Kur'an-ı kerim'de Allah-u Teâlâ'nın bir veya birkaç şey üzerine yemin ederek söze başlaması, o beyan edilecek sözün çok mühim olduğunu; eğer bir hadise ise, o hadisenin mutlaka gerçekleşeceğini göstermektedir.
Nitekim Allah-u Teâlâ bu Sûre-i celile'de de dört önemli şey üzerine yemin ederek şöyle buyurmuştur:
"Hayır! (Gündüz) kaybolan yıldızlara andolsun!" (Tekvîr: 15)
Öyle yıldızlar ki akıp giderek gündüzleri gözlerden gizlenirler.
"(Gece) ortaya çıkıp gözükenlere andolsun!" (Tekvîr: 16)
Geceleri geri dönerek gözlere ve gönüllere ferahlık verirler.
"Kararmaya yüz tuttuğu zaman geceye andolsun!" (Tekvîr: 17)
Gecenin gelme vakti, kararmaya başladığı ilk saatlerdir. Gitme vakti de yok olmaya yüz tuttuğu, sabaha yöneldiği son saatlerdir ki sabahın müjdecisidir.
"Ağarmaya başladığında sabaha andolsun!" (Tekvîr: 18)
Allah-u Teâlâ gecenin karanlığını gündüzün ışığıyla, gündüzün ışığını gecenin karanlığı ile giderir. Her biri diğerini durmadan ve gecikmeden kovalar. Biri gider gitmez diğeri, o gittiğinde ise öbürü hemen gelir. Işığı karanlığa giydirip örttürdükten sonra, bir de çevirip karanlığı ışığa giydirir.
"Şüphesiz ki bu (Kur'an), çok şerefli bir elçinin sözüdür." (Tekvîr: 19)
Bu Âyet-i kerime yeminlerin cevabıdır. Burada "Resul" kelimesi ile kastedilen Cebrâil Aleyhisselâm'dır. Kur'an-ı kerim'in Cebrâil Aleyhisselâm'a nispet edilmesi, Allah katından onun getirmiş olmasından dolayıdır.
Allah-u Teâlâ Hâkka sûre-i şerif'inde ise şöyle buyurmaktadır:
"Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, (Kur'an) elbette şerefli bir elçinin sözüdür." (Hâkka: 38-39-40)
Kur'an-ı kerim Muhammed Aleyhisselâm'ın getirdiği kesin bir sözdür. Bu söz, âlemlerin Rabb'inden indirildiği hâlde, bu Âyet-i kerime'lerde Muhammed Aleyhisselâm'a izafe edilmiştir.
Allah-u Teâlâ vahyi getiren Cebrâil Aleyhisselâm'ı övüyor ve mütebâki Âyet-i kerime'lerde vasıflarını şöyle beyan buyuruyor:
"O elçi güçlüdür, Arş'ın sahibi katında itibarlıdır." (Tekvîr: 20)
Aldığı emri yerine getirmede hiç şüphesiz ki büyük bir kuvveti vardır. Derecesi ve makamı yücedir, şeref ve itibarı yüksektir.
"Orada kendisine uyulandır, güvenilen bir elçidir. " (Tekvîr: 21)
Üstün bir mevkisi vardır, Mele-i â'lâ'da kendisine son derece itaat ve itimat edilen mukarreb bir melektir. Aldığı vahyi güvenirlilik içinde Peygamber'e nakleder.
"Arkadaşınız aslâ deli değildir." (Tekvîr: 22)
Yıllarca bir şehirde beraber yaşadığınız, sohbet ettiğiniz, fikirlerine danıştığınız Muhammed Aleyhisselâm, sizin iftira ve iddiâ ettiğiniz gibi cinlenmiş bir kimse değildir.
"Andolsun ki; onu apaçık ufukta görmüştür." (Tekvîr: 23)
Cebrâil Aleyhisselâm kendisine Allah-u Teâlâ'nın onu yaratmış olduğu aslî suretinde görünmüştür. Onun altı yüz kanadı vardı ve yaratılışının büyüklüğü ufku kaplamıştı.
Aslî suretinde ikinci defa görmesi ise gökte, Sidre-i müntehâ'da olmuştur. Resulullah Aleyhisselâm'dan başka hiçbir peygamber Cebrâil Aleyhisselâm'ı hakiki şeklinde görmemiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ilâhî ahkâma, peygamber kıssalarına, milletlerin tarihine, mebde ve meâda, geçmişe ve geleceğe dâir verdiği haberler her bakımdan hakikata mutabıktır.
"O (peygamber), gayb haberlerini vermede aslâ cimri değildir." (Tekvîr: 24)
Haber verdiği vahiy ve diğer gayb ile ilgili gizli bilgileri bildirmekte cimri davranmaz, haberleri gizleyip saklamaz. Haber verdiği her şeyde güvenilir olup, kendi zannına göre konuşmakla suçlanamaz.
Zira müşrikler, onu keyfine göre konuşmakla suçluyorlardı, bu zamandaki müşrikler gibi.
Onun gaybdan haber vermesi, kimsenin bilmediği şeyleri bilmesi şaşılacak bir şey değildir. Onu, o yüksek fıtrat ve ahlâkta yaratan Allah-u Teâlâ'nın gayb ilmiyle onu şereflendirmesi de çok görülecek bir şey değildir.
"Bu Kur'an, kovulmuş şeytanın sözü değildir." (Tekvîr: 25)
Âlemlerin Rabb'i olan Allah tarafından beşeriyetin saâdet ve selâmeti için indirilmiştir.
"O halde nereye gidiyorsunuz?" (Tekvîr: 26)
Bu hakikatlere karşı doğru yolu bırakıp da hangi görüş ve düşüncelere kapılıyorsunuz?
Tam bir teslimiyetle, İslâm'ın sulh ve selâmetine niçin girmiyorsunuz? İslâm bir bütün olduğu halde, işinize gelene inanıyor, işinize gelmeyene, bilhassa içyüzünüzü ortaya koyan hükümlere inanmıyorsunuz?
"O, âlemler için bir öğüttür." (Tekvîr: 27)
Bütün beşeriyete, saâdet ve selâmet yolunu gösteren bir hidayet rehberidir.
Kur'an-ı kerim'in indirilmesinden asıl gaye, doğru yolda gitmek isteyenlere o yolu anlatmaktır. Doğru gitmek istemeyen kimseler ise bu hatırlatmadan hoşlanmaz, ondan istifade etmezler. Allah-u Teâlâ'nın hükümleri onları körlükten, sağırlıktan uyandırmaz. Uyandırsa da, onlar eğrilikten hoşlandıkları için, sapıklık yolunda gitmek isterler.
"İçinizden dosdoğru bir yola gitmek isteyenler için." (Tekvîr: 28)
Çünkü hatırlatmalardan, ikaz ve irşaddan faydalanacak olanlar ancak onlardır.
Kur'an-ı kerim'i dikkatle inceleyenler, insanların kazanabileceği bütün şan ve şerefi, dünya ve ahirete âit bütün selâmet ve saâdeti bulacaklarına aslâ şüphe etmezler.
Allah-u Teâlâ onu hasta gönüllere bir şifâ, bir hidayet rehberi ve bir rahmet olarak göndermiştir. Yaştan, kurudan her ne varsa hepsi onda mevcuttur. Hiçbir şey eksik bırakılmamıştır.
"Âlemlerin Rabb'i olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz." (Tekvîr: 29)
Sizin isteğiniz Allah'ın isteği olmadan gerçekleşemez.
Kullarının en küçük ihtiyaçlarını bile öyle dikkate alır ki, ihtiyaçlarının nasıl karşılandığının farkında bile olmazlar.