Evliyâullah çeşitli isim ve meslekte tanınırlar. Bazı ulemâ bunları derecelerine göre tarif etmişlerdir:
Allah-u Teâlâ'nın mahlûkatı içinde bir kişisi vardır, kalbi İsrafil Aleyhisselâm'ın kalbi üzerindedir.
Mahlûkatı içinde üç kişisi vardır, kalpleri Mikâil Aleyhisselâm'ın kalbi üzerindedir.
Mahlûkatı içinde beş kişisi vardır, kalpleri Cebrâil Aleyhisselâm'ın kalbi üzerindedir.
Mahlûkatı içinde yedi kişisi vardır, kalpleri İbrahim Aleyhisselâm'ın kalbi üzerindedir.
Allah-u Teâlâ'nın mahlûkatı içinde kırk kişisi vardır, kalpleri Musa Aleyhisselâm'ın kalbi üzerindedir.
Allah-u Teâlâ'nın mahlûkatı içinde üçyüz kişisi vardır, kalpleri Âdem Aleyhisselâm'ın kalbi üzerindedir.
Nihayet Allah-u Teâlâ'nın beş yüz veli kulu vardır.
O bir öldüğü zaman üçten birini geçirir.
Üçten öldüğü zaman beşten yerine geçirir.
Beşten öldüğü zaman yediden yerine geçirir.
Yediden öldüğü zaman kırktan yerine geçirir.
Kırktan öldüğü zaman üç yüzden yerine geçirir.
Üçyüzden öldüğü zaman beş yüzden yerine geçirir.
Beş yüzden öldüğü zaman Allah-u Teâlâ dilediğini geçirir.
Her asırda yüz yirmi dört bin mevcut vardır.
Her türlü belâyı Allah-u Teâlâ onlar sebebiyle defeder.
Ebdâl dört şeyle ebdâldır; az konuşmak, az yemek, az uyumak, insanlardan ayrı kalmak.
Onlara ebdâl denmesinin sebebi, kayboldukları zaman yerlerine rûhanî bir sûret, bedel olarak bırakıldığı içindir.
Kutub: Bütün kemâliyeti şahsında toplamış, Gavsul-âzâm bir zattır. Her devirde bir tanedir.
Nücebâ: Hakk'tan gayrısına bakmayan, yaratıkların yüklerini taşıyıp sıkıntılarını gidermeye çalışan, ibadet ve tâata düşkün, cömert, sabırlı, hayâ sahibi, her şeylerini Hakk'a vermekten zevk duyan zatlardır.
Ebdâl: Kuruntu ve hayalden uzak, itidal ve istikamet üzere olan, az uyuyup erkenden ibadet için kalkan, kemâl ve fazilet ehli zatlardır.
Evtâd: Doğu, batı, kuzey, güney olmak üzere dünyanın dört köşesinde bulunan; ilâhi emirlere sıkı sıkıya bağlı, geceleri uyumayıp ibadetle geçiren zatlardır.
İmâmeyn: Kutbun sağında ve solunda olmak üzere iki kişi olan, haramın büyüğünden ve küçüğünden son derece sakınan; zühd ve takvâ, ihlâs ve hayâ sahibi zâtlardır.
Gavs: Kutb'u âzâmdır, mübarek bir kimsedir. Duâsı reddolunmayıp kabul olunan, mühim ve esrârlı işleri halleden ulu bir kişidir.
Ümenâ: İçlerindeki hayırları açıklamayan, şerleri de saklamayan, dünyayı ve dünyalığı sevmeyen zâtlardır.
Nükebâ: Nefislerinin derinliklerindekini açığa çıkaran büyük sır sahipleri olup, o sırları açığa vurmayan zâtlardır.
Meczûb: Allah katındaki yeri, memedeki bir sabinin Allah katındaki yeri gibi olan, iradeleri üzerlerinde olmayıp tamamen Allah-u Teâlâ'nın yed-i kudretinde bulunan, dostluk makamına sahip zâtlardır.
Allah-u Teâlâ veli kullarını dünyada nur direği olarak yaratmıştır. Onlar kaybolduğu zaman kıyamet kopar.
Âyet-i kerime'sinde:
"Yeryüzünü döşedik ve oraya sabit dağlar yerleştirdik." buyuruyor. (Kâf: 7)
Yüksek dağlarla yeryüzünü tuttuğu gibi, veli kulları ile de yarattıklarını tutmaktadır. Allah-u Teâlâ birçok iyilikleri onlarla vermekte, belâ ve musibetleri bunların hatırına defetmektedir.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Her asırda benim ümmetimden sabikûn (önde gelenler) vardır ki bunlara büdelâ ve sıddikûn ıtlak olunur (söylenir). Haklarındaki inayet ve merhamet-i ilâhiye o kadar boldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla kaldırılır." (Nevâdir-ül Usül)
Bunlar yüz senede bir gönderilirler. Allah-u Teâlâ onları o kadar sever ki, yeryüzüne bir belâ vereceği zaman onların yüzü suyu hürmetine vaz geçer. Ehl-i arza vereceği bütün nimetleri onların yüzü suyu hürmetine verir, bütün beşeriyet ondan istifade eder. Onlar ise bu nimetlere hiç iltifat etmezler.
Meselâ bir gelinle güvey düşünün. Üzerlerine para, şeker gibi şeyler serpildiği halde dönüp bakmazlar. Çünkü onların maksutları onlar değil. Onları çocuk olanlar kapışır. Hakk ehli de böyledir. Üzerlerine serpilen sayısız dünya nimetlerine dönüp bakmazlar. Ne kadar serpilirse serpilsin, gönülleri onlara akmaz. Çünkü gayeleri Serpen'dir, serpilen değil. Onlara serpilen nimetlerden başkaları istifade eder.
Bayezid-i Bestâmî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Veliler Allah-u Teâlâ'nın gelinleridir." buyurmuşlardır. Gerçekten de öyledir. Çünkü o sevdiğini bulmuş, sevdiğine kavuşmuş.
Bu durum dünyada olduğu gibi mahşerde de, sıratta da böyledir.
Musa Aleyhisselâm'a denizi yol yapan Hazret-i Allah, bu sevgili kulları da cehennemin üstüne yol yapar.
•
Bu zatlar cemiyetlere mânen yön verirler, mânevî kontrolleri altında bulundururlar. Fertlerle meşgul oldukları gibi, müslümanların umumi meselelerinde de yardımcı ve tasarruf sahibidirler. Bu da Allah-u Teâlâ'nın izni ve emri ile olur.
Farz-ı muhal ki kumandan harbeder ve harbi kazanır. Halbuki onun harbi kazanmasına vesile olan seccâdededir. Harbi o kazanmıştır, onun yüzü suyu hürmetine olmuştur. Onu kimse görmez ve bilmez, kumandanı görür. Onun da hükmü yoktur, onda tecelli edende hüküm vardır.
Akşemseddin -kuddise sırruh- Hazretleri'ne İstanbul'un mânevi fâtihi denilmesi bu sebepledir. Allah-u Teâlâ onu çok sevdiği için ona vermiştir. O da başkasına vermiştir. Ona vermeseydi onda hiç hüküm yoktu. Bu böyle oluyor. Bunu böyle bilin. Bu üç nokta kavranırsa çok şeyler çözülmüş olur.
Âdetullah böyledir. Allah-u Teâlâ böyle tecelli ediyor, kâinatı da böyle idare ediyor. Bütün kâinat kukla mesabesindedir.
"Hamd olsun Allah'a, selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına." (Neml: 59)