Böyle bir zulümât içinde Allah-u Teâlâ böyle bir "Nûr" indirdi; Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Allah-u Teâlâ'nın onun irşâdını yayacağını beyan buyurmuştu, yaydı!...
Nitekim İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri de "260. Mektûb"unda:
"Kararmış olan âlem onun zuhûr nûruyla aydınlanır, onun hidâyet ve irşâd nurları bütün âleme yayılır." buyurmuşlardır.
Bu öyle bir irşâd ki, Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri ise şöyle buyururlar:
"Âlemin altı ciheti de onun keremiyle dolu, nereye baksan onun bayrakları orada dikildi!..." ("Mesnevî", c. 3, s. 253, trc.: V. İzbudak)
Bu "Nûr" dünyaya nasıl yayıldı?
Bu hakîkat ehli Türkiye'de olduğu gibi, ecnebî devlerde de fitnelerle mücâdele ettiler; dînimizi ve vatanımızı bölüp parçalayanlardan bu hakîkati duymayan kalmadı!..
Almanya'dakiler on devlete girip çıktılar, bu Nûr-i İlâhî ile zulümâtı delmeye, kararmış olan beşeriyeti aydınlatmaya çalıştılar; insanları Allah ve Resûl'de birleştirmeye gayret ettiler.
Eserler yalnız Türkçe'ye değil, ecnebî lisanlara da çevirildi. Beş tane yabancı dile çevrilmiş kitabımız var, bu kitaplar bu mücâdele ile dünyaya yayılmış oldu. Bu "Nûr" Amerika'ya, İngiltere'ye, Avusturya'ya, Avusturalya'ya, Fransa'ya, Belçika'ya, İsviçre'ye, Hollanda'ya, Danimarka'ya kadar yayıldı, sirâyet etti. İşte böyle bir devir, böyle bir ahdi taşıyacak kimse de artık gelmeyecek!..
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri arzettiğimiz beyanlarında:
"Mustafâ'nın asrıyla birleşen devir sana gizli kalmasın!" buyuruyor.
İslâm'ın ilk devirlerinde de İslâm garipti, bu zamanda da İslâm garip duruma düşmüştür.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir.
Ne mutlu gariplere!" (Müslim)
"Garipler kimlerdir?" diye sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır:
"Garipler o kimselerdir ki, halk tarafından bozulmuş olan sünnetimi ıslâh ederler, öldürülmüş olan sünnetimi de ihyâ ederler." (Tirmizî)
Bunun da sebebi Allah-u Teâlâ'nın bunlara Asr-ı saâdet hayatının benzerini yaşatması, dîn-i İslâm'ı bütün hükümleri ile ayakta tutmak için her türlü mücâdele ve mücâhadeyi yapmalarıdır.
Diğer bir Hadis-i şerîf'lerinde ise buyuruyorlar ki:
"Garipler sayıları pek az olan sâlih kişilerdir. Bu kişiler sâlih olmayan bir topluluk içinde yaşarlar. Yaşadıkları bu topluluk içinde onları seven az, buğz eden ise çoktur." (Ahmed bin Hanbel)
Bugün îmânı muhâfaza etmek çok zor, îmândan kaymak ise çok kolaydır. Her an îmândan kayma tehlikesi olduğu için onlara bu derece verilmektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerîf'lerinde de onları Ashâb-ı kirâm'a tanıtarak şöyle buyuruyorlar:
"Onlar bugün sizin üzerinde bulunduğunuz hakîkate sarılırlar." (Kûtu'l-Kulûb)
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri devamla buyurur ki:
"İnsanın Sübhân olan Rabb'i ile beraberliğini devam ettirmesinin ve O'nun görüp gözetmesinin mevcûdiyeti zevâle ermez. Nitekim Hakk onu gösterir, Şerî'at ona işâret eder ve onunla ilgili olarak, yıkım ve ölüm ibâresi içinde bir de duyum gelir. Bu ise öncüleri olan kişinin, onlardan (ilk devirdekilerden) yetmiş kişinin ecriyle amel edeceği için, yapacağı amelle onları öne geçireceği ve üstünleştireceği anlarla ilgilidir."
Hadis-i şerîf'te "elli" buyuruluyor, görüldüğü üzere burada da "yetmiş" buyuruluyor. Bunun târifi mümkün değildir, bu İlâhî bir lütuftan başka hiçbir şey değildir!..
Bir elma çekirdeğine: "Ey çekirdek! Sende kocaman bir ağaç, binlerce yaprak, yüzlerce meyve var!" desen, o çekirdek inanır mı? İşte biz de o çekirdek mesâbesindeyiz, İlâhî lütuflara akıl ermez! Yaratıcı O'dur, neler yerleştirdiğini O bilir…
"Elli ashâbdan daha üstündür" dediği durum, görmeden îmândır.
Öyle ki; gerçekten ihvân olabilen, sadâkat gösteren, Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a gönülden bağlı olan şeçkin ihvânın bâzı Ashâb'ı elli derece geçebileceğine dâir Resulullah Aleyhisselâm'ın beyânını arzedeceğiz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslâh etmeye bakın! Siz doğru yolda bulundukça, yoldan sapanların size zararı olmaz." (Mâide: 105)
Rivâyete göre Ashâb-ı kirâm'dan Ebu Sa'lebetü'l-Haşenî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e bu Âyet-i kerime'nin tefsîrini sorduğunda şöyle buyurmuştur:
"Ya Ebu Sa'lebe! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış! Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya âhiret üzerine tercîh edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse, o zaman kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!..
Muhakkak ki sizin arkanızda karanlık gece parçaları gibi fitneler vardır. O fitneler içerisinde sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevâbı kadar sevap vardır."
Ashâb-ı kirâm:
"Yâ Resulellah! Onlardan elli kişinin sevâbı kadar sevap vardır değil mi? (Yâni 'Sizden' kelimesi yanlışlıkla mı kullanıldı?) diye sorduklarında buyurdu ki:
"Hayır! Sizden elli kişinin sevâbı kadar sevap vardır. Çünkü siz iyiliklerde yardımcı bulursunuz, fakat onlar bulamazlar." (Ebû Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)