Mine, boş boş oturup hayal kurmasını severdi. "Keşke şöyle olsaydım, keşke böyle olsaydı!" derdi. Cennetteki köşkleri, ırmakları hayal eder fakat kulluk vazifelerine, ibadetlerine tembellik ederdi. Hayatının, "anlarının" değerini ve kıymetini bilmezdi. İşlerinde tembellik gösterirdi. Sorumluluklarını sürekli ertelediği için de mutsuzdu."Canım sıkılıyor!" cümlesi ise ağzından eksilmezdi. Herkes; ailesi, arkadaşları, öğretmenleri ve komşular, onu sevdikleri için ona bir şekilde yardım etmek isterlerdi.
Ama Mine uzatılan yardım ellerine el uzatmak yerine, kendi bildiğini yapıyor, söylenen nasihatleri ciddiye almıyordu. Bu zayıf noktasından dolayı bir türlü hayattaki gerçek başarıyı elde edemiyordu. Gün boyunca zamanını kötü bir şekilde değerlendirdiği için de sürekli zamanın kısalığından şikâyet ediyordu.
Günlerini böyle geçiren Mine bir gün bir adada oturan teyzesini ziyarete gitti. Mine bu yeni gördüğü yeri gezmek istedi. Biraz yürüdükten sonra bir anda karşısına çok sevimli, bahçeler içinde yeşil bir ev çıktı. Önü rengârenk çiçeklerle dolu bu evin bahçesinde çok güzel bir tavus kuşu vardı. Mine bu güzel bahçenin çimenlik yerine uzandı ve tavus kuşunu seyre daldı. Uykuya daldığının farkına bile varmadı.
"Mine! Mine!" Birisi ona sesleniyordu.
Gözlerini yavaşça açtı. Yanı başında nur yüzlü, ak sakallı, beyaz elbiseli bir dede vardı. Çok heyecanlandı!
Ak Dede'nin elinde ince bir kitap vardı. Ak Dede: "Mine, bu bir zaman kitabı. Bu yüzden çok dikkatli kullanılmalı." dedi. Ve şöyle devam etti: "Birinci sayfayı okursan, ömrünün baharı çabucak geçer. İkinci sayfayı okursan ömrünün yazı dakikalar gibi geçer. Üçüncü sayfayı okursan, ömrünün kışı günler gibi geçer. Bu kitabı sana hediye ediyorum, kullanıp kullanmamakta serbestsin. Dikkatli ol!" dedi ve ortadan kayboldu. Böyle muhteşem bir kitaba sahip olmak Mine'yi çok heyecanlandırmıştı. Çok da korkutmuştu. Yaşı küçük olduğu için herkes kendisine nasihat ediyordu. Çabucak büyüme fikri ona çok cazip geldi. Cesaretini topladı, kitabı aldı, "Sadece birinci sayfasını okurum, büyük olmak iyi bir şey." diye düşündü. İlk sayfayı bitirdiğinde küçük çocukları olan bir yetişkin olmuştu. Ancak bu sefer de başka sorumlulukları vardı. Üstelik yapması gerekenler çoğalmıştı. Bir sayfa daha okumaya karar verdi. Bir zamanlar simsiyah olan saçları beyazlamaya başlamıştı. Bir zamanlar genç ve dinamik olan annesi artık yaşlı ve güçsüz bir kadındı. Ama Mine o zamanının da kıymetini bilemedi. Bir sayfa daha okumaya karar verdi. Kitabın son ve üçüncü sayfasını açtı. Ve kendisini seksen yaşında çok hasta ve yalnız bir kadın olarak buldu. Bütün büyükleri, annesi, babası, teyzesi hepsi ölmüştü. Çocukları büyümüş, kendi yuvalarını kurmuş, hatta bazı çocuklarını erken yaşta kendisinden önce kaybetmişti. Mine artık yaşlı bir nineydi. Bazı basit işleri bile yardımsız yapamıyordu. Artık kara kara düşünüyordu. Hayatını değerlendirememiş, boş bir ömür geçirmişti. Kendisine ikram edilen gençlik, sıhhat, boş vakit gibi nimetlerin kıymetini bilememişti. Son derece üzgün bir şekilde kitabı kapattı. Kendi kendine "Artık çok geç!" diye söylendi. Küçükken oynadığı parka gidip eski günleri hatırlamak istedi. Küçük küçük fidanların görkemli büyük ağaçlara dönüştüğünü gördü. Yorgun, ihtiyar ve hasta bedenini güçlükle çimlerin üzerine bıraktı ve parktaki yaşam dolu çocukları izlerken "Ne çabuk..." dedi, "Daha annemin bana oku dediği kitapları bile okumadım. Babamın bana verdiği nasihatleri yaşamadım. Çocuklarım ile de doyasıya oynayamadım ki..." diye düşünerek sessizce ağlamaya başladı. Çimlerin üzerinde uyuya kaldı. Sadece birkaç dakika geçmişti.
"Mine! Mine!" Birisi ona sesleniyordu. Gözlerini açtığında başucunda teyzesini gördü. Gözlerine inanamadı, teyzesi yıllar önce ölmüştü. Genç de görünüyordu. "Öldüm mü yoksa?" diye düşündü. Teyzesi "Kızım burada uyunur mu, deminden beri seni arıyorum!" dedi. Mine o anda rüyadan uyandığını anladı. O kadar çok sevinmişti ki... Teyzesinin boynuna sarıldı.
Ak Dede'nin rüyasında kendisine yaptığı nasihatleri hatırladı: "Hiçbir zaman unutma: Günün her saatini dün olduğundan daha iyi değerlendirmelisin, iki günün birbirine eşit olursa aldanırsın. Dünya ahiretin tarlasıdır, burada ne ekersen orada onu biçersin. Akıllı insan ebedi geleceği için hazırlık yapar ve üç günlük dünyadaki zamanının ve her anının kıymetini bilir. Unutma, son pişmanlık fayda vermez."
O günden sonra her gece ak saçlı dedeyi düşünüyor ve "Bugün yatağa yarın kara toprağa yatabilirim!" diyerek uyuyordu. Sabahları uyandığında ise; her günün ve zamanın büyük bir nimet olduğunu düşünüyordu. Ve her anını değerlendirmeye çalışıyordu. O günden sonra, hiçbir zaman canı sıkılmadı. Günleri de bereketle doldu. Her şeyden önemlisi artık huzurlu ve mutluydu.