Ocak 2004 tarihinde Suriye lideri Beşar Esad Ankara ziyaretinde Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Erdoğan ve zamanın dışişleri Bakanı Gül ile "İsrail ile anlaşma yapmak istiyoruz, bizim adımıza İsrail ile anlaşınız." isteğinde bulunmuştu.
İsrail'in 1967 "6 Gün Savaşları" sırasında işgal ettiği yerlerden birisi de Suriye toprağı olan Golan Tepeleri'ydi.
Arap ülkeleriyle kurulduğu günden itibaren savaş halinde bulunan İsrail su ihtiyacının % 20'lik kısmını buradan karşılıyor. Hayati öneme sahip bu kaynaklardan niçin ve ne karşılığında vazgeçmeyi istemektedir? Veyahut istiyor mu?
1967'de Suriye'nin Savunma Bakanı Hafız Esad'dı. Aynı kişi 1971 yılında yönetimi ele geçirdiği günden ölümüne kadar Golan Tepeleri'ni geri almak için çalışmıştı. Suriye'nin esas hedeflerinden birisi haline gelen bu emelle bir nesil büyümüştü.
Genelkurmay Başkanı Moşe Yaalon'un: "Suriye ile varılacak anlaşmaya karşılık, Golan'ın askeri gerekliliğinden vazgeçebiliriz. Ordumuz, İsrail'deki siyasi otoritenin Golan'dan çekilme kararı vermesi halinde, sınırlarımızı nerede olsa korur." demesine rağmen bölgedeki Yahudilerin dini otoritesi Haham Yigal Ariel ise: "Golan Tepeleri, İsrail topraklarının bir parçasıdır. Ayrıca buranın fethedilmesi yönünde Tanrı tarafından verilen buyruklar vardır." demektedir.
İsrail'de barış anlaşması yapanların akibetlerinin ne olduğu belli. Onun için hahamlar Meclisi'nin kararları siyasetçileri bağlamaktadır. Büyük İsrail devletinin sınırları içinde gösterilen Golan'dan çekilmek planı nasıl yürürlüğe konacak bilinmiyor.
İsrail'in eski Başbakanı Begin'in: "Ben parlamentonun çoğunluğunu temsilen Golan tepelerinin, tarihi açıdan İsrail topraklarının bir parçası olduğunu ve öyle kalmaya devam edeceğini ilan ediyorum." dediği bilinmektedir.
Suriye, Lübnan ve Ürdün'ün büyük akarsu kaynaklarını içinde barındırıyor olması Golan'ı çok önemli kılmaktadır. İsrail su ihtiyacının önemli bir kısmını buradan sağlamaktadır.
Sonuç olarak: "İsrail'in Golan'a yönelik işgalci planları oldukça eskidir. İngiltere'nin Filistin üzerindeki denetiminin başladığı 1918 senesinde İsrail devletinin kurucusu ve ilk başbakanı David Ben Gurion, İngiliz İşçi Partisi'ne gönderdiği bir mektupta Yermuk Nehri suyunun taşıdığı önemden dolayı, Golan'ın kendilerine verilmesini talep etmişti. Bununla birlikte Suriye'nin o dönemde Fransa'nın sömürgesi olmasından dolayı Uluslararası Yahudi Ajansı, İngiltere hükümetinden Fransa hükümetiyle görüşerek Golan tepeleri ve dağlık Cebel'il Şeyh bölgesinin gelecekte kurulması planlanan, İsrail'in sınırlarına dahil edilmesini içeren bir anlaşmayı gerçekleştirmesini de talep etmişti. Bu dilek 20. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşmediyse de, Golan'ın işgal edilmesi hedefi gerçekleşti. İsrail ordusu 6 Temmuz 1967 tarihinde Golan bölgesinin 1200 km2lik kısmını işgal etti.
... Golan ve Golan tepeleri etrafındaki düzlük alanların ortasında oldukça yüksek bir tepe olması nedeni ile jeo-stratejik bir konuma sahiptir. Bu tepelere sahip olmak başta hemen yanı başındaki Şam olmak üzere Beyrut, Amman ve Filistin üzerinde doğal bir stratejik hakimiyet üstünlüğüne de sahip olmak anlamına gelmektedir." (Dursun Yıldız, Cumhuriyet Strateji, 5 Mayıs 2008)
Bakalım Suriye-İsrail barışı gerçekleştirilebilecek mi? Barış konusunda İsrail'e güvenilir mi?
Daha evvel de barış görüşmeleri yapılmıştı. Enver Sedat ile Menahem Begin, Yaser Arafat'la İzhak Rabin arasında görüşmeler yapılmış; Nobel Barış Ödülü bile alanlar olmuştu. Bakalım bu sefer barış ödülünü kim ve niçin alacak?
Bölgede kalıcı bir barışın Türkiye olmadan asla gerçekleşmeyeceğini bütün bölge ülkeleri bilmektedir.
Bundan dolayı Suriye lideri B. Esad; "İsrail'le barış Türkiye'siz olmaz, şimdi ihtiyacımız olan şey Türkiye'nin arabuluculuğunda bir anlaşma zemini bulmaktır. Türkiye 2007 yılından beri Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapmaktadır." demiştir.
İsrail Başbakanı E. Olmert; "Çok açıkça Suriye ile barış istiyoruz ve bu yönde hareket ediyoruz. Eğer terör desteğine son verirse ve şer ekseninden kendini uzaklaştırırsa Suriye ile barış ciddi biçimde düşünülmelidir. Biz onların ne istediğini biliyoruz, onlar da bizim ne istediğimizi biliyorlar" diyerek barışa yeşil ışık yakmıştır!
Bu barışın nasıl ve kimin için, hangi ülke ve toplumun yararına olacağına ise kimse yeterli bir cevap veremez. Ama burada İsrail'in çok önemli kazanımlarının olacağını özellikle İran'ın vurulması mukabilinde değişmeleri kendi lehine çevirebileceğini belirtmeliyiz.
Bu arada ABD'li yetkililer Suriye'nin Kuzey Kore'nin yardımıyla gizlice nükleer reaktör inşa etmek girişiminde bulunduğunu, bununla ilgili bilgi vermesi gerektiğini, Amerikan Kongre üyelerine reaktörle ilgili belgelerin sunulduğunu öğreniyoruz. Bu bilgilerin asılsızlığı Suriye tarafından belirtilmiş, böyle bir olayın olmadığı, Suriye'ye karşı bir komplo olduğu ifade edilmiştir. Suriye'nin ABD Büyükelçisi ise; "Irak'taki kitle imha silahları ile ilgili yalan söylemişlerdi, bu gün de yeniden yalan söylüyorlar." demektedir.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed El Baradey, ABD'yi "Suriye'nin nükleer santral inşa ettiğine dair istihbaratı saklamakla, İsrail'i de hava saldırısından önce kendilerine Suriye'de teftişte bulunmaları için fırsat vermemekle" suçlamaktadır.
Başbakan Suriye'ye gidecek, görüşmelerde bulunacak;
"Beşşar Esad babası Hafız Esad'ın 6 gün Savaşları'nda yitirdiği Golan Tepeleri'ni 40 yıl sonra geri alma umuduyla Erdoğan'ı karşılayacak. Çünkü, Suriye için Golan Tepeleri'ni geri almak, "Ulusal gururu ve onuru kurtarmak" anlamına geliyor. Bununla birlikte tarafların bugünden yarına masaya oturmalarını beklemek doğru değil. Çünkü Esad, Suriye ile İsrail arasındaki doğrudan görüşmelerin ABD'nin himayesinde yapılmasını istiyor. Bu, Suriye'yi "Şer güçleri" arasında sayan Bush yönetimiyle mümkün değil. O nedenle ABD'de Kasım'daki başkanlık seçimleri ve ardından yeni yönetimin oluşması beklenecek. Önemli bir nokta: Suriye-İsrail gizli uzlaşması her şeye rağmen pamuk ipliğine bağlı. O ipliği korumak veya koparmak da ABD'nin elinde. Biz bu satırları yazarken CIA yetkilileri Kongre'de geçen 6 Eylül'de İsrail savaş uçaklarının Suriye'de nükleer olduğu iddia edilen bir tesise saldırısıyla bilgi vermeye hazırlanıyorlardı. Gizli birleşimdeki bilgiler medyaya sızdırılırsa İsrail'i zora sokacak. Suriye'yi ise küçük düşürecek sırlar ortaya dökülürse, patlak verecek kriz iki ülke arasında yeniden savaş rüzgarları esmesine kadar varabilir." (Erdal Şafak, 25.04.2008)
ABD ve İsrail; Türkiye ile İran'ın aralarının açılması için ne gerekiyorsa yaptılar. Ama Türkiye bu oyuna gelmedi. İran'la yapılan Doğalgaz anlaşması bile bu iki ülkenin uykularını kaçırdı. İsrail için iki kabus ülkeden İran'ın şöyle veya böyle saf dışı bırakılması esas gayedir. Bunun için Cheney'in Ortadoğu ve Türkiye ziyareti önem arz etmektedir. Planlar yapıldı, kılıçlar çekildi ve hazırlıklar yapıldı. İran ile Suriye arasında ihtilaf çıkarma girişimleri de sonuçsuz kaldı. ABD, AB ve İsrail ve müttefiklerinin bu konudaki çabaları sonuç vermedi.
İsrail, Filistin'e karşı yaptırımlarından vazgeçmeden İran ile Türkiye'nin arasının açılması için ne gerekiyorsa onu yapmaktan çekinmemişti. İsrail'in hedefi için korkulu rüya Irak'ın parçalanmasından sonra sıra güçlü ve büyük potansiyele sahip İran'ın gücünün sınırlandırılması gerekiyordu ki bunun için gerekli hazırlıklar yapılmıştır.
İsrail, her barış görüşmelerinin ardından Millî ülküsü'ne biraz daha yaklaşabilmek için mutlaka bir özel savaşla karşılık vermiştir. Bu saldırının yeni adresi Suriye olabilir, yine Lübnan olabilir, Filistinliler daha fazla katledilebilirler. İran, büyük lokma olduğundan bu işin ancak ABD ve müttefiklerince gerçekleşeceğini pekala bilmektedir. Zaten son zamanlarda Amerika'nın saldırılarının kılıfı hazırdır. Kolluk kuvveti olarak NATO, siyasi destek olarak da BM kullanılmaktadır.
İran, ABD'ne kafa tutmaya devam ediyor, İsrail de tıpkı Suriye gibi Türkiye'nin arabuluculuğunda barış görüşmelerine başlamak istiyor.
Filistinlilerin acısına son verilmediği müddetçe bölge huzura kavuşacak mı? Zor, hem de çok zor.
İsrail'de Filistin üzerinde taviz verenler mutlaka cezalandırılmışlardır. Rabin öldürülmüş, Sabra ve Şatilla katliamlarının mimarı Şaron uyutulmuştur. Arafat tarihe gömülmüştür.
İsrail, Türkiye'nin kendisiyle stratejik, askeri, iktisadi işbirliğinden de faydalanarak Filistin üzerinde saldırılarını, kıyımlarını, katliamlarını sürdürmektedir.
ABD, İsrail'in emrinde bir devletçiktir! Yani nükleer güç sahibi olduğu iddiasıyla İran'ın yok edilmesi için gereken bir saldırının gerçekleşmesi için kısa süreli de olsa Suriye'yi kenarda tutmak gibi bir niyetleri olabilir. Bu hiç de yabana atılacak bir konu değil. Ocak ayından bu yana Amerika'nın yeniden savaşa hazırlandığına ilişkin işaretler var. Cheney ve ekibi ABD'ndeki güçlü Musevi Lobisi, Körfez bölgesindeki İran konusu halledilmeden hiçbir meselenin çözülemeyeceğini, Büyük Ortadoğu Projesi'nin hayata geçirilemeyeceğini, İsrail'in "millî sınırlarına" kavuşamayacağını çok iyi biliyorlar ve gerekli adımları atıyorlar. İran'ı bir başka yazıya bırakmak kaydıyla İsrail'in bölge için planlarını irdeleyelim.
İran'ın nükleer tesislerine karşı İsrail'in hava saldırılarında bulunabileceği ihtimali güçlü. İsrail geçen ay ülkenin genelinde 5 günlük topyekün seferberlik ve savunma tatbikatı gerçekleştirmiştir. Elbette bunun çok önemli ve birincil sebepleri bulunmaktadır. İsrail, bölgede kendini tamamen yalnız hissediyor. Etrafının düşman çemberiyle sarılmış olduğunu düşünüyor. Ortadoğu'nun tek nükleer devlet olmak özelliğini elinden kaçırmak istemiyor. Güçlü ve kalkınmış, nükleer silahlara sahip komşularını hazmedemiyor. İran'ın nükleer silah elde etmesine engel olunması işinde siyasi ve iktisadi ambargo dışında bir gelişme elde edememesi yüzünden İran işinin bir an evvel başlaması ve bitirilmesini kendince zaruri görüyor.
Hatırlanacağı üzere İsrail, Irak'ın Osirak'ta kurmakta olduğu nükleer santrali 1981'de hava saldırısıyla yerle bir etmişti. 2007 yılının Eylül ayında yine İsrail, Suriye'nin Türkiye'ye yakın bir bölgesindeki bazı tesisleri sürpriz bir şekilde bombalamıştı. Bunların gizli nükleer tesisler olduğu iddiaları vardı, doğrulanmadı. İran için böylesi bir baskını göze alamadığı ise açık. Ama İsrail bu, ne yapacağı, hangi hamleleri atacağı belli olmaz. Onun için her an sıcak ve tehlikeli gelişmelere hazırlıklı olmak gerekmektedir.
Lübnan'a giren ve Hizbullah karşısında beklemediği bir yenilgi alan İsrail, Araplarla yaptığı bütün savaşları kazanmanın sarhoşluğu içinde idi. Hizbullah'ın arkasında İran vardı. Hizbullah yenilgisinin intikamı şöyle veya böyle bir şekilde alınmalı, çöken İsrail psikolojisi düzeltilmelidir! İran'ın nükleer tesislerine yönelik bir hava saldırısı durumunda bunu en çok ABD destekleyecektir. Geçmişte bütün saldırılarında İsrail'e destek veren en önemli ülke hatta hamisi ABD'dir. Lübnan'ın işgali de dahil olmak üzere Amerika İsrail'i her zaman desteklemiştir. Her türlü desteği vermiştir. İsrail'e yapılan bir saldırıyı kendine yapılmış kabul etmektedir. Buna Holokost Doktrini adı verilmektedir. Her ne şekilde olursa olsun ABD İsrail'i desteklemek, onunla olmak zorundadır. Amerika'nın ipleri Yahudilerin elindedir. Amerika kendisinin ve Yahudilerin maddi ve manevi çıkarları için Ortadoğu Bölgesinde bulunmak, var olmak ve tutunmak zorundadır. Bunun için hem müttefike, hem piyonlara hem de Yahudilere muhtaçtır.
"Geçen hafta, Saddam Hüseyin rejiminin Başbakan Birinci Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tarık Aziz'in Irak'ın işgalinden 5 yıl sonra yargı önüne çıkarılması vesilesiyle arşivimizi karıştırdık. Onun 17 Ağustos 1982'de "Le Monde" gazetesinde yayınlanan demecini bulduk. İçimiz sızladı.
1982'yi kısaca anımsatalım: .... Irak ile İran arasındaki savaş (Bağdat'a ABD başta olmak üzere tüm batı, Tahran'a ise Sovyetler Birliği sürekli silah takviyesi yapıyorlardı. ... Donald Rumsfeld, Bağdat'a gidip Saddam'a "her türlü silah ihtiyacınızı karşılamaya hazırız" diyordu.) dar bir bölgede (Şatt'ül Arap) iki taraftan da binlerce cana mal olan siper çatışmalarıyla sürüp gidiyor....
İşte öyle bir savaşın henüz başında Tarık Aziz, 1929'da İskenderiye'de doğan ve bu coğrafyayı çok iyi bilen Paul Balta'yla mülakatında şöyle diyor:
"ABD, İsrail'in 20 yıl önce hazırladığı bir stratejinin peşine takıldı. Plan, Ortadoğu'nun etnisite ve mezhep temelinde bir sürü küçük devlete dönüştürülmesini amaçlıyor. İsrail'in bölgedeki üstünlüğünün ancak bu şekilde sürdürülebileceği hesaplanıyor. Plana göre Irak üçe bölünecek: Kuzeyde Kürt, ortada Sünni Arap, güneyde Şii Arap devletleri. Lübnan ise Maruniler, Dürziler, Şiiler ve Sünniler olmak üzere 4-5 devlete parçalanacak. Ürdün Bedeviler ve Filistinliler olmak üzere ikiye ayrılacak. Suudi Arabistan Krallığı kurulduğu 1933 öncesinin aşiret düzenine döndürülüp bir çok devletçik yaratılacak. Bu planın yürüyebilmesi için, öncelikle en büyük engel görülen Irak'a saldırılması gerekiyor. Çünkü bölgede hem su, hem petrol kaynaklarına sahip olan tek ülke Irak. ... Göreceksiniz; işe Irak'la başlayacaklar."
Bu müthiş öngörüsünden 21 yıl sonra ülkesi işgal edilen Tarık Aziz şimdi ... yargılanıyor. Aslında ileriyi görmesinin bedeli ödetiliyor ona. .... Zaten John Mc Cain'den Ortadoğu ve Orta Asya orduları komutanlığına atanan General David Patreus'a kadar ABD devletinin asıl temsilcileri de gerçeği saklamıyorlar: "En az 100 yıl oradayız!"" (Erdal Şafak, 5 Mayıs 2008)
BOP'un altındaki gizli imzanın "Büyük İsrail Devleti" adına Yahudilere ait olduğu anlaşıldı değil mi?
Bu planın Türkiye ayağı da var. Bu yüzden Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler her şeye rağmen geriliyor.
Umur Talu "Güvenilmez Ülke" başlıklı yazısında bu gerçeğe vurgu yapıyor. Yorum ve değerlendirme okuyuculara aittir.
"Gelecekte Türkiye daha zor tahmin edilebilir ve daha az güvenilir bir müttefik olacak. ABD iyi ilişkilerinin sürmesini istese bile, Kürt sorunu, İran'ın nükleer niyetleri, Lübnan Krizinin yarattığı sorunlar daha belirleyici olacak.
Türkiye'nin Batı kimliği ile Ortadoğu'ya yönelişi arasındaki gerilimler artacak. Son on yılda kendini belli eden, ABD ve Türkiye çıkarları arasındaki farklılıklar büyüyecek… Türkiye, Ortadoğu'daki operasyonları için ABD'ye İncirlik üssünü kullandırtmada daha gönülsüz olacak. Özal'ın üssü ABD'ye kullandırtması kural değil, istisna idi. O günden beri Türkiye İncirlik'ten muharip görevleri giderek daha fazla engelledi. ABD, Körfez ve Ortadoğu bölgelerindeki operasyonları için Türkiye üslerine, özellikle de İncirlik''e güvenemez.
Kürt sorununun önemine binaen, hiçbir bağımsız Kürt devleti istemediği için, Türkiye, İran ve Suriye arasındaki iyi ilişkiler devam edecek. Dolayısıyla, Türkiye, ABD'nin İran ve Suriye'yi tecrit etme yahut rejimlerini devirme operasyonlarında gönülsüz olacak. ABD'ye hep, iki ülke ile diyalog çağrısında bulunacak. Bu, ABD ve Türkiye arasındaki gerilimlerin en önemli noktası. ..." (Sabah:17. 04. 2008)
Küresel aktör denilen güçlerin ne kadar hırslı ve doymaz oldukları göz önüne alınırsa; Türkiye'nin sıkıntılarının daha da artacağını tahmin edebilirsiniz.