• Mizan; amellerin tartılması için Allah-u Teâlâ'nın mahşer meydanında kuracağı terazidir.
İnsanlar amel defterlerinde belirtilen sevap ve günahlarını ölçtürmek için mizana gelirler. Orada her şeyin kıymeti, her işin değeri, her sevabın ağırlığı ve her günahın derecesi ölçülür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Biz kıyamet günü adâlet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan bir iyilik hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir tartıya koyarız. Hesap görücü olarak biz yeteriz." buyuruyor. (Enbiyâ: 47)
Mizan, gözle görülen iki gözlü bir terazidir. Bir zerre ile ağır basacak kadar hassastır.
Nihayet ilâhi mahkeme kurulur. O anda yürekler çarpar, akıllar şaşkına döner. Herkes sadece kendisinin hesaba çekileceğini zanneder. Herkes ne işlemişse; iyi ve kötü her türlü sevap veya günah mizanda tartılır. İyilikler mükâfatsız, kötülükler cezasız kalmaz.
Tartı neticesinde sevabı ağır gelenler cennete girmeye hak kazanırlar. Günahı ağır gelenler ise cezalarını çekmek üzere cehenneme sevkedilirler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulur:
"Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür." (Zilzâl: 7-8)
Mizanın tehlikesinden ancak dünyada nefsini hesaba çeken; duygu ve düşüncelerini, söz ve davranışlarını, amellerini ahkâm terazisi ile tartan kimselerle tevbeleri kabul edilenler kurtulurlar.
Amelleri tartılacak olanlar, iyilikle kötülüğü birbirine karıştırmış olan kimselerdir. Yani, hem sevap hem de günah işlemiş olanların amelleri tartılacaktır. Kitabını sağ ellerine alanlar, kolay bir hesap ile kurtulacaklardır.
İnkârcılar için tartı yoktur. Çünkü onların durumları ve gidecekleri yer bellidir.
Hiç isyan etmeyen sıddıklar ile şehidler de mizan ve hesap görmeden cennete gideceklerdir.
Mizanda hasenâtın en ağır geleni Kelime-i şehâdettir. Allah-u Teâlâ dilerse ufacık bir iyiliği dağlar kadar yaparak kulunu kurtarır.
Haksızlık yapanlarla zulme uğrayanlar birbirleriyle karşılaştırılır. Hak sahiplerine haklarını ödemeden ölen kimsenin, hasımları etrafını sararlar ve haklarını isterler. Hayvanlar da birbirlerinden ve hakları olduğu insanlardan haklarını isterler.
Mahkeme-i kübrâ'da ilâhî adâletin hükmü tamamen icrâ edildikten sonra Allah-u Teâlâ:
"Ey günahkârlar! Bugün şöyle ayrılın!" buyuracak. (Yâsin: 59)
Ve cehenneme sevkiyat başlar. İşte bu an pişmanlıkların, korkuların, feryat ve figanların ayyuka çıktığı andır. Şefaat için yalvarışların yapılacağı an bu andır.
• Günahı sevabından çok olduğu için cehenneme girmeyi hak eden günahkâr müminlere; Allah-u Teâlâ'nın izni ile peygamberler, sıddıklar, ulemâ, şühedâ ve sulehâ şefaat edeceklerdir.
O kime şefaat yetkisi verirse, ancak o şefaat edebilir. Onlar da kendi ailelerine, yakınlarına, dostlarına şefaat ederler. O'nun izin vermediği hiç kimse şefaat edemez.
Âyet-i kerime'sinde:
"O'nun izni olmadan, katında kim şefaat edebilir?" buyuruyor. (Bakara: 255)
Mahşerde ilâhî mahkemenin bir an evvel başlaması için en büyük şefaatte bulunacak zât Muhammed Aleyhisselâm'dır. Onun bu şefaat-ı uzmâsı mahşerdeki bütün insanlara ve cinlere şâmildir.
Hususi bir şefaatı daha vardır ki, bu şefaat sebebiyle bir kısım müminler hiç hesap görmeden cennete girerler.
Şefaat sayesinde bazı müminlerin de cennetteki dereceleri artar. Bir kısım kimseler günahlarının çokluğu sebebiyle cehenneme girmeye müstehak oldukları halde, şefaat sayesinde azaptan kurtulup cennete girerler. Bazıları da günahları nispetinde yanması gerekirken, şefaatın erişmesiyle cezasının hepsini çekmeden cehennemden çıkartılıp cennete girerler.
O gün Allah-u Teâlâ'nın rahmet ve merhameti bütün şefaatlerden daha çok ve daha geniş olacaktır. Kimsenin aklına ve hayaline gelmeyecek derecede rahmet eder.
Âyet-i kerime'sinde:
"Rahmetim her şeyi kuşatmıştır." buyuruyorlar. (Â'raf: 156)
• Kıyametin korkunç devrelerinden birisi de sırattan geçmektir. Mahşerin bütün bu zorluklarından sonra insanlar sırata sevkedilirler.
Sırat cehennem üzerinde kurulmuş, herkesin geçmek mecburiyetinde olduğu bir köprü, cennete giden bir yoldur. Bir ucu hesap verme yerinde bir ucu da cennetin kapısındadır. Cennete girecek olan oradan geçecek, cehenneme girecek olan da oradan girecektir.
Sıratın genişliği ve uzunluğu, insanların oradan geçmeleri ve hızları, amellerine göredir. Dünyada sırat-ı müstakim üzerinde olanlar, sıratı kolaylıkla geçerler. Kimileri şimşek gibi, rüzgâr gibi, kimileri en iyi cins at gibi, kuş gibi, kimileri insanın koşması gibi, kimileri de sendeleyerek sırattan geçerler ve kurtulurlar.
Bu geçmeyi müminlerin en yüksek mertebesinde olanlar farkedemeyeceklerdir. Bunların nûrları cehennemi söndürür gibi olacaktır.
Sırattan geçerken her peygamber kendi ümmetinin başında bulunur. İlk olarak Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve ümmeti, daha sonra diğer Peygamber Efendilerimiz ve ümmetleri geçeceklerdir.
İstikametten ayrılanların ise, günahları sebebiyle yükleri ağırlaşır. Azabı hak etmiş müslümanlar ve kâfirler sırattan geçemezler. İnananlar için gayet geniş ve kısa olan sırat, âsilere kıldan ince kılıçtan keskin olur. Daha ilk adımda ayakları kayarak kitle kitle cehenneme düşerler.
Cehennemin alevi ve kıvılcımları sırat üzerine kadar çıkar. Zebâniler kâfirlerin çenelerine kancalar takıp cehenneme atarlar.
Âyet-i kerime'de:
"Sonra takvâya erenleri kurtarır, zâlimleri de orada diz çökmüş olarak bırakırız." buyuruluyor. (Meryem: 72)