Türkiye, yeni siyaset arayışlarının oluşmaya başladığı günümüzde; Ortadoğu coğrafyasında, Balkanlarda, Kafkasya’da, Orta Asya enerji güzergahında, bölge petrolünün taşınmasında eşsiz bir potansiyel ve öneme sahip bir ülkedir.
Bölge ülkelerinin hemen tamamına yakınının ABD ve yandaşlarının yakınında bulunması dikkate alınırsa İran, Suriye gibi “Karşıt Cephe Ülkeleri”nin etkili bir blok oluşturamaması, Türkiye’nin de yeni arayışlar içinde bulunmasını, çok çabuk hareket etmesini, zinde bir dış politika takip etmesini, milli menfaatler ekseninde tavır koymasını zaruri kılmaktadır.
Oysa durum pek iç açıcı değil. Geleceğimizi ipotek altına alacağı bilinen yasalar çıkartılmakta, ”Özelleştirme” adı altında stratejik kurumlarımız yabancılara satılmakta, IMF, AB gibi kurumların telkinleri milli politika olarak uygulanmaktadır. Bölgemizde bitmeyen “Büyük Oyun”lardan, sıkıntılardan memleketi kurtarmak, düzlüğe çıkarmak idare-i maslahatçı politikalarla mümkün görünmemektedir. “Amerika ne der?” diye özetlenebilecek bir dış politika ile nereye kadar gidebiliriz?
Türkiye büyük bir oyunun oyuncağı yapılmak istenmektedir.
ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney Ortadoğu’da yeni bir savaş planıyla bir gezi düzenledi. Başkan Bush’un isteği üzere kısa bir ziyaret için Türkiye’ye geldi, görüşmelerde bulundu. Bayram değildi, seyran değildi!
Ankara’dan İran’a karşı yapılacak savaşta yardım talep ettiği biliniyordu. Afganistan’a asker gönderimi ve askerlerimizin bizzat savaşa katılması isteniyordu. Türkiye, Suriye ile ilişkilerini ABD’nin istekleri doğrultusunda değiştirmeliydi.
İran’ı vurmayı kafasına koyan ABD; “İran, Irak’taki direnişçilere silah veriyor; maddi destek ve eğitim sağlıyor” gerekçesiyle yeni bir bahane ortaya atmaktadır. İran’ın vurulmasında, Türkiye ateş içine çekilmek istenmektedir. Cheney: “İran çok ciddi bir tehdittir, bizi bu konuda destekleyin.” demektedir.
İsrail’in güvenliği ABD için birinci planda en önemli bir meseledir. İsrail ise ne olursa olsun, hangi şartlarda kalınırsa kalınsın mutlaka ve muhakkak İran’ın etkisiz hale getirilmesini istemektedir.
Bu arada Amerikan Savunma Bakanı Gates Türkiye’ye geldi; İran’a karşı kullanılmak üzere “Füze Savunma Sistemi”nin Türkiye üzerinde konuşlanmasını istedi. ABD İran ve diğer ülkelerin potansiyel tehdidine karşı koyabilmek için Türkiye’den beklenen cevabı alamadı.
İran, Cheney için ikinci vuruş hedefidir, bundan vazgeçmesi mümkün görünmüyor. ABD çıkardığı savaşlarının getirisini, maliyet ve mahiyetini düşünmemektedir. Okyanus ötesinde, kendi toprakları üzerinde rahat olması, huzurlu yaşaması ve başka milletlere ait kıymetlerin zorla elde edilmesi için gerekirse haksız itham ve saldırılarla devletleri bombalamayı, yakıp yıkmayı kendisine bir vazife telakki etmektedir. Irak misali önümüzdedir. İkinci kere seçilen Bush-Cheney ikilisi İran’ın kesinlikle vurulacağını, sonra diğer meselelere yöneleceklerini söylemeleri dikkatlerden kaçmamalıdır.
Bu ziyaret esnasında İran’la savaşa karşı çıkan; İran ve Irak’ın da içinde bulunduğu Yakındoğu Bölgesi’nden sorumlu Amerikan Merkez Kuvvetleri Komutanı Oramiral William Fallon istifa etmiştir. Bu istifa Cheney’in işini daha da kolaylaştırmıştır.
New York Times’ın eski Türkiye Temsilcisi Stephen Kinzer’in özel yorumu önemlidir: “Amiral açık açık İran’a yönelik bir askeri mücadeleye karşı çıkıyordu. Bu, İran’a saldırı için bastıran Cheney ve benzerleri için büyük bir zafer. 1953’de Başkan Eisenhower’ın Başbakan Musaddık liderliğindeki İran hükümetini devirmeye karar vermesinin ardından Tahran’daki CIA biriminin şefi Roger Goiran’a darbeyi hazırlama emri verilmişti. Goiran İran’a müdahalenin korkunç bir fikir olduğu yanıtını vermişti. Washington’un buna verdiği cevapsa basit ve doğrulandı: Goiran görevinden alındı…. Bu nedenle bugünkü haberler tarihin uğursuz bir tekerrürünü işaret ediyor. 1953’teki İran darbesi Ortadoğu’yu istikrarsızlaştıran ve ABD’nin ulusal güvenliğini vahim ölçüde zayıflatan bir dizi felakete yol açtı. Bugün İran’a düzenlenecek bir saldırı daha az vahim olmayacaktır.”
Bilindiği üzere İran Başbakanı Musaddık 1953’te devrilmişti.
Fallon, ABD adına Özbekistan’da üs temin etmek istemiş; aynı şekilde Kırgızistan’da da askeri üs talep etmiş ve sonuçsuz kalmış; Afganistan’da Taliban’a karşı NATO ve ABD güçlerinin yetersiz kaldığını işaret etmişti.
Görevden alınan Fallon şöyle söylemişti:
“Beyaz Saray İran’ın nükleer gücü konusunda çok sabırsız davranıyor. Şu anda dünyanın belli bir bölgesine baktığınızda kaynayan 5 ya da 6 kazan var ve ulusumuzu sadece tek bir problemle büyülemeye gerek yok. Ülkeleri, herkesin yararı için çalışmak üzere bir araya getirebileceğimiz yollar bulmalıyız. Savaş durumu içinde olma iyi bir fikir değil. Başka şartları oluşturmak içinçabalamalı ve elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız.”
Bu sözler adamın başını yedi ve görevinden alındı.
Amerikalı şahinler yine iş başındalar ve İran işini sıkı tutuyorlar.
Cheney tura çıktı. Bölgemizi gezdi, dolaştı, bilgiler aldı, çantasını doldurdu ve gitti. Füze sistemi konusunda Türkiye’den aradığı desteği bulamayınca ABD rotasını Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne çevirdi. Rusya Lideri Putin buna şiddetle karşı çıkmakta ve; “Bush yönetimi çok istiyorsa gitsin bu sistemi müttefiki Türkiye’de ve denizdeki platformda kursun” diyor.
Cheney her geldiğinde bir şeyler alıyor ve gidiyor sonra da savaş başlıyor. İşini iyi bilmektedir. Bundan 6 yıl önce de Türkiye’ye gelmişti. Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere, Ürdün, İsrail ziyaretlerini gerçekleştirmiş ve ardından Irak işgal edilmişti. Irak’ın kimyasal ve nükleer silahlara sahip olduğu iddialarını ortaya atmış ve ABD’nin bu ülkeye yapacağı operasyonlara! destek verilmesini istemişti.
TBMM’nde görüşmeler yapıldıktan sonra Türkiye’ye gelen “Karanlık işlerin adamı” Cheney, Gazeteci Serdar Turgut’un ifadesiyle “Armagedon senaryosu” için mi Türkiye’de? “Ülkenin bu kadar karıştığı ve bir çok belirsizliğin üst üste geldiği ortamda bir de Cheney’in gelmesi, ‘Türkiye için bir armagedon senaryosu mu gündeme sokuluyor?’diye düşündürtüyor insanı. … Kendimiz için değil çocuklarımızın geleceği için bugün TBMM’de akılların başa toplanmasını talep ediyoruz. Sadece bugün bile olsa yaklaşan tehlikeyi, iyi bir şekilde değerlendirip, birlik halinde durabilmeliyiz….” (20 Mart 2008)
Amerika ve Avrupa Birliği hareketlerini, stratejilerini çok ince ayarlarla yürütmektedir. Öyle gelişi-güzel, günü-birlik, ihtimallerle davranmazlar. Sağlam basarlar, herkesin, her kurumun görevi vardır ve görevlerini titizlikle yerine getirirler. Santim santim ilerleme kaydederler. Mesela; Türkiye ile ilgili önce bir “tavsiye kararı” alırlar, ardından yerine getirilmesi için bastırırlar. Türkiye de birliğe katılma iştahı ile ne söylenirse yerine getirmek mecburiyetindedir. Vakıflar yasasında olduğu gibi. Hemen hemen pek çok konuda ABD ile birlikte hareket ederler. Güya ABD de Türkiye’nin AB üyeliğini bütün içtenliği ile destekler görünür.
Amerikan ekonomisi artık çöküşe geçmiştir. Doların değer kaybetmesi gibi nedenler Amerika’nın saldırganlaşmasını tetikleyecektir. Hürmüz Boğazı’ndan petrol akışının kontrol altına alınması ve yeni sahaların ele geçirilmesi bu ülkeyi avucunun içinde tutan “küresel sermaye”nin ana hedeflerindendir. Zavallı ABD, aslında bu Siyonist-Küresel Çetelerin oyuncağı, piyonudur.
NATO toplantıları, AB’nin yetkililerinin ülkemizi ani ziyaretleri, İran’a saldırı hazırlıkları, dalga dalga büyüyen açlık felaketleri, gelir dağılımının daha da adaletsizleşmesi, yoksulluğun dünya üzerinde hızla yayılması, ekili tarım alanlarının önemli kısmının yok edilmesi, ormanların talanı, hava kirliliğinin büyümesi vs. hepsi global sermaye hırsızlarının insanlığın başına geçirdiği felaket tuzaklarıdır. ABD ve bilumum Batı’da çok yemeden kaynaklanan “Obezite” hastalığı sür’atle yayılıyor. ABD ve İngiltere bu hastalığın önlenmesi için adeta Milli Savunma Bakanlığı’na harcanan kaynağın aynı kadarı bir bütce ayırmak mecburiyetinde kalmaları üzerinde durulursa mesele biraz daha anlaşılmış olacaktır.
Dünyanın durumu; adam gibi, efendi, adil, yüksek karakterli hakim bir necip milletin aleme nizam verememesi nedeniyle her geçen gün biraz daha bozuluyor. Bunu tarihler boyunca Türk milleti yapmıştı. Yeniden başarmak mümkün değil mi?
Bugünkü şartlarda bu mümkün değil ve bu millet üzerindeki “ölü toprağını” atabilmiş değil. Ortalığı daha da bozacak, karıştıracak, ateşe verecek Amerika ve yandaşlarının dünyanın başına daha çok belalar açacaklarından kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü halen “va’d edilmiş toprakların tamamı kurtarılmış” değil. Bunun gerçekleşmesi için daha çok kan akmalı, insan ölmeli, ocaklar sönmeli, maddi değerler hortumlanmalı, ülkelerin sınırları ortadan kalkmalı ve sınırlar yeniden çizilmelidir. Yapılmak istenenin arka planında bu gayenin tahakkuku vardır.