Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Nâziât Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2) - Ömer Öngüt
Nâziât Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Kasım 2006

 

Nâziât Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2)

Tefekküre Dâvet

 

Musa Aleyhisselâm'a Tûr Dağı'ndaki İlk Tecellî:

Musa Aleyhisselâm Medyen'de hizmet süresini tamamlamış, Mısır'a doğru hareket etmişti.

Âyet-i kerime'de:

"Musa süreyi doldurunca âilesiyle birlikte yola çıktı." buyuruluyor. (Kasas: 29)

Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesine sığınarak günlerce yol aldılar. Gittikleri yol, kendilerini Tûr Dağı'nın sağına düşen batı tarafına kadar götürmüştü. Bu sırada Musa Aleyhisselâm uzakta Tuvâ vâdisinde, yerle gök arasında yükselen bir ateş yalını gördü. Isınmak için ateş getirebileceğini, ya da orada bir kimse görürse bir haber alabileceğini düşündü.

Zaman ve mekândan münezzeh olan Allah-u Teâlâ tarafından kendisine nidâ olundu.

Âyet-i kerime'lerde de şöyle buyuruluyor:

"Resul'üm! Musa'nın haberi sana geldi mi?" (Nâziât: 15)

Bu hitâb-ı ilâhî anlatılacak sözü dikkatlice dinlemeye teşvik etmektedir.

"Hani Rabb'i ona Mukaddes Tuvâ vâdisinde seslenmişti." (Nâziât: 16)

İlâhî bir iltifat olarak ona kelâmını işittirmiş, risaletle müjdelemişti.

Ona şöyle buyurdu:

"Firavun'a git, doğrusu o azmıştır." (Nâziât: 17)

İlâhlık dâvâsında bulunmaya cüret etmek suretiyle haddi aşmış ve büyük bir zulüm işlemiştir.

Allah-u Teâlâ bu azgın adama karşı ilâhî dâvetin etkili olabilmesi için Musa Aleyhisselâm'a neler söyleyeceklerini sınırlandırmış, sözlerinin muhtevâsını belirlemiştir.

"De ki: Tertemiz olmayı ister misiniz?" (Nâziât: 18)

Küfür murdarlığından temizlenmeye gönlün var mı?

"Rabb'ine giden yolu sana göstereyim de, O'na karşı saygı duyup korkasın!" (Nâziât: 19)

Zira korku, ancak O'nu tanıdıktan sonra olur.

"Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi." (Nâziât: 20)

Firavun sözlü delili dinlemeyince, ona bu fiilî delili göstermiş oldu.

"Fakat o yalanladı ve isyan etti." (Nâziât: 21)

Söze inanmadığı gibi, o büyük mucizeyi gördüğü halde, onu da reddetti. Âlemlerin Rabb'ini ve emrini tanımak istemedi.

"Sonra arkasını dönüp koştu." (Nâziât: 22)

Allah'a yüz tutacak, gerçeği arayacak yerde; ardını dönerek helâke doğru tersine gitti.

"Derhal (adamlarını) topladı ve bağırdı." (Nâziât: 23)

Etrafına önce sihirbazları sonra da askerlerini topladı.

"'Ben sizin en yüce Rabb'inizim!' dedi." (Nâziât: 24)

Kendinden başka herhangi bir ilâhı kendinden aşağıda sayarak, kendinin âlemlerin Rabb'i olduğunu iddiâ etmek derecesinde alenen allahlık dâvâsında, cüret ve küstahlığında bulundu.

"Allah da onu dünya ve ahiret azabı ile yakalayıverdi." (Nâziât: 25)

İsrâiloğulları'nın gözleri önünde hepsi de Kızıldeniz'de boğuldular. Onlardan hiç kimse kurtulamadı.

Biçilmiş ekin gibi olmuşlardır.

"Şüphesiz ki bunda korkan kimse için ibret vardır." (Nâziât: 26)

Resul'üm! Sana karşı gelenlerin âkıbeti de böyle olacaktır.

 

Tefekküre Dâvet:

Allah-u Teâlâ kudretinin eserlerine ve azametinin alâmetlerine dikkatleri çekmek için Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?" (Nâziât: 27)

Gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri, görünen ve görünmeyen bütün varlıkları, güneşi, ayı, gezegenleri, melekleri... Bütün bunların hepsini "Ol!" emri ile yaratan Allah-u Teâlâ için; insanları tekrar canlandırıp yaratmak, bütün bu varlıkları yaratmaktan elbette daha güç ve çetin değildir.

İnsan dünyada bir zerrecik mesabesinde olduğu gibi, dünyada da âlemlerin içinde bir zerre mesabesindedir.

Büyüklüğüne rağmen bu göğü yükselten Zât-ı kibriyâ'ya insanları yaratmak ve öldükten sonra diriltmek son derece kolay bir şeydir.

Zorluk ve kolaylık insanlara göredir. "Pek kolaydır" demek beşerin anlayışına göre demektir.

"Onu Allah bina etti." (Nâziât: 27)

Gökleri sağlam yapılı, direksiz ve kazıksız bir şekilde yüksek olarak yaratmıştır. Bu öyle bir yapıdır ki, gökteki cisimlerin her biri yörüngelerinden ayrılmadan dönerler, hepsi de birbirleriyle ahenkli bir durumdadırlar.

"Onun boyunu O yükseltti, sonra onu bir düzene koydu." (Nâziât: 28)

Dengesini koyup denkleştirdi, düzene koyup düzeltti, onu karanlık gecelerde yıldızlarla müzeyyen kıldı.

Yarattığı her şeyin kendisine has bir güzelliği vardır. Her şey kendi yaratılış tarzı ile mütenâsiptir.

Bütün bu düzenlemelere bakılınca görülür ki, hepsi de O'nun emrine uyarak ayakta durmaktadırlar. Yaratan, yaşatan ve yöneten O'dur. O "Mâlikü'l-Mülk" tür, mülkün yegâne sahibidir.

"Gecesini kararttı, gündüzünü aydınlık yaptı." (Nâziât: 29)

Güneş battıktan sonra gece gelir ve güneşin doğması ile de gün başlar.

Daha sonra Allah-u Teâlâ yeryüzünün düzenlenmesinden söz ederek şöyle buyurdu:

"Bundan sonra da yeryüzünü döşedi." (Nâziât: 30)

Üzerinde yaşama ve yerleşme imkânı olacak şekilde yayıp serdi. Yeterince gıda maddeleri yetiştirecek özellikte donattı.

"Ondan suyunu ve otlağını çıkardı." (Nâziât: 31)

Kaynaklarını fışkırttı, nehirlerini akıttı ve her sahasında insanların ve hayvanların yaşamalarını sağlayacak olan bitki ve yeşillikler bitirdi.

Su da yaratılmıştır. Çünkü su insanlar, hayvanlar ve bitkiler için zaruri bir ihtiyaçtır.

"Dağları dikti." (Nâziât: 32)

Ki yeryüzü istikrar bulsun, üzerindekileri sabit tutup sarsmasın.

Dağlar aynı zamanda dünyamıza ayrı bir görünüm vermektedir.

"Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için." (Nâziât: 33)

Dünya, güneş sistemi içindeki durumu itibariyle benzeri olmayan bir gezegendir ve hayat şartları bir çok bakımından üzerinde toplanmış bulunmaktadır.

Hiçbir şey gayesiz maksatsız yaratılmamış, Allah-u Teâlâ'nın kemâlât ve hikmeti her yerde müşahede edilmektedir.


  Önceki Sonraki