Şeyhü'l-Ekber İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ'-i Muğrib fi Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ" kitabında; Hatemü'l-evliyâ olan zâtın ve ihvânının yaşayacağı devrin Mustafâ -sallallâhu aleyhi ve sellem-in asrına benzeyen bir devir olacağını; bu karanlık devrin imamı olan bu zâtın, yetmiş sahâbenin ecrine denk olan işler yapacağını beyân ederek, insanların ve dalâlete düşürücü şeytanların iyice azgınlaşacağı bu devirde onun, ihvânı ile birlikte îmân ve istikâmetini koruyacağını haber vermişti:
"Ey kardeşim!
Mustafâ'nın asrıyla birleşen devir sana gizli kalmasın. İnsanın Sübhân olan Rabb'i ile beraberliğini devâm ettirmesinin ve O'nu görüp gözetmesinin mevcûdiyeti zevâle ermez. Nitekim Hakk onu gösterir; şeriat ona işâret eder ve onunla ilgili olarak, yıkım ve ölüm ibâresi içinde bir de duyum gelir. Bu ise öncüleri olan kişinin, onlardan (ilk devirdekilerden) yetmiş kişinin ecriyle amel edeceği için, yapacağı amelle onları öne geçireceği ve üstünleştireceği anlarla ilgilidir.
Onların önünde bir imam olur; fakat onlar, onların bulduğu gibi, kendilerine hayır husûsunda yardımcılar bulamazlar. Zirâ onların imamını, onlarınkini gördükleri gibi bir gözle görmezler. Halbuki sâhibine herhangi bir şüphe karışmadan, göze görünmeyene imân eden kimseden daha sağlam biri yoktur. İşte belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamânı budur!
'Bizim zikrimize iltifat etmeyen ve dünyâ hayâtından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir! Onların ilimden erebildikleri gâye işte budur.
Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir. O hidâyete erenleri de en iyi bilir.' (Necm: 29-30)
Şimdi bu işâretleri kendi nefsin hakkında bir düşün ve onu kalbinle ve hissinle birleştir! İnatçı zorbaların ve dalâlete düşüren şeytanın iyice azgınlaşacağı devir, gündüzün geceden çıktığı şekilde onların karşısına çıkar. Ancak senin, (yoldan) çıkış ve veyl ashâbıyla hiçbir ilgin yoktur ve düzgünsündür. Sana izâh edilen yolun önemini çok iyi öğren!.." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ"; s. 22, bas.: Mısır, 1954.)
Dikkat edilirse Hazret bu beyanlarında Hâtemü'l-velî'yi "Bu karanlık devrin imamı" olarak vasıflandırmakta ve bu zâtın "yetmiş sahabenin ecrine denk" olan işler yapacağını haber vermekte, onun ve ihvânının yaşayacağı devrin Mustafâ -sallallâhu aleyhi ve sellem-in asrına benzeyen bir devir olacağını söylemektedir.
Nitekim Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri'nin beyanları da şöyledir:
"Açtılar kenz-i füyûzu olunuz hil'at-pûş,
Mustafâ geldi yine cümleniz îmân ediniz."
(Yâni: "Feyizlerin kaynağını açtılar, süslü elbiselerinizi örtünüz; Mustafâ yine geldi, hepiniz îmân ediniz!..)
Bu karanlık devrin imamı olan bu zâtın, "yetmiş sahâbenin ecrine denk olan işleri yapması" ne demektir? Ne gibi işler yapmıştır? İnsanların ve dalâlete düşürücü şeytanların iyice azgınlaşacağı bu devirde onun, ihvânı ile birlikte Allah-u Teâlâ'nın izniyle îmân ve istikâmetini korumaya çalışması nasıl olmuştur? Şimdi bunun izahını yapalım:
O öyle bir zamanda gönderildi ki, nice türemelerin ürediği, Allah'lık dâvâsında bulunan firavunların yine türediği, ilâhlık dâvâsında bulunulduğu, herkesin kendi bayrağını açtığı bir devirde gönderildi.
Böyle karanlık bir zamanda, saptırıcı îmânsız imamlar olsun, âhir zaman ulemâsı olsun, sahte Mehdî'ler olsun, sahte Îsâ'lar, sahte Dâbbetü'l-arz olsun; bunlar sıra ile çıktılar, meydânı boş buldular, hepside suret-i hakktan göründüler, İslâm'ın önderi, kurtarıcısı gibi göründüler.
Saf ve temiz müslümanlar hemen büyük kitleler halinde onlara iltihak etti. Şu kadar var ki, sûret-i hakktan görünen bu deccaller, bu kitleleri görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular; etraflarında kendilerine göre bir kalabalık görünce hepsi de ayrı ayrı dinlerini ilân ettiler, kendi kurdukları dîni ayakta tutabilmek için Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar. Kendi dinlerinin icaplarını ortaya koydular ve müslümanları kurdukları dîne çekerek, bir taraftan îmânından ettiler, diğer tarafdan da dünyâlıklarını soydular ve yoldular. Hem îmânsız bırakıyorlardı, hem de kazançlarını ellerinden alıyorlardı; bu işleri yaparken üstelik bir de "din" nâmına yapıyorlardı!..
Oysa Allah-u Teâlâ Kelâm-ı Kadîm'inde şöyle ferman buyurmaktadır:
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun! Onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)
Bunların bütün gâyeleri, halkı kendi kurdukları dinlerine dâvet etmekti!..
Bu imamsız imamların kimi türemeleri ev ev geziyorlardı, halkı böylece soyuyorlardı; hem îmânlarını hem de maddelerini alıyorlardı.
Her tarafta binâlar kurdular, saltanat sürdüler. Sonra topladıkları paraları koyacak yer bulamadılar, bankalar kurdular; böylece Hazret-i Allah'a ve Resûlullah Aleyhisselâm'a alenen harp açtılar!..
Onların müslüman olmadığını biz size söylerdik…
Vehhâbîler İslâm dînine sâhip çıktılar, hazır dîni buldular: "Bu bizimdir!" dediler, İslam'ı vehhâbîliğe çevirdiler. Bunlar da öyle!.. Hazır bir din buldular, kendilerine mâlettiler. Bunların deccal'den bile daha beter oluşları, sûret-i hakktan görünüşleriden oldu. Böylece bir çok müslümanları hem îmânlarından soydular, hem dünyâlarını, hem âhiretlerini yok ettiler!..
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadîs-i şerîf'lerinde bunları târif ederken şöyle buyuruyorlar:
- "Sizin için deccâlden çok deccâl olmayanlardan korkarım!..
- Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır!" (Ahmed bin Hanbel)
Nitekim bugün görülüyor ki, îmân sâhibi olduğunu söyleyen milyonlarca müslüman bu saptırıcı imamlara uydular, göz göre göre kuyuya düşerek îmândan çıktılar!
Bunlar Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in aşağıda arzedeceğimiz Hadîs-i şerîf'lerinde: "Koyun postuna bürünen kurtlar" diye vasıflandırarak tarif ettiği, koyun postuna bürünmüş çok korkunç kurtlardı:
"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyâlığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler, dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir!
Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:
"Bunlar acabâ benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musîbet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklar!.." (Tirmizî)
Buna da âmil olan, "İslâm" maskesi altında dîn-i mübîne yaptıkları büyük tahrîbattır!..
Bu firavunların yetiştirdiği bu türemelerin her birisi kendi yoluna yakışanı yapıyordu. "İslâm" gibi görünerek halkı kendi dinlerine çekiyorlar, îmânlarını alıyorlardı.
Biz halkı uyandırmak için her fırsatta ikâz ediyorduk;
"Fâsıka ikrâm eden kimse İslâmiyet'in yıkılmasına yardım etmiş olur." (Münâvî)
Hadîs-i şerîf'ini ortaya koyuyorduk, fakat bu fasıklara yardım etmekle hem dîn-i İslâm'ın bu hâle gelmesine, hem de kâfirlerin beslenmesine vesîle oldular!..
Bu türemeler bunları "İslâm" nâmına yapıyorlardı; isteyen de öyle yapıyordu, yardım eden de öyle yapıyordu. Onları "müslüman" zannediyor, var güçleriyle onları destekliyor ve yardım ediyordu!..
Bu gibilerin fesadları, sahtekâr ve yalancı oldukları, küfre kaydıkları, her mevzûda Âyet-i kerîme ve Hadîs-i şerîf'lerle ortaya konularak izâh ve ispât edildi.