Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Tîn Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (1) - Ömer Öngüt
Tîn Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (1)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Ekim 2009

 

Tîn Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (1)

 

Sûre-i Şerif'in Takdimi:

Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Sekiz Âyet-i kerime, otuz dört kelime ve yüz beş harften müteşekkildir.

İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "İncir" mânâsına gelen "Tîn" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.

 

Muhtevâsı:

Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından en güzel bir biçimde yaratılan insanı ele almakta; yaratılış gayesini unutanları, Yaratan'ını inkâr edenleri Allah-u Teâlâ'nın aşağıların aşağısına indireceği beyan edilmektedir.

İlk dört Âyet-i kerime'de incir, zeytin, Sinâ dağı ve Mekke-i mükerreme üzerine yemin edilerek; insanın Ahsen-i takvîm olarak yaratıldığı bildirilmektedir.

Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; en güzel yaratıldığı halde inkâra saplanan, dini yalanlayan kişilerin esfel-i sâfilîne indirilecekleri; bir müminin de güzel amelleri karşılığında cennetlere nâil olacağı; Allah-u Teâlâ'nın hüküm verenlerin en güzeli olduğu haber verilmektedir.

 

Mükerrem İnsan:

Tîn sûre-i şerif'i incir ve zeytine yemin edilerek başlamaktadır.

"İncire andolsun ki!" (Tîn: 1)

Yedi yüz elliden fazla çeşidi olan incir, Kur'an-ı kerim'de zikredilen mübarek meyvelerdendir.

İncir çekirdeği çok küçüktür, fakat incir çekirdeğinde incir ağacı gizlemiştir. Bu öyle bir sırdır ki, gerçek mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir. Bilinen kadarıyla anlatılmaya kalkılsa yine çok uzun sürer.

"Zeytine andolsun ki!" (Tîn: 1)

Allah-u Teâlâ kan ve gübre arasından sütü çıkardığı gibi, su ile taş arasından da saf, tatlı ve faydalı olan zeytin yağını çıkarmıştır. Bütün bunların hepsi insanların faydalanmaları ve o yüce Yaratıcı'ya şükret-meleri içindir. Düşünen akıllar için bunlarda ne büyük ibretler ve hikmetler vardır.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Zeytin yağını yiyiniz ve kullanınız. Çünkü bu yağ mübarektir." (İbn-i Mâce: 3320)

Nûr sûre-i şerif'inin 35. Âyet-i kerime'sinde mübarek, yani bereketli bir ağaç olduğu belirtilmiştir.

Gerek incir ve gerekse zeytin, meyvelerin en faydalılarıdır. Her ikisi de insan hayatı için hem bir gıda, hem bir şifâ deposu, hem de mühim bir ticaret metaıdır, diğer meyvelere göre faydaları pek çoktur.

"Sina dağına andolsun ki!" (Tîn: 2)

"Tûr-i sinâ", Musa Aleyhisselâm'ın Allah-u Teâlâ ile konuşma şerefine erdiği güzel bir dağdır.

Tûr sûre-i şerif'inın 1. Âyet-i kerime'sinde de bu mübarek dağa yemin edilmekte, Müminûn sûre-i şerif'inin 20. Âyet-i kerime'sinde bu dağda yetişen zeytinden bahsedilmekte, yine bazı Âyet-i kerime'lerde bu dağa işaret edilmektedir.

"Bu güvenilir şehre andolsun ki!" (Tîn: 3)

Bu "Emin Belde", Muhammed Aleyhisselâm'ın doğup büyüdüğü, yaşadığı ve peygamber olarak gönderildiği Mekke-i mükerreme şehridir. Allah katında şehirlerin en şereflisi ve en muteberidir. Allah-u Teâlâ emin bir sığınak olmak üzere Kâbe-i muazzama'yı orada kurdurdu. Orayı güvenli haram bölge ve müslümanların kıblesi kıldı. Emniyet, hayatın en önemli şartlarından birisidir.

Beled sûre-i şerif'inın 1. Âyet-i kerime'sinde de bu mübarek dağa yemin edilmekte, En'âm sûre-i şerif'inin 92. Âyet-i kerime'sinde "Şehirlerin anası" olduğu belirtilmekte, yine bazı Âyet-i kerime'lerde bu mübarek şehre işaret edilmektedir.

Nübüvvet nurunun aydınlattığı bu gibi mübarek yerlere yemin edilmesinin mânâsı; mukaddes yerlerin şeref ve kudsiyetini, Peygamber Aleyhimüsselâm ve Evliyâullah Hazerâtı'nın oturduğu bu beldelerdeki hayır ve bereketin tasavvurun hâricinde bir lütuf olduğunu gözler önüne sermektedir.

Allah-u Teâlâ daha sonra da bu yeminlere cevap olarak şöyle buyurmuştur:

"Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tîn: 4)

Allah-u Teâlâ bu beş yeminden sonra, insanı en güzel bir biçimde yarattığını beyan etmesi; bu hususa çok büyük nazar edilmesi gerektiği, Yaratıcı'nın güzelliğini, kuvvet ve kudretini insanın işitmesi ve görmesi içindir.

Âyet-i kerime'de geçen "Takvim" kelimesi; kıymet biçmek, kıymetlendirmek mânâlarına gelir. "Ahsen-i takvim" ise, büyük bir biçimlendirmenin en güzeli demek olur. Bu da, maddî ve mânevî her türlü güzelliği içine alır. Allah-u Teâlâ bedenlerin ve uzuvların yaratılışındaki hikmetlerden, faydalardan, ziynet ve meziyetlerden hiçbir kusur ve noksanlık bırakmayıp, hepsini de en mükemmel şekilde yapmıştır.

Hâlik-ı kerîm'in yarattığı en değerli varlık insandır. Göklerde ve yerde bulunan her şey insan için yaratılmıştır.

Bu Âyet-i kerime'yi daha güzel anlayabilmek için Hazret-i Ali -kerremallahu veche- Efendimiz'in şu beyanını okumak lâzımdır. Amma kâğıt üzerinde değil, ruhta okumak ve bunun böyle olduğunu bilmek lâzımdır.

Buyururlar ki:

"Devân sendedir bilmezsin,

Derdin de sendendir görmezsin,

Sen kendini küçücük bir cirim zannedersin,

Halbuki bütün âlemler sende dürülmüştür (de bilmezsin)."

Hazret insandaki bütün sırları açıyor. Bu böyledir. Bu beyanı okuyabilmek insana yeter.

Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde de:

"Andolsun ki biz Âdemoğulları'nı üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık." buyuruyor. (İsrâ: 70)

İnsan niçin mükerremdir? Allah-u Teâlâ yarattığı için, içini ve dışını donattığı için, içinde O olduğu için mükerremdir. Binaenaleyh bu mükerrem olan insanın her organı da mükerremdir, kişiye âit değildir.

İnsanı öyle mükerrem yaratmıştır ki, kendi nurundan nur vermiş, kendi ruhundan ruh vermiş. O nur ile her şeyi biliyor, o ruh ile her şeyi görüyor.

Allah-u Teâlâ insanı öyle nimetlerle süsledi ki, bunu ancak kendisi bilir ve dilediğine bildirir.

Bu zâhirde mükerremliktir. Zâhirde mükerremlik olduğu gibi, bâtında da mükerremlik vardır.

Nitekim Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyurmaktadır:

"Allah size zâhir ve bâtın her türlü nimetlerini bol bol vermiştir." (Lokman: 20)

Gerek bedenî ve organları bakımından, gerekse mânevî bakımdan insan en güzel biçimde yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ'nın verdiği bu kıymet, onun fevkalâde cismânî yapısında, eşi ve benzeri bulunmayan aklî durumunda ve ruhî bünyesinde apaçık görülmektedir.

İnsanın ruhu ilâhi nefhanın tezahürü, bedeni ise Allah-u Teâlâ'nın kudretinin surette tecellî eden eseridir.

Allah-u Teâlâ dünya mülkünde ona halifelik gibi üstün meziyet vermiştir. Ona lutfettiği yüksek kabiliyetler sayesinde, bütün varlıklar arasında en mümtaz yerini almıştır. Kâinatta ne ki yarattıysa bir insanda mevcuttur. İnsanı bir takvim hâline koymuştur.

Yeryüzündeki bütün varlıklardan üstün olma şerefini insana Allah-u Teâlâ vermiştir. Bu ancak O'nun tarafından verilen nimet ve ikramdır.

Mühim olan ise, insanın Allah-u Teâlâ tarafından verilen fazilet ve meziyetini koruması, Rabb'inin kendisine bir lütuf olarak bağışladığı eşsiz emsalsiz nimetlerine karşı O'na nankörlük etmemesi; bedeninin, organlarının, akıl ve zekâsının hikmet ve değerini bilip, her birini en güzel bir şekilde kullanmaya ihtimam göstermesidir.

Bu noktada mühim bir hususu arzedelim:

İnsanın en güzel bir biçimde yaratıldığı belirtilen Âyet-i kerime'nin muhatabı Muhammed Aleyhisselâm'dır. İnsan-ı kâmil, hulâsa-i insan odur.

"Asluhu nur cismuhu âdem,

Velekad kerremnâ benî âdem."

Aslı nurdur, görünüşü beşerdir.

İnsan bütün yaratıkların en mükerremi, o ise bütün insanların olduğu gibi bütün yaratılmışların en mükerremidir. Onun yüzü suyu hürmetine bütün bu faziletlerden insanoğlu da istifade ediyor.


  Önceki Sonraki