Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. On bir Âyet-i kerime, kırk kelime ve yüz yetmiş iki harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "Kuşluk vakti" mânâsına gelen "Duhâ" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. "Ve'd-duhâ sûresi" olarak da anılır.
Kuşluk vaktinin kıymetli olması hasebiyle nafile namazlar arasında bir de Duhâ namazı bulunmaktadır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Kim kuşluk namazı kılmaya devam ederse, günah-ı sağiresi deniz köpüğü kadar dahi olsa mağfiret olunur." (İbn-i Mâce)
Bu namazın vakti gündüzün dörtte biri geçtikten sonra başlar, istivâ vakti, yani öğleye bir saat kalaya kadar devam eder. Dört, sekiz veya on iki rekât olarak kılınır. Gündüz kılındığı için dört rekâtta bir selâm verilir.
İslâmiyet'in ilk yıllarında Cebrâil Aleyhisselâm'ın inmesi bir süre gecikmişti. Bunu üzerine müşrikler: "Rabb'i Muhammed'e darıldı ve onu terketti!" gibi alaylı sözler söyleyerek birtakım sataşmalarda bulundular. Bunu üzerine Duhâ sûre-i şerif'i nâzil oldu, Resulullah Aleyhisselâm ve Ashâb'ı ferahladılar.
Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından, Resulullah Aleyhisselâm'ın Allah katındaki yüceliğini beşeriyete ilân etmektedir.
İlk üç Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ kuşluk vaktine ve durgunlaştığı zaman geceye yemin ederek Resulullah Aleyhisselâm'ı, müşriklerin iddiâ ettikleri gibi terketmediğini, kendisine darılmadığını bildirmektedir.
Mütabâki Âyet-i kerime'lerde; Sevgili Peygamber'inin üzüntü ve endişesini gidermek için iltifat etmekte, kendisi için çok büyük ikramlar hazırladığını beyan buyurmakta ve ona bazı tavsiyelerde bulunmaktadır.
Kur'an-ı kerim'de kıymetli olan bazı mahlûkatın üzerine yemin etmek âdet-i ilâhî'dendir. Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini müşriklerin istihzalarına karşı tesellî etmek için bu Sûre-i şerif'te de beyanlarına yeminle başlamıştır:
"Kuşluk vaktine andolsun!" (Duhâ: 1)
Güneşin yükselmekte olduğu bu vakit pek kıymetli olduğu için Allah-u Teâlâ kuşluk vaktine yemin ediyor.
Bu saatlerde dünyada hayat yeniden başlar, kâinat güneşin aydınlığıyla ve hararetiyle dolup taşar.
Allah-u Teâlâ gündüzü maişet zamanı, geceyi de istirahat zamanı olarak tayin etmiştir.
"Durgunlaştığı zaman geceye andolsun!" (Duhâ: 2)
Işığı karanlığa giydirip örttürdükten sonra, bir de çevirip karanlığı ışığa giydirir. Gecede bütün mahlûkat sükuna erer, her biri kendi yerine ve barınağına sığınıp girer.
Bu Âyet-i kerime'de öyle bir sır var ki; herkes uyuyup kâinat uykuya daldığında, sen yalnız Rabb'ine yönel, teheccüd ve tesbih namazı ile, zikir ve fikirle meşgul ol, gecenin derinliğinde Hazret-i Allah ile beraber ol.
"Rabb'in seni bırakmadı ve darılmadı." (Duhâ: 3)
Rabb'inden hiçbir zaman ümidini kesme. Seni seçtiğinden beri terketmedi, sevdiğinden beri darılmadı. Kalben münşerih ve müsterih ol, bütün işlerinde Rabb'ine tevekkül et, hiç kimseden korkma!
Bırakmak iki şekilde olur: Birisi lütuf eseri, birisi kahretmek için. Allah-u Teâlâ lütuf eseri bıraktığını belirtmek için, Âyet-i kerime'sinde ayrıca darılmadığını da beyan buyurmaktadır.
Hiç şüphesiz ki vahyin gecikmesi, tekâmül ve uygun olan yolun kendisine gösterilmesi içindi. Nübüvvetten önce de Resul'ünü kimseye muhtaç etmeyen Allah-u Teâlâ, nübüvvetten sonra yüz üstü bırakması aslâ düşünülemez.
"Andolsun ki senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır." (Duhâ: 4)
İşte bu hayat-ı hakikinin semeresidir. Nefsin ölümünden sonra yepyeni bir hayat başlar.
Bu tebliğ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i için olduğu gibi ümmet-i muhteremesine de bir tebliğdir. İnsanlar hayâlâta dalmak için değil, hakikati bulmak ve ahireti kazanmak için gönderilmişlerdir.
Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Dünyayı âhirete tercih etmek; kâfirin küfründeki, münâfığın nifakındaki, âsinin mâsiyetindeki gizli hastalığı gösteren bir işarettir. Hakk ve hakikati bırakıp dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67)
Kâfirler dünyada muvakkat bir zaman için bir servete, bir mevkiye nâil olabilirler, yaşadıkları müddetçe bu imkânlardan istifade edebilirler. Fakat bu sadece geçici bir faydalanmadır. Süresi kısadır, sonu hüsranla biter.
Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider.
"Sana Rabb'in, sen râzı oluncaya kadar verecek." (Duhâ: 5)
Sana öyle lütuflarda bulunacak, ikram ve ihsanından öyle verecek, öyle verecek ki, huzur ve ebediyet âleminde hoşnut olacaksın.
Bu öyle bir verilmedir ki; lütuf üzerine lütuftur, rızâ ve hoşnut olma makamıdır, ona âit övülen bir makamdır.
Bu ilâhî tebşir Ümmet-i Muhammed'e en büyük hediyedir ve bu nimet-i ilâhî, bu ikram-ı ilâhî, o âlicenâb Peygamber'in yüzü suyu hürmetinedir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz en büyük şefâat makamı olan Makam-ı Mahmud'a erdirilmiştir.
Amr bin Âs -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm bir defasında İbrahim Aleyhisselâm'ın ve İsa Aleyhisselâm'ın ümmetleri hakkındaki Âyet-i kerime'leri okumuş, akabinde ellerini kaldırarak:
"Ey Allah'ım! Ümmetim!.. Ümmetim!.." diye duâ etmiş ve ağlamış.
Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ: "Yâ Cibril! Muhammed'e git, ona niye ağladığını sor. Rabb'in onun niye ağladığını biliyor ya!" buyurmuş.
Cebrâil Aleyhisselâm da gelerek sormuş. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisinin ne söylediğini ona haber vermiş. Halbuki Allah-u Teâlâ onun ne söyleyeceğini pekâlâ bilir.
Nihayet Allah-u Teâlâ: "Yâ Cibrîl! Git Muhammed'e şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında râzı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz." buyurmuş. (Müslim: 202)
O öyle bir makamdır ki, Allah-u Teâlâ yalnız ve yalnız ona bahşetmiştir. Hiç kimsenin şefâat edemeyeceği bir zamanda yalnız ona şefaat izni verilecek ve şefaatı kabul olunacak peygamber yalnız Muhammed Aleyhisselâm'dır.
Şefâat sayesinde kıyametin sıkıntısı ve şiddeti ümmetine dokunmayacaktır.