Âhir zaman Peygamberi'nin zuhûrunu işitince tereddüt etmeksizin ona iman eden ve biatlarını sunmak üzere kendi kavimlerinden elçiler gönderen, asırlar boyunca İslâm dininin bayraktarlığını üstlenip, küffârın başına dünyayı dar eden Türk milleti; düşmanları tarafından savaş meydanlarında hiçbir şekilde alt edilememiş, bunu hazmedemeyen kâfir sürüleri kalleşçe bir yönteme başvurarak, onların arasında yaşayan diğer milletleri tahrik etme ve Türk milletinin başına belâ etme yolunu seçmişlerdir. Bu, küffârın asırlardır değişmeyen bir hîlesidir ve bugün de kendilerine yem olarak PKK'lı teröristleri seçmişlerdir.
Asırlar boyunca birarada yaşadığı ve târih boyunca adâletten başka bir muâmeleyle karşılaşmadığı "Müslüman Türk milleti"ne alçakça kurşun sıkan, dine ve imana asla sığmayacak bir sûrette kâfirin tasmasını boynuna geçirip, onların direktifiyle her türlü çirkefliği ve alçaklığı yapan, ciğeri beş para etmez çapulcu sürüsüyle; dinine ve vatanına cân-ü gönülden bağlı olan, dinin apaçık emirlerine riâyet ve iyiliğe karşı sadâkat göstermek gerektiğini savunan, gerekse kendi milletlerinin gerek "Müslüman Türk" milletinin ezelî düşmanları olan kâfirlerden ve onların hîlelerinden uzak duran, iman ve iz'ân sâhibi "Müslüman Kürtler"i aynı kefeye koymak mümkün değildir.
Küffârın "Devlet kurma" vaadine aldanarak, "Müslüman Türkler"in başına belâ kesilen ve değil müslüman Türk halkını, müslüman Kürt kardeşlerimizi dahi alçakça katleden teröristler ne kadar çırpınırsa çırpınsınlar, devlet kurma hayâlleri aslâ gerçekleşmeyecektir; çünkü Resulullah Aleyhisselâm onların "Devlet kurma" hayâllerinin önünü 1400 sene öncesinden kesmiştir!...
Müverrih Bayburt'lu Osmân'ın "Tevârîh-i Cedîd-i Mir'ât-ı Cihân" adlı eserinde verdiği bilgiye göre; Oğuz Türkleri'nin temsilcileri "Taş (dış) Oğûz" ve "İç Oğûz" beyleri olmak üzere iki kısımdan meydana geliyordu.(1)
Bayburt'lu Osmân'ın ifâdesine göre; "İç Oğûz beglerine ‘Kazân Hân', ‘Budâk Beg', ‘Yigen Beg', ‘Şemşede'd-dîn Beg', ‘Beyrek Beg', ‘Kara Konuk Beg' dirlerdi; taş (dış) Oğûz beglerine ‘Dündâr Beg', ‘Emen Beg', ‘Avşar Beg', ‘Döger Beg', ‘Rüstem Beg', bunlara ‘Taş Oğûz begleri' dirlerdi. Cümle toksân bin asker idi, Dede Korkûd şeyhleri idi."(2) Velâyet ve kerâmet ehli bir zât olan "Dede Korkûd"u, onların başına bizzat Resulullah Aleyhisselâm "Şeyh" olarak tâyin etmişti!..
Resulullah Aleyhisselâm peygamber olarak gönderildikten sonra, İslâm dinini yaymak için bütün dünya hükümdarlarına mektuplar göndermiş ve kavim ve kabileleriyle birlikte hepsini İslâm'a dâvet etmişti. Bunların bir kısmı İlâhî dâvete icâbet ederken, bir kısmı küfür ve cehâlet içinde kalmayı tercih etmiş; bazıları da kavim ve milletlerinden elçiler göndererek bizzat kendi istekleriyle iman etmişlerdi.
Eski Türk kaynaklarındaki rivâyetlerden açıkça anlaşıldığı üzere; Oğuz hükümdarlarından Kayı İnal Hân, Kara Hân ve Bayındır Hân, Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna iç oğuz beylerinden Salûr Kazan, dış Oğuz beylerinden ise Bügdüz Emen ve Dündâr Bey'i elçi olarak göndermişti. Bu elçiler yalnız kendi boylarını değil, bütün Türk milletini temsîlen Huzûr-u Peygamberî'ye girip biat etmişlerdi.
On yedinci yüzyılda Buhâra'da yaşamış olan Hâfız Derviş Ali Çengî'nin "Tuhfetü's-Sürûr" adlı eserinde bu zâtların Oğuz hânlarının ve alplerinin en meşhurları olduğunu belirtmesi,(3) bu zâtların Türk milleti arasındaki şöhreti ve itibârı nedeniyle Mekke'ye gönderildiklerini ortaya koymaktadır.
Hasan el-Bayâtî'nin "Câm-ı Cem-Âyîn" adlı silsile-nâmesinde yazdığına göre, Kayı boyunun Oğuz kavmi içindeki temsilcisi olan Basû Beg "bir gice düşinde gördi ki; ‘Arabistân'da ay ve gün biriküb buña da şu‘le irişdi. Sabâh oldukda Hazret-i Hâtemü'l-enbiyâ -salla'llâhu te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem-üñ da‘vet-i risâletleri (peygamberlik dâvetleri) şâyi‘ oldı, der-hâl kurbânlar kesüb îmân getürdi."(4) Osmanlı pâdişahlarının atası olan Basû Beg'in İslâmiyet'i kabûlü esrârengiz bir şekilde gerçekleşmişti.
Müverrih Bayburt'lu Osmân, Oğuz hanlarından Bayındır Hân'ın da, iç Oğuz beylerinden Kazan Hân'ı, dış Oğuz beylerinden ise Dündâr ve Emen beyleri, iman etmek üzre Resulullah'ın huzuruna elçi olarak gönderdiğine işâret ederek şöyle der: "Server-i Kâ'inât Muhammed Mustafâ -salla'llâhu ‘aleyhi ve sellem- dünyaya gelüp Mekke'de zuhûr itdi, Bayındur Hân Resulu'llâh -salla'llâhu ‘aleyhi ve sellem- Efendimüz'i vâkı‘asında (rüyâsında) görüp îmân getürdi. Kazan Hân'ı, Dündâr Beg'i, Emen Beg'i Ka‘be'-i şerîf'de Resûl -‘aleyhi's-selâm-'a gönderüb ümmet olduğın bildürdi."(5) Böylelikle, Akkoyunlu hükümdarlarının atası olan Bayındır Hân da, elçileri vâsıtasıyla Peygamberî dâvete icâbet etmişti.
"Câm-ı Cem-Âyîn"deki diğer bir kayda göre; Basû Bey'in oğlu Kara Hân da tıpkı babası gibi "ziyâde mü'min ve muvahhid olmağla, ‘Korkûd Dede' nâm ‘azîzi Medîne'-i münevvere'ye gönderüb, nûr-ı dîdâr-ı Hazret-i Muhammed Mustafâ -salla'llâhu te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem- ile müşerref oldukdan soñra, Selmân-ı Fârisî -radıya'llâhu te‘âlâ ‘anh- Oğûz tâyifesine ta‘lîm-i şerî‘at-ı İslâm (İslâm dînini öğretmek) içün" Türkler'in arasına gelmişti.(6)
Reşîdüddîn Fazlullâh Hemedânî'nin "Câmi‘u't-Tevârîh" adlı Farsça eserinde verdiği malûmâta göre, Dede Korkûd'u Türk elçileriyle Resulullah'ın huzûruna gönderen Oğuz beyleri arasında "Ala atlı, kîş (samur) donlu Kayı İnâl Hân" da bulunuyordu.(7) Kayı İnal Hân da "Muhammed Mustafâ -salla'llâhu ‘aleyhi ve sellem- zuhûr edince, Dede Kerencük (Korkûd)'u elçi olarak onun hizmetine gönderip" müslüman olduğunu bildirmişti.(8)
Çünkü Dede Korkûd yalnız Kayı boyunun beyi "Kara Hân" adına değil, bütün Oğuz boylarının temsilcisi olarak Medîne-i münevvere'ye gitmişti. Nitekim Bayburt'lu Osmân, elçilerin Resulullah Aleyhisselâm'la karşılaştıkları andan sözederken şöyle der: "Çün-ki Kazan Hân bu beglerle Ka‘be'ye gelüp Resûl'le buluşdılar, Resulu'llâh mescidde otururdı."(9) Türk elçileri birer birer kendisine sunulunca "Resuli'llâh ânlara îmân arz eyledi, îmân getürdiler. Selmân-ı Fârisî -radıya'llâhu te‘âlâ ‘anh-ı ânlara koşdı, Demür-kapû'ya gelüp ânlara îmân-u İslam ve salât-u savm (oruç ve namaz) ta‘lîm itdi, Dede Korkûd'ı içlerinde şeyh dikdi."(10)
Böylelikle Türk milleti, Selmân'ı Fârisî -radiyallahu anh- Hazretleri'nin yardımıyla İslâm dininin usûl ve erkânını, ahkâm ve esaslarını öğrenip Âhir zaman Peygamber'ine hakkıyla iman ettiler; onun huzuruna "Oğuz kavminin elçisi" olarak varan Türk erleri "Resulullah'a sahâbe olma" şerefiyle yurtlarına döndüler.
Müverrih Bayburt'lu Osmân'ın yukarıdaki rivâyetinde, dış Oğuz beylerinden birine "Emen Beg" denildiği nakledilmişti. Müverrih Osmân bu bilgiyi verdikten hemen sonra, "Emen" vasfını taşıyan bu dış Oğuz beyinin, Türkler'in "Bügdüz" adıyla adlandırdıkları bir kavmin temsilcisi olduğuna işâret ederek; "Biñ Bügdüz'ün ulusına ‘Emen Beg' dirlerdi." demiştir.(11) Türkler'in o zamandan beri aralarında yaşayan ve kendilerinden ayrı tutmayıp "Oğûz boyları" arasında saydıkları bu "Bügdüz" kavmiyle, acabâ Türkler'in arasında yaşayan hangi kavim murâd edilmişti?
Bu sorunun cevâbını bizzat, Osmanlı dönemi Bitlis Kürt beylerinden "Şeref Hân" vermektedir. Şeref Hân 1597'de tamamladığı "Şeref-nâme" adlı Farsça eserinin başında, Resulullah Aleyhisselâm'a biat için gönderilen elçiler arasında, Oğuz kavmi içinden Kürtler'i temsil etmek üzere, "Bügdüz Emen" adlı bir Kürt büyüğünün de gönderildiğini gösteren bir rivâyet nakletmişti.(12) Buradan açıkça anlaşılıyor ki, Türkler'in "Bügdüz" adını verdikleri boy "Kürtler"den başkası değildi!..
Bitlis Kürt beyi Şeref Hân'ın "Şeref-nâme" adlı eserinin mukaddimesinde yer alan bir rivâyete göre; Âhir zaman Peygamberi gönderilip de, cihân hükümdarları biat etmek üzere ona elçilerini gönderince, asrın Türk hükümdârı Bayındır Hân Oğuz kaviminin elçileriyle birlikte "Kürt büyüklerinden ‘Bügdüz'" adında birini de göndermişti.(13) Resulullah Aleyhisselâm biatları kabul ettiği sırada kürt elçisini dikkatle inceleyip, onu "saçları kırkılmamış, bıyıkları alınmamış, tırnakları kesilmemiş" bir hâlde görünce,(14) Şeref Hân'ın ifâdesiyle; "bu korkunç yapıdaki elçinin hâline şaşarak, hangi kabîleden olduğunu suâl buyurdu. Elçi; "Kürt tâifesinden" olduğunu söyleyince, Peygamber -‘aleyhi's-selâm-:
‘Bu kavme hiçbir zaman devlet kurmak nasip olmasın, çünkü dünyanın başına belâ olurlar!' dedi." (15)
Şeref Han bu rivâyeti naklettikten sonra Resulullah'ın bu beddûası nedeniyle, kavmi olan Kürtler'in yeryüzünde hiçbir zaman devlet kuramadıklarına ve kurmalarının da mümkün olmadığına dikkati çekerek; "Onun için Kürtler'e büyük devlet kurmak ve saltanat sürmek nasip olmamıştır!" demişti.(16)
Aslında Bügdüz Emen, Müslüman Türk milletiyle birlikte İslâm dinine büyük hizmetlerde bulunmuş ve Dede Korkûd ve diğer Türk beyleri gibi, Oğuz kavmi içinde Resulullah'ın sahâbesi olmuştu. Onun, İslâm dinine bağlılık ve sadâkat gösteren bir kimse olduğunda şüphe yoktu. Fakat Resulullah Aleyhisselâm'ın onun kavminden olan kimseleri kastederek "Bu kavme hiçbir zaman devlet kurmak nasip olmasın!"diye bedduâ etmesinden ve "İnsanların başına belâ olurlar" şeklinde verdiği işâretten açıkça anlaşılıyor ki; Kürtler arasında küffârın tahrîkiyle devlet kurma sevdâsına düşecek ve İslâm dîni ile aslâ bağdaşmayacak, sırf kuru bir "kavmiyetçilik" dâvâsı uğruna, "Müslüman Türk Milleti"nin canına kastedecek ahmak teröristlerin türeyeceğini müşâhade etmiş ve bugün icrâ ettikleri çirkin işleri haber vermişti.
Bu rivâyet; küffârın kuklası, Amerika'nın maşası ve yahudilerin maskarası olan bugünkü teröristlerin ve elebaşılarının tiksinti ve nefret uyandıran rezil durumlarını, bizzat Resulullah Aleyhisselâm'ın dilinden mükemmel bir üslûpla tasvir etmektedir.
Türkler ve Kürtler tarihleri boyunca herhangi bir ayırım gözetmeksizin, küffâra karşı aynı safta savaşmıştır. Nitekim yukarıdaki rivâyette, Oğuz hâkânının Kürt beyi Bügdüz Emen'i "Oğuz beyleri" arasına katıp da Resulullah'a göndermesi,(17) daha o devirlerde bile Türkler'le Kürtler'in birbirinden ayrı olmadıklarının en büyük kanıtıdır.
Daha sonraki asırlarda Osmanlı Devleti'ne büyük hizmetler veren İdrîs-i Bitlisî, Bedîüzzaman Sa'îd-i Nursî gibi şahsiyetler Türk milletine sevgi ve bağlılığın en büyük örneklerini sergilemişler ve kavmiyetçilik fitnesini şiddetle reddetmişlerdir. Hattâ ve hattâ, daha düne kadar, sırf: "Türkler'e ihânet ettiler!" diye, terörist ermenileri ihânetle suçlayan ve onlara karşı savaşan "Hamidiye süvârî alayları" bizzat "Kürt" birliklerinden meydana gelmekteydi.(18) Bugün ortalığı saran ve atalarının kemiklerini sızlattıklarında şüphe olmayan münâfıklar, şimdi ne oldu da "küffârın askeri" olmayı seçtiler? O günden bugüne ne değişti de "Müslüman Türkler"i bırakıp, "kâfirler"in safına geçtiler?
Şimdi kendine bir sor! Dedelerin neredeydi, sen neredesin? Onlar kimin safında savaşıyordu, sen kimlerin hizmetindesin? Eğer imandan ve vicdandan zerre kadar nasip almış olsaydın, bu soruları kendine sorar ve nasıl bir ihânete kalkıştığını anlardın!..
(1-2) Bayburt'lu Osmân, "Tevârîh-i Cedîd-i Mir'ât-ı Cihân‘", Süleymâniye Ktp. Mikrofilm Arş., nr.: 478, vr. 242.
(3) Kırzıoğlu M. Fahreddin, "Dede Korkûd Oğûz-nâmeleri", s. 10, bas.: İstanbul, 1952.
(4) Hasan bin Mahmûd el-Bayâtî, "Câm-ı Cem-Âyîn", Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 203, vr. 12a; Nûruosmâniye Ktp., nr.: 3743/2, vr. 338b-339a.
(5) Bayburt'lu Osmân, a.g.e., vr. 242.
(6) Bayâtî, a.g.e., Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 203, vr. 12b; Nûruosmâniye Ktp., nr.: 3743/2, vr. 339a.
(7-8) Reşîdüddîn Fazlu'llâh Hemedânî, "Câmi‘u't-Tevârîh", TSMK, Hazine, nr.: 1653, vr. 385b.
(9-11) Bayburt'lu Osmân, a.g.e., vr. 242.
(12-13) Şeref Hân, "Şeref-nâme", c. 1, s. 17. bas.: Petrburg, 1860.
(14) Bayburt'lu Osmân, a.g.e., vr. 242.
(15-16) Şeref Hân, a.g.e., c. 1, s. 17.
(17) Bayburt'lu Osmân, a.g.e., vr. 242; Şeref Hân, a.g.e., c. 1, s. 17.
(18) Abdurrahmân Şeref Efendi, "Abdurrahmân Şeref Efendi Târîhi", TTK Ktp. TY, nr.: 542, vr. 69-71.