Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Fecr Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1) - Ömer Öngüt
Fecr Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Eylül 2008

 

Fecr Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1)

 

Sûre-i Şerif'in Takdimi:

Mekke-i mükerreme döneminin ilk yıllarında nâzil olmuştur. Otuz Âyet-i kerime, yüz otuz dokuz kelime ve beş yüz doksan yedi harften müteşekkildir.

İlk Âyet-i kerime "Şafak vakti, tan yerinin ağarması" mânâsına gelen "Fecr"e yemin edilerek başladığı için "Fecr" adını almıştır.

 

Muhtevâsı:

Bu mübarek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından; bundan önceki bazı Sûre-i şerif'lerde olduğu gibi azgınların kötü âkıbetlerini, ahiretin korkunç azaplarını, gönülden inanan müminlerin dünya hayatlarının ne kadar güzel sonuçlandığını beyan etmektedir.

İlk Âyet-i kerime'ler fecir vaktine, on geceye, çift ve tek olana ve her şeyi örten geceye yemin edilerek başlamaktadır.

Beşinci Âyet-i kerime'de akıl sahipleri için bunlardan daha etkili bir yemin olamayacağı belirtilmektedir.

On beşinci Âyet-i kerime'ye kadar Âd, Semûd ve Firavun kavimlerinin inananlara yaptığı zulümler sebebiyle helâk edildikleri anlatılmaktadır.

Yirmi birinci Âyet-i kerime'ye kadar Allah-u Teâlâ'nın engin nimetleri karşısında insanoğlunun ne kadar nankör olduğu, mal ve mülke karşı düşkünlüğü ve cimriliği beyan edilmektedir.

Yirmi yedinci Âyet-i kerime'ye kadar yeryüzünün birbiri ardınca sarsılıp dağılacağı, kıyamet gününde cehennemin bütün dehşetiyle ortaya çıkacağı, azgın kâfirlerin pişman olacakları, fakat bu pişmanlıkların hiçbir faydası olmayacağı açıklanmaktadır.

Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; imanın kemâline eren müminlerin en güzel bir âkıbete kavuşacakları ve cennete girecekleri, gıpta edilecek bir şekilde gözler önüne serilmektedir.

 

Önemli Hâdiseler:

Allah-u Teâlâ her asrın kâfirlerine, inkâr ettikleri şeyin gerçek olduğunu belirtmek için dört hususa yemin etmiştir.

Buyurur ki: "Andolsun fecre!" (Fecr: 1)

Sabahın aydınlığı gecenin karanlığını yok eder, gündüz ortaya çıkar. İnsanlar ve diğer canlılar rızık aramak üzere yeryüzüne dağılıp yayılırlar. İşte bu durum, tekrar dirilmek üzere insanların kabirlerinden kalkmalarına benzer.

"On geceye yemin olsun ki!" (Fecr: 2)

Bu geceler Zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu günler; zikir, tekbir ve hacc günleridir, müminlerin gönüllerinin nurlandığı gecelerdir.

Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:

"Allah'ın kendisine ibadet edilmekten en çok hoşlandığı günler Zilhicce'nin ilk on günüdür. Bu on günün her gününde tutulan oruç, bir yıllık oruca ve her ibadetle geçirilen gecesi, Kadir gecesine denktir." (Tirmizî)

Zilhicce'nin yedinci gecesi Terviye, sekizinci gecesi Arefe, dokuzuncu gecesi de Bayram gecesidir.

"Her şeyin hem çiftine hem tekine!" (Fecr: 3)

Çünkü, her şey mutlaka ya çifttir, ya da tektir.

"Her şeyi karanlığı ile örttüğü dem geceye!" (Fecr: 4)

Gece, kâinatı örtüp, gündüzü perdeleyen perde gibidir ve hayret vericidir. Kısalır, uzanır, bazen karanlığa gömülür, bazen de yıldızlar ile donanır. Gidip gelmesi ile hayatta bir düzen meydana getirir. Çalışılır, istirahat edilir, hayat çarkı döner durur.

"Bunlarda elbette akıl sahibi için birer yemin değeri vardır, değil mi?" (Fecr: 5)

Elbette vardır! Allah-u Teâlâ'nın bu yeminleri, insanların dikkatlerini toplamak ve uyandırmak içindir. Akıl sahibi için bunlara yemin kâfidir. Şu bir gerçektir ki, kâfirlere mutlaka azap edilecektir.

 

Helâk Edilen Kavimler:

Allah-u Teâlâ geçmişte yaşamış birtakım kavimlerin küfür ve tuğyanları sebebiyle nasıl bir cezâya ve helâke uğramış olduklarını beyan buyurmakta ve beşeriyete duyurmaktadır:

"Görmez misin Rabb'in nasıl yaptı Âd'e?" (Fecr: 6)

Âd kavmi kendi devrinde benzersiz bir millet idi. Dünyada o güne kadar misli görülmemiş bir ihtişama sahiptiler. Şan, şöhret ve kuvvet itibariyle onlardan üstünü yoktu. Her biri uzun boylu, sağlam yapılı, güçlü kuvvetli idiler. Dağlar içinde ilk defa bina yapmaya başlayan kavimdirler. Dağları yontarak kaleler, saraylar yapıyorlardı.

"Sütunlar sahibi İrem'e? Ki, o şehirler içinde benzeri yaratılmamıştı." (Fecr: 7-8)

Memleketleri büyük bir alanı kaplıyordu. Dünyada temelli kalacakmış gibi sağlam yapılar yaparlar, her yüksek yere alâmetler dikerlerdi. Yaygın rızık kaynakları vardı. Arazileri münbit, otlu ve sulu idi. Bu verimli topraklar üzerinde bereketli bağları, göz alıcı bahçeleri, evcil hayvanları, akar suları, yer altında da su depoları vardı. Bol nimetlere rızıklara garkolmuşlar, büyük bir hâkimiyet kurmuşlardı. Allah-u Teâlâ'nın kendilerine verdiği imkânlarla müreffeh bir hayata sahip bulunuyorlardı.

Hud Aleyhisselâm'ın yıllar yılı yaptığı uyarılara bütünüyle kulak tıkadılar. Allah-u Teâlâ'nın kendilerine verdiği fırsatları kullanamadılar. Sonunda da Allah-u Teâlâ onlardan ruhsatı aldı. Kasırga şeklindeki şiddetli bir rüzgârla onları helâk etti. Sanki başka memleketlerde helâk olmuşlar gibi, ne kendilerinden ne de yurtlarıdan hiçbir iz ve işaret kalmadı.

"Vâdide kayaları oyan Semud kavmine (neler yaptı)." (Fecr: 9)

Allah-u Teâlâ Semud kavmine de Âd kavmine verdiği gibi bol nimetler, maddî imkânlar vermişti. Kendilerinden önce gelen Âd kavmine halef oldular, beldelerini imar ettiler. Vâdilkurâ havalisi bir medeniyet mamuresi hâlinde idi.

Âd kavmi yüksek sütunlu binalar yapmakla tanınıp, Kur'an-ı kerim'de "Sütunlar sahibi" olarak anıldığı gibi; Semud kavmi de dağlarda kayaları oyup evler yapmakla tanınmışlar ve "Vâdide kayalar oyanlar" diye anılmaktadır.

Onlar da tıpkı Âd kavmi gibi, kendilerinden önce geçenlerin başına gelenlerden ders ve ibret almamışlar, isyan etmişler, fısk-u fücura dalmışlardı. Kendilerini kurtuluşa dâvet eden Sâlih Aleyhisselâm'ın dâvetini yalanladılar, peygamberliğini inkâr ettiler. Pek az kimsenin dışında çoğunluğu onu yalanladılar.

Şirretlikleri son haddine varınca, Allah-u Teâlâ onlara azabını gönderdi. Gece yarısı ile sabah arasındaki süre içinde yıldırım çarpmış gibi bir gürültü koptu. Gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi.

Her şey bir anda olup bitti. Allah-u Teâlâ onlara yapacağını yaptı, defterlerini dürdü, yaptıkları kendilerine çok pahalıya maloldu.

Âd ve Semud kavimlerinin durumları gözler önüne serildikten sonra mütebâki Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Kazıklar sahibi Firavun'a neler yaptı?" (Fecr: 10)

Onu da nasıl müthiş bir azaba uğrattı. Kendisini de, kendisine tâbi olanları da sular içinde helâk ederek cezalarına kavuşturdu. Firavun'un şevket ve saltanatı kendisini aslâ kurtaramadı. Kendi kendisini bile kurtaramadı.

"Zira onların hepsi memleketlerinde azgınlık ettiler." (Fecr: 11)

Kendilerinden daha büyük hiç kimsenin olmadığını sandılar, her devirdeki azgınların sandığı gibi.

Her biri kuvvetlerine, makam ve mevkilerine aldanmış, arzu ve heveslerine uymuş, bulundukları memleketlerde hak ve adalet sınırlarını aşıp Hakk'ın ve halkın haklarını çiğnemede ileri gitmişlerdi.

"Bulundukları yerlerde bozgunculuğu çoğalttılar." (Fecr: 12)

Zulüm, israf, zevk ve eğlenceye aşırı düşkünlükle çok fesat çıkarmışlardı. Fakat Allah-u Teâlâ fırsat veriyor, ruhsat vermiyor.

"Bundan dolayı Rabb'in de azap kırbacını çarpıverdi." (Fecr: 13)

Hepsini de daha dünyada iken felâketlere uğrattı. Ahiretteki azapları ise her türlü tasavvurun üstündedir.

"Çünkü Rabb'in her an gözetlemededir." (Fecr: 14)

İsyânkârları cezâlandırır, hiç kimse O'nun gözetlemesinden uzak kalamaz, hiçbir kimse O'nun kudret pençesinden yakasını kurtaramaz.


  Önceki Sonraki