyurdu. "Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman geçmiştir?" diye sordum. "Kırk sene." buyurdu. Sonra bana şöyle söyledi: "Namaz vakti girdikten sonra nerede yetişirsen namazı orada kıl, zira faziletli namaz vakti içinde kılınandır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1382)
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz "Yâ Resulellah! İsmail Aleyhisselâm'ın duvarı Kâbe'den mi?" diye sorduğunda Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Evet!" buyurdular. "Kureyş için ne mâni vardı ki duvarı Kâbe'ye dahil etmediler?" diye tekrar sorunca şöyle buyurdular:
"Kavminin harcı az idi, dar tuttular. Sonra İsmail Aleyhisselâm'ın temellerini başka bir duvarla çevirdiler. İstediklerini Kâbe'ye koymak, istemediklerini koymamak için böyle yaptılar. Eğer kavmin Kureyş, câhiliyet devrine yakın olmasaydı, Kâbe'yi İsmâil'in temeli üzerine yeniden yapardım. Fakat böyle yapıldığında kavminin yüreklerine inkâr geleceğinden endişe ederim." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 783)
Yine Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Yâ Âişe! Kavmin câhiliyet devrine yakın olmamış olsaydı, Kâbe'nin yıkılıp yeniden Kureyş'in dışarıda bıraktığı (İsmail'in) temellerini de içine alacak şekilde yapılmasını emreder, doğuya batıya olmak üzere birer kapı koydurur, İbrahim Aleyhisselâm'ın esasına ulaştırırdım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 784)
Abdullah bin Zübeyr -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif'e dayanarak, İslâm artık yerleşti diye Kâbe-i muazzama'yı ilk temeli üzerine yapmıştı. Zâlim Haccac orayı alınca yıkıp Kureyş'inki gibi yaptı. Abbasi halifesi Harun Reşid, onu da yıkıp Hazret-i İsmail'in temeli üzerine yapmak için İmam Mâlik'ten fetva istedi. O, bu iş oyuncak olmasın diye vermedi.
Kâbe-i muazzama on defa yapılmıştır:
Melekler, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın oğulları, İbrahim Aleyhisselâm, Amâlikalılar, Cürhümlüler, Kuslular, Kureyş, Abdullah bin Zübeyr -radiyallahu anh-, Haccac.
•
Kâbe-i muazzama'nın yapılışı hakkında haber veren Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde geleceği hakkında da haber vermiştir:
"Ye'cüc ve Me'cüc'ten sonra Kâbe'de Hacc ve Umre yapılacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 789)
"Kâbe'yi, ince bacaklı Habeşlilerden biri yıkacak." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 787)
Allah-u Teâlâ malı ve sağlığı yerinde bulunan, akıllı ve mükellef olan, erkek ve kadın her zengin müslümana ömründe bir kere Hacc'a gitmesini farz kılmıştır.
• Haccı farz kılan şartlar bir insanda toplanınca, onun hemen o yıl hacca gitmesi gerekir. Gidişini ertesi yıllara tehir etmesinden dolayı günahkâr olur.
Hacc ömürde nasıl olsa bir defadır diye ağır almak, tehir etmek aslâ câiz değildir.
Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Hacc edecek kimse acele etmelidir, geriye bırakmamalıdır. Çünkü zaman geçtikçe ya hasta olur, ya bineği kaybolur, veya ihtiyaçları ortaya çıkar." buyuruyorlar. (Ebu Dâvud)
Üzerine Hacc farz olduğu halde bu farizayı yerine getirmeden ölen bir müslüman günahkâr olur. Hacc'ı umursamayarak terkeden kimseler hakkında Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyorlar ki:
"Kim ki, yiyecek içecek ve binecek masraflarına mâlik olup da Hacc etmezse, ister yahudi ister hıristiyan olarak ölsün, müsâvidir." (Tirmizî)
Hacc'ı terkedenlerin ehl-i kitab'a benzetilmeleri, onların da kitapları ile amel etmemelerinden ileri gelir.
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise "Yâ Resulellah! Hakk yolunda savaşın en efdâl iş olduğunu görüyoruz, biz de savaşa gitsek olmaz mı?" diye soran Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e:
"Sizin için cihadın üstünü, kabul olunmuş Hacc'dır; kadınlar için Hacc, cihaddan efdâldir." buyurmuşlardır. (Buhâri. Tecrid-i sarih: 755)
• Bununla beraber ömrünün sonunda bu Hacc'ı yerine getiren kimse, Hacc vazifesini yaptığı için mesuliyetten kurtulur. Fakat Haccetmeden önce ölürse, Hacc için vasiyet etmiş olsa bile günahkârdır. Vasiyeti malının üçte birinden yerine getirilir.
• Vasiyet etmeden ölen bir kimsenin vârisi, oğlu veya kızı isterse, kendiliğinden onun namına vekil gönderip Hacc yaptırır.
• Bir müslüman zengin olup da sağlığı yerinde olmazsa ve ömrünün sonuna kadar iyileşme ümidi bulunmayan bir hastalığa tutulmuş ise; o zaman kendisine vekâleten bir kimseyi Hacc'a gönderir. Zengin ve sağlığı da yerinde olan kimsenin yerine başkasının Haccetmesi câiz değildir.
• Mâli durumu yerinde olup üzerine Hacc farz olan kimse Hacc'a gitmez de, daha sonra fakir düşecek olsa, artık Hacc üzerine borç olarak kalır.
• Kendisine Hacc farz olan bir kadını yanında bir mahremi bulunduğu takdirde, Hacc'a gitmekten kocası men edemez. Fakat nafile Hacc için kocasından izin almak zorundadır.
Yanında mahremi bulunmayan bir kadın kesinlikle Hacc'a gidemez.
Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:
"Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadına, yanında mahremi olmaksızın bir gün bir gecelik mesafeye kadar yola çıkması helâl olmaz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 565)
"Bir kadın kocası veya mahremi yokken iki günlük yola çıkamaz.
Ramazan, Kurban bayramı günleri oruç yok.
İki namazdan sonra namaz kılmak olamaz: Birisi ikindiden akşama güneş batıncaya kadar, diğeri sabah namazından güneş yükselinceye kadardır.
Üç mescidden başkası için yola düşülmez: Kâbe, Benim mescidim, Mescid-i Aksâ." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 877)
Mahrem ifadesi; nesep, süt veya sıhrî hısımlık yüzünden kendisiyle ebediyyen haram olan kimseleri içine alır. Baba, dede, oğul, torun, kardeş, dayı, amca, damat, kayınpeder, sütoğul, sütkardeş, yeğen gibi.
Kızkardeşin, hala veya teyzenin kocası olmak, geçici evlenme engeli doğurduğundan, eniştelerle Hacc yolculuğu câiz olmaz.
Kadın ne kadar ihtiyar olursa olsun bu hüküm değişmez. Yanında mahremi veya kocası bulunmayan kadına Hacc farz olmaz. Eğer giderse günah işlemiş olur, Hacc'ı ise sahihtir. Bu durumda olan kadınlar vekil gönderirler.
Hacc'a gidebilmek için, Hacc dönüşü boşanmak üzere, geçici evlilik câiz değildir.
Hacc her türlü makam, rütbe, ırk, renk ve dil gibi farkları ortadan kaldıran, mü'minleri yekvücud halinde kaynaştıran, bedenî sıhhatin ve mâli varlığın şükran ifadesi olan mucizevî bir ibadettir.
Allah-u Teâlâ'nın rızâsının, hoşnutluğunun bulunduğu, sonsuz rahmet deryasını içinde gizleyen ilâhî bir meclis, Rabbanî bir merkezdir. Orada feyiz deryalarının kaynağı vardır. O lütuf deryasında bulunma sırrı ile insan tekâmül eder.
Zikrullah'ın bir yolu da O'nun nişânelerini görmek ve onlara saygı göstermektir. Çünkü onlar görüldüğünde Allah-u Teâlâ hatırlanır. İnsan Rabb'ine karşı bir şevk duyar. Hacc'dan başka, kulun bu arzusunu yerine getirecek bir yol yoktur.
O kervanın hâli bambaşka; o kervan öyle bir kervan ki, merkeze gidiyor. O merkez bir nûr beldesidir, uçsuz-bucaksız bir deryadır. Orada alınan bir nefes insana büyük mesafeler katettirir, çok büyük uhrevî saâdetler ve menfaatler sağlar. O kervana katılmak, o meclis-i ilâhî'de bulunmak, o resmî geçitte geçmek çok büyük bir saâdettir.
Hadis-i şerif'te:
"Hacc Allah yoludur." buyuruluyor. (Ebu Dâvud)
Nice kudsî hatıraları sînesinde saklamış bulunan bu mübarek beldeleri ziyaretteki feyiz ve bereket, her türlü tasavvurun fevkindedir.
Vahyin nâzil olduğu, İslâm'ın doğup cihana yayıldığı, Resulullah Aleyhisselâm'ın ve Ashâb-ı kiram'ının yaşadıkları yerleri görmek, şüphesiz ki büyük bir bahtiyarlıktır.
Hacc esnasında insan bir çok zahmetlerle, meşakkatlerle karşılaşıyor. O zahmetleri ancak muhabbet karşılar. O muhabbet olmazsa, insan bir zahmetle karşılaşınca, şeytanın iğvasına uyarak "Ben buralara niye geldim?" diye hayalinden bile geçirse, bütün feyizlerden mahrum olabilir. Zahmet ne kadar çok olsa da rahmet onun fevkindedir. İnsan o zahmeti rahmet bilecek, her türlü meşakkati severek kabul edecek.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Amellerin efdâli en güç olanıdır."
Görünüşte toz-toprak, zahmet-mihnet, fakat her nefes alış-verişte uhrevi bir hayat vardır. Burada bir damlaya hasretiz, orada deryada yüzüyorlar. Burada her şey var, hiçbir şey yok. Orada ise hiçbir şey yok, fakat her şey var. Mânevî bakışla cennet, zâhiri bakışla feyiz deryası. Yukarıdan yağıyor, aşağıdan kaynıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e Hacc'dan sonra kardeşi Abdurrahman -radiyallahu anh- ile Umre için Temim'e giderken şöyle buyurdular:
"Senin sevabın harcadığın mal ve çektiğin sıkıntıya göredir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 850)
•
Orada insan kendi iç âleminde olacak. Mekke-i Mükerreme'de iken hep Kâbe-i Muazzama'da, Medine-i Münevvere'de iken hep Ravza-i Mutahhara'da bulunacak.
O mübarek yerlerde kat'i surette sabrı ve doğruluğu elinden bırakmayacak. Herkesi hoş kendisini boş görecek, kimse ile münakaşa, mücâdele etmeyecek. Çünkü Âyet-i kerime ile yasak edilmiştir. Yeme-içme ve alış-veriş işleriyle vaktini öldürmeyecek. Zira oralarda geçecek her saniye çok kıymetlidir. Uyku ile fazla meşgul olunmayacak, az yenip az uyunacak. Elbiseler daima temiz olacak. Sık sık banyo yapılacak. Hep istiğfarla meşgul olacak. Oralardaki manevî ibadet ziyafetlerinden istifade etmeye çalışacak. O zaman Hazret-i Allah murad ederse onu lütuf deryâsında bulundurur. Bu deryânın yanında bulunup da damlasından istifade edememek ne acıdır!
Hacc deyince; boynun bükük olacak, gözün hep yaşlı, gönlün hep Hakk'ta olacak. Hacı burada olunacak, burada tekamül edecek, oraya ziyarete gidilecek. Orası feyiz deryasıdır, Makam-ı Mahmud. Onun için edep, edep, edep.
"Orası Hakk pazarıdır!" Bu sözümüzde çok incelikler var. Bir kere Hacc'a niyet eden kimseyle ilgili size bir temsil getirelim. Biz esnafız; el emeğiyle çalışıyoruz ve Hacc parası da elimde mevcut. Hacc'a niyet ettim. O kış hem çalıştım hem de elimdeki para eridi. Ödünç vermedim, bir kimseye bir şey de yapmadım, ama eridi. Niyetim hâlis, ama param yok. Niyetimi bozmuyorum ve inşallah gideceğim diyorum. Hacc'a iki ay kalınca para yavaş yavaş damlamaya başladı. Fakat o kadar inceden inceye dikkat ediyorum ki kılı kırk yarıyorum.
Hacc günü gelince elimdeki Hacc parası tamamlandı. Nereden geldiğini bilmiyorum, ödünç de almadım. Nasıl ki giderken görmedim, gelirken de görmedim.
Sene 1952, yaşım 25, yapayalnız gittim. Niçin yalnız gittim? Yol kapalıydı. Biiznillâhi Teâlâ geçerim niyetiyle gittim. Ankara'ya vardım ve yollar açılacak, dediler. O zaman bekleyeyim dedim. Onlara yardım etmek için ilk on kişinin içersine bizi seçtiler. Vizemi aldım ve yola çıktım.
İskenderun'a vardım. Selahattin Geylani adında bir zât vardı, ona gittim ve birinci kafileyle bizi yolladı. Arkadaşım yok, hiçbir şeyim yoktu. Bunlar bizim için mevzu değil. Anladım ki kefeni giymekle iş bitiyormuş. Vaktaki elbiseyi soyuyorsun ihramı giyiyorsun, "Ben kefenimi giydim!" diyorsun, artık işin bitti. Her işin O'na göre olursa halkla işin olmaz, alışverişe girmezsin, çarşıyı pazarı gezmezsin. Hep Hakk ile olursun.
Orası nur beldesi, oranın havasını teneffüs etmek, o nura yakın olmak, nur ile hemhâl olmak ayrı bir âlem. Tabi onun gizli halleri var.
Gençken Kâbe'ye gece yarısı giderdik. Sabah namazını, işrak namazını kılar dönerdik. Çorbamızı içer biraz yatar, uyurduk... Sonra, Duhâ namazını kılmaya tekrar giderdik. Artık oradan hiç çıkmazdık; öğle, ikindi, akşam, yatsı namazını orada kılıp eve dönerdik. Kimse mani olmasın, önümden kimse geçmesin diye mümkünse iki direk arasını tutardım. Mescid-i Nebevi'de ise Ashâb-ı Suffe'de otururdum. Öyle kalırdık, hiçbir yere, çarşıya pazara gitmezdik. Niçin?Oranın ânı kıymetlidir. Yemekle, içmekle, pazarla, pazarlıkla hiçbir işim olmazdı. Oranın hâli, havası ayrı. İslâm orada doğdu ve orada avdet edecek.
Hatta bir temsil anlatayım. Düzce'de bir kasap İsmail var. Bir gün ona bir tüccar demiş ki: "İsmail, Düzce'de bir kimse var, tanıyor musun?"
"Tanıyorum. Komşumdur." demiş.
O adam takip etmiş.
"Yahu! Bu adam hiç mi abdest almıyor? Sabah orada, öğle orada, ikindi orada, akşam orada, yatsı orada, hep orada."
Hayır çıkmıyorum! Çünkü yemek yemediğim için ihtiyacım yok. Yemek canım isterse şeker kırıyorum suyla beraber ekmek alıyorum karnımı doyuruyorum. Niçin? Buraya yemek yemek için gelmedim.
Binaenaleyh size o Hacc'ı ve o Haccdaki bir sırrı anlatayım:
Delil'in evine de gittim. Yalnızdım. Bir hafta sonra Düzceliler geldi. Oranın Delil'i bizi çok sevmiş. Hacc bitti ve bizi gizlice Medine-i Münevvere'ye göndermek istiyorlar. Çünkü Düzce'nin Hacıları var. Eskiden Kabe-i Muazzama'nın etrafında hep evler vardı. Konyalıların binasının arkasına dayanmış Kabe-i Muazzama'ya bakıyordum. "Kalk, tavafını yap!" dediler. Kalktım, tavafımı yaptım, veda kapısından çıktım ve geldim yine eski yerime oturdum. Çünkü gidecek yerim yok. Hep oradaydım. Akşam vardım, dediler ki:
"Delil her tarafta seni aratıyor."
Ne yapacak? Bilmiyorum!
Gittim. Mansur Bey; "Eşyanı gizlice getir." dedi.
Allah râzı olsun. Allah'ım nur etsin. Bir otobüs ayarlamış. "Seni Medine-i Münevvere'ye göndereceğim, kimse duymasın! Orada rahat edersin. Kimse yokken ziyaretini de yaparsın." dedi ve bizi bir hafta evvel gönderdi.
Binaenaleyh orada gördüğüm esrarın tarifi mümkün değil. Buna amil ne idi? Doğrudan doğruya Hazret-i Allah'a teslim oluşum, helâl para ile gidişim ve arkadaşımın Hakk'ın olmasıdır, halkın olması değil. Yalnız gittim ve yalnız döndüm. Ama o Hacc'ı bir daha yakalayamadım. Sonra Cenâb-ı Hakk bana çok verdi, her sene giderdik, ama o Hacc'ın hâli başkaydı. Çünkü başka zaman arkadaşlarım vardı, şuyum vardı, buyum vardı, ama o zaman Hakk ile idim.
Binaenaleyh anladım ki orası Hakk pazarı halk pazarı değil. Helâl para olacak, rızâ-i bari ile gidilecek. Orada hiçbir şey görülmeyecek ve hiçbir şeye bakmayacaksın. Hele Mekke-i Mükerreme laubaliliği biraz kaldırır, ama Medine-i Münevvere hiç kaldırmaz. Çok edepli olmak lâzım. Bu edep içinde bulunduğun takdirde muhafazadasın. Edepten çıktığın zaman muhafazada değilsin. Bunu burada ölçü bilin. O kadar nazik bir yer.
Helâl para olacak, rızâ için gidip gelinecek, yoksa uydum kalabalığa gidip gelinirse, Hacı oldun mu? Boş! Boş!
Çok ince. İncelerin bir tanesini anlatayım. Bir gün bir meseleden dolayı bir arkadaş bir yere gitti. Onu bekliyordum. Safa ile Merve arasında camlar geniştir, orada namaza durdum. Önümde bir zât var. Benim namaza durduğumu görmüyor, bilmiyor. Azıcık bir yer kalmış, secdeye ihtiyacım var. O zâta azıcık elimle dokundum. Yani müsaade et, secde yapacağım demek istedim.
"Amma da hırçınlaştın!" buyurdular.
Yani, adama şu kadar dedim; "Namazdayım, müsaade et, şurada secde edeyim!" İşte orası böyle bir yer.
Onun için "Hacc'a gittim geldim!" bunlar boş şeyler. Çünkü kabul olunmuş Hacc'ın karşılığında cennet var. Cennet-i Alâ'ya mazhar olmak laf işi değil. Çok dikkat lâzım, edep lâzım, helâllik lâzım, lâubalilik katiyen kaldırmaz. İnsan gece orada, gündüz orada, çarşı bilmeyecek, pazar bilmeyecek. Bir şey alacaksanız memleketinizde alacaksınız, eve bırakacaksınız, geldiğinizde vereceksiniz. Hediye almakla meşgul olmamalı; hurma, yüzük ve Zemzem müstesna. Burada zaten tesbih çok. Ama pazara çarşıya gitme.
Değmez! Değmez! Ben buraya halk pazarına gelmedim. Zaten benim ihtiyacım olmazdı. Yemem yok, içmem yok. Dediğim gibi icap ederse azıcık şekeri suya katarım ekmekle beraber yerim. Tamam işim bitti. Niçin? Bir daha ya geleceğim, ya gelmeyeceğim. Değmez!
Onun için baktım ki, Hacc hiç zannedildiği gibi değilmiş, çok inceymiş. İhramı giymekle kefeni giydim diyen kazanıyor. Hacc'a geldim diyen boşa gidiyor. Onun için niyet-i haliseyle, helâl parayla, mahviyet içersinde, edep içersinde gidilmesi lâzım.
Hacc'a öz insanların gittiği bir zamanda iki zât konuşuyor.
"Bu sene Hacc'da kaç kişi var?"
"Altı yüz bin kişi var."
"Kaç kişinin Hacc'ı kabul oldu?"
"Altı kişinin."
Altı yüz bin kişiden altı kişinin ki kabul olmuş.
"Fakat Cenâb-ı Hakk o altı kişinin yüzü suyu hürmetine ötekileri de kabul etti."
Hacc deyince akan sular duruyor, ama insan bunun farkında değil. "Hacc"a gittim, hacı oldum geldim!"
Hacc'ın inceliğini Cenâb-ı Hakk duyurursa orada anlarsınız.
Malumunuz orada her yerin bir duâsı var. Fakat size çok kolay bir şey göstereceğiz. Bilhassa tavaf çok sıkıdır, çok kalabalıktır. Bakıyorsunuz herkesin elinde kitap var duâ yapıyor. Bunun huzuru yok. Duâya mı bakacaksın, kalabalığa mı bakacaksın, tavaf mı yapacaksın? Siz onların hepsini bırakacaksınız Salât-ü selâmla meşgul olacaksınız. Tavaf ederken yalnız iki rüknü arasında "Rabbenâ atina" duâsını okuyacaksınız. Hemen orayı geçtiniz mi Salât-ü selâm'a başlayacaksınız. Oraya geldiniz mi "Rabbenâ atina" duâsını okursunuz ve böylece huzurla tavaf etmeye çalışırsınız. Çünkü o kalabalığın içinde huzur bulmak çok zor. Kitap okumak zaten mümkün değil. Onun için her yere giderken Salât-ü selâm getirin.
Bir temsil arzedelim:
Bir baba oğlu ile Hacc'a giderken bir handa kalıyorlar. O gece baba vefat ediyor. Oğlu bir bakıyor ki ceset hınzır suretine dönüşmüş, o kadar müteessir oluyor ki, o üzüntü ile kendinden geçtiği bir anda kapının açıldığını, içeriye nûranî bir zâtın girdiğini görüyor.
Gelen o zât, babasının örtüsünü açıyor ve eliyle meshediyor. Elinin meshettiği yerler hem nur oluyor, hem de sıfatı değişiyor. Genç hayretle "Siz kimsiniz ki, beni bu kadar sıkıntılı bir anda kurtardınız?" diye sorduğunda "Ben âhir zaman peygamberiyim. Babanın bu hâle düştüğünü melekler bana haber verdi. Ben de Allah-u Teâlâ'dan ona şefaat etmem için izin istedim, bana o izni verdi. Çünkü baban her gece yüz salâvât-ı şerife getirmeden yatağına girmezdi. Bu hâle dönüşü de fâiz yüzündendi." buyurmuşlar.
Genç, hemen örtüyü kaldırıyor bakıyor ki babasının sıfatı değişmiş. Hemen defnetmiş ve Hacc'a gitmiş. Hacc'da her gittiği yerde Salât-ü selâm getirmiş.
Süfyan-ı Sevri Hazretleri tavaf ederken bu gence rastlıyor ve devamlı Salât-ü selâm getirdiğini görünce soruyor:
"Oğlum, burada her bir makamın ayrı duâsı var. Bunları biliyor musun? Salat-ü selâm'ı hikmet tahtında mı getiriyorsun?"
"Hikmet tahtında getiriyorum." cevabını alınca "Nedir hikmeti?" diye sorar ve gençte başından geçen bu hadiseyi anlatır.
Süfyan-ı Sevri Hazretleri de; "Peki! Artık ben de Salât-ü selâm'a devam edeceğim." buyururlar.
Onun için her zaman hep Salât-ü selâm, Kelime-i tevhid, Lafza-i celal ile içinizi meşgul edin, dışınızı değil.
Birincisi; Rahmân'ın dâvetine icâbet edip, Rızâ-i Bâri için gidip gelenler,
İkincisi; Şeytanın dâvetine icâbet edip gidenler,
Üçüncüsü ise; Gitme imkânı olmayıp da, Hacc'a iştiyakından dolayı ah ettiği için Allah-u Teâlâ'nın rûhen ziyaret ettirdiği kimseler.
Rıza-i Bâri için gidenler, daha gitmeden evvel kendilerini hazırlamışlardır. Paraları helâldir, lokmaları helâldir. Onların hukuk-u nas ile işleri olmaz, haram ile iştigal etmezler. Niyetleri rızâdır, gayeleri Hacc'dır.
Şeytanın dâvetine icâbet edenleri anlatabilmek için üç temsil arz edeceğim. Basit gibi görünüyor, fakat büyük dersler var. Rahmanî ile şeytanînin ayırım noktasını göstermek istiyoruz.
•
Cephesi Ravza-i Mutahhara'ya bakan bir otele zenci bir müslüman geliyor ve bir odaya yerleşiyor. Aynı odaya sert mizaçlı dört kişi daha geliyor. İçlerinden biri zenci müslümana "Kalk oradan!" diye bağırıyor. Onu oradan başka divana kaldırıyor.
Meğer o kimse Afrika'nın ileri gelenlerinden zengin ve nüfuzlu bir kişiymiş. Sabahleyin onlara büyük bir ziyafet hazırlatıyor, birini gönderip oda arkadaşlarını davet ettiriyor. Geliyorlar bakıyorlar ki masalar dayanmış döşenmiş. Kahvaltılarını yapıp çıkıyorlar. Birisi Rahman'ın dâvetine icâbet eder, diğeri şeytanın dâvetiyle gider.
•
Bir başka temsil:
İki arkadaş Hacc'a gidiyor. Birisinin su kabı kaybolmuş, diğerinin iki tane var. "Bana birisini satar mısın?" diyor. "Satarım." "Kaça satarsın?" "Şu fiyata" diyor, bedelinin iki katı fiyat istiyor. O da o parayı verip su kabını alıyor. Hacc dönüşünde o adam bir rüyâ görüyor. O sene Hacc'a gidenlerin beratları dağıtılıyormuş. Onunkisini de vermişler. Bakmış ki "Tüccar" yazıyor. "Ben de Hacc'a gittim." diyorsa da "Hayır" diyorlar, "Sen bir liralık su kabını iki liraya sattın, senin kaydın tüccar geçti." Ticaret için gidenlerin durumunu görün. Bu gibi kimselerin gümrükteki durumu ne kadar acıdır! Hacc mı, tüccarlık mı, yalancılık mı? Hacı zemzemini, hurmasını, yüzüğünü alır döner, onun eşyayla ne işi var?
•
Üçüncü arz edeceğimiz husus bizzat başımızdan geçti. Medine-i Münevvere'ye vardığımızda otobüsün sahibi dedi ki; "Arkadaşlar! Burada kaç gün kalınacaksa kararlaştırın, herkes kendisini ona göre ayarlasın, sonra kararınızı değiştirmeyin." İstişâre yapıldı, sekiz gün kalmaya karar verildi. "Sekiz gün sonra şu saatte şurada buluşalım, yola çıkalım" denildi.
Üç-dört gün sonra bir perşembe günü bir grup tutturmuşlar "Gidelim" dediler. "Arkadaşlar! Yarın Cuma, burada kılınan bir Cuma bin Cuma'yı kılmak gibidir, daha dört günümüz var." dedikse de onların dediği oldu. Gitmeye karar verince Ravza-i Mutahhara'ya gidip yatsıyı kıldım ve gece yola çıktık. 10-12 km. gitmeden 'Çat' diye arabanın bir parçası kırıldı. Sabaha kadar orada bekledik. Kuşluk vakti parça geldi. "Hadi gidelim" dediler. "Arkadaşlar! İşte Ravza-i Mutahhara görünüyor. Burada bir Cuma bin Cuma'ya bedel, araba ayağımızın altında, kılıp da gelelim" dedikse de kabul etmediler, "Biz sizi bekleyemeyiz" dediler. Nihayet yola çıktık. Bir benzinciye geldik. Önümüzde bir araba varken benzin bitti. Gelinceye kadar orada bir kaç gün bekledik, zira o zamanlar yollar çöldü, ikmal güçtü. Gelinceye kadar kahvehanede yattık, kimsede çıt yok.
İşte bunlar şeytanın dâvetine icâbet edenler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Resul'üm! Sana hilâl halini alan ayları soruyorlar. De ki: 'O, insanların faydasına ve bir de Hacc için birer vakit ölçüleridir.'" (Bakara: 189)
• Müslüman olmak,
• Akıllı olmak,
• Büluğ çağında olmak,
• Hür olmak,
• Azık ve binit sağlamaya gücü yetmek,
• Hacc'ın farz olduğunu bilmek. (Bu şart, gayr-i müslim memleketlerde müslüman olanlar içindir. Bir İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlar için, Hacc'ın farz olduğunu bilmemek mazeret sayılmaz.)
• Aslî ihtiyaçları dışında Hacc'a gidip gelinceye kadar yetecek mâli güce sahip olmak.
• Yukarıdaki şartları hâiz olarak, Hacc farîzasının edâ edildiği vakte erişmiş olmak.
Bir kimseye Hacc'ın farz olması için bu şartların eksiksiz bulunması gerekir. Bu şartlardan birisi eksik olduğunda o kimsenin bizzat Haccetmesi farz olmadığı gibi, yerine bedel göndermesi veya bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekmez.
Kendisine Hacc farz olmamış bir kimsenin, Hacc'a gideceğim diye mülkünü satıp sonunda fakir düşmesi doğru bir hareket değildir. Allah-u Teâlâ insanlara güçlerinin üstünde bir şey teklif etmez.
Şu kadar var ki, bu şartlar eksiksiz gerçekleştiği halde Hacc'a gitmeyi geciktirir de, daha sonra Haccetme imkânı bulamazsa, yerine bedel göndermeyi veya bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekir.
• Vücutça sağlam olmak. Kör, kötürüm, felçli ve Hacc yolculuğuna dayanamayacak derecede hasta veya yaşlı olmamak,
• Hacc'ı yerine getirmeye mâni bir hâl bulunmamak, (Hapislik veya zorla alıkonulmak gibi)
• Yol güvenliği bulunmak,
• Kadınların yanlarında mahremlerinden birisinin bulunması,
• Eşi ölmüş kadınların iddet sürelerinin bitmiş olması. (Kocasından ayrılmış kadın üç ay, kocası ölmüş kadın da dört ay on gün beklemek zorundadır. Ne suretle olursa olsun iddet içinde Hacc'a gidemez.)
Not:
Hacc'ın farz olması için gerekli olan sekiz şarttan başka, edâsının şartlarına da eksiksiz hâiz olan kimselerin bizzat Haccetmeleri farz olur.
Belirtilen bu sekiz şart bulunduğu halde edâsının şartları eksiksiz gerçekleşmediği takdirde, bizzat kendilerinin Haccetmeleri farz olmaz, yerlerine bedel göndermeleri gerekir. Ölümleri halinde kendileri adına bedel gönderilmesini vasiyet etmeleri lâzımdır.
• Müslüman olmak. Bu aynı zamanda farz olmasının da şartıdır.
• Belirli mekân: Arafat ve Kâbe-i muazzama'dır. Hacc menâsikının her birini tayin edilen yerlerde yapmak şarttır.
• Belirli zaman: Arafat'ta vakfeyi Arefe gününün zeval vaktinden bayramın ilk gününün sabahı şafak sökünceye kadar yapmak.
Ziyaret tavafı ise, bayram sabahından ömür sonuna kadar yapılabilir. Ancak farz olan ziyaret tavafını bayramın ilk üç gününde yapmak vâcip olduğu için, ziyaret tavafını bundan sonraya bırakana, vâcibi terk ettiği için kurban kesmek lâzım gelir.
• Hacc niyetiyle ihrama girmek. Daha önce mubah olan bazı şeyleri, Hacc ve Umre süresince kişinin kendisine yasak kılması demektir.
Hacc ibadetinin iki rüknü yani iki ana direği vardır: Arafat'ta vakfe, ziyaret tavafı.
İhram ise Hacc'ın şartıdır.
Hacc'ın tamam olabilmesi için bu iki rüknün şartlara uygun olarak edâ edilmiş olması gerekir. Hacc'ın, rükünler dışında kalan vâcib veya sünnet olan diğer menâsiki yapılmazsa veya noksan bırakılırsa, bunların bir kısmı için cezâ ve kefâret gerekir; fakat Hacc sahih olur, kaza edilmesi gerekmez.
Şu kadar var ki, rükünlerden birisi yapılmadığı takdirde ceza veya kefâret ödemekle Hacc sahih olmaz. Ya eksik kalan rüknün tamamlanması veya Hacc'ın kaza edilmesi gerekir.
Hacc'ın edâ edilişi itibariyle üç çeşidi olduğu için, kim hangi Hacc'ı yapacaksa o Hacc'ın niyeti yapılır.
Yalnız farz olan hacca niyet edilerek yapılan Hacc'dır. Hacc menâsiki bütünüyle yerine getirildikten sonra Umre için ihrama girilir ve Umre yapılır.
Niyeti şöyledir:
"Allahümme innî üridül-hacce feyessirhü lî ve tekabbelhü minnî"
"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için haccetmek istiyorum. Onun edâsını bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."
Bu Hacc'ı yapana Müfrid denir. Bu hacc'a niyet edenler Akabe cemresini atıncaya kadar ihramda kalır. Akabe cemresinden sonra dilerse kurban keser. Çünkü İfrad hacc'ı yapana kurban kesmek vâcip değildir. Dilerse nafile olarak keser. Sonra tıraş olur veya saçlarını kısaltır ve ihramdan çıkar.
İhrama girerken yalnız Umre'ye niyet edilen ve Umre işleri bittikten sonra Hacc için yeniden ihrama girerek yapılan Hacc şeklidir.
Niyeti şöyledir:
"Allahümme innî ürîdül-umrete feyessirhâ lî vetekabbelhâ minnî"
"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için Umre yapmak istiyorum. Onun edâsını bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."
Bu çeşit Hacc'ı yapana Mütemetti denir. Bu Hacc'ı yapmak isteyen kimse, mikatta Umre niyetiyle ihrama girer. Mekke-i mürerreme'ye ulaşınca tavafını yapar Sa'y eder, tıraş olur veya saçlarını kısaltır. Böylece Umre'yi tamamlayıp ihramdan çıkar, normal elbiselerini giyer, ihramlı olmayanlara mubah olan şeylerden faydalanır.
Hem Umre'ye hem Hacc'a birlikte niyet edilerek, her ikisi de bir ihramda birleştirilerek yapılan Hacc'dır.
Niyeti şöyledir:
"Allahümme innî ürîdül-umrete vel-hacce feyessirhümâ lî vetekabbelhümâ minnî"
"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için Umre ve Hacc yapmak istiyorum. Bunların edâsını bana kolaylaştır ve onları benden kabul buyur."
Bu Hacc'ı yapana Kârîn denir. Kişi Umre ile beraber Hacc yapmak üzere mikatta ihrama girer. Umre'yi tamamlar, ihramdan çıkmaz. İhramın yasak ve gereklerine riâyet ederek Hacc menâsikine başlar. Kudüm tavafını yapar, Arafat'ta vakfe yapar. Bayram'ın birinci günü Akabe cemresini attıktan sonra kurbanını kesip tıraş olur, ihramdan çıkar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Akik vâdisinde bulunduğu bir sırada şöyle buyurmuşlardır:
"Bana Rabbim tarafından gelen Cibrîl, bu gece de geldi ve: 'Bu mübarek vâdide namaz kıl, Hacc ve Umre'ye (Kıran'a) beraber niyet et.' dedi."(Buhârî. Tecrid-i sarîh: 760)
Bu üç çeşit Hacc'dan hangisi yapılırsa yapılsın, Hacc farizası yerine getirilmiş olur. Bunların en faziletlisi ise Hacc-ı kıran'dır.
Hacc'ın belirtilen "Şartlar"ı ve "Rükünler"i dışında vâcip olan menâsiki de vardır. Hacc'ın vâciblerinden birinin mâzeretsiz terk edilmesiyle Hacc fâsid olmaz. Fakat dinen muteber sayılan bir mâzeret olmadan terk edilen her vâcip için kefaret gerekir.
Hacc'ın vâcipleri iki kısımdır:
• Safâ ve Merve arasında Sa'y yapmak.
• Müzdelife'de vakfe yapmak.
• Remy-i cimâr. (Mina'da şeytan taşlamak)
• Halk veya taksîr. (Saçları tıraş etmek veya kısaltmak)
• Vedâ tavafı yapmak.
2- Farz, Vâcip veya Sünnet Olan Diğer Menâsike Bağlı Olan Fer'î Vâcipler:
• İhrama Mîkat denilen sınırı geçmeden girmek.
• İhram yasaklarından sakınmak.
• Hadesten taharet. (Tavafı abdestli olarak yapmak)
• Setr-i avret. (Avret yerleri tamamen kapalı bulundurmak)
• Kâbe'yi tavafa daima Hacer-i esved'in bulunduğu yerden veya hizasından başlamak.
• Teyâmün. Kâbe'yi sol yana alarak sağından yürüyerek tavaf etmek.
• Hatîm'in dışından dolaşmak.
• Gücü yeten yürüyerek tavaf etmek.
• Her tavaftan (yedi şavttan) sonra iki rekât namaz kılmak.
• Ebu Hanife'ye göre farz olan ziyaret tavafını bayram günlerinde (bayramın üçüncü günü akşamına kadar) yapmak.
• Şavtları yediye tamamlamak.
• Gücü yeten Sa'y'i yürüyerek yapmak.
• Şavtları yediye tamamlamak.
• Gündüz Arafat'a çıkmış olanların, güneş batmadan önce Arafat bölgesinden ayrılmamaları.
• Akşam ve yatsı namazlarını, yatsı vakti girdikten sonra "Cem-i tehîr" ile kılmak.
• Ebu Hanife'ye göre; akabe cemresini taşlama, kurban kesme ve tıraş olma arasındaki tertibe uymak.
• Temettu veya Kıran Haccı yapanların kurban kesmesi.
• Kurbanı eyyam-ı nahr denilen bayram günlerinde ve Harem bölgesinde kesmek.
• Tıraşı bayram günlerinde ve Harem bölgesinde olmak.
• Cemrelere her gün atılacak taşları eksiksiz ve belirlenen zamanlarda atmak.
Sünnetlerin yerine getirilmesi, Hacc'ın sevap ve faziletini artırır. Eksiksiz bir Hacc, ancak sünnetlerin de edâ edilmesiyle mümkündür.
Mâzeretsiz olarak bir sünnetin terk edilmesi mekruhtur, fakat vâcip terk edildiği zaman ceza gerektiği gibi cezayı gerektirmez.
Diğer ibadetlerde olduğu gibi, Hacc'ın da nasıl yapılacağını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bizzat göstermiş ve:
"Hacc menâsikini benden öğreniniz, benim yaptığım gibi yapınız." buyurmuştur. (Müslim: 1297)
Bu Hadis-i şerif, Hacc ibadetleri hakkında büyük bir temeldir.
Hacc'ın sünnetleri iki kısımdır:
• Kudüm tavafı.
• Hacc hutbeleri.
a. Birinci hutbe, Zilhicce'nin yedinci günü öğle namazından sonra Mekke'i mükerreme'de okunur, insanlara Hacc hükümleri anlatılır.
b. İkinci hutbe, Arafat'ta Nemire mescidinde cem-i takdimle kılınan öğle ve ikindi namazından önce okunur.
c. Üçüncü hutbe, Zilhicce'nin on birinde bayram'ın ikinci günü öğle namazından sonra Mina'da okunur.
• Arefe gecesi Mina'da gecelemek. (8. Zilhicce)
• Bayram gecesi Müzdelife'de gecelemek. (9. Zilhicce)
• Bayram günlerinde Mina'da kalmak.
• Hacc sonunda Mina'dan Mekke-i mükerreme'ye acele inmek. İnerken Muhassab veya Ebtah denilen düz vâdide azıcık dinlenmek.
• İhrama girmeden önce koltuk altı ve kasık kıllarını temizlemek, tırnak kesmek ve güzel koku sürünmek.
• İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. (Gusül temizlik için yapıldığından, kadınlar özel hallerinde de olsa yaparlar.)
• İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak.
• Erkekler izâr ve ridâ denilen beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye bürünmek.
• İhramlı bulunduğu sürede her fırsatta telbiye getirmek.
• Telbiyeyi her başlayışta üç defa tekrarlamak.
• Telbiye'den sonra salâvât-ı şerife getirmek.
• Salâvât-ı şerife'den sonra Cenâb-ı Hakk'a duâlar etmek.
Şu duâ okunabilir:
"Ey Allah'ım! Ben senden rızânı ve cennetini dilerim. Gazabından ve ateşinden sana sığınırım."
• Mümkünse Mekke-i mükerreme'ye gündüz vakti girmek.
• Girmeden önce mümkünse gusletmek veya abdest almak.
• Kâbe-i muazzama'yı görünce dilediği duâyı yapmak.
• Beytullah'ın önüne gelince tekbir ve tehlil getirmek.
• Mültezem'de yüzü ve göğsü Kâbe-i muazzama'nın duvarına yapıştırıp duâ ve niyazda bulunmak.
• Kimseye zahmet vermeksizin Kâbe-i muazzama'nın örtülerine yapışıp duâ etmek.
• Tavafa başlarken, Hacer-i esved'in hizasına, Rükn-i Yemânî yönünden doğru gelmek.
• Tavafa başlarken ve her şartın sonunda Hacer-i esved'i istilâm etmek.
• Sonunda Sa'y yapılacak tavaflarda (ziyaret tavafında) erkekler ıztıba ve remel yapmak.
• Bütün şartları ara vermeden ard arda yapmak.
• Erkekler mümkün olduğu kadar Kâbe-i muazzama'ya yanaşmak.
• Mekke-i mükerreme'de bulundukça nafile tavafı çok yapmak.
• Tavaf esnasında zikrullah ile, tekbir, tehlil ve duâ ile meşgul olmak.
• Tavaf bitince ara vermeden sa'ya başlamak.
• Sa'y'ı abdestli olarak yapmak.
• Sa'y'e gitmeden önce Hacer-i esved'i istilâm etmek.
• Her şavtta Safa ile Merve'de Kâbe-i muazzama görülebilecek kadar yükseğe çıkıp o tarafa yönelerek tekbir, tehlil ve duâ etmek.
• Erkekler yeşil renkle ışıklandırılmış sütunlar arasında hervele yapmak, diğer kısımlarda ise yavaş yürümek.
• Sa'y esnasında tekbir, tehlil ve duâ ile meşgul olmak.
• Bütün şavtları hiç ara vermeden ard arda yapmak.
• Zilhicce'nin dokuzunda Arefe günü güneşin doğuşundan sonra Arafat'a hareket etmek.
• Nemire mescidinde öğle ile ikindi namazlarını cem-i takdim ile kılmak.
• Vakfe esnasında abdestli bulunmak.
• Vakfe için mümkünse zevalden sonra gusletmek.
• Vakfeyi Cebel-i Rahme eteklerindeki siyah kayalıkların yanında yapmak.
• Kıbleye yönelerek vakfe yapmak.
• Gün boyunca telbiye, zikrullah, tesbih, tekbir, tehlil, salâvât ile, namaz ve duâ ile meşgul olmak; kendisi, ana-babası, âile efradı, geçmişleri ve bütün müminler için duâ ve niyazda bulunmak.
• Arefe günü güneşin batışından sonra Arafat'tan Müzdelife'ye sükunetle ağır ağır inmek ve Müzdelife'de Meş'ar-i haram civarında konaklamak.
• Vakit girince sabah namazını hemen kılmak.
• Namazdan sonra telbiye, tekbir, tehlil, duâ ve istiğfar ile meşgul olmak.
• Vakfeyi ortalık iyice aydınlanıncaya kadar sürdürmek, ortalık iyice aydınlandıktan sonra güneş doğmadan Mina'ya hareket etmek.
• Eşyasını çadırına koyduktan sonra, vakit geçirmeden Akabe cemresine taş atmak.
• Taşları bayramın ilk günü öğleden önce, diğer günlerde ise öğleden sonra, güneş batmadan önce atmak.
• Akabe cemresine taşlar atılırken Mekke-i mükerreme'yi sola, Mina'yı sağ tarafa almak. (Diğer iki cemreye her taraftan atılabilir.)
• Taşları cemrelere üç buçuk-beş metre uzaklıktan atmak.
• Yedi taşı ard arda atmak.
• Atılan taşlar fındıktan küçük, nohuttan büyük olmak.
• Teşrik günlerinde "Küçük", "Orta" ve "Akabe" cemrelerine taşları bu sıra ile atmak.
• Küçük ve orta cemrelere taş attıktan sonra duâ etmek, Akabe cemresinden ise taş atar atmaz hemen ayrılmak.
• Mina'dan Mekke-i mükerreme'ye dönmekte acele edenler, bayramın üçüncü günü güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmak.
• Vedâ tavafını yapıp iki rekât tavaf namazı kıldıktan sonra kana kana zemzem içmek ve dökünmek.
• Zemzem'i Kâbe-i muazzama'ya karşı, ayakta ve Beytullah'a bakarak içmek.
• Bedel yolu ile Hacc, üzerine Hacc farz olmuş bir kişinin bu ibadeti yerine getirmekten aciz olması ve bu acizliğinin de devamlı olması sebebi ile kendi yerine Haccetmesi için başka birini göndermesiyle olur.
Vedâ Haccı sırasında bir kadın "Yâ Resulellah! Babam Haccın farz oluşuna yetişti, ihtiyar olduğu için deve üzerinde duramıyor, ona vekâleten ben Hacc etsem olur mu?" deyince Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Evet olur." buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 752)
"Yâ Resulellah! Annem Haccetmeyi adamıştı, fakat bunu yapamadan öldü. Onun yerine ben Haccedebilir miyim?" diye soran bir kadına ise şöyle buyurdular:
"Evet, onun yerine Hacc yap. Ananın üzerinde bir kul borcu olsaydı, onu öderdin değil mi? Allah'a olan borçlarınızı veriniz. Zira O, ödenmeye daha lâyıktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 874)
• Adına Haccedilecek kişiye, Hacc önceden farz olmuş olmalıdır.
• Hacc masrafları gönderen kimse tarafından karşılanır. Belirli bir ücret üzerine anlaşma yapılamaz, bütün masrafları gönderenin kabullenmesi gerekir. Bedel yapana ayrıca ücret verilmez. Çünkü Hacc ibadettir, ibadetler maddî ücret karşılığında değil, sadece Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak maksadıyla yapılır.
• Kendi parası ile başkası adına Hacceden kimse, kendisi için Haccetmiş olur. Ancak, dilerse sevabını o kimseye bağışlayabilir. Bir kimsenin mirasçısı, onun adına kendi parasıyla Hacceder veya ettirebilir.
• Bedel olarak Hacc'a giden kimse ihrama girdiği zaman gönderen kişi adına Hacc edeceğine niyet etmeli ve gönderenin istediği Hacc'ı yapmalıdır. Meselâ, gönderen İfrad Hacc'ı yapılmasını isterse, bunu yapması gerekir. Kıran veya Temettu Hacc'ı yapsa gönderen adına yapmış sayılmaz. Aldığı masraf bedelini iade etmesi gerekir.
• Vekil, yolculuk ve Hacc esnasında israf etmeden ve aşırı derecede kısmadan, gönderenin verdiği parayı normal şekilde sarfeder. Artan parayı dönüşünde iâde eder. Artan paranın geri alınmayarak, gönül hoşluğu ile vekile hediye edilmesi de câizdir.
• Yapılan bütün cinayetlerin keffaretini bedel olarak giden kimse öder. Çünkü bunlara kendi sebep olmuştur. Eğer Arafat'da vakfe yapmadan Hacc'ı bozan bir iş yaparsa bütün masrafları kendi karşılar, aldığı masraf bedelini iade eder.
• Bedel olarak giden kimsenin daha önce Hacc etmiş olması şart değildir. Ancak daha önce Haccetmiş birini göndermek daha faziletlidir.
• Yanında eşi veya mahremi bulunan kadın da, başkası adına vekil olarak Haccedebilir.
• Bir kimse ölmeden önce kendi adına Hacc yapılmasını vasiyet etmişse, geriye bırakmış olduğu malın üçte birinden bu Hacc yaptırılır. Eğer vasiyet etmemişse mirasçılar vekil göndermekle mükellef olmazlar, varisi isterse onun adına başkasını Hacca gönderebilir.
• Hacc menasiki sona erince Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Ravza-i pâk'ini ziyaret için Medine-i münevvere'ye gidilir. Yolda her zamandan daha çok salât-ü selâm getirilir.
Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir kimse Hacceder, ondan sonra kabrimi ziyaret ederse, hayatımda beni ziyaret etmiş gibi olur." (Câmiüssağir)
"Kabrimi ziyaret eden kimseye şefaatim vâcib olur." (Keşfül-hafâ)
"Bir kimse Haccettikten sonra beni ziyaret etmezse, bana cefa etmiş olur." (Câmiüssağir)
• Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi ziyaret, Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmanın ve Peygamber sevgisini gönüllere yerleştirmenin en güzel vesilesidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah'tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette Allah'ı affedici ve merhametli bulurlardı." (Nisâ: 64)
Bu ilâhî beyandan anlaşılıyor ki, hayat-ı saâdetlerinde olduğu gibi, bekâ âlemine intikal ettikten sonra da müminler huzuruna gider ve orada Allah-u Teâlâ'dan af dilerlerse, elleri boş çevrilmez.
Bu itibarla Hacceden her müslümanın Hacc'dan önce ve sonra Medine-i münevvere'yi ziyaret etmesi, Mescid-i nebevî'de namaz kılması asırlar boyunca müslümanlar arasında terkedilmeyen bir sünnet olarak devam edegelmiştir.
• Medine-i Münevvere Uzaktan Görününce Okunacak Duâ:
"Allah'ım! Burası Senin Peygamber'in Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in haremidir, Senin vahyinin ona indiği mübârek beldedir. Bu ziyâretimi, benim için cehennemden korunma, hesâb ve azâbtan güven vesilesi kıl. Beni dönüş günü sevgili Peygamber'in şefâatiyle kurtuluşa erenlerden eyle."
• Mescid-i Nebevî'ye Varınca Okunacak Duâ:
"Allah'ın yüce adı ile, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in sünneti üzere... Rabb'im, beni dâhil ettiğin bu mukaddes beldeye esenlik ve hoşnutlukla koy, çıkaracağın yerden selâmetle çıkar, bana yüce katından beni destekleyici kuvvet ihsân eyle.
Allah'ım! İbrahim ve âilesinin şeref ve mertebesini yüce kıldığın gibi, sevgili Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in şeref ve mertebesini de yücelt. Şüphesiz Sen övülmeye lâyıksın, yüce kerem ve şân sâhibisin. Allah'ım! İbrahim ve âilesinin şânını yücelttiğin ve yakışmayan sıfatlardan uzak kıldığın gibi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in ve onun temiz âilesinin şânını da yücelt ve yakışıksız sıfatlardan uzak eyle. Şüphesiz ki sen övülmeye lâyıksın, yüce kerem ve şân sahibisin.
Allah'ım! Günahlarımı yarlığa, rahmet, lütuf ve fazilet kapılarını aç bana."
• Mümkün olursa bu "Nûr beldesi"ne girmeden veya girdikten ve eşyasını kalacağı yere yerleştirdikten sonra gusledilir, güzel koku sürünülür. Salâvât-ı şerif'e getirerek huzur ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in Harem-i şerif'ine gelinir. Bâb'üs-selâm veya Bâb-ı Cibrîl denilen kapıların birinden Mescid'e girilir.
O edebi bahşetmesi için Hazret-i Allah'a sığınarak ziyaret edilir.
• Kerahat vakti değilse iki rekât Tahiyyetül-mescid namazı kılınır. İmkân bulunursa bu namazı kabr-i saâdet ile minber arasında kalan kısımda kılmak çok faziletlidir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Minberim ile hânemin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir." (Buhârî)
• Medine-i münevvere'de kalındığı müddetçe Mescid-i nebevî'den ayrılmamak gerekiyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Beyt-i şerif'de edâ olunan namazın birisi diğer yerlerdeki namazların yüz binine ve benim mescidimde kılınan namazın biri, aynı şekilde başka yerlerde kılınan namazların binine ve Beyt-i makdis'te (Mescid-i aksa'da) kılınan namazın birisi dahi diğer yerlerde kılınan namazların beş yüzüne denktir." (Tirmizî)
• Müslüman olup Medine'de göçmen olarak kalacağına dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e biat eden bir bedevî ertesi günü sıtmaya yakalanınca, tekrar eski yerine dönmek için biattan muaf tutulmasını istemiş ancak her defasında reddeden Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Medine demircilerin körüğü gibidir. Demirin pasını giderir. İyisini, madenini parlatır." (Buhârî)
Diğer Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Medine-i münevvere'de bir Ramazan-ı şerif'i tutmak, diğer beldelerin bin ramazanından, kezâ bir cuma namazını orada edâ etmek diğer beldelerin bin cumasından efdâldir." (Câmiüssağir)
"Allah'ım! Bize Medine'yi, Mekke'yi sevdiğimiz gibi hattâ daha fazlası ile sevdir. Rızık ve azıklarımıza bereket ihsan et; Medine'yi bize sıhhatli kıl, sıtmasını Cuhfe'ye defet." (Buhârî)
• Medine-i münevvere bir nûr beldesidir. Gerçekten çok büyük hürmet ve tâzim lâzımdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Medine Âir dağından filân yere kadar haremdir, muhteremdir. Kim ki Medine'nin bu haremi içinde dine aykırı bir bidat çıkarır, Kitap ve Sünnet'e muhalif bir iş işlerse, veya çıkaranı korursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun. Bunların ne tevbesi ne de fidyesi kabul olunmaz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 882)
"Medine, falan yerden filân yere kadar haramdır. Ağaçları kesilmez. Kim bunu yaparsa Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun." (Buhârî)
Ayrıca Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Allah'ım! Mekke'ye verdiğin bereketten iki kat fazlasını Medine'ye ihsan eyle!" diye duâ etmişlerdir. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 895)
• O mübarek nûr beldesinde büyük bir aşk deryası vardır, herkesin göremeyeceği bir âlem mevcuttur. Çok büyük bir makamdır.
Şâirin dediği gibi:
"Sakın terk-i edebten kûy-ı mahbubu Hüdâ'dır bu,
Nazargâh-ı ilâhidir, makam-ı Mustafa'dır bu."
Her an huzurda olma hâlini muhafaza edip, çok resmi durulmalıdır. Kişi her zaman edebini muhafaza etmeli, içini, dişini, dışını temiz tutmalıdır.
Böyle hareket edilirse büyük lütuflara nâil olunur, kimsenin görmediği güzel nimetlerle, ihsanlarla merzuk olunur.
Orada alınacak bir tek nefeste bile mânevî bir hayat gizlidir. Orada cennet hayatı var. Burası bir damla feyze muhtaç, orada feyiz deryaları mevcut.
• Yalnız o nûr beldesinde bulunmanın bir de tehlikesi var. Orada işlenecek küçük bir hata çok büyüktür. En büyük zarar da lâubalîlikten ileri gelir. Lâubalî olup sünepeleşmektense uzak durup o aşk halini gönülde tutmak daha hayırlıdır.
Bir zât, Medine-i münevvere'ye yerleşmek isteyen ihvanına "Oğlum cisminin orada kalbinin burada olmasından, kalbinin orada cisminin burada olması daha hayırlıdır." buyuruyor.
Bu hususu çok kestirmeden anlatmak için şöyle deriz. "Hazret-i Allah'a karşı bir kusur işlersem, dilerse affeder diye ümidim vardır. Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine karşı işlersem affetmez diye kanaatım hasıl olmuştur." Çünkü onu çok seviyor.
• Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Medine-i Münevvere'den şöyle bahsetmektedir:
"(Bir zaman) Medine, hayrı ve güzelliği ile boş kalacak, kurtlar ve kuşlar işgal edecek. İnsanoğlundan en son ölecek olan Müzeyne kabilesinden iki çobandır. Bunlar Medine'ye doğru koyunlarını sürüp gelirlerken onun perişanlığını görererek korkup, yüzüstü düşerek öleceklerdir." (Buhârî)
"Medine'ye Deccal'in korkusu girmiyecektir. O gün onun yedi kapısında ikişer melek bekçilik edecektir." (Buhârî)
"Medine'nin girecek yerlerinde melekler beklediğinden oraya tâun ve Deccal girmeyecektir." (Buhârî)
"Muhakkak imân, yılanın deliğine toplandığı gibi Medine'ye akıp toplanacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 887)
"Mekke ve Medine'den başka, Deccal'in ayak basmayacağı yer kalmayacaktır. Bunların giriş yerlerinde saf saf melekler bekleyecek; sora Medine üç defa zelzele ile çalkalanacak ve ne kadar münafık ve kâfir varsa Medineden çıkacaktır. (Deccal'in yanına gideceklerdir.)" (Buhârî)
"Deccal çıkacak; Medine'ye giremeyip bazı kumluğuna inecek, Medine'den insanların hayırlısı olan bir kahraman çıkarak Deccal'e:
– Ben şâhitlik ederim ki, Allah'ın elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in haber verdiği Deccal sensin, diyecek.
Deccal halka:
– Ben bunu öldürüp diriltirsem, benim Tanrı olduğumdan şüphe eder misiniz?
Halk:
– Şüphe etmeyiz.
Deccal, o kahraman insanı öldürüp diriltecek.
O kimse:
– Bugün daha iyi anladım. (Sen yalancısın, Deccal'sin.)
Deccal:
– Onu yine öldürürüm diyecek fakat öldüremeyecek." (Buhârî)
• Medine-i münevvere'den ayrılırken Resulullah Aleyhisselâm ziyaret edilir, iki rekât namaz kılınarak vedâ edilir ve namazdan sonra şu duâ okunur:
"Allah'ım! Bu ziyâretimi son ziyâret, bu duâ ve niyâzlarımı, Resul'ünün Harem'inde yaptığım duâ ve niyâzların sonuncusu eyleme. Lutf-u kereminle 'Haremeyni'ş-şerifeyn'i tekrar tekrar ziyâret için kolaylıklar ihsân eyle. Günahlarımızı affedip din, dünya ve âhiretle ilgili işlerimizde âfiyetler ikrâm eyle. Yurdumuza, sâlimen, güvenlik içinde dönmeyi nasip eyle.
Allah'ım! Bu yolculuğumuzda senden iyilik, takvâ, ve senin sevip hoşnut olacağın şeyleri nasip etmeni istiyoruz, onları bize ihsân eyle. Ey keremi sonsuz Rabb'imiz, lütf-u ihsânınla bizi kıyâmette, kendilerine nimet verdiğin peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle birlikte haşr-u cem' eyle. Bütün peygamberlere selâm olsun. Âlemlerin Rabb'i Allah'a da hamd olsun."
Zilhicce'nin ilk on günleri; zikir, tekbir ve hacc günleridir. Hazret-i Allah'ın:
"On geceye yemin olsun ki..." Âyet-i kerîme'si ile methettiği çok kıymetli çok mübarek günlerdir. (Fecr: 2)
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Ayların efdâli Ramazan-ı şerîf ve ziyâde muhteremi ise Zilhicce'dir." (Câmius-sağir)
İbn-i Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri'nden rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah'ın indinde Kurban'dan önceki on günden daha üstün günler yoktur. O günlerde Hakk Celle ve Alâ Hazretleri'nin zikrini çok yapınız." (Dârimî)
Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın kendisine ibadet edilmekten en çok hoşlandığı günler Zilhicce'nin ilk on günüdür. Bu on günün her gününde tutulan oruç bir yıllık oruca ve her ibadetle geçirilen gecesi, Kadir gecesine denktir." (Tirmizî)
Zilhicce'nin yedinci gecesi Terviye, sekizinci gecesi Arefe ve dokuzuncu gecesi Bayram gecesidir. Bu mübarek geceleri ihya edenler cennetle tebşir olunmuştur. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Dört mühim geceyi ihyâ eden kimseye cennet zaruridir. Terviye, Arefe, Kurban Bayramı ve Ramazan Bayramı geceleri." buyuruyorlar. (C. Sağir)
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"Arefe gününde oruç tutmak hem geçmiş hem de gelecekten birer senenin küçük günahına kefaret olur." (Ahmed bin Hanbel)
Hacılar Terviye gecesini Mekke-i Mükerreme'de, Arefe gecesini ve gününü Arafat'ta, Bayram gecesini ise Müzdelife'de geçirirler. Burada sabah namazı kılındıktan sonra Mina'ya geçilir.
Kurban, Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmak niyeti ile belli günlerde kesilen hayvana verilen addır.
Kurban kesmek hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Rabb'in için namaz kıl, kurban kes!" buyuruyor. (Kevser: 2)
Namaz kılmakla beraber, kurban da kes. Her ikisinin de şöhret için değil, Allah için halis niyetle yapılması gerekmektedir. Allah için kılınmayan namaz, namaz olmayacağı gibi; Allah için kesilmeyen kurban da kurban olmaz. Kurban olmak şöyle dursun, Allah'ın ismi anılmayan ve bilerek terk olunan veya Allah'tan başkasının ismi anılarak kesilenler, kesilmiş bile olmaz, ölmüş hayvan gibi haram olur.
•
Berâ bin Âzib -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kurban bayramı günü şöyle buyurmuştur:
"Bu günümüzde bizim için ilk yapılacak şey, namaz kılmamız, sonra kurban kesmemizdir. Bunları sırası ile yapan sünnetimize uygun hareket etmiş olur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 515)
• Allah-u Teâlâ kullarına kurbanlık develeri yaratma ve onları Allah'ın nişânelerinden kılma nimetini bahşettiğini Âyet-i kerime'sinde haber vermektedir.
"Biz kurbanlık develeri sizin için Allah'ın nişânelerinden kıldık." (Hacc: 36)
Allah'ın teşrî buyurduğu dinin belirgin işaretlerinden kıldık.
"Onlarda sizin için hayır vardır." (Hacc: 36)
Dünyada da ahirette de menfaat mevcuttur. Onları kurban keserek büyük sevaplara nâil olursunuz.
"Ön ayakları bağlı olduğu halde keserken Allah'ın adını anın." (Hacc: 36)
Allah'ın adını anarak kurban edin.
"Yanları üstüne yere düştüklerinde ise onlardan yiyin." (Hacc: 36)
Bu size mubahtır.
"Kanaat edip istemeyene de isteyene de yedirin." (Hacc: 36)
Kendilerine birer miktar verin. Böylece bir nevi ziyafette bulunmuş olursunuz.
"Şükredersiniz diye onları böylece sizin emrinize musahhar kıldık." (Hacc: 36)
Güçlerine, cisimlerinin büyüklüğüne rağmen onları emrinize verdik. Dilediğiniz zaman binersiniz, dilediğiniz zaman işinizde kullanırsınız, dilediğiniz zaman da kesersiniz.
Ey kurban kesen müminler!
"Boğazlanan kurbanlık hayvanların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşmaz. Allah'a ulaşacak olan sizin takvânızdır." (Hacc: 37)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Hiçbir kul kurban günü, Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzları ile, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce, Allah katında yüce bir mertebeye ulaşır. Öyle ise onu gönül hoşluğu ile ifâ edin." (Tirmizî)
Mühim olan sadece kan akıtmak veya et yemek değil, Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak için kan akıtmaktır. O'na ulaşan sizin O'na itaat ve teslimiyetinizdeki, emirlerini yerine getirmenizdeki takvânızdır. Zira ameller ancak takvâ ve ihlâs ölçüleriyle makbuldür. Kurban kesenler ancak niyet, ihlâs ve takvânın şartlarına riâyet ederek Rabb'lerini râzı edebilirler.
"Sizi hidayete erdirdiği için Allah'ı tekbir edesiniz diye, O bunları size musahhar kıldı." (Hacc: 37)
Onları buyruk altına almanın yolunu öğretip sebeplerini bahşeden ve kendisine yaklaşmanın yollarını gösteren Allah-u Teâlâ'nın nimetlerinin büyüklüğünü ve kudretinin yüceliğini tanıyıp, ulûhiyetini ve vahdaniyetini tekbir ile ilân edesiniz.
"İhsan edenleri müjdele!" (Hacc: 37)
Onların bu amelleri Allah katında makbul olup, kendileri bu yüzden ilâhi lütuflara nâil olacaklardır.
•
Kurban kesmek; hür, mukîm ve zengin olan her müslümana vâcibdir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Hali vakti yerinde olup da, kurban kesmeyen kimse namazgâhımıza yaklaşmasın." (İbn-i Mâce)
Hemen bütün semavî dinlerde kurban kesmek, insanı Allah'a yaklaştıran ve ulaştıran bir ibadet sayılmıştır.
Kur'an-ı kerim'de Âdem Aleyhisselâm'ın oğullarının kurban kesmelerinden bahsedilmektedir.
Bir Âyeti kerime'de :
"Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık." buyuruyor. (Hacc: 34)
Kurban malla yapılan bir fedâkârlıktır. Bir müslüman kurban kesmekle, can da dahil olmak üzere bütün her şeyini Allah yolunda fedâ etmeye hazır olduğunu göstermiş olmaktadır. Diğer taraftan kurban, nefsanî arzuları kesmenin de bir işaretidir.
O kana bedel olarak, gelecek bir çok felâketler, ibtilâlar, akacak kanlar önlendiği gibi, en mühimi de Allah-u Teâlâ'nın emri şerif'inin yerine getirilmiş olmasıdır. Rızâ-i Bâri'ye vesiledir.
Kurban aynı zamanda İsmail Aleyhisselâm'ın Allah için kurban edilmekten kurtuluşunun hatırlanma vesilesidir. Şöyle ki:
Hadis-i şerif'te bildirildiğine göre İbrahim Aleyhisselâm Burak ile bir günde Şam'dan Mekke'ye gelip giderdi. (Buhârî)
Bu ziyaretlerin birinde Mekke'de iken bir rüyâ gördü. O gün Zilhicce'nin sekizinci günü idi. Rüyâsında Allah-u Teâlâ ona ilk ve tek oğlu olan İsmail'i kurban etmesini emrediyordu. Önce bu rüyânın Rahmâni olup olmadığında tereddüt etti. O güne bundan dolayı Terviye günü denilmiştir. Zilhiccenin dokuzuncu günü aynı rüyâyı tekrar görünce, rüyânın Rahmâni olduğuna dair, yavaş yavaş kendisinde bir kanaat hasıl olmaya başladı. Bunun içindir ki bu güne Arefe günü denilmiştir. Onuncu günü tekrar aynı rüyâyı görünce, artık bunun kati bir emir olduğunu anladı. Oğlunu kurban etmeye karar verdiği için de o güne, kurban günü mânâsına gelen Yevm-i Nahir denilmiştir.
Peygamberlerin rüyâları ilâhi vahyin bölümlerinden birisi olduğu gibi, tabirleri de vahiydir ve sâdık rüyâlar olarak kabul edilir. Dolayısıyla böyle bir vahiy almış olmakla, bu yapılması gereken bir emir olmuş oluyordu.
Allah-u Teâlâ Halil'inin tam bir teveccüh ve teslimiyet içinde olduğunu, onun Allah için her türlü fedakârlığa katlanabilen numune bir insan olduğunu göstermek için çok ağır bir imtihana tâbi tutuyordu. Şu kadar var ki büyük bir imtihan olduğu için bu emri bir defada ve kesin bir şekilde indirmemiş, arka arkaya rüyada göstermek suretiyle tedrici olarak beyan buyurmuştur.
İbrahim Aleyhisselâm bunun üzerine bu ilâhi emri zorla uygulamaya kalkışmayıp, önce kendisine tebliğ ederek işi istişâreye havale etti. Oğlundan bu hususta düşünmesini ve görüşünü bildirmesini istedi.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Çocuk kendisiyle beraber yürüyüp gezecek çağa erişince 'Ey oğulcuğum! Rüyada ben seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin?' dedi." (Sâffât: 102)
İsmail Aleyhisselâm babasının bu teklifine hiç tereddüt etmeden teslimiyet içinde cevap verdi:
"Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." (Sâffât: 102)
"Her ikisi de Allah'ın emrine ram oldular." (Sâffât: 103)
Âyet-i kerime'sinde belirtildiği üzere, sıra emrin icrasına gelmişti.
Beraberce Minâ denilen mevkiye vardılar.
Ciğerparesini bağrına bastı, öptü öptü, yüzükoyun yatırarak Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirmeye hazırlandı. Bu şekilde yatırmasının sebebi, oğlunun yüz ifadesini görüp şefkatinin ağır basması dolayısıyla Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirememe korkusuydu. Nihayet vedalaştı ve bıçağı boğazına çalmaya başladı. Bir kaç kere çaldı ise de bıçak kesmedi. Tekrar tekrar çaldı, fakat yine kesmedi. Her defasında bıçağın ağzı geri dönüyordu.
Nefeslerin kesildiği bir anda emr-i ilâhi geldi.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Babası oğlunu alnı üzerine yatırınca biz ona 'Yâ İbrahim!' diye seslendik. Rüyâna sadâkat gösterdin, işte biz iyileri böyle mükâfatlandırırız." (Sâffât: 103-104-105)
Baba ve oğul tarafından kulluğun en mükemmel numunesi ortaya konulmuş oluyordu.
Âyet-i kerime'de: "Bu gerçekten apaçık bir imtihandı." buyuruluyor. (Sâffât: 106)
Öyle bir imtihan ve ibtilâ ki büyüklüğü apaçık meydandadır. Çocuğu boğazlamak üzere yere yatırmakla maksat hâsıl olmuştu. Allah-u Teâlâ'dan başka hiçbir şeyin ona daha sevgili olmadığı ortaya çıkmış, sadâkatini en güzel şekliyle ispat etmişti.
İbrahim Aleyhisselâm bu ilâhi nidâyı işitince etrafına baktı. Bir de ne görsün! Gözleri sürmeli, boynuzlu bir koçla Cebrâil Aleyhisselâm semâdan doğru geliyor.
Allah-u Teâlâ İsmail Aleyhisselâm'a bedel olarak Cebrâil Aleyhisselâm'ın refakatinde kadri yüce bir kurbanlık göndermiş, İbrahim Halilullah'ın o emsâli düşünülemeyen kurban niyetini bu koç ile yerine getirmesini istemiştir.
Âyet-i kerime'de:
"Biz oğluna bedel olarak ona büyük bir kurbanlık verdik." buyuruluyor. (Sâffât: 107)
İbrahim Aleyhisselâm koçu kurban ederek Allah-u Teâlâ'ya hamd ve senâsını, şükranlarını arzetmiştir.
O koç sebebiyle hayata dönen İsmail Aleyhisselâm'ın neslinden son peygamber Muhammed Aleyhisselâm geleceğinden, koçun şânına tâzim için "Büyük bir kurbanlık" olarak vasıflandırılmıştır.
Kurban bayramında kurban kesmek; itaatın güzelliğini, Allah-u Teâlâ'nın emrine teslim olmanın ulviyetini gösteren bu hadisenin anılması olarak İslâmî vecibeler arasına katılmıştır.
Müminlerin, hayvanlarını Allah için kurban etmeleri bu teslimiyet hadisesini kıyamete kadar canlı tutmaktadır.