Seyyîd Ali el-Hemedânî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Fusûsu’l-Hikem” adlı eserindeki gizli sırları ve müşkil noktaları şerh etmek için kaleme aldığı “Şerh-i Fusûsu’l-Hikem” adlı eserinde yer alan mühim ifşaatlarına kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Seyyîd Ali el-Hemedânî -kuddise sırruh- Hazretleri Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Fusûsu’l-Hikem” kitabına yazdığı şerhte Hâtem-i velâyet’le ilgili en gizli sırlardan birine işâret ederek; Muhammed Aleyhisselâm’ın “Hâtem-i rüsul” sıfatıyla Cebrâil Aleyhisselâm’dan aldığı vahyi, aslında kendi has velâyeti olan “Hâtem-i velâyet”in zuhûr vaktinden beri bildiğini ifşâ etmiş; onun bu has velâyetine vâris olan Hâtem-i evliyâ’nın da, zâhirde tâbî olduğu Muhammedî Şerî’at’ı tıpkı onun gibi, bâtında kendi velâyetinden aldığını haber vermiştir:
“Hâtem-i velâyet, zâhirde ilâhî hükümlerden ibâret olan Şerîat’a tâbi’ iken, bâtın itibâriyle yalnız Hakk’tan alır. Şu kadar var ki, Hâtem-i velâyet’in ilim bakımından burada muttalî’ olduğu şeyler de yine ahkâm-ı ilâhî sebebiyledir. Ahkâm-ı ilâhî ise Şerî’at-ı Muhammedî ile birdir. Şu hâle göre Hâtem-i evliyâ, hâl-i hazırda ancak Cebraîl vâsıtasıyla gelen ve alınabilen ilâhî hükümleri, bâtın itibâriyle asıl kaynağından alan kimsedir. O Resul’den zâhir itibâriyle Şerî’at’ı en kâmil biçimde alan, (onunla) en mükemmel amelde bulunan, sebep ve zamana bağlı olmaksızın altın kerpiç yerine oturan ve (onu) dolduran kişi olur. Nitekim Şeyh, burada: ‘Hâtem-i evliyâ aynıyla resullerin Hâtem’idir.’ diyerek, onun anlayışının büyüklüğüne ve kemâline, intikâl yolu üzere, belki kâmillerin açığa çıkarıldıkları yol üzere, hayat hâli ya da şahısların letâfet ciheti üzere onda zuhûr ettiğine işâret etmiştir. Diğer şahısların ruhları da aynı şekilde, önce ilâhî hükümleri bilmeleri, sonra kendilerinde uyanan birtakım sırlar ve ilâhî hakîkatler sebebiyle vasıf kazanmıştır. Çünkü Cebraîl Aleyhisselâm Resul -sallallahu aleyhi ve sellem-in risâletini gerçekleştirmek için, Huzûr-u ilâhî’den ona nâzil olanı getirmeden önce, Resul -sallallahu aleyhi ve sellem- dâvet ettiği ahkâma zâten giriftâr olmuştur. Zîrâ ona, ‘İlmu’llâh’; yâni ‘İlâhî ilim’ üzere, ona bâtınıyla zâten muttalî’ olduğuna dâir şöyle bir hitab erişmiştir:
‘Resul’üm! Sana onun (Kur’ân’ın) vahyi bitmeden önce, Kur’ân’ı okumakta acele etme!’ (Tâhâ: 114)
Yâni velâyetin izhar vaktinin, nübüvvetin inişiyle birleştiğine işâret edilmiştir.” (“Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”, Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 2794/37, vr. 534b)
Ali el-Hemedânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fusûsu’l-Hikem Şerhi”nde, Hâtem-i evliyâ olan zâtla nurlarını ondan alan diğer velîlerin durumunu, ışığını güneşten alan ay ve yıldızların durumuna benzetmiş; ayın ve yıldızların güneş yokken onun ışığını saçtıklarına işaret ederek, “Nûr”uyla göz kamaştıran güneşin ancak, ay ve yıldızlar gökyüzünden tamamen kaybolduğu zaman zuhûr ettiğine dikkati çekmiştir:
“Göz kamaştıran güneşle, onun nûrunun şûleleri altında varlıklarını gizleyen, dünyevî varlıkların derinliklerine girip karar kılan, cismî tabî’at ağırlıklarının karanlık vaktinden sonra zuhûr eden parıltılarını saçan yıldızlar misâli; peygamberlerin özlerinde de ‘İlmu’llâh’, yâni ‘Allah’ın ilmi’; kendilerine nübüvvetin varlığının zuhûr etmesini talep ettiren isti’dâdlarının çokluğu nisbetinde meydana gelir. Ay ve yıldızların zuhûru, ancak geceleyin kuvvetli ve şiddetli bir biçimde kendini belli eder. İşte Hâtemü’l-evliyâ’nın velîler meydanındaki muhteşem hâli de aynen böyledir.” (“Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”, Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 2794/37, vr. 535a)
Seyyid Ali el-Hemedânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fusûsu’l-Hikem Şerhi”nde, “Hâtemü’l-velâye” mertebesini elinde bulunduran zâtın, ilmini ve velâyetini Allah’tan alma husûsunda Hâtemü’r-rüsul’le aynı durumda olduğunu haber vermiş; peygamberlerin, ilimlerini Allah’tan almaları hususunda “Hakîkat-i Muhammediyye”ye nisbet edilmeleri gibi, velîlerin de velâyetlerini Allah’tan alma hususunda bu makamın Vâris’ine nsibet edilmelerinin şaşılacak bir şey olmadığına işâret etmiştir:
“Bil ki, Velâyet-i Muhammediyye Hâtemü’l-velâye mişkâtıdır ve bâtını olan velâyetten uzak olmayan peygamberlik bakımından; peygamberlerde, ümmetlerde, resullerde ve bahsedilen kandilin üstünlük mertebesine göre, onun küllî olan velâyet sûreti bakımından umum velîlerde ve onların seçkinlerinde farklı olan velâyetlerin tümünün ana maddesi ondandır. Hepsine mâledilen vuslat da aslında ondandır. Nasıl ki peygamberler, Allah’tan almaları husûsunda Hakîkat-i Muhammediyye’ye nisbet ediliyorsa; toplayıcı velâyetle ilgili olarak, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-le birlikte, Muhammedî vârislerinden birinin Allah’a nisbet edilmesi de böyledir.” (“Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”, Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 2794/37, vr. 535a)
Seyyîd Ali el-Hemedânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”inde “Hâtemü’l-velâye” mertebesiyle ilgili son cümlelerinde, “Ehadî Mutlak Velâyet”i elinde bulunduran Hâtemü’l-evliyâ’nın, Muhammedî verâset yoluyla sâhip olduğu bu has velâyetle; gerek nebî ve resullerden olan bütün peygamberlerin velâyetlerine, gerekse onların velâyetine vâris olan umum velîlerin velâyetlerine kaynak kılındığını haber vermiştir:
“Çoklukta birliğin kayıtlanmış olduğu velâyete peygamberler de, velîler de kayıtlanıp bağlanmış; cüz’iyyet yönüyle cüz’iyyetin kayıtlanmasıyla, peygamber şahıslarla ilgili olarak ise, mutlak küllî eriştirici olan ‘Ehadî mutlak velâyet’in feyzine vâsıta olmasıyla, mutlakları da, kayıtlıları da kâim kılmıştır. O, iki sâhipli bir mertebe olmak sûretiyle kayıtlananı izhâr eden bir zuhûrdur. Dolayısıyla Muhammedî kayıtlı velâyet, bir ve berâber olarak en tam ve en kâmil şekilde meydana gelir. Zîrâ, gerek diğer nebî ve resullerin, gerek Muhammedî nübüvvet ve velâyetin altında bulunan peygamberlerin nübüvvet ve velâyetinin, gerekse peygamberlerin velâyeti altında olan velîlerin velâyetinin yolu onun yolundan meydana gelmiştir. Çünkü o, velîlerin derecelerinin en mükemmelidir. Şu hâlde, diğer peygamberlerin velâyeti de mutlak olarak Muhammedî velâyet’e nisbet edilir.” (“Şerh-i Fusûsu’l-Hikem”, Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 2794/37, vr. 535b-536a)