Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. On dokuz Âyet-i kerime, doksan iki kelime ve üç yüz seksen bir harften müteşekkildir.
Adını ilk Âyet-i kerime'de geçen ve: "Ansızın gelip insanı saran üzücü ya da sevindirici hâdise." mânâsına gelen "Ğâşiye" kelimesinden alır.
Resulullah Aleyhisselâm Cuma ve Bayram namazlarında "Ğâşiye" sûre-i şerif'ini okuduğu rivâyet edilmiştir.
Bu mübârek Sûre-i celîle, ahirette müminlerin ve kâfirlerin yollarının ayrılacağını, sonra da hakettikleri yerlere gideceklerini beyan etmektedir.
Sekizinci Âyet-i kerime'ye kadar kıyamet gününün korkunç durumları, cehennem sakinlerinin başına gelecek dehşet verici sıkıntılar ve azaplar anlatılmaktadır.
On yedinci Âyet-i kerime'ye kadar cennet sakinlerinin karşılaşacakları sonsuz mutluluklar haber verilmektedir.
Yirmi birinci Âyet-i kerime'ye kadar Allah-u Teâlâ'nın kudret ve azametinin bazı belgeleri gözler önüne serilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; hidayete dâvetin önemi açıklanmakta, Resulullah Aleyhisselâm'ın dâvetine sırt çevirenler taraf-ı ilâhîden tehdit edilmektedir.
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlûkatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
"Her şeyi sarıp kaplayacak olan o felâketin haberi sana geldi mi?" (Ğâşiye: 1)
Kıyamet inancı, imanın altı esasından birisi olan "Ahiret inancı"nın bir bölümüdür. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu mahşer, mizan, sırat, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri ve ebedî bir hayatın başlaması safhaları takip eder.
"Birtakım yüzler o gün zillete bürünmüştür." (Ğâşiye: 2)
Bunlar kâfirlerin, münâfıkların yüzleridir. Gerçekten de azgınlıklarının eseri olarak gerek vücutlarını, gerekse yüzlerini siyahlık, gözlerini çirkinlik kaplar. Üzüntü ve sıkıntıları son dereceye varır.
"Çalışmış fakat boşuna yorulmuştur." (Ğâşiye: 3)
Dünyada iken Allah için yaptıkları hiçbir iş olmadı. Sadece geçici bir dünya için, şeytan yolunda çalıştılar, nefislerinin arzusu için yoruldular, fakat ahiret hayatları için hiçbir sermaye elde edemediler. Tek kelime ile boşuna zahmet çektiler.
Bunun neticesi olarak da:
"Kızışmış ateşe girerler." (Ğâşiye: 4)
Şimdi de Allah'tan tarafa olmamanın, bâtıl dinlere uymanın, bozuk fikirler peşinde koşmanın cezâsını çekiyorlar. Tutuşturulmuş şiddetli ateş onları her taraftan kuşatmıştır. Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş, yatacak yerleri ateştir. Ateş orada ıstırap kaynağı olarak her yerdedir.
Onlara ayrıca, tahammül edilmeyecek derecede kaynar ve fokurdayan bir çeşmeden içirilir.
"Kızgın bir kaynaktan içirilirler." (Ğâşiye: 5)
Bu sular karınlarındaki bağırsakları paramparça eder. Bütün bu cezâlara Hakk'tan yüz çevirmeleri ve inkârları sebep olmuştur. Ne kadar yardım isterlerse istesinler, kendilerine yardım edilmez. Yardım edilmiş olsa bile, kendilerine öyle bir su verilir ki, içmek isteyip de ağızlarına doğru yaklaştırmış olsalar, hararetinin şiddetinden yüzleri kavrulur, yüzlerinin derileri soyulur.
"Zehirli ve dikenli bir bitkiden başka yiyecekleri yoktur." (Ğâşiye: 6)
Zakkumdan başka cehennemde bir de Dari' vardır ki, hiçbir hayvanın ağızını uzatıp yaklaşamadığı, yere yapışık dikenli bir bitkidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde onun sibir otundan daha acı, leşten daha pis kokulu, ateşten de daha hararetli olduğunu beyan buyurmuşlardır.
"O ne besler, ne de açlığı giderir." (Ğâşiye: 7)
Bu ateşten bitkiler onları beslemek için değil, azap vermek ve azaplarını artırmak için yetişir ve çoğalırlar.
Çeşit çeşit cezâlar olduğu gibi, cezâ verilenler de sınıf sınıftır. Her suç için ayrı ayrı cezâlar vardır. Bir kısmının yiyeceği "Zakkum" olurken bir kısmının ki "Dari'" olur. Bunları yemek kabil olmadığı için açlıkları devam eder durur.