Ortadoğu coğrafyası dünyanın en zor coğrafyasıdır. Tarihler boyunca hem dinlerin indirildiği, hem de medeniyetlerin defaatle inşâ edildiği karmaşık bir coğrafyadır. Harpler, ihtilaller, katliamlar, sürgünler bu bölgede fazlasıyla yaşanmış olaylardır. Günümüzde de yaşanmaya devam etmektedir.
Bölge bizi yakından ilgilendirmektedir. Zira biz aynı zamanda bir Ortadoğu ülkesi ve bölgedeki bin yıllık geçmişimizle bir Ortadoğu’luyuz.
İstesek de istemesek de hem bölgemizle hem de yakın bağlarımız olan Afrika ile ilgilenmek durumundayız. Yakın tarihe kadar Osmanlı’nın bir parçası olan Afrika’yı, Kuzey Afrika’yı, Somali’yi, Sudan’ı, Habeşistan’ı (Etiyopya) unutmamız mümkün değildir. Bizler bu coğrafya ile ilgilenmesek bile başta Amerika, çetenin diğer ayakları İngiltere ve İsrail bölge ile çok derinden ve yakından ilgilenmektedir. Dünyanın yaşadığı pek çok krizin ana nedeni bu “Üçlü Çete”dir.
“Nil’den Fırat’a kadar” olan toprakların üzerinde Mısır ve Türkiye gibi iki önemli ve güçlü ülke bulunmaktadır. Bu yüzden Türkiye ve Mısır, İsrail’in devamlı özel ilgi alanında bulunmaktadır.
İsrail’in eski Cumhurbaşkanı Vaizman’ın söylediği bir söz vardı: “Türkiye, İsrail’in özel ilgi alanında bulunuyor.” Hatırlanırsa bu sözleri Türkiye ziyaretinde Urfa’da söylemişti.
Çok önemli bilgileri içeren şu satırları birkaç kez okumalıyız:
“Beş yıl içinde yedi ülkeyi ele geçireceğiz: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran... Amerika Birleşik Devletleri Ordusu Generali Wesley Clark, 1999 Yugoslavya savaşı sırasında NATO Avrupa Müttefik Birlikleri Başkomutanı’ydı. 2004’te Demokrat Parti’nin Başkan adayı olarak gösterildi. Bakın General Clark kendisiyle yapılan bir röportajda 5 yılda 7 ülkeyi ele geçirme planını nasıl detaylandırıyor:
Soru: “Tüm bu gelişmeler, kitle imha silahlarının varlığı iddiasıyla yönlenen Irak savaşının başlangıcının bir tekrarı mı?”
General Clark: “Evet, bir bakıma. Fakat bildiğiniz bir tarih kendini özellikle iki kez tekrar etmez. 2002’de Kongredeki tanıklığımda uyardığım konu şuydu: ‘Eğer bir devlet hakkında endişelenmek istiyorsanız, bu Irak değil, İran olmalıdır.’ Ancak bu hükümet ve yönetimimiz, Irak için endişelenmek istedi, İran için değil. Nedenini biliyordum çünkü 11 Eylül’ün hemen ardından Pentagon’daydım.
11 Eylül’den 10 gün sonra Pentagon’a gidip Savunma Bakanı Rumsfeld ve yardımcısı Wolfowitz’i gördüm. Müşterek Karargah’ta daha önce benimle çalışanlara sadece merhaba demek için alt kata indim. Genarallerden biri beni çağırdı. ‘Efendim, gelip benimle birkaç dakikalığına konuşmalısınız’ dedi. ‘Peki, ama çok meşgulsünüz’ dedim. ‘Hayır, hayır’ dedi. ‘Irak’la savaşa girmeye karar verdik’ ya 20 Eylül, ya da o sıralardaydı.’ Irak’la savaşa mı gireceğiz? Neden? dedim. ‘Bilmiyorum’ dedi. ‘Bana kalırsa başka ne yapacaklarını bilmiyorlar.’ Peki; ‘Saddam’ı, El Kaide’ye bağlayacak bir delil bulmuşlar mı?’ diye sordum.
‘Hayır o konuda henüz bir şey yok, sadece Irak’la savaşa girmek konusunda karar almış durumdalar.’ dedi. Sanırım teröristler konusunda ne yapacağımızı bilmiyoruz ancak iyi bir orduya sahip olduğumuzdan hükümetleri indirebiliriz. Tek sahip olduğun malzeme bir çekiçse, tüm sorunlar birer çiviymiş gibi görünmeli’ dedi.
Birkaç hafta sonra onu tekrar görmek için gittim, o sıralar Afganistan’ı bombalıyorduk. ‘Hâlâ Irak’la savaşa girme durumunda mıyız?’ diye sordum ‘Daha da kötüsü’ dedi. Masasına uzandı, bir kâğıt aldı. ‘Bunu az önce yukarıdan aldım.’ -Savunma Bakanı’nın ofisinden anlamına geliyordu- Beş yıl içinde, Irak’la başlayan sonrasında Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan’la devam edip İran’la bitecek yedi ülkeyi nasıl ele geçireceğimizi anlatan bir not. ’Gizli mi’ diye sordum ‘Evet Efendim’ dedi. Bu generali bundan bir yıl kadar önce gördüm. ’Hatırlıyor musun’ dedim’ O notu size göstermedim efendim! Size o notu göstermedim.” (Güler Kömürcü. 05.04.2007 Akşam)
Bilindiği üzere ABD’nde şaibeli, nereden ve nasıl yapıldığı bir türlü anlaşılamayan 11 Eylül saldırıları gerçekleştirildi. Aradan 10 gün geçmeden Afganistan gibi ABD’ne uzak bir coğrafyada bulunan ülke işgal edildi. Başkan Bush İslam dünyasına karşı “Haçlı seferlerinin başladığını” ilân etti. Irak sudan bahanelerle işgal edildi. Sonra utanmadan bizzat Başkan tarafından kitle imha silahlarına rastlanmadığı söylendi. Bu ülkeye demokrasi getirilecekti; daha fazla kan, kin, intikam, ölüm, zulüm, işkence, tecavüz, talan, soygun... getirildi. Toprak bütünlüğünden bahsediliyordu; Irak fiilen üçe bölündü. İç savaş Irak topraklarını harabeye çevirdi. Her gün yüzlerce insan ölüyor, sakat kalıyor, ülkesini terk ediyor. Irak tam bir mezarlık oldu.
Irak’ta Sunni-Şii çatışmasını ABD bilerek ve planlayarak devam ettiriyor ve körüklüyor. İran işgal edilmek için nükleer silah kozu kullanılarak sıraya sokulmuş bulunuyor. Lübnan bilerek karıştırıldı. Hariri öldürüldü. İsrail Lübnan’daki Hizbullah üzerine saldırtıldı. Filistin’de kardeş kavgası başlatıldı.
Üçlü çetenin başı ABD elinde bulundurduğu, bitmeyecek zannettiği imkânlarla ülkeleri birbirlerine kırdırmaya, vurdurmaya devam ediyor. Daha evvel Somali ABD’nin burnuna bir yumruk indirmişti. Onun intikamı alınmak istenmektedir. Sudan’ı federal bir yönetime zorladılar. Darfur meselesi bahane edilerek çok zengin petrol, uranyum yataklarına sahip bu ülkeyi parçalamak istemektedir. Hayvancılık ve tarım üretiminde de ileri seviyelerde olan ülke üçe bölünmek istenmektedir. Müslüman ülke Somali ve Habeşistan’ı vuruşturarak sömürgeleştirmek peşindedir. Bölge esasında çok zengindir. Bu zenginliklerin ele geçirilmesi planlanmaktadır.
“Kara Afrika”nın kara yazgısı devam etmektedir. Hıristiyan misyonerlerin ruhlarını sömürdüğü bu kıtanın zavallı insanları şimdi eskisinden daha huzursuz, açlık ve perişanlık içinde kıvranmaktadır. Birbirleriyle savaştırılmaktadırlar. Fakirlik her gün artmaktadır.
Gelişmiş ülkeler her yıl trilyonlarca doları silahlanmaya ayırırlarken; her gün başta Afrika olmak üzere geri kalmış ülkeler ve dünyanın diğer bölgelerinde 18 bin çocuk açlıktan, yetersiz beslenmeden, hastalıklardan ölmektedir. Afrika’nın sıkıntıları artarak devam ediyor.
ABD fırsat buldukça Somali’yi vurmaktadır. El Kaide bahanesiyle katliam yapmaktadır. Suçsuz, günahsız insanları öldürmektedir. Oysa hedef başkadır. Somali’de çok zengin petrol ve doğalgaz yatakları vardır ve buraların işletilmesi için Çin ile ikili anlaşmalar imzalanmıştır. Çin, Sudan ve Nijerya gibi İslâm ülkelerinde petrolün kontrolünü elinde tutmaktadır.
Sudan 30 yıldır güney bölgesindeki hıristiyanların ayaklanmaları ile meşguldür. Batının yardım ve desteği ile ayaklanan hıristiyan azınlığa geçen yıl kabul ettiği yeni anayasa ile yeni haklar tanımıştır. Böylece ülke güneydekilere yeni haklar tanıyarak federal yapıya sokulmuştur. Bu ABD tarafından yeterli bulunmamış ki bu defa Darfur meselesi ihdas ettirilmiştir. Çin, petrol ihtiyacının mühim bir kısmını Sudan’dan karşılamaktadır. Sudan ve Somali Kızıldeniz’e sınırı olan iki ülke, Suudi Arabistan’la denizden komşudurlar. Ortadoğu petrollerinin, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı vasıtasıyla Kafkasya ve Orta Asya petrollerinin önemli bir bölümünün aktarılacağı bir geçiş güzergâhı olarak kullanılacak yola yakındır. Bu coğrafyada yaklaşık olarak 800 milyar varil petrol, 2.2 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunmaktadır. Böylesine zengin bir bölge tek başına bırakılır mı?
Etiyopya, Somali’yi durmadan bombalamaktadır. Etiyopya’da çoğunlukta müslümanlar olmasına rağmen iktidar azınlıktaki hıristiyanların elindedir. Bu iki ülke dünyanın en fakir ülkeleri arasında bulunmaktadır. Sömürgeci güçler hıristiyan iktidar sayesinde Etiyopya’yı Somali üzerine saldırtmaya devam etmektedir. Somali’de bilerek etnik kavgalar çıkartılmış ve bunun neticesinde ülke harabeye dönmüştür.
ABD Ortadoğu’da sömürge için yığınak yaparken, Sunni inanışa sahip ülkelerin yönetimlerine 30 milyar dolarlık askeri yardım sözü vermiştir, Irak’ta Sunni-Şii çatışmasını körükleyen ABD bölge ülkelerine yardım yapmak için kesenin ağzını açmıştır. Özellikle Çin’in bölge üzerinde etkisinin azaltılması ve petrol yataklarının kontrolünün ele geçirilmesi için kukla yönetimlere ihtiyaç duymaktadır.
ABD 1993’te B. Clinton’ın başkanlığı sırasında 19 Amerikan askerinin bir günde öldürülmesi üzerine 1994’te Somali’deki askerlerini geri çekmişti. 2006 temmuz ayından itibaren başkent Mogadişu’da egemenliği sağlamalarına rağmen “El Kaide’nin Doğu Afrika kolunun denetiminde” olduğu ileri sürülerek Somali İslâmi Mahkemeler Konseyi (SİMK) Etiyopya askerlerinin desteğini alan aşiretler tarafından devrildi. Amerikan gemileri Somali kıyılarında devriye gezmeye devam ediyor. Büyük bir uçak gemisini İran saldırıları için Hürmüz Boğazı açıklarına gönderdiler. Bush yönetimi, Etiyopya işgalini baskı uygulayarak devam ettirmektedir. Sudan’ın, Somali’nin, Afrika ülkelerinin El Kaide ile bir bağlantısı asla yoktur. El Kaide, zaten ABD patentli bir örgüttür.
Petrolü, doğalgazı, uranyum madenleri, altını bolca bulunan ülkeler eğer ABD, Rusya gibi zengin ve güçlü değillerse belâdan kurtulamazlar. Kara kıtanın Nijerya’dan sonra ikinci büyük petrol ülkesi Sudan’ın başı bu yüzden sıkıntıdan kurtulmuyor. Uzun zamandır savaşlarla boğuşuyor. Şimdi ülkenin başına belâ olarak hıristiyan misyonerler çöreklenmiş bulunuyor. Bunlar ülke insanlarının ruhları sömürüyorlar, sonra da kendi ülkelerinin vasıtasıyla zenginliklerini sömürüyorlar. ABD eski Başkanlarından Jimmy Carter’ın da yıllarca bu ülkenin güney bölgelerinde faaliyette bulunan misyonerlerden olduğu biliniyor. Sudan ve Somali gibi ülkelerde ABD, BM teşkilâtını kullanarak baskısını artırıyor. BM de olan-bitenleri seyretmekle yetiniyor.
Misyonerler Afrika’nın yumuşak yüzlü sinsi keneleridir. Bernard Shaw’ın yerinde bir deyimiyle “Hıristiyan batı emperyalizminin ve sömürgeciliğinin ileri karakoludur” Afrika açlıktan, susuzluktan, hastalıklardan, AIDS’ten kırılmakla kalmıyor, misyonerlerin pençesinde kıvranıyor. Afrika haritası da tıpkı Ortadoğu haritasının değişmesi gibi değiştirilmek istenmektedir. Bunun için yerli işbirlikçilerle ajan provakatörler kullanılmaktadır.
“Sudan’ın Darfur bölgesindeki bölücülerle hükümet güçleri arasındaki çatışma iki yıldır devam etmektedir. Bu bölgede yaşanan çatışmalardan en çok etkilenen her zamanki gibi yine çocuklardır. Dünya Sağlık Örgütü Darfur’daki durumu ‘dünyanın en büyük insani krizi’ olarak gösteriyor. Yıllardır batılı ülkeler Güney Sudanlı hıristiyanları hem tahrik ederek hem de yardım yaparak Sudan’dan ayırmak istiyorlar. Çünkü bu bölge zengin petrol rezervlerine sahiptir.
1989’da kabul edildiğinden beri 20 Kasım “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır. Ama maalesef bugün 85 ülkede 500 binden fazla çocuk savaşmaktadır. Çocuk 18 yaş altı grubu temsil etmektedir. Uganda’nın kuzeyindeki ayrılıkçılar 18 yıldır süren iç savaşta 20 binden fazla çocuk kaçırdılar. İnsan hakları örgütlerinin incelemelerine göre isyancılar her gün 16 yaşından küçük 10 çocuk kaçırmaktadır. Bu çocuklardan kaçmak isteyenleri yine 16 yaşındaki küçük çocuklara öldürtüyorlar. Uganda’da savaş sebebiyle insanların yüzde 90’ı evlerini terk etmiştir.
Doğu Afrika ülkeleri son 50 yılın en büyük kuraklığını yaşıyor. Somali, Etiyopya, Kenya, Eritre, Tanzanya ve Burundi bu ülkelerin başında gelmektedir. Somali’de susuzluk o dereceye vardı ki, çocuklar idrarlarını içiyor. 3 bardak su insanların 1 günlük gelirinden fazladır. Kenya çiftlik hayvanlarının yüzde 70’i susuzluktan öldü. Susuzluk sebebiyle 11 milyon insanın hayatı tehlikededir.” (Mustafa Necati Özfatura 22.04.2006 Türkiye)
Dünya Bankası 2015 yılına kadar, bu ülkelere yardım ederek, onlardaki yoksulluğu yarı yarıya indirmek üzere bir program hazırlıyor. Para o ülkeye gitmiyor, başkalarına gidiyor, bunlar silah olarak bu ülke halklarının canına kastediyor. Kara Afrika’nın, talihsiz çilesi bitmiyor. Düşünmek gerek, Dünya Bankası’nın başında Ortadoğu’nun başına işgal planlarını dolayan Yahudi P. Wolfowitz bulunuyorsa.
Afrika hep zengin, Afrikalı en fakir. Afrikalı kendi topraklarını yönetmiyor, yönetiliyor. Batılılar bu işi onlar adına güzel(!) yapıyorlar. ABD, bölgeyi askeri olarak denetlemek ve sömürmek istemektedir. ABD Savunma Bakanlığı dünya genelinde yapılandırdığı 5 karargâha ilâve olarak 30 Eylül 2008’de hayata geçirilmek üzere AFRICOM hazırlıklarına başlamış bulunuyor. ABD kullandığı petrolün büyük çoğunluğunu ithal ediyor % 60 gibi. Bunun da % 15’ini Güney ve Batı Afrika’dan sağlıyor.
Afrika ağlamaya, inlemeye, ölmeye mahkûm edilmiş durumda. Biz ülke olarak bu kıta ile, özellikle Somali, Sudan, Etiyopya, Cezayir, Libya, Tunus, Fas, Mısır, Nijerya, Kenya gibi ülkelerde ilgilenmeliyiz. Onlar bizlerden bunu bekliyorlar.