Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Tehlikelerle Dolu Dünya, Kafasını Kuma Gömen Türkiye! - Ömer Öngüt
Tehlikelerle Dolu Dünya, Kafasını Kuma Gömen Türkiye!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Eylül 2007

 

Tehlikelerle Dolu Dünya,
Kafasını Kuma Gömen Türkiye!

 

Dünya genelinde yaşanan gelişmelere genel olarak bizim basınımız ilgisizdir. Halbuki moda tabirlerle “Dışa açılma”, “Küreselleşme” gibi kavramların bayraktarlığını yine bizim basınımız yapar.

Ancak “Rusya ne yapmaya çalışıyor?”, “Çin’den ne haber?”, “Japonya’da neler oluyor?”, “Afrika neresidir?”, “Güney Amerika diye bir yer var mıdır?”, “Küresel ekonomi denen şey bizi nasıl etkiler?”, “AB ve ABD’nin gerçek niyeti nedir?” ... Basınımızda bu tür soruların sorulduğunu ve küresel bir medya takibi yapıldığını göremezsiniz. Bu durum ekonomimizi, vatanımızı, milletimizi dışa açık, beyinlerimizi içe kapanık hale getiriyor. Diğer bir ifade ile ülke dış tehditlere açık, beyinler içeride hapis. “Dışa açılma” denilen şey “Dış tehditlere açılma” haline gelmiş.

En ciddi konular bile magazin mantığıyla işleniyor. Hadiselerin gerçek boyutu ile kavranması engellenmiş oluyor. Tehdit algılaması köreltildiği için devlet mekanizması ona göre çalışıyor, ülke iç, dış tehditlere karşı açık hale geliyor.

Bir örnek verelim.

Son senelerde hemen her kış mevsiminde daha önce görülmemiş bir hastalık ortaya çıkıyor. SARS, Kuş gribi vesair. Yaz ayları için de bir hastalığımız var: “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi”.

Halk bunlara “Hastalık işte!” deyip geçiyor. Ancak Rusya gibi bir ülke bulaşıcı hastalıkları terörden sonra ikinci tehdit olarak algılıyor. Haberimiz var mı? Yok:

“Sovyet devrinde Politbüro üyelerine ait olan bu tarihi odada bulunanların ilk kez tamamı Rusça’dan başka bir dil konuşuyor. Üç kişiyiz. Sohbet Türkçe başlıyor, Türkçe bitiyor. CNN’den New York Times’e tüm dünya basınının ağzından çıkan her cümleyi ‘Putin’s spokesman said...’, yani ‘Putin’in sözcüsü dedi ki...’ diye ‘Kremlin’in resmi görüşü’ olarak aktardıkları Dimitri Peskov ile derin sohbetteyiz. ... Onun hayatının çoğu Türkçe ile haşır neşir geçmiş. Türkoloji okumuş, sonra iki ayrı seferde toplam 8 yıl Ankara’da görev yapmış.

... Peskov’un ısrarla üzerinde durduğu bir başka nokta da, artık dünyanın yeni bir dönemden geçtiği; terörizm, radikal akımlar, bulaşıcı hastalıklar gibi ‘ortak düşmanlar’ ile hiçbir ülkenin tek başına mücadele edemeyeceği, ‘stratejik ortak’ kavramının da bu paralelde değiştiği gerçeği.

Dünyada artık tehditler değiştiği için uluslararası ilişkilerin de şeklinin değiştiğini, terör, bulaşıcı hastalıklar, uyuşturucu gibi sorunlarla mücadele için birlikte savaşılması gerektiğini belirten Peskov ....” (Türkrus.com, 16 Temmuz 2007)

Şu bilinen bir gerçek ki laboratuvar ortamında üretilen birçok sentetik virüsler var. Hatta bazı ülkeler bu tür işlerle öyle uğraşıyor ki, genetik yapılarla oynayarak sadece bazı milletlere zarar veren hastalıklar icat etmeye çalışıyorlar. Meselâ kaç kişinin dikkatini çekti. Türkiye’de kuş gribinden ölümler meydana geldiği günlerde, ölümlerin genelde doğu bölgelerinde meydana gelmesinden yola çıkarak bir İngiliz gazetesi “Türkler kuş gribine dayanıklı çıktı!” diye yazdı.

Geçtiğimiz ay içinde Birleşmiş Milletler'e bağlı Dünya Sağlık Örgütü bir rapor yayınladı. Örgüt bulaşıcı hastalıkların tarihde görülmedik ölçüde hızlı yayıldıkları uyarısında bulundu.

"Daha Güvenli Bir Gelecek" adlı raporda 1967'den bu yana hastalığa sebep olan 32 yeni mikrop ya da virüsün bulunduğu belirtiliyor. HIV/AIDS, Ebola, Marburg, SARS bu noktada örnek verilen virüsler arasında.

Dünya Sağlık Örgütü raporda ülkelerden, salgın hastalıkları gizlememeleri, virüs örnekleriyle tedavi yöntemlerini paylaşmalarını istedi. Raporda, dayanışma sağlanmaması halinde, büyük bir salgın hastalığın yıkıcı sonuçları olabileceği uyarısında da bulunuldu. Dünya Sağlık Örgütü bu durumun küresel ekonomi ve siyasi istikrarı da tehdit ettiğine dikkat çekti.

Görüyorsunuz öyle bir devirde yaşıyoruz ki, ekonomide, sağlıkta, sanayide, tarımda, medyada akla gelen hemen her sektörde yaşanan tehditlere karşı adeta bir savaş mantığı ile mücadele verilmesi gerekiyor. Ancak biz uyumaya devam ediyoruz. Basın bilerek bilmeyerek uyutma vazifesine devam ettiği gibi, “Düşmanı dost bilme” modası da bu duruma zemin hazırlıyor. Millet olarak büyük bir çöküş yaşıyoruz Durumumuz tehlikeli.

Diğer bir örnek ekonomimizin durumu. “Dışa açık ekonomi” diye hava atanları görüyorsunuz. O kadar “dışa açık” ki, dışarıda bir ekonomik sarsıntı oluyor, Türkiye’ye beş misli yansıyor. Popüler tabiri ile buna “Dalgalanma” diyorlar. Okyanustaki kibrit kutusu gibiyiz. Ufak bir dalgada içimiz dışımıza çıkıyor. Sen ekonomini kâğıttan gemi haline getirmişsin, okyanusta yüzüyorum diye hava atıyorsun.

Hatırlarsanız 2001 krizi yabancı bankaların birkaç milyar dolar çekmesiyle ortaya çıkmıştı. “Artık bağışıklık kazandık birkaç milyar dolar ne ki!” diyenler şu haberi okusunlar:

“Sıcak para yeni bir rekor kırarak temmuz itibariyle 99 milyar 331 milyon dolara yükseldi. Sıcak para son bir yılda 50.2, son altı ayda 33.9, son bir ayda da 12.2 milyar dolar artış gösterdi.” (19 Ağustos 2007, Hürriyet)

Ağustos ayında yaşanan “Dalgalanma” esnasında yabancılar para çekişi yapmadılar. Ekonomide ciddi yapısal sorunlar olmasına rağmen dışarıdan gelen sıcak paranın devam etmesi halihazırdaki düzenin devamını sağlıyor. Dışarıdan gelen para Türkiye’deki siyasî düzeni etkilemek için bir manivela olarak kullanılmaya devam ediyor. Yabancılar bir şekilde birilerini böylece desteklemiş oluyor. Niye destekliyor?

Ancak Amerikan ekonomisindeki büyük sıkıntılar ve küresel ekonomi denilen sanal kumar düzeninin aşırı şişmesi bütün dünya için büyük bir tehdit olmaya devam ediyor. Her işte olduğu gibi ekonomide de günü kurtaracak icraatlarla, küffarın tavsiyelerini icra etmekle yetiniyoruz. Bir gün bu balon patladığında ne gibi bir tedbirimiz var. Hiç!

Çin öyle büyük bir tüketici haline geldi ki! Bizimkiler ise çöküntü yaşayan AB ile ticaret yapacağım diye uğraşıyor. Bu uğurda gümrüklerimizi bile AB’ye peşkeş çektik. Halbuki Çin hangi malı almaya başlasa bütün dünyada fiyatları yükseliyor. Meselâ Çin devleti süt tüketimini artırmak için kampanya yaptı. Tüketim % 25 arttı. Çin’e süt ihraç eden AB ülkeleri başta olmak üzere dünyada süt fiyatları anında arttı. Almanya’da süt fiyatlarının % 50 artışıyla birlikte birçok temel gıda ürünü zamlandı. Sivil toplum kuruluşları hükümete bu artışlara paralel olarak işsizlik ve sosyal yardımlara zam yapılmasını istedi. Dünya genelinde üretilen sütün üçte birinin Çin’e ihraç edildiği söyleniyor.

Bu haberler haber değil mi? Haberiniz var mı?

Haziran ayında Türkiye’ye Çin Ticaret Bakanı geldi. İstanbul’da Türk-Çin İş Forumu’na katılan Çin Halk Cumhuriyeti Ticaret Bakanı Bo Xilai, "Türkiye ile Çin arasındaki işbirliğine güvenimiz tamdır. Biz somut işbirliği istiyoruz. Boş boş konuşmuyorum" dedi. Napolyon’un "Eğer dünya bir ülke ise onun başkenti İstanbul olmalı" ve "Çin’in içinde uyumuş aslan var, uyanırsa bütün dünya sarsılacaktır" sözlerini hatırlatan Çinli bakan, "Çin olarak şu anda uyanmış sayılabiliriz. Napolyon, Türkiye ve Çin hakkında ön tahmin yapmıştır. İki büyük ulus olarak ellerimizi daha sıkı tutmuş bulunuyoruz" dedi. Çinli bakan Türkiye’nin olağanüstü ürünleri bulunduğunu, meyve ve sebze üretiminde dünyada 4’üncü sırada geldiğine dikkati çekerek şu ilginç tespitlerde bulundu: "Dünyada 32’nci büyük nüfusa sahipsiniz ve dünyada meyve sebze tüketiminde 4’üncüsünüz. Meyve ve sebze yiyenler daha fazla vitamin alıyor. Daha akıllı oluyor ve ticarette daha başarılı oluyor. Bazı ülkeler hamburger yiyor, şişmanlıyor. Sizi çok sağlıklı görüyorum"

Adam binlerce kilometre öteden gelip bunları söylüyor. Peki bizde beslenme olsun, sağlık olsun bilinçli bir yönetim var mı? Her yıl İsrail’den trilyonlarca para verip kısırlaştırılmış tarımsal bitki tohumları ithal ediyoruz. Çiftçiye taneyle satıyoruz. Sonra bir haber çıkıyor; “SSK’nın tüp bebek desteği için 2 milyon aile sırada!” diye. Bedenen de çürüyoruz, ahlâken de çürüyoruz. Farkında mısınız?

Gelelim haberdar edilmediğimiz başka bir konuya:

Türk Tarih Kurumu başkanı Ermeni dönmelerden bahsetti. Yıllar yılı “Yahudi dönmeler”, “Sabetayistler” hakkında yazıldı çizildi. Ancak belki çok daha büyük bir Ermeni dönmeler sorunumuz var, haberiniz var mı?

“Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü tarafından düzenlenen ‘II. Uluslararası Türk - Ermeni İlişkileri Sempozyumu’na katıldık. Alanında tanınmış 50’yi aşkın bilim adamının iştirak ettiği toplantının katılımcıları arasında askeri zevat da vardı.

Fakat asıl çarpıcı açıklamayı o sırada dinleyiciler arasında bulunan ve Azeri Milletvekili Paşeyava’nın konuşmasına katkıda bulunmak üzere söz alan bir profesör yaptı. Orgeneral (E) Edip Başer’in başkanlığını yaptığı oturumda bildiri de sunan (burada ismini vermek istemediğim) profesör konuşmasında; Türkiye’de en güçlü lobinin Ermeni lobisi olduğunu söyledikten sonra, Ermeni kökenli rektör sayısının 14’ü bulduğunu iddia etti.

Çarpıcı açıklamaların yapıldığı sempozyum ulusal basında yeterince ilgi görmedi. Dahası, Erzurum’un yerel gazetelerinden biri ertesi günkü nüshasında Azeri Milletvekili Paşeyeva’nın büyük bir boy resmini bastıktan sonra üstüne 8 sütuna manşet “Manken değil, Azeri vekil” başlığını atması herkesi hayrete düşürdü. Hani ‘koyun can, kasap et derdinde’ derler ya, aynen öyle. Azeri vekil akşam yemeğindeki sohbetimizde, önemli işlerini bırakarak Türk-Ermeni İlişkileri konusunda bir mesaj vermek için oralara kadar gelmişken, konuşmasındaki tespitlerle değil de, bedeniyle gündeme gelmiş olmasındaki rahatsızlığını ifade etti. “Türk basınının hali ne böyle…” demekten kendini alamadı.

... Masada bazı komutanların da yer aldığı bir akşam yemeğinde bir profesör çarpıcı bir şey söyledi: “Her ramazan ayında veya kurban bayramı öncesinde televizyon ekranlarında o günlerin manevi iklimine gölge düşüren ve kafa karıştıran öyle tartışmalar yaşanıyor ki, şahsen ben bu işin aktörlerinin Türk ve Müslüman olup olmadıkları konusunda ciddi tereddüt yaşıyorum” dedi.

Fakat beni asıl abandone eden bir albayın söylediği oldu. Medyada marjinal İslamcı yazar olarak tanınan bir iki isim sıraladıktan ve geçmişte görev yapan bazı bakanlardan da örnek verdikten sonra, “hanginiz biliyor acaba bunların Ermeni olduğunu…” dediğinde, içimden “hoppala” demekten kendimi alamadım.” (25 Haziran 2007, O. Özsoy, haber7.com)

Yusuf Halaçoğlu’nu linç etmek isteyenler var gücüyle harekete geçti. Peki yahudilere ne oluyor ki Halaçoğlu’nun açıklamasından sonra daha bir hafta geçmeden “Ermeni soykırımını tanıdıklarını” açıkladılar. Amerika’nın en önemli yahudi lobi örgütü, üstelik bizim başbakana daha yakın zamanda “Cesaret ödülü” veren bu örgüt, birden nasıl fikir değiştirdi?

Dostunu düşmanını tanımayan, tedbirini almayan bir millet, başına bir musibet geldiği zaman kimsede kusur arama hakkına sahip değildir.


  Önceki Sonraki