Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı'nın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (92) - Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- - Ömer Öngüt
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh-
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı'nın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (92)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Kasım 2007

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (92)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh-

HAYATI ve ESERLERİ

20 Eylül 1207 tarihinde Afganistan'ın Belh şehrinde dünyaya gelen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri, Tasavvuf tarihinde eşine ender rastlanan mümtaz ve müstenâ âriflerdendir.

Mevlâna -kuddise sırruh- Hazretleri'nin babası Bahâüddîn Veled, derin bir ilme sahip olduğu için Belh şehri çevresinde "Sultânü'l-Ulemâ" diye anılır ve halk tarafından büyük bir sevgiyle karşılanırdı. Bu durum zamanın hükümdârı Muhammed Harzemşâh'ın kulağına kadar gidince, kendisine şehrin anahtarlarını göndermiş ve üstü kapalı bir biçimde şehri terketmesini istemişti. Hükümdârın bu tavrından son derece rahatsız olan Sultan Veled, büyük bir gönül kırgınlığı ile oğlu Celâleddîn'i yanına alarak Belh şehrinden göç etti ve Nişabur'a yerleşti. Muhammed Harzemşâh, yaptığı yersiz davranıştan dolayı pişman olmuş; ancak Bahâüddîn Veled'in oğluyla birlikte hicretinden altı ay sonra, Tatar hükümdârı Cengiz Han tarafından ülkesi yağmalanarak, saltanatı yerle bir olmuştu.

İlk tahsilini Nişabur'da gören ve burada büyüyerek gençlik devresine erişen Celâleddîn, büyük sûfî Ferîdüddîn Attâr -kuddise sırruh- Hazretleri ile tanışmış ve genç yaşta onun sevgi ve teveccühünü kazanmıştı. Bu görüşme, Nişabur'dan Bağdat'a hicret edinceye kadar devam etmiş, daha sonraki yıllarda bu derin sevgi ve muhabbet bağı, Bağdat'ta karşılaştıkları Şihâbüddîn Sühreverdî -kuddise sırruh- Hazretleri ve Şam'da ziyaretine vardıkları Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin desteğiyle daha da güçlenmiştir.

Şam'dan sonra Karaman'a gelerek, burada yedi yıl ikâmet eden Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri, Selçuklu sultânı Alâeddîn Keykûbâd'ın dâveti üzerine Konya'ya gelerek buraya yerleşti. Hayatının önemli bir kısmını Konya'da geçiren ve gizli gönül erlerinden Şems-i Tebrizî -kuddise sırruh- Hazretleri ile uzun müddet başbaşa kalıp sohbet eden Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri, burada büyük bir mânevî kemâlâta erişti.

Konya'da kurduğu âsitânede uzun yıllar zikir ve semâ törenleri düzenleyerek, müslümanların gönlüne Allah sevgisini ve tasavvuf aşkını yerleştiren Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri, Osman Gâzî'nin babası Ertuğrul Gâzî'yi zaman zaman huzûruna kabul etmiş; hattâ bir defâsında ona, küçük oğlu Osman'ın ileride büyük bir devlet kuracağını müjdelemiştir. Saâdetle dolu mübârek ömrünü Konya'da tamamlayan büyük velî, 1273 milâdî yılında ebedî âleme göçerek, âsitânesinin yanıbaşında inşâ edilen türbesine defnedilmiştir.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin en meşhur eseri "Mesnevî" olup, aşk ve vecd hâlindeyken söylemiş olduğu Farsça beyitlerden meydana gelmektedir. Eserin ortaya çıkmasında, çok sevdiği halifelerinden Hüsâmeddîn Çelebi'nin çok büyük emeği olmuştur. Sabah-akşam her yerde sünûhât gelip coştuğunda o söyler, Hüsâmeddîn Çelebi yazardı. Aşk ve vecd ile bu işe öylesine girmişlerdi ki, bâzı geceler sabahladıkları bile olurdu. Çelebi Hüsâmeddîn yazılan beytleri yüksek sesle, vecd içinde Hazret'e tekrar tekrar okur, birlikte yeniden tetkik ederlerdi. Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri ile Hüsâmeddîn Çelebi'nin beş yıllık berâberliklerinin en büyük yâdigârı olan "Mesnevî", altı cilde varan büyük bir hazîne olarak Tasavvuf şâheserleri arasındaki yerini almıştı.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mesnevî"nin dışında, "Fîhi mâ Fîh", "Mevâ‘izu Mecâlisü's-Seb‘a" ve "Mektûbât" gibi söz ve sohbetlerini ihtivâ eden eserlerinin yanında, "Dîvân-ı Kebîr" adını taşıyan manzum bir eseri daha vardır ki; üslûp, nükte ve heyecan bakımından "Mesnevî"den farkı yoktur.

 

"HÂTEMÜ'L-VELÂYE" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Mesnevî"sinde yer alan üç önemli ifşaatı daha önce sizlere arzedilmişti.

Bunlardan birinde Hazret, Hâtemü'l-velâye nûrlarının yeniden zuhûrunu Hazret-i Muhammed Mustafâ Aleyhisselâm'ın yeniden gelişine benzeterek, herkesin ona iman etmesi gerektiğini belirtmiş; diğerinde derecesi peygamberlerden sonra gelen, ancak halktan gizlenen bir tâifenin bayraklarını her tarafa dikip, halkı "Gel!"diye O'nun yoluna çağıracağına işaret etmiş; bir başka ifşaatında ise Hâtemü'l-enbiyâ'yı "Can mumu"na benzeterek, o mumlardan yüzlerce mum yakılsa bile, Hâtemü'l-evliyâ'yı temsil eden "Son mum"u görenin, "İlk mum"u ve geçmişteki bütün mumları görmüş sayılacağını ifâde etmişti.

İlâhî bir sırlar hazînesi olan "Mesnevî"de, Hazret'in bütün ifşaatlarını gölgede bırakan, Hâtemü'l-evliyâ'yı bilen ve tanıyan kimseleri hayrete sürükleyen öylesine büyük bir ifşaatı vardır ki; bu muhteşem beyan "Hâtemü'l-evliyâ"nın ismini ve yapacağı büyük vazîfeyi açıkça ortaya koymakta, bu husustaki bütün şüphe ve tereddütleri tamamen ortadan kaldırarak, "Hidâyet" ve "Hakikat"i arayanlara son derece açık ve kesin bir delil sunmaktadır.

 

Yetmiş İki Fırka'nın "Vehim Denizi"nde Boğuluşu ve Karanlıkları Delip Geçen "ÖMER"in Nûru:

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mesnevî"nin 2655. beytinde asırlar öncesinden bugüne nazar ederek, âhir zamanda kötülük tûfânının dağları bile aşacağını, yetmiş iki fırkaya ayrılacak olan müslümanların çoğunun zan ve vehim denizinde boğulacağını; bu fitne tûfânından ancak Ömer'in nûrundan desteğini alan ve onun, Nûh Aleyhisselâm'ın gemisine benzeyen yoluna uyanların kurtulacağını beyan buyurmuştur:

"Dağ gibi akıllar bile vehim denizine ve hayal girdabına gark olup batmıştır. Bu kötülük tufanı dağları bile aşarken; Nuh'un gemisine binenlerden başka kim aman bulur, kurtulur?

Yakîn yolunu kesen bu hayal yüzünden din ehli (müslümanlar), tam yetmiş iki fırka oldu. Yalnız yakîn eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşının kılını hilâl (yeni ay) sanmaz.

Fakat bir kimseye ÖMER'in nuru (ışığı) dayanak olmadıkça, yolunu kaşının eğri kılı keser. Yüz binlerce büyük ve dehşetli gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur." (Mesnevî, c. 5 s. 156 - 2655. beyit)


  Önceki Sonraki