Peygamberlik kapısı kapandıktan sonra bu nur ikiye ayrılmış; bir taraftan Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemize intikal ederek nesep itibarı ile yürümüş, diğer taraftan da yakınlık nesebi ile bu nur devam edegelmiştir. Hafî kısmı Hazret-i Ebu Bekir Sıddîk -radiyallahu anh- Efendimize, Cehrî kısmı Hazret-i Ali -kerremellahu veçhe- Efendimize verilerek nur iki koldan devam etmiştir. (Mevzunun uzamaması için nurun Hafî koldan devamı açıklanmış, Cehrî koldan devam eden nur bahis mevzuu edilmemiştir.)
İslâm binası bu dört direk üzerine kuruldu. Allah-u Teâlâ her birine ayrı ayrı meziyetler vermiş, her biri ayrı ayrı tecelliyatlarla, ayrı vazifelerle gönderilmiş, birine verilen lütuf diğerine verilmemiştir. Hepsi de birer nurdur. Onlara verilen meziyetleri hiçbir beşerin hafsalası almaz.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman -radiyallahu anhüm- ile Uhud dağına çıkmıştı, onlar orada iken zelzele oldu.
Bunun üzerine buyurdular ki:
"Ey Uhud! Kımıldama, dur! Üstünde bir Peygamber, bir Sıddık, iki şehid vardır." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 1492)
Bu mucize beyanı ile Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- ile Hazret-i Osman -radiyallahu anh-in şehit olacaklarını haber vermiş oldu.
Mübarek isimleri "Abdullah"tır, "Ebu Bekir" ismi onun künyesidir. "Sıddîk" ve "Atik" lâkapları ile de tanınır. Babasının adı Osman olup, Ebu Kuhâfe künyesi ile tanınmıştır. Annesi ise Selma Ümmül-hayr'dır.
Resulullah Aleyhisselâm'ın doğumundan iki yıl sonra dünyaya gelmiş, ahirete intikallerinden iki yıl sonra da vefat etmiştir.
İslâmiyet'in intişarından önce de hakikatı arayanlardandı, putlardan nefret ederdi. Yüksek seciye sahibi bir zat idi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın öteden beri en sadık dostu olması hasebiyle, dâvetini ilk kabul eden odur.
Allah-u Teâlâ'nın Nur'u Muhammed Aleyhisselâm kendisine:
"Ben Allah'ın Resul'üyüm, seni Allah'a kulluğa dâvet ediyorum."
Buyurduğu ve sözünü bitirdiği anda müslüman olmuştu. Onun hidayete ermesine fevkalade sevinen Resulullah Aleyhisselâm:
"Ebu Bekir'den başka, İslam'a dâvet ettiğim herkes bir tereddüt geçirdi. Ebu Bekir ise ne durakladı ne de tereddüt etti." buyurmuştur.
Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Eğer kendime bir dost edinmiş olsaydım, mutlaka Ebu Bekir'i dost edinirdim. İyi bilin ki, sizin arkadaşınız Allah-u Teâlâ'nın dostudur." (Tirmizi: 3662)
Peygamberlikten önce o Nur'un en sâdık dostu idi. İslâmiyet'ten sonra da en aziz arkadaşı, en fedakâr ve vazifeperver yardımcısı, peygamberlik sırlarının en samimi mahremi, kudsi emanet yönünden sırdaşı, cemâlinin ve kemâlinin aynası oldu.
Haiz olduğu bu yüksek rütbe o derece şâyân-ı gıpta idi ki; Resulullah Aleyhisselâm bir şeye gücendiği veya müteessir olduğu zaman, Ebu Bekir -radiyallahu anh- gelecek olsa, derhal tebessüm eder ve üzüntüsü hemen giderdi.
Hadis-i şerif'lerinde:
"Ebu Bekir benden, ben Ebu Bekir'denim. Ebu Bekir dünya ve ahirette benim kardeşimdir." buyurmuşlardır. (Tirmizi)
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı arasında yeri daima muhafazalı idi. Henüz gelmemişse boş bırakılır, oraya kimse oturmazdı. Resulullah Aleyhisselâm mübârek yüzünü ona çevirir, ona bakarak konuşur, birçok hususlarda onunla istişare ederdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Allah-u Teâlâ beni dört yardımcı ile güçlendirdi. İkisi gök ehlinden yani Cebrâil ve Mikâil, ikisi de yeryüzü halkından yani Ebu Bekir ve Ömer'dir." (Tirmizî)
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- sağ kolu ise, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- sol kolu idi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın kemâl ve faziletinden en çok feyz alan zât-ı âlî şüphesiz ki odur. Müslüman olduğu andan itibaren Resulullah Aleyhisselâm vefat edinceye kadar hep onlarla birlikte oldu. Hazarda ve seferde onunla en çok düşen ve kalkan o idi. Hicrette refakat etti. Sırf onunla birlikte olmak, onunla omuz omuza bulunmak için çoluk-çocuğunu geride bıraktı. Onunla birlikte mağarada nâzik anlar yaşadı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizle üç gün üç gece beraber kaldılar.
Allah-u Teâlâ onun mağaradaki halini ve kalbine bağladığı huzur ve itminanı, bu ulvî beraberliği Âyet-i kerime'sinde beyan buyurmaktadır:
"O ikinin ikincisiydi. Hani onlar mağarada idiler ve arkadaşına: 'Üzülme! Allah bizimledir.' diyordu." (Tevbe: 40)
Çetin harp günlerinde; Bedir, Uhud, Hendek, Huneyn'de, Hudeybiye'de ve Mekke'nin fethinde o Nur'u bir an bile yalnız bırakmadı, hepsinde de canını siper ederek mücadele etti. Bu sebepledir ki, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ve diğerleri gibi düşman saflarının arasına dalma fırsatı bulamıyordu. Kalbinde ve kesesinde nesi varsa onun yolunda harcadı.
Kızı Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ-yı nikâhlayarak daha da yakın oldu.
Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra imanda, amelde, ihlâsta, ahlâkta insanların en büyüğüdür. İslâmiyet'in hükümlerini onun kadar iyi bilen ve benimseyen ikinci bir fert gösterilemez. Onun imanı İslâmiyet'in temel taşıdır.
"Peygamber hariç, Ebu Bekir herkesten hayırlıdır." (C. Sağîr)
Hadis-i şerif'inde beyan buyurulduğu üzere peygamberlerden sonra en üstün, en faziletli insandır. Hakikat ehlinin rehberi, müşâhede ehlinin öncüsüdür.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
"Ebu Bekir'in imanı, âlemlerin imanı karşılığında tartılmış olsa, onlardan ağır gelirdi." (Beyhakî)
"Sıdk"ı getiren Resulullah Aleyhisselâm, o sıdkı tasdik eden Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- olmuştur.
"Sıdk"ı tasdik; Resulullah Aleyhisselâm'a iman edenlerin hepsine şâmil olmakla beraber, hususiyetle Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-a âittir. Nitekim Miraç hadisesinden hemen sonra müşrikler "Duydun mu? Arkadaşın neler söylüyor? Buna da inanacak mısın?" dediler. Hiç tereddüt etmeden: "Bunu o haber vermişse doğrudur." cevabını verdi.
İşte onun bu kesin tasdiki üzerine Âyet-i kerime nâzil oldu:
"Sıdkı getiren (Muhammed) ve onu tasdik edenler (Sıddîk) muttakilerdir." (Zümer: 33)
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Sıddıkiyet mertebesi velilik mertebesinden üstündür. Bu makamın üstünde yalnız nübüvvet vardır. Peygambere vahiy yolu ile gelen ilim, Sıddîk'a ilham yolu ile gelir."
Resulullah Aleyhisselâm'ı sadece ademiyet gözü ile değil, hakikat gözüyle de görmüştü. Onu öyle tanımıştı ki, ahirete gitmesiyle dünyada durması arasında ona göre fark yoktu. Hakk'a nasıl tâzim ettiyse, o Nur'a da öyle tâzim etti, saygı gösterdi.
Yanından hiç ayrılmadı. Ona gönülden bağlanarak "Bağlılık numunesi" oldu. Onun bir yanılmasını, kendi doğru ve hâlis amelinden daha değerli olduğunu bilerek "Keşke Muhammed Aleyhisselâm'ın bir yanılması olsaydım." buyurmuştu.
Câhiliye devrinde Kureyşliler'in hatırı sayılır ulu kişilerindendi. Tanınmış dürüst bir tüccardı. Kumaş ve elbise satardı.
İslâmiyetle müşerref olduğu zaman kırk bin dirhemlik serveti vardı. Malını Allah yolunda sarfetmekten müstesna bir zevk duydu. Mekke'de yaptığı gibi, Medine'de de cömertçe harcadı.
Bilâhare İslâm tarihinde fevkalâde kıymet kazanmış birçok muhterem ve mübeccel şahsiyetler, onun gayreti ve himmeti sayesinde müslüman olmuşlardır.
Resulullah Aleyhisselâm kalabalık insan topluluklarının arasına katılarak İslâmiyet'i tebliğ ettikçe, o da yanında bulunurdu.
Unutulmaz iyiliklerinden birisi de, müslüman olmaları yüzünden çekmedikleri kalmayan zayıf ve kimsesiz müslümanları sahiplerinden büyük meblağlar mukabilinde satın alarak hepsini azat etmesi, işkencelerden kurtarmasıdır.
•
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- buyurur ki:
"Resulullah Aleyhisselâm bir gün mal bağışında bulunmamızı emretti. Bu da, elimde önemli miktarda servet bulunduğu bir zamana rastladı. Kendi kendime: "Eğer Ebu Bekir'i fazilette geçebileceğim bir gün varsa işte o gün gelip çatmış bulunuyor." dedim ve malımın yarısını bağışlamak istedim.
Resulullah Aleyhisselâm bana:
"Âilene bir şeyler bıraktın mı?" diye sordu.
"Bir bu kadarını bıraktım." dedim. Sonra Ebu Bekir -radiyallahu anh- getirip malının tümünü bağışladı. Resulullah Aleyhisselâm ona da:
"Ey Ebu Bekir! Âilene ne bıraktın?" diye sordu. O ise:
"Onlara Allah'ı ve Resul'ünü bıraktım." diye cevap verdi. İşte o anda ben: 'Ebu Bekir'i demek ki hiçbir zaman geçemeyeceğim.' dedim."
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kim bize bir iyilikte bulunmuşsa mutlaka karşılığını ödemiş bulunuyoruz. Ancak Ebu Bekir müstesna.
O öyle iyiliklerde bulunmuştur ki karşılığını ancak Allah-u Teâlâ kıyamet gününde ona ihsan buyuracaktır. Hem sonra, başkasının bağışladığı mal, Ebu Bekir'in bağışladığı kadar bana faydalı olmamıştır." (Ebu Dâvud - Tirmizi)
Hazret-i Ebu bekir -radiyallahu anh-in gözlerinden yaşlar aktı ve: "Yâ Resulellah! Ben ve malım sadece senin için var değil miyiz?" dedi. Değil malını, canını bile fedâ etmeye her an için hazırdı.
Mekke fethedildiği gün yaşlı ve gözleri görmeyen babası Ebu Kuhâfe'yi Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına getirdi. İslâm üzerine biat için Resulullah Aleyhisselâm'a elini uzattığında, Ebu Bekir -radiyallahu anh- ağlamaya başladı. "Niye ağlıyorsun ya Ebâ Bekir?" diye sorunca "Babamın yerine amcanız Ebu Talib'in müslüman olmak üzere biat için elini uzatması ve Allah'ın seni sevindirmesi benim daha çok hoşuma giderdi, onun için ağlıyorum." cevabını verdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cennetin sekiz kapısı bulunduğunu, Ebu Bekir -radiyallahu anh-ın da bu kapıların hepsinden dâvet olunacağını haber vermiştir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
"Cebrâil yanıma gelerek elimden tuttu ve bana ümmetimin gireceği cennet kapısını gösterdi."
Ebu Bekir -radiyallahu anh- atılıp:
"Yâ Resulellah! Ben o sırada seninle olmayı ne kadar isterdim, tâ ki ona ben de bakayım!" dedi.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Ey Ebu Bekir! Ümmetimden cennete ilk girecek kimse olman sana yetmez mi?" karşılığını verdiler. (Ebu Dâvud: 4652)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemizden rivayet edildiğine göre Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-, Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına girmişti. Ona hitaben:
"Müjde! Sen Allah'ın ateşten azad ettiği kimsesin." buyurdu.
İşte o günden itibaren Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-, "Azadlı" mânâsına gelen "Atik" diye isimlendirildi. (Tirmizî: 3679)