• Yerde ve gökte, canlılarda ve cansızlarda, zerreden kürreye kadar her şeyde meleklerin her birinin birer vazifesi ve vazifelerine göre isimleri vardır.
Vazifeleri icabı yerde, gökte ve ikisinin arasında bulunurlar.
Yerde bulunanlara "Arzî melekler" adı verilir. Gökte bulunan meleklere ise "Semâvî melekler" denir.
"Biz ancak Rabb'inin emri ile ineriz." (Meryem: 64)
Âyet-i kerime'sinde bahsolunan melekler bunlardır.
• Meleklerin en büyükleri ve en kudretlileri dörttür. Allah-u Teâlâ'nın meleklere olan emirleri bu melekler tarafından ulaştırılır, maiyetlerinde sayısız melekler vardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah hem meleklerden elçiler seçer, hem de insanlardan. Şüphesiz ki Allah işitendir, görendir." (Hacc: 75)
Cebrâil Aleyhisselâm: İlâhi sırları ve emanetleri taşıdığı için Allah-u Teâlâ'ya en yakın melektir. Peygamberlere vahiy getirir.
Mikâil Aleyhisselâm: Rızıkları sahiplerine ulaştırmak, yağmur yağdırmak rüzgâr estirmek gibi her türlü tabii ihtiyaçlarla ilgili vazifelere bakar.
İsrâfil Aleyhisselâm: Vazifesi Sur'a üfürmektir. Kıyamet onun Sur'a üfürmesiyle kopacak, ikinci üfürmesiyle tekrar diriliş meydana gelecektir.
Azrâil Aleyhisselâm: Allah-u Teâlâ onu eceli gelmiş insanların canlarını almakla vazifelendirmiştir.
• Hamele-i arş adı verilen ve arşı taşıyan melekler Âyet-i kerime'de şu şekilde geçmektedir:
"Arş'ı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar, Rabb'lerini hamd ile tesbih ederler." (Mümin: 7)
• Kiramen kâtibin melekleri, her insanın sağında ve solunda bulunur. Sağdaki sevapları, soldaki günahları tespit eder. İnsanların ağızlarından çıkan her sözü, işledikleri iyi ve kötü her şeyi yazarlar.
Bu yazılan defterler, kıyamet günü sahiplerine teslim edilir, hesap da bu defterlere göre olur.
Âyet-i kerime'de:
"Oysa yaptıklarınızı bilen şerefli kâtipler sizi gözetlemektedirler." buyuruluyor. (İnfitar: 10-12)
Bu melekler ayrıca mahşerde hesap sırasında yapılan işlere şahitlik ederler.
• Hafaza melekleri'nin hususi işleri vardır. İnsanların önünde ve arkasında yürüyerek gelecek tehlikelerden korurlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Size koruyucu (melekler) gönderir." (En'âm: 61)
"Önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır." (Râd: 11)
• Münker ve Nekir melekleri ölen her insana kabirde "Rabb'in kim? Peygamberin kim? Dinin ne?" sorularını sorarlar.
Bu meleklere kabir melekleri de denir. Bu iki melek görülmeden ahiret alemine geçilmez.
• Mukarrebun diye anılan melekler daima tenzih, tehlil ve tesbih ile meşguldürler. Allah-u Teâlâ'nın Cemâl-i bâkemâli karşısında kendilerinden geçmiş, dalgın ve istiğrak halindedirler. Hiçbir şey onları alâkadar etmemektedir. Müheyyemûn adı da verilen bu meleklerin, kâinatın yaratıldığından dahi haberleri yoktur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Mesih de, mukarreb melekler de Allah'ın kulu olmaktan asla çekinmezler." buyuruluyor. (Nisâ: 172)
• Hazene-i cennet ve cehennem melekleri, cennet ve cehennemin bekçileri durumundadırlar.
Cennet melekleri, cennetteki müminlere hizmet ederler ve onlarla arkadaşlık yaparlar. Başkanına Rıdvan adı verilir.
Cehennem melekleri veya zebâniler ise cehennemdekilere azab ederler. Bunların başkanı da Mâlik'dir.
• Rahmet melekleri, müminlerin daima yanında bulunurlar, evlerinde dahi yanlarından ayrılmazlar.
• Yardım edici melekler, müminlere darlık zamanında bilhassa muharebe zamanlarında saf tutup yardım ederler, müminlerin mâneviyatını yükseltirler. Nitekim Bedir harbi'nde insan suretine girip, Hendek harbi'nde ise görünmeden müslümanlara yardım etmişlerdir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hani siz Rabb'inizden yardım istiyordunuz. O 'Ben size birbiri peşinden bin melekle yardım ederim.' diye duânıza icabet etmişti." (Enfâl: 9)
"Biz onların üzerine rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik." (Ahzâb: 9)
Bu yardım kıyamete kadar devam eder.
• Bu sayılanlardan ayrı olarak daha bir çok vazife ile mükellef melekler vardır:
Okunan selâvât-ı şerife'yi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ulaştıranlar.
Sokakları, yolları dolaşıp zikrullah meclislerini arayanlar ve iştirak edenler. İlim meclislerine katılanlar.
Müminin kalbine doğruyu ve hakikati ilham edenler.
Her gün sabah ve ikindi namazında müminlerle birlikte olanlar.
Cuma günleri Cuma namazına gelenleri tespit edenler, hutbe okunurken içeri girerek hutbe dinleyenler.
• Melekler topluluğuna, en yüce melekler meclisi mânâsına gelen "Mele-i â'lâ" denir. Bu ismi Allah-u Teâlâ vermiştir:
"(De ki:) Mele-i â'lâ'da kendi aralarındaki tartışmalarına dair benim hiçbir bilgim yoktu." (Sâd: 69)
Âyet-i kerime'sinde bunu görmekteyiz.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Miraç gecesinde Mele-i â'lâ'ya uğradığını ve Cebrâil Aleyhisselâm'ı haşyetullahtan, eski bir paçavra olarak gördüğünü beyan buyurmuştur.
Mele-i â'lâ meleklerden müteşekkil olduğu gibi, bir kısmını da Mele-i a'lâ'ya yakın olan insan ruhları teşkil eder. Allah-u Teâlâ onlardan beden kafesini kaldırdığı zaman o ruhlar Mele-i â'lâ'ya katılarak onlardan sayılırlar.
Bu yüce insanların da ruhen iştirak edecekleri bu en yüce meclisin toplantılarının esrarına muttali olmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen cin ve şeytanlara, semâların nöbetçileri ateşten bir mermi gibi hücum ederek onları imha ederler.
Nitekim Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onlar Mele-i â'lâ'ya kulak verip olup bitenleri asla dinleyemezler. Dinlemeye kalkışsalar her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azab vardır. Hele bir tek söz kapan olursa delici bir alev onun peşine düşüverir." (Sâffât: 8-9-10)
• Nûrânî ve ruhânî varlıklar olan meleklerden başka, Allah-u Teâlâ'nın yaratmış olduğu cin adı verilen lâtif varlıklar da vardır. İnsanlarla birlikte yeryüzünde hayatlarını sürdürürler. Onlar ateşten yaratılmışlardır.
Âyet-i kerime'de:
"Cinleri de yalın bir ateşten yaratmıştır." buyuruluyor. (Rahman: 15)
Şeytan da cin taifesindendir.
Onların da insan toplulukları, kabileleri ve cinsleri gibi muayyen toplulukları vardır. Evlenirler-çoğalırlar, yer içerler, genci ihtiyarı vardır. Ancak nerede yaşadıkları bilinmemektedir. Dünyanın dışındaki yıldızlarda yaşama kabiliyetleri de vardır. Onlar insanları görürler, söylediklerini işitebilirler, dillerini anlayabilirler. İnsanlar ise onları göremezler.
Namazda müslümanlara iktida ederler. Gıdaları kemiktir, tezek de hayvanlarının yemidir.
Uzunluk, kısalık ve bir mekânda bulunmak gibi sıfatlara hâizdirler. Kendilerine mahsus ilimleri vardır. Muhtelif şekillere girme hassaları mevcuttur. Çok defa yılan suretinde görüldükleri rivayet olunmaktadır.
Hem hidayet yoluna hem de dalâlet yoluna gitmeye müsait kabiliyette yaratılmışlardır.
Cinlerin mümin olanları müminlerle beraber cennette, kâfir olanları kâfirlerle beraber cehennemde olacaklardır.
"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zâriyat: 56)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğuna göre insanlar Kur'an-ı kerim'in hükmü ile mükellef oldukları gibi, cinler de onun ahkâmı ile mükelleftirler. Resulullah Aleyhisselâm'ın insanlardan olduğu gibi, cinlerden dahi ashâbı vardı.
• Şeytan Allah-u Teâlâ'ya uzun müddet isyan etmeden ibadette bulunmuştu. Meleklerin Âdem Aleyhisselâm'a secde etmeleri emri ile o da mükellef tutulunca itiraz etmiş; kendisinin ateşten onun ise topraktan yaratıldığını, bu sebeple ondan daha hayırlı olduğunu bildirmişti.
Allah-u Teâlâ'nın emrini mânâsız bularak itiraz etmesi, kendisinin Allah-u Teâlâ'dan daha iyi hükme vardığını iddia etmesi sebebiyle ilâhî rahmetten ebediyyen tardolunmuştur.
Şeytan Allah-u Teâlâ'dan, kıyamet gününe kadar mühlet istemiş ve bu isteği kabul edilince de, insanları yoldan çıkarmak için her türlü çareye başvuracağını bildirmişti.
İlk olarak Âdem Aleyhisselâm ve eşi Hazret-i Havvâ'nın cennetten çıkarılmasına sebep olmuştur.
Allah-u Teâlâ'ya gönülden inanan, ibâdetlerini yapan kullarının üzerinde şeytanın hiçbir hakimiyeti olmaz.
Bu hususta Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Şeytanın inananlar ve Rabb'lerine güvenenler üzerine bir nüfuzu yoktur." (Nahl: 99)