Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ile ilgili rivâyetleri lâf süngeriyle silmeye çalışanlar, eski Osmanlı kaynaklarına göre hânedânın Oğuz soyundan ve Kayı boyundan geldiğini anlatan rivâyetleri de; Osmanlılar'ın, Tatar istilâsından sonra toparlanmaya başladığı Sultan II. Murâd döneminde, neseplerini Moğol'larınkinden daha üstün göstermek için uydurdukları iddiâsını ortaya atmışlardır.
Hâlbuki Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinden kalma bâzı kanıt ve belgeler, herhangi bir esâsa dayanmayan bu yersiz iddiâyı kesin bir dille yalanlamaktadır. Bu deliller açıkça gösteriyor ki, eski Osmanlı kaynaklarının yazdığı gibi; Osmanlı hânedânı gerçekten de Oğuz soyundan, Kayı boyundandır!..
Osmanlı rivâyetlerini küçümseyen ve şüpheyi gerektirecek hiçbir durum yokken "uydurma" olmakla itham eden Paul Wittek'in başını çektiği bir grup araştırmacı, ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde Osmanlı hânedânının "Kayı boyundan gelmediğini" iddiâ etmişler; hattâ değil Kayı boyundan, Oğuz soyundan bile olmadığını öne sürecek kadar ileri gitmişlerdi.(1) Bu mesnedsiz iddiâ son günlerde, Osmanlı Devleti'nin kuruluş târihi hakkındaki eski rivâyetlerin "uydurma" olduğunu öne süren Prof. Dr. Halil İnalcık tarafından yeni bir iddiâ gibi tekrar gündeme getirilmiş ve "Osmanlı hânedânının Kayı boyundan olmadığı" fikri ısrarla zihinlere yerleştirilmek istenmiştir.
Sultan II. Murâd'ın emriyle İbn-i Bîbî'in "el-Evâmirü'l-'Alâ'iyye fî Umûri'l-'Alâ'iyye" adlı Selçuklu târihini Türkçe'ye tercüme eden Yazıcı-zâde Ali, eserinin giriş kısmında Kayı boyuna mensup olan Sultan Murâd'ın diğer Oğuz beylerinden üstün olduğunu dile getirerek şöyle demişti:
"Pâdişâh-ı a'zam, Seyyid-i selâtînü'l-'Arab ve'l-'Acem, kâyid-i cüyûşi'l-muvahhidîn, kâtili'l-kefereti ve'l-müşrikîn, Sultân bin sultân pâdişâhumuz Sultân Murâd bin Muhammed Hân ki, eşref-i Âl-i 'Osmân'dur, pâdişâhlığa ensab ve elyâkdur. Oğuz'uñ kalan hânları uruğından, bel ki Çingiz hânları uruğından, dahı mecmû'ından ulu asl ve ulu süñükdür, Şer'-ile dahı, 'örf-ile dahı Türk hânları dahı kapusına gelüp selâm virmege ve hizmet itmege lâyıkdur. Allâh-u Te'âlâ bâkî ve pâyidâr kılsun, soyı 'âlem oldukça cihân-dâr ve cihânda vâr olsun!"(2)
Halil İnalcık Yazıcı-zâde Ali'nin bu ifâdelerini dikkate değer târihsel bir delile dayanarak değil, tamâmen zan ve kuruntuları doğrultusunda yorumladığı için, Osmanlılar'ın bu rivâyeti "kendi soylarını yüceltmek için uydurdukları" gibi küçümseyici bir iddiâyı diline dolamış ve tıpkı Wittek gibi bu yüce hânedânı soyu-sopu belli olmayan, kendini ispatlama çabası içinde çırpınan (!) önemsiz bir oluşum gibi göstermeye çalışmıştır.
Osmanlı soyunun Oğuz kavmine dayandığını gösteren en önemli delil, Tatar istilâsının Osmanlı topraklarında etkisini derinden hissettirdiği Fetret devrinde, Yıldırım Bâyezîd'in büyük oğlu Süleyman Çelebi'nin musâhiblerinden Ahmedî'nin (ö. 815/1414) "Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i 'Osmân"da yer alan ifâdeleridir.
Ahmedî sözkonusu eserinin 819 (m. 1416/17) yılında istinsah edilmiş en eski târihli nüshasında,(3) Ertuğrul Gâzî'yi Sultan Alâeddîn'le birlikte gazâ eden Oğuz beyleri arasında göstererek şöyle demiştir:
"Bir gün ol Sultân 'Alâ'ü'd-dîn saèîd
Sordı, n'olur hâl-i gâzî-vü şehîd?
Bildi anı kim gazâ key iş olur
Gâzî olanuñ haşrı bî-teşvîş olur…
…Pes heves itdi ki ide ol cihâd
Ola kim gâzî uralar aña ad
Leşkerini cem' idib girdi yola
Gündüz Alp, Er-tugrıl anuñla bile
Dâhı Gök Alp-u Oğuz'dan çoh kişi
Olmışdı ol yolda anuñ yoldaşı…"(4)
Ahmedî bu mısrâları II. Murad döneminde değil; Yıldırım Bâyezîd'in ölümünden sonra, Timur'un Osmanlı topraklarını zulmüyle kasıp kavurduğu bir ortamda yazmıştı. Osmanlı müverrihlerinin Moğol hânedânı ile soyca üstünlük yarıştırmak şöyle dursun, nefes almakta bile zorlandıkları bu istilâ döneminde o, eski bir kaynağa dayanarak Ertuğrul Gâzî'nin Oğuz neslinden olduğunu açıkça söylediğine göre; hiçbir târihî delile dayanmaksızın Osmanlılar'ın Oğuz kökenini asılsız gibi gösterenlerin, ya da "siyâsî sebeplerle sonradan uydurulduğunu" iddiâ edenlerin söylentileri tam bir safsatadan ibârettir!
Osmanlı hânedânının Oğuz neslinden geldiğini ispatlayan ikinci büyük delil ise; kuruluş devrinde ilk örneklerini gördüğümüz "tuğra"nın ilk Osmanlı sultanları tarafından resmî vesîkalarda kullanılmış olmasıdır. Ünlü Türk müellifi Kâşgârlı Mahmûd (ö. 1105) XI. yüzyıl sonlarında, yâni Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan iki asır önce kaleme aldığı "Dîvânu Lugâti't-Türk"te, tuğranın "Oğuzlar'a mahsus olup, diğer Türklerce bilinmediğini" açıkça vurgulamıştır.(5)
Kuruluş devrinden günümüze intikâl etmiş tuğralı en eski vesîka, Orhan Gâzî'nin 1 Ramazan 700 (10 Mayıs 1301)'de, bugün zâviye ve türbesi Adapazarı ili Hendek ilçesine bağlı Şeyhler köyünde bulunan Şeyh İzzeddîn İsma'îl'e verdiği Çalıca mülk-nâmesidir.(6)
Orhan Gâzî'nin henüz şehzâde iken, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun ilk yılında, babası Osman Gâzî'nin saltanatı sırasında kullandığı "Orhan Sultân" tuğrası.
Çalıca Vakfiyesi, 1 Ramazan 700 / 10 Mayıs 1301.
Osmanlı Devleti'nin 699 (m. 1300)'de kurulduğunu ispatlayan bu önemli belge, babası Osman Gâzî'nin emriyle Akyazı-İzmit-İznik akınlarına gönderilen Orhan'ın, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan 1 yıl sonra, henüz şehzâde iken "Orhan Sultan" ibâreli bir tuğra kullandığını belgelemektedir. O, ileride babasının 724 (m. 1324)'te ölümü üzerine rakipsiz tahta geçecek ve tuğrasını "Orhân bin 'Osmân" olarak değiştirecekti. Tuğranın bu ikinci şekli Orhan Gâzî'nin yalnız "20 Rebî'u'l-evvel 724" (17 Mart 1324) târihli Mekece vakfiyesi(7) ve "evâhir-i Rebî'u'l-evvel 749" (Temmuz 1348) târihli mülk-nâmesinde(8)görülmektedir. Tuğra Türkler arasında yalnız Oğuzlar tarafından kullanıldığına göre, kuruluş yıllarından beri tuğra kullanan Osmanlılar'ın soyunun da Oğuz kavmine dayandığı şüphe götürmez bir gerçektir.
Bu kanıtlar gösteriyor ki Yazıcı-zâde Ali'nin "Tevârîh-i Âl-i Selçûk"taki ifâdeleri, zannedildiği gibi hiç de siyâsî sebeplerle, "hânedânın soyunun Cengiz soyundan daha üstün olduğunu ispatlamak için"uydurulmuş bir "yalan" değildir; aksine Osmanlı müverrihlerinin kuruluş yıllarından beri dile getirdikleri köklü bir gerçeğin izhârından ibârettir. Yukarıdaki delillerden anlaşılacağı üzere, Oğuz târihi hakkında geniş bir bilgiye sâhip olan müellif, hazır İbn-i Bîbî'nin eserini Türkçe'ye tercüme ederken eserine Osmanlı hânedânının soyu ile ilgili bilgileri de ekleyerek, devrin siyâsî gelişmeleri gereği unutulmuş târihî bir gerçeği hatırlatmak ve Tatarlar'ın küçümseyici tavırları karşısında Osmanlı soyunun yüceliğini vurgulamak istemiştir.
Yazıcı-zâde Ali'nin "Tevârîh-i Âl-i Selçuk" adlı eserindeki Kayı "tamga"ları.
TSMK, Revan, nr.: 1391, vr. 11a.
Osmanlı hânedânının Kayı boyundan geldiğini gösteren rivâyetleri küçümseyici bir bakış açısıyla inceleyen Wittek ve benzerleri; bu boyun, Oğuzlar'ın hanlar çıkaran en büyük boyu olmasına bakarak, Osmanlılar'ın bu rivâyeti de yine Oğuz soyundan olan Tatarlar'a karşı üstünlük taslamak için uydurduklarını ileri sürmüşlerdir.
Hâlbuki topografik incelemeler, Osmanlı Devleti'nin kuruluş coğrafyası içinde yer alan Bilecik ve Eskişehir de dâhil olmak üzere, Batı ve Orta Anadolu'da yer alan toplam 94 köy ve yerleşim yerinin "Kayı" adını taşıdığını göstermektedir.(9) Bu durumda hakkında hiçbir rivâyet olmasa bile, devletini bu coğrafya üzerinde kuran ve fetihlerini bu bölgede başlatan Osmanlı hânedânının da Kayı boyundan olduğuna kolaylıkla hükmedilebilir. Bu kadar açık ve kesin bir kanıt varken, Osmanlı'nın "Kayı boyundan olmadığı" nasıl iddiâ edilebilir?
Oğuz boylarının özellikleri ve damgaları hakkındaki mevcut bilgiler, İlhanlı vezîri Reşîdüddîn Fazlu'llâh Hemedânî'nin "Câmi'u't-Tevârîh"i, Kâşgarlı Mahmud'un "Dîvânu Lugâti't-Türk"ü, İbn-i Bîbî'nin "el-'Avâmirü'l-Alâ'iyye"si ve onun Türkçe tercümesi olan Yazıcı-zâde Ali'nin "Selçûk-nâme"sindeki bilgilere dayanır. Bunların hepsinin ortak kaynağı ise, günümüze ulaşamamış en eski ve en önemli Türk kaynağı olan "Oğûz-nâme"dir. Reşîdüddîn'in yanısıra "Oğûz-nâme"den de geniş ölçüde yaralanan Yazıcı-zâde, onun "Câmi'u't-Tevârîh"te verdiği listeden daha genişini ve ayrıntılısını verir. Burada oğuz boylarının adları, "tamga"ları ve diğer özellikleri tam olarak zikredilir.
Yazıcı-zâde Ali "Tevârîh-i Âl-i Selçûk" adlı eserinde yirmi dört Oğuz boyunun özelliklerini anlatırken; en başta Bozoklar'a mensup olan "Kayı" boyunu zikretmiş, kuşlarının "şâhin" olduğunu haber vermiş ve boya âit dört ayrı "tamga"nın şeklini çizmiştir:
"Bozok kavmları ki, sağ koldururlar; Gün Hân oğlanları ki, dükeli oğlanlaruñ ulusıdur:
Evvel 'Kayı', ya'nî 'muhkem':
Sağ karı yağrın süñük, şâhin kuş, tamga.
Düvüm: Sağ karı yağrın süñük, şâhin kuş, tamga.
Süvüm: Sağ karı yağrın süñük, şâhin kuş, tamga.
Çehârüm: Süñük, şâhin kuş tamga…"(10)
Orhan Gâzî'nin 727 (m. 1326-27) yılında Bursa'da bastırdığı ilk sikkenin arka yüzünde, "duribe" kaydının hemen üzerinde, yukarıdaki Kayı damgalarından üçüncüsünün yer aldığı açıkça görülmektedir.
Sikkenin ön ve arka yüzü aynen şöyledir:
İlk Osmanlı sikkesi olan bu sikkenin sağ yüzündeki "duribe" ifâdesinin üstünde görülen [V] işâreti, Yazıcı-zâde'nin yukarıdaki listede verdiği üçüncü (süvüm) Kayı "tamga"sıdır. Bu önemli delil, Osmanlı hânedânın Kayı boyuna mensup olduğu yönündeki rivâyetlerin doğruluğunu açık ve net bir biçimde ispatlamaktadır. Buna rağmen Osmanlılar'ın "Kayı"dan olmadığını iddiâ edenlerin ellerinde, kuru lâftan başka ciddîye alınacak ne gibi bir delil vardır?
Orhan Gâzî'nin "Kayı" damgalı ilk Osmanlı sikkesi. 18 mm., 1 gr., Yapı Kredi Bankası koleksiyonu.
İnalcık'ın Osmanlıların "Kayı" menşeini yalanlarken diline doladığı tek şey, Yazıcı-zâde Ali'nin "Tevârîh-i Âl-i Selçuk"ta zikrettiği bir rivâyettir. Osman Gâzî'nin uçtaki Türkmen beyleri tarafından "hân"lığa seçilişini anlatan bu rivâyete göre, Selçuklu Devleti'nin Tatar hâkimiyetine girmesi üzerine uçta yığılan Oğuz asıllı Türk beyleri bir araya gelerek, kurultayda Kayı boyuna mensup olan Osmân Bey'i "Han" seçmeye karar vermiş ve ondan gazâ konusunda kendilerine öncülük etmesini istemişlerdir:
"Bu esnâda uc etrâfından haber vardı ki; 'Kayı'dan Ertuğrul oğlı 'Osmân Beg'i ucdağı Türk begleri dirilüp, kurıltây idüp, Oğuz töresin sürişüp hân dikdiler!' diyu. Ol hikâyet bu minvâl üzerineydi ki; ucdağı Türk begleri ki, Oğuz'uñ her boyından uc etrâfında Tatar şerrinden korkup yaylar ve kışlarlardı, rûzigârla karşu Tatar'dan incinenler uca gelüp çoğaldılar. Fî'l-cümle ol illerüñ begleri-kethüdâları cem' olup 'Osmân Beg katına geldiler ve meşveret kıldılar. Çün kâl-u kıylden soñra sözlerinüñ ihtiyârı bu oldı ki, eyitdiler: 'Kayı Hân hôd mecmû'-ı Oğuz boylarınuñ Oğuz'dan soñra ağaları ve hânlarıydı. Ve Gün Hân'uñ vasiyyetin[c]e, Oğuz töresi mûcebince hânlık ve pâdişâhlık Kayı soyı var-iken özge boy hânlarınuñ soyına hânlık ve pâdişâhlık degmez! Çün şimden-girü Selçuk sultânlarından bize çâre ve meded yokdur, memleketüñ çoğı ellerinden çıkdı, Tatar üzerlerine geregi gibi müstevlî oldı. Çün merhûm Sultân 'Alâ'ü'd-dîn'den dahı size safâ nazar olmışdur. Siz hân oluñ ve biz kullar Sultân'umuz hizmetinde bu tarafda gazâya meşgûl olalum!" didiler. 'Osmân Beg dahı kabûl itdi. Pes mecmû'ı örü turup Oğuz resmince üç kerre yükinüb baş kodılar. Ol zamânlarda Oğuz töresinden bakiyye varıdı, şimdiki bigi top unudulmamışıdı. Dolu obalardan kımrân getürdüp 'Osmân Beg'e sağrak sundılar. Çün içdi, çavuşlar: 'Sıhhat ve 'âfiyet ve pâdişâhlık mübârek olsun!' diyüp du'â ve senâ kıldılar."(11)
Osman Gâzî'nin hanlığa seçilebilmesi için "karizmatik bir lider olarak ortaya çıkması gerektiği"nde ısrar eden İnalcık'a cevap olarak bu rivâyet kâfîdir. Bizans topraklarına düzenlediği akınlar ve ard arda gerçekleştirdiği fetihlerle gittikçe güçlenen Osman Gâzî, bu dönemde uçtaki Türkmen beylerinin en karizmatik ve enerjik lideri hâline gelmiş ve Sülemiş isyânından kaynaklanan otorite boşluğundan da yararlanarak, Kayı boyundan olmasının verdiği avantajla uç beyleri tarafından "Han"lığa tâyin edilmiştir.
Eserinde Yazıcı-zâde'nin yukarıdaki cümlelerini kelimesi kelimesine aktaran Rûhî Çelebi, 699 (m. 1299)'da gerçekleşen Bilecik'in fethini anlattıktan sonra, rivâyetin devâmına başka bir kaynaktan şu önemli bilgiyi eklemiştir: "Teke etrâfında olan Etrâk gelüb cem' olub şevket-i tâm hâsıl oldı."(12) Teke yöresindeki Türkler, Menderes ırmağı çevresinde yaşayan Türkmen topluluklarıdır. Tahrir kayıtlarına bakıldığında, bu bölgede yaşayan Türkmen topluluklarının ağırlıklı nüfûsunun Kayılar'dan oluştuğu görülür ki,(13) doğruluğunda şüphe olmadığı açıkça anlaşılan Osmanlı rivâyetleri dikkate alındığında bunun bir tesâdüf olmadığı kendiliğinden anlaşılır.
II. Murad dönemi müverrihlerinden Şükru'llâh'ın belirttiği üzre; Bilecik'in fethinden sonra Osman Gâzî'nin sancağı altına akın eden bu Kayı kitlelerinin bir kısmı, onu kendilerine "Han" seçtikten sonra Bilecik'te bizzat emri altına girmiş, bir kısmı da yine onun buyruğuyla İnegöl, Köprühisar ve Yenişehir'e gelerek buraları fethetmişti.(14) Şükrullah'ın ertesi yıl, yâni 700 (m. 1301)'de aynı gâzîlerin "İznîk havâlisinde gelüb çadırların kur"duklarını söylemesi dikkate değerdir.(15) Çünkü yukarıdaki tüm Osmanlı rivâyetlerini doğrulayacak biçimde, çağdaş Bizans târihçisi Pachymeres de, Bapheus savaşından önce Meander (Menderes) ırmağı çevresinden bâzı Türkmenler'in gelerek Osman Gâzî'nin birliklerine katıldığını açıkça belirtir ki,(16) bu târih gerçekten de Şükru'llâh'ın zikrettiği 1301 yılına tekâbül etmektedir. Bu birliklerin, daha önce 699 (m. 1300)'de Bilecik çevresindeki fetihleri gerçekleştiren Kayı Türkmen birlikleri ile aynı topluluk olduğunu, dolayısıyla Osmanlı rivâyetlerinin iddiâ edildiği gibi uydurma olmadığını bu kayıtlar açıkça ispat eder.
Halil İnalcık, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ile ilgili tüm meselelerde Osmanlı rivâyetlerine tercih ettiği Pachymeres'in, Bapheus Savaşı'nda Menderes havzası gibi uzak bir bölgeden takviye birlikler gelmesi rivâyetini "akla yatkın olmadığı" gerekçesiyle reddeder.(17) Hâlbuki yukarıda işâret ettiğimiz üzre; Afyonkarahisar, Aydın, Menteşe, Manisa, Kütahya ve Lazkiye (Denizli) sahasını içine alan bu bölgedeki yerleşik Türkmen topluluklarının ana çekirdeğini Kayılar oluşturuyordu.
Yukarıdaki rivâyet, belge ve nümizmatik tespitler Osmanlı hânedânının Oğuz soyundan ve Kayı boyundan geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Yazıcı-zâde Ali, Şükrullah ve Rûhî Çelebi gibi müverrihlerin eserlerindeki rivâyetler, arşiv belgeleri ve dönemin batı kaynaklarıyla karşılaştırıldığında birbiriyle çelişen tek bir nokta bile görülmediğine göre, bu rivâyetlerin "uydurma" olduğunu iddiâ edenlerin "târih" adına ortaya attıkları asılsız iddiâların kendilerinden başka hiç kimseyi bağlayamayacağı ortadadır.
(1) Krş. P. Wittek, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu", s. 14-19, bas.: 1938-1985, Londra / Ankara.
(2) Yazıcı-zâde Ali, "Tevârîh-i Âl-i Selçuk", Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan, nr.: 1391, vr. 14b.
(3) Paris Bibliotheque Nationale, Supp. Turc, nr.: 309.
(4) Ahmedî, "İskender-nâme" içinde: Paris Bibliotheque Nationale, Supp. Turc, nr.: 309, vr. 289b-290a.
(5) Kâşgârlı Mahmud, "Dîvânu Lugâti't-Türk", c. 1, s. 385; metin: Kilisli Rifat, İstanbul, 1333, trc.: B. Atalay, Ankara, 1940.
(6) Bu belgenin Osmanlı Devleti'nin kuruluş târihi ile ilgili karanlık noktaların aydınlatılmasında önemli bir delil teşkil ettiğine daha önce işâret etmiştik. Krş. "Osman Gâzî'nin Bapheus Savaşı ve Osmanlı Devleti'nin Kuruluşunu Anlatan En Eski Osmanlı Kaynağı", Hakikat AİD, sy. 191 (Ağustos / 2009), s. 44-46. Belgenin ayrıntılı tahkîkine "Devrin Kaynak ve Belgeleri Işığında Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu" adlı çalışmamızda yer verilecektir.
(7) Krş. İBB Yazmalar Ktp. Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10.
(8) TSMA, E. nr.: 10789.
(9) "İnegöl" ve "Ermenipazarı" örneği için, bk. "Hüdâvendigâr Livâsı Tahrîr Defterleri", s. 86, 163, 170, diğer yerleşim bölgeleri için, bk. Faruk Sümer, "Osmanlı Devrinde Anadolu'da Kayılar", TTK Belleten, XII/47 (1948), s. 575-615; a. mlf, "Kayı", DİA, XXV, s. 77-78. Ayrıca bk. "Türkiyat Mecmuâsı", c. II, s. 248
(10) Yazıcı-zâde Ali, a.g.e., vr. 11a.
(11) Yazıcı-zâde Ali, a.g.e., vr. 424a-424b.
(12) Rûhî el-Edirnevî, "Târîh-i Rûhî", Berlin Staatsbibliothek, Tübingen, MS Or. Quart, nr.: 821, vr. 18a.
(13) Meselâ, bk. BOA, Tahrîr Defteri, nr.: 438, s. 49-50; nr.: 166, s. 482-483, 554 vb.
(14) Şükrullâh Çelebi, "Behcetü't-Tevârîh Tercemesi", trc.: Mustafa Fârisî, Süleymâniye Ktp., Hafîd Efendi, nr.: 222, vr. 232b-233a.
(15) Şükrullâh Çelebi, a.g.e., vr. 233a.
(16) G. Pachymeres, "Relations Historiques", IV, s. 358-368. A. Failler, Paris, 1999.
(17) Halil İnalcık, "Osman Gazi's Siege of Nicea and the Battle of Bapheus"; "The Ottoman Empire (1300-1389)" içinde, ed.: Elizabeth Zachariadou, 77-98. Rethymnon: Crete University Pres., 1993.