Mekke-i mükerreme'de Necm sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. Kırk iki Âyet-i kerime, yüz otuz kelime ve beş yüz otuz üç harften müteşekkildir.
Adını Sûre-i şerif'in ilk kelimesinden almıştır. "Sefere" ve "Sâhha" diye de anılır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında Kureyş'in ileri gelenlerinden Ebu Cehil, Utbe bin Rebîa, Ümeyye bin Halef... gibi kimselere büyük bir gayretle İslâm'ı anlatıyor ve onları dâvet ediyordu. Çünkü onların imana gelmeleri arzusunda idi, gönlü hep bununla doluydu. Bunlardan bir kimsenin imana gelmesi, çoğu kimselerin müslüman olması demekti.
Bu sırada gözleri görmeyen Abdullah bin Ümmü Mektum -radiyallahu anh- geldi. O andaki durumu görmediği ve bilmediği için: "Yâ Resulellah! Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!" dedi, onun başkalarıyla meşgul olduğunu farkedemediği için, bunu birkaç defa tekrarladı.
Resulullah Aleyhisselâm sözünün kesilmesini, onları bırakıp da onunla meşgul olmayı hoş karşılamıyordu. Aynı sözü tekrarlayıp durması üzerine sözünün kesilmesinden hoşlanmadı, bu hoşnutsuzluğundan dolayı mübarek yüzünü buruşturup öbür yana çevirdi, onunla ilgilenmeyerek konuşmasına devam etti. Yoksa bu, onu hor gördüğünden dolayı değildi, başka bir zamanda soru sorabilirdi. Abdullah -radiyallahu anh- de bir hata yaptığından korkarak hüzünlü bir şekilde geri döndü.
Resulullah Aleyhisselâm konuşmasını bitirip kalkacağı sırada vahiy geldi ve Abese sûre-i şerif'inin ilgili Âyet-i kerime'leri nâzil oldu.
Resulullah Aleyhisselâm Kureyşlileri İslâm'a ısındırmak, dine celbetmek istiyordu. O anda âmâ ile ilgi kuramadı, fakat niyeti hâlis idi. Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin bu halini hoş görmedi. Onu bizzat kendisi terbiye ettiği için onu doğrulttu.
Rivayete göre, Resulullah Aleyhisselâm ömründe hiçbir zaman Abese sûre-i şerif'inin indiği esnadaki üzüntüsü kadar üzülmemiştir.
Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in dayısının oğlu ve ilk muhacirlerden olan Abdullah bin Ümmü Mektum -radiyallahu anh- ne zaman yanına gelse, Resulullah Aleyhisselâm: "Ey Rabb'imin beni kendisi hakkında sitem ettiği kişi! Merhaba, hoş geldin!" diyerek ona yakınlık gösterir, iltifatta bulunur, ridâsını altına yayar ve ihtiyacını sorardı.
Hazret-i Bilal -radiyallahu anh- ile Resulullah Aleyhisselâm'a müezzinlik yapmıştır. Resulullah Aleyhisselâm hemen her gazâya çıkışında, Medine-i münevvere'de kalanlara namaz kıldırmakla onu vazifelendirirdi.
Bu mübarek Sûre-i celîle, Abdullah bin Ümmü Mektum -radiyallahu anh-ın kıssasını anlatarak başlar.
On yedinci Âyet-i kerime'den yirmi dördüncü Âyet-i kerime'ye kadar, Allah-u Teâlâ'nın birçok nimetlerle merzuk etmesine rağmen, insanın ne kadar nankör olduğu anlatılmakta, bu nimetler üzerinde düşünmeyen ve şükretmeyen insanların acıklı âkıbetinden bahsedilmektedir.
Yirmi dördüncü Âyet-i kerime'den otuz üçüncü Âyet-i kerime'ye kadar, Allah-u Teâlâ'nın bu kâinattaki kudret ve azametinin delilleri gözler önüne serilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise nankörlerin, küfürde, isyan ve tuğyanda ileri gidenlerin kıyamet gününde karşılaşacakları korkunç sahneler hatırlatılmaktadır.
Allah-u Teâlâ lâtif bir şekilde sevgili Peygamber'ini ikaz etmekte, kalp kırıklığını bertaraf etmek için Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"(Peygamber) yüzünü asıp çevirdi." (Abese: 1)
Onun o anda gelmesinden hoşlanmadı, alnını buruşturdu.
"Kendisine o âmâ geldi diye." (Abese: 2)
Âmânın sözlerini dinlemek istemedi.
"(Resul'üm!) Ne bilirsin, belki o (senden öğrendikleriyle) temizlenecekti." (Abese: 3)
Belki de onun nefsinde tamamen bir arınma meydana gelecekti, kalbi Allah'ın nuru ile aydınlanacaktı.
"Yahut öğüt alacaktı da, bu öğüt kendisine fayda verecekti." (Abese: 4)
Allah yolundaki seyri kolaylaşacaktı, içindeki şek ve şüphelerden kurtulup sâfi bir imana kavuşacaktı.
"Kendini sana muhtaç görmeyene gelince, işte sen ona yöneliyorsun." (Abese: 5-6)
Hidayete gelsin, doğru yolu bulsun diye.
"Oysaki sen onun (müslüman olmayıp) temizlenmemesinden sorumlu değilsin." (Abese: 7)
Senin vazifen sadece tebliğdir, bizim işimiz de hesaba çekmektir. Dileyen iman eder, dileyen kâfir olur. İslâm'ı kabul etmedikleri takdirde zararı kendilerinedir.
"Fakat sana koşarak gelen yok mu?" (Abese: 8)
Seni tercih ederek, sana itaat ederek sana gelenle ilgilenmiyorsun!
"Ki o, korkar durumdadır." (Abese: 9)
Günahlardan sakınır, haramlardan kaçınır, huzur-u ilâhî'de durmaktan korkar.
"Sen onunla ilgilenmiyorsun." (Abese: 10)
Halbuki asıl iltifat edilmeye lâyık olan odur.
"Hayır! Öyle yapma! Çünkü o (Kur'an) bir öğüttür." (Abese: 11)
Öğüt almayan kimse seni üzmesin.
"Dileyen ondan öğüt alır." (Abese: 12)
Çünkü yararı da zararı da kendisine âittir. Öğüt alan düşünür, istifade eder, hidayet yoluna girer, hayatını ona göre tanzim eder, dünya saâdetine ahiret selâmetine erer. Öğüt almayan sapıklıkta kalır, dünyasını da ahiretini de harap eder.
Cebrâil Aleyhisselâm bu Âyet-i kerime'leri Resulullah Aleyhisselâm'a okuduğunda, Allah-u Teâlâ'nın hakkında vereceği hükmü bekleyerek, mübarek yüzü kül gibi oldu. 11. Âyet-i kerime'deki: "Hayır!" beyanını duyunca yüzü açıldı, sevindi.
•
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'in değerinin büyüklüğünü bildirmek üzere mütebâki Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurmaktadır:
"O, çok şerefli sayfalardadır." (Abese: 13)
Çünkü o beyanlar Allah kelâmıdır. Allah kelâmı ne kadar saygıdeğer ve aziz ise, onun yazılı bulunduğu sayfalar da o nispette saygıdeğer ve azizdir.
"Yüceltilmiştir." (Abese: 14)
Değeri çok büyük olduğu için müminlerin de gereken en yüksek değeri vermesi ve el üstünde tutmaları gerekir.
"Tertemiz kılınmıştır." (Abese: 14)
Her türlü eksiklik ve fazlalıktan, Allah kelâmı olmayan sözlerden korunmuştur. İnsanî ve şeytanî düşünceler aslâ karışmamıştır.
"Kâtip (melek)lerin elleriyle (yazılmıştır)." (Abese: 15)
Mushaflarda yazılı olan Allah kelâmı melekler tarafından ilk önce Levh-i mahfuz'da nurdan sayfalara nakşedilmiştir.
"Ki o kâtipler kıymetli ve güvenilirdirler." (Abese: 15)
Her türlü iyiliklerle mücehhezdirler, Allah-u Teâlâ'nın emirlerine itaatkârdırlar, hata yapmaktan korunmuşlardır.