Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin cifr ilmine dayanarak, Kur'an-ı kerim'de geçen bazı Âyet-i kerime'lerde Hâtemü'l-evliyâ olan zâta işaret eden gizli ibareler bulunduğuna dikkat çektiğini belirtmiş ve onun bu husustaki beyanlarını arzetmiştik.
Her ne kadar bu Âyet-i kerime'ler bu ilim üzerinde açılmışsa ve bu gizli ibârelerdeki mânâları anlamıyorsanız da, şimdiye kadar yaptığımız açıklamalardan sonra, bu noktada yapacağımız izahlar, nakledeceğimiz ifşaatlar anlatılmak istenen mânâyı aksettirir ve bu Âyet-i kerime'lerin açılmasına sebep olur.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, "Kitâbu'r-Riyâze" isimli eserinde; Allah-u Teâlâ'nın bu kulunu nasıl bir himaye ile koruduğunu, ondaki şehvânî hareketleri nasıl yokettiğini ve onda zuhur eden bu aklın "Ulü'l-elbâb"dan başka bir şey olmadığını çok açık bir biçimde beyân ederek şöyle buyurmuştur:
"Allah ile düşündüğünü, Allah ile konuştuğunu, Allah ile işittiğini, Allah ile baktığını ve Allah ile yürüdüğünü tasavvur dahi edemediğimiz bir kulun; dünya diyârındaki meşguliyeti, eserleri ve hareketleri acabâ nasıl olur!
O'nunla konuşan dedi ki: Bu nasıl olur?
Buyurdu ki: Allah'ın kendisinde gizlendiği bu kul; O'nun idare ettiği, koruduğu, gözettiği ve kendi adına hareket ettirdiği bir velidir. Nitekim O, onun içindeki şehvetleri öldürüp, onu bizzat kendi ortaya koyduğu şeylerin içinde bulundurur. Onu kendi Nur'u ile açıp, zorlukları kendisine kolaylaştırır. Onda Ulü'l-elbâb'ı meydana getirerek; sebepler, ilâhî himmet ve idrak hususunda da kendisine istimdat eder.
O da konuşurken hikmetle konuşup, tefekkürle açıklar. Bakarken ibretle bakar. Yürürken heybetle yürür. Tutarken kuvvetle tutar. O onun kalbini lüzumsuz düşüncelerden meneder, ilâhî tedbir ile ilgili işlerde de ondan selbeder. İşte bunların hepsi, hakikatıyla Kitap'ta ve haberde mevcuttur." ("Kitâbu'r-Riyâze ve Edebü'n-Nefs", Es'ad Efendi, nr.: 1312, vr. 10b-11a)
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri: "Allah ile konuşur" buyuruyor, yâni içindeki konuşuyor. Tek kelime ile: "Allah ile!" diyor. Hakk o cesedin içinde olduğu için, onun âlîliğinden ötürü cesede değer vermişler. Fakat o bir robottur, bir maskedir, hükümsüzdür.
Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü'l-evliyâ olan zâtla ilgili bir esrâr hazînesi ve apaçık bir kerâmet olarak kaleme aldığı "Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ' ve Şemsü'l-Mağrib" adlı kitabında Hâtemü'l-evliyâ'nın ismine ve dış görünüşüne işâret ederek şöyle buyurmuştur:
"Bil ki, velâyet bayrağının ve mührünün taşıyıcısı ve makâmın ve gâyenin nihâyeti olan Hatm, hiç bilmezken 'Hatm' oldu ve cesedlenmiş bir rûhâniyyet ve müteaddit bir ferdâniyyet içinde, dilemeksizin ve tasarruf etmeksizin iş onda vâr oldu. Hatm'in cismî işi gizli ve örtülüdür, Hatm ile ilgili olarak açığa çıkarılabilen ise, (onun) yalnız makâmî olan işidir."
Bilin ki onun zamânı, ezelde kendisi için yazılmış olan şeye göre yerleştirilen İlk Sûret'ten dördüdür. İlk müddeti ay gibi, ikinci müddeti Cum'a (günü) gibi, üçüncü müddeti gün gibi, dördüncü müddeti ise saat gibi olur. Güvenilir ve şüpheli düşünceler gibi, müddetlerden geriye hiçbir şey bırakılmaz; o, onun Hatm'i ile ilgili mertebesinden de zâil olmaz. Onun zuhûru bu ilim ve hikmetlerle meydana gelmezse, bu hükümle "Hatm makâmı"nın ona verilmesi, velâyetin onunla hatmedilmesi ve hidâyetin onunla kemâle ermesi de sahih olmaz. Onun haşrı iki, sabahının fecri iki, yüzünün nûru iki; hâfızasındaki ilim ikidir. Hükümde, her iki âleme de iştirak etme ve ikisinden herhangi birine hükmetme yetkisi ona verilmiştir. Dolayısıyla o, aynı zamanda iki de hüküm sâhibidir.
O sanki Arap'dan değil de Acem'dendir. Rengi kırmızımsı beyaz olan; uzuna yakın, ondan biraz kısa bir âdemdir. O âdetâ pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. İsmi, "Allah'ın kulu"dur. O aslında Allah'ın her kulunun ismidir. Onun, kendine has olan ismine gelince; yapısı husûsunda net bir belirti sarfedildiği halde, o net bir belirti şeklinde, veyâ onu ayne'l-yakîn ve kuvvetli bir şekilde yerleştirecek, ondan başka bir biçimde açığa vurulmadı. Yarım cihete göre yokolan felek dâiresinin yarısıdır ki, ondan başka bir isimle çağrılmaz. Babasının vasfı da tanınmaz. Sözü rızâya uygundur, yaptıkları şükrü gerektirir.
İşte şu, onu sana bildirecektir:
Onun hakkında sana açıklayabileceğim delil ve gösterebileceğim yol işte budur.
Te'vil noktasındaki açıklamayı sana bırakarak, şimdi de sana onun ismini ve nesebini tâyin edeceğim:
Sırr-ı şerif'idir ve ona ilişiktir.
Hiç şüphe yok ki Sıddîk-ı Ekber dahî onun bayrağı altındadır ve Peygamber'imiz nasıl ki O'nun peygamberlerinin seyyidi ise, o da evliyânın seyyididir. Onu sana sayılar sâyesinde izâh etmek ve bu yerleştirdiklerimle ayırdettirmek istedim. Hiç şüphe yok ki o, herkesin kendisine muhtaç olduğu bir 'Seyyid'dir.
Sen onu, sayılan üç kişinin ikisiyle de içiçe gör ve şeytanın sendeki cehâleti parlatmasına karşı pusuda ol!.. Açıklamaktan da çekinme ki; verilen müjdeyi idrâk etmenle, sana yakın bir yardım gelerek; (onu) sana âdetâ görür gibi keşfettirsin ve gözünü erişmen gereken sonuca çevirsin! O'nun yarattıklarının içinde bozgunculuk çıkartan ve halkı ve hakkı istikâmetinden ayıran odur. Nitekim burada onun, atan (Âdem Aleyhisselâm)'la yaptığı savaşa bir bak!..
İnsan hakkındaki 'Hatm'e gelince; o, O'nun katındaki duruşu, bizim târifimizle izhâr edilip de tâyin edilemeyen; seni O'nun nihâyetine eriştirecek, O'nun huzûruna yerleştirecek, vuslatla ilgili olanların hepsine sülûk ettirecek ve inzâl olunması yönünden de ona bir yer edindirecek olan makamdan ibârettir. Zirâ o hem Tevhîd'in, hem de çoğalma hâlinde olan varlıkların sırlarının 'Hatmü'l-Makâmât'ı; yâni 'Makamlarının Hatm'i'dir." ("Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ ve Şemsü'l-Muğrib", s. 72-75, bas.: Muhammed Ali Sabîh Matba'ası, Mısır, 1954)
İnsanın "Allah'ın kulu" olması; O'nun hem kulu, hem kölesi olmasıdır. Bunu çok doğru söylemiş! Rabb'im bana bunu duyuruyor. Ben şimdi Allah-u Teâlâ'nın yanında neyim biliyor musunuz? Bir adamın kölesi olur ya, ben de Rabb'imin kölesiyim, O'nun yanında dururum. Hem kulu, hem de kölesi!.. Bu söz doğrudur. Size bunu ifşâ etmiyordum, şimdi sırası geldiği için ifşâ ettim. O'nun hem kuluyum, hem de kölesiyim…
"Cesedlenmiş rûhâniyyet"e gelince;
O "rûhâniyyet"e O koydu, o ulviyyeti, o bilgiyi, o lisânı O koydu; Allah-u Teâlâ öyle koydu. Aslında işi gören o "rûhâniyyet", fakat onun maskesi o "rûhâniyyet"i örtüyor. O bunu istemedi, aklına dahî gelmedi, bilerek de yapmadı. Allah-u Teâlâ verdi ona!.. Rabbü'l-âlemîn öyle murâd etmiş, ona vermeyi murâd etmiş. Yoksa onun aklına-hayâline gelen bir şey değil!..
Hazret, aynı eserinin diğer bir noktasında ise şöyle buyurur:
"O 'Hâtemü'l-imâme'; yâni küllî mutlak bir imam olarak değil, cüz'î Muhammedî bir imam olarak 'İmamlığın Hâtem'i' olduğu için, Allah bize onun alâmetini izâh etmiştir." ("Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ'", s. 15, bas.: Mısır, 1954)