Büyük velî Necmeddîn el-Kübrâ -kuddise sırruh- Hazretleri'nin önde gelen halîfelerinden olan Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hayatı hakkında kaynaklarda ayrıntılı bir bilgi bulunmamaktadır.
Suriye topraklarında bulunan "Hama" şehrinde dünyaya geldiği için "Hamevî" diye anılmıştır.
Mîlâdî 13-14. yüzyıllar arasında yaşamış olan Hazret, zaman zaman Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin en büyük halîfesi olan Sadreddîn el-Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri'yle ve kendisi gibi Necmeddîn el-Kübrâ -kuddise sırruh- Hazretleri'nin mânevî terbiyesinde yetişen Necmeddîn-i Dâye -kuddise sırruh- Hazretleri'yle sohbet ve mülâkatta bulunmuştur.
Bir taraftan zühd ve nefis terbiyesine ağırlık vererek kısa zamanda önemli mesâfeler kateden Hazret, diğer taraftan 1233 milâdî yılında Şam'a gelmiş olan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri ile buluşmuş ve onunla yedi yıl boyunca Tasavvufî meseleler hakkında konuşmuştur.
Moğol istilâsı esnâsında yaşadığı bölgeden ayrılarak, Anadolu topraklarına yerleşmek zorunda kalan Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri, bu bölgede "Kübreviyye" tarîkatının yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Hâtemü'l-evliyâ'nın alâmet ve vasıfları hakkında "Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye" adı altında, küçük fakat son derece mühim bir risâle kaleme alan Hazret, bu risâlede rûhî yapısından mânevî hakîkatine ve icrâ edeceği büyük vazîfeye varıncaya kadar, "Hâtemü'l-evliyâ" ile ilgili çarpıcı ifşaatlar kaleme almıştır.
Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye" adlı eserinde, âhir zamanda geleceği bildirilen Hâtemü'l-evliyâ'nın alâmet ve vasıflarını ayrıntılı bir biçimde ele almış ve bu alâmetlerin tespiti hususunda şüphe ve tereddüte yer bırakmamıştır.
Cismî hususiyetleri pek çok velîden gizli tutulan, daha çok makâmı ve vasıflarıyla tanınan Hâtemü'l-evliyâ'nın kim olduğu hususunda, içinde müellife ait içtihâdî bazı tespitler bulunmakla birlikte; eser âhir zamanda zuhur edeceğinde şüphe olmayan "Hâtemü'l-evliyâ"nın vazifesi ve alâmetleri hakkında gerçekten önemli ipuçları sunmakta ve oldukça mühim sırların kapısını aralamaktadır.
Hâtemü'l-evliyâ'nın alâmetlerini esrar dolu sözlerle ortaya koyan Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri, "Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye" adlı eserinde Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın irâdesinin ve sözlerinin hakîkatine nüfûz ederek şöyle buyurmuştur:
"Bil ki, Allah'ın yalancıları bırakması ve sâdıkları açığa çıkarıp; onları müşâhade, ma'rifetler, ilimler ve hâller cenneti olan sebât, ebedîlik ve ölümsüzlük cennetine sevketmesi onun (Hâtemü'l-evliyâ'nın) alâmetlerindendir. Öyle ki, Hâtemü'l-velî hakkında, talep ve emir sûretindeki 'kalem' ve 'harf'in hakîkati de bununla zuhûr eder. Kalem'in hakîkati ise; İlâhî kudret, irâde ve meşî'et (dileme)nin hakîkatine dönmek mânâsınadır. İrâdesizlik, rızâya uyma ve Hakk ile bâtılı birbirinden ayırıp gâlip getirme mânâsına dönüşen harfin hakîkati hangisidir? İşte o, Allah-u Teâlâ'nın sıfatlarından, kudsiyyetinden ve Allah'tan başkasının kuşatmadığı bu idrâke göre keşfedilenlerden ibârettir. O, kendi sözünden başka bir dille, onun hâricinde bir söz söyler gibi gizli ve örtülü olarak konuşur ki; söz harfinin dışında bir söz gibi, fiil harfiyle meydana gelir, meydana çıkma mahalline göre aslında onu söylememiş olur." ("Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye", Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya, nr.: 2058, vr. 206a)
Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye"nin başka bir noktasında; Hızır Aleyhisselâm gibi Hâtemü'l-evliyâ'nın da ölümsüz kılındığına işâret ederek şöyle buyurmuştur:
"Kazâ mekânının içine girdiği için, Hızır Aleyhisselâm gibi ölümsüz olmak da onun alâmetlerindendir. O, hakîkat ve mecaz mekânıdır, en ulu mekândır; o, mülk ve akıl içindeki sevinç ve kurtuluş mekânıdır. O, hayâtın aslından tahsis edilen hayat ve ölümün indirildiği 'Hayy' ismine ulaşan 'Kazâ' mekânındaki Rabb'in ismine vâsıl olur. Hattâ ebedî ölümsüz olan Hızır ve gâib olmayan birini Allah, korunmuş olan gökyüzünde asılı duran bir yıldızın altındaki bir mülke, ya da yıldızın en altındaki mülke indirir; Hâtemü'l-evliyâ'ya ise hakîki hayatın ilerleyişini içirir, tâ ki ortaya çıksın ve yok olmasın, ebediyen ölümsüz kalsın. Çünkü mülk, akıl ve ruh ona nüzûl eder, yüksek göğün üzerinde asılı duran yıldıza düşer; Havz ve Kevser'le, diri olan Hızır ona doğru iner. O hem yeryüzünde Hayy -Teâlâ ve Tekaddes- ismini taşıyan Hâtemü'l-evliyâ'nın ilerleyişi, hem de O'na dönen mahlûkâtın ecel sûretinin ilerleyişidir. Peygamber'imiz Mustafâ -sallallahu aleyhi ve sellem- rızkın sûreti, İsâ amelin sûreti, Mûsâ eserin sûretidir -aleyhimüs-salâtu ves-selâm-. Nasıl ki Allah-u Teâlâ İdrîs'i ve İsâ'yı göğe kaldırmış ve her ikisini de 'Aliyy' isminin taşıyıcısı kılmışsa; Hızır'ın inmesi ve yeryüzünde ilerlemesi de böyledir." ("Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye", Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya, nr.: 2058, vr. 206a-206b)
Hâtemü'l-evliyâ'nın mânevî hakîkatine dikkatle nazar eden Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri; bu makâmın, Beytullah'ın mânevî aslının içine sığdırıldığı bir sûretten ibâret olduğunu keşfetmiş ve Peygamber'imizin de hakîkati olan bu has mertebeyi şöyle târif etmiştir:
"Bil ki, Peygamber'imizin -sallallahu aleyhi ve sellem- hareketleri, dünya halkına velîlerin sûreti üzerinden ulaşır. Bunların hepsi, velâyet evlerinin hücrelerinden dokuz harekettir; sonra 'Hâtemü'l-evliyâ' sûretinin içine sığdırılan 'Beytu'llâh'ın (Allah'ın evinin) hakîkatinden meydana gelen Peygamber'imizin ki -sallallahu aleyhi ve sellem- ortaya çıkar." ("Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye", Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya, nr.: 2058, vr. 207a-207b)
Âhir zamanda zuhur edecek olan "Hâtemü'l-evliyâ"nın vasıflarını açıkça gözler önüne seren Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri, "Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye" adlı eserinin son satırlarında Hâtemü'l-evliyâ'nın vazîfesine işaret etmiş; onun Allah tarafından verilmiş iki kılıca sahip olduğuna dikkati çekerek, onu "Din kâfirleri"ne gâlip getiren bu kılıçlardan birinin "Kalem"i, diğerinin ise, vâris olduğu "Yakîn" mertebesi olduğunu haber vermiştir:
"Bil ki, onun alâmetlerinden birisi de; onun kılıcının, mukâbele ettiğinde kendisini gâlip getiren 'kalem'i olmasıdır.
Peygamber Aleyhisselâm kâfirlere kendi kılıcıyla vurup, onları öldürürdü; Hâtemü'l-velî de onlara bâtında, kendi kalemiyle vurur ve onları helâk eder. Böylelikle Allah onu, Zât'ıyla mukâbelede bulunan bir 'kılıç' kılar.
Allah-u Teâlâ'nın kılıcı ikidir:
'Din kılıcı' ki, Muhammed Aleyhisselâm'ın izinde bulunmaktır. O kılıç, din ehlinin kendisiyle ayakta durduğu; şirk, şek (şüphe) ve tahmin ehlinin boyunlarının kendisiyle vurulduğu kılıçtır.
'Yakîn kılıcı' ise 'Kibriyâ kılıcı'dır ki; Kudsî ruh'tan sür'atle 'Hâtemü'l-evliyâ'ya ulaşır. Bu kılıç ise; 'Temkîn ehli'nin kendisiyle ayakta durduğu, alâkaların ve mel'un (şeytan)ın vesveselerinin kendisiyle kesilip koptuğu, din kâfirlerinin ruhlarının Zât'ıyla katlolunduğu bir kılıçtır.
Yakınlığın incelikleriyle onlardan sıyrılıp çıkarılan müminlerin ruhlarının cemaati içinde Allah, onları katlettiği din kılıcını Hâtemü'l-enbiyâ'ya has kılmış ve şeytanın nüfûzundan selâmete erişen Yakîn erbâbı'na mîras bırakmıştır." ("Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye", Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya, nr.: 2058, vr. 207b)