Ümeyye bin Halef de İslâm düşmanlığında ileri giden, Kureyş'in en sayılı zındıklarından ve zulüm şebekesi elemanlarındandı. Mekke'nin o can dayanmayan sıcak günlerinde Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh-i bir gün bir gece aç susuz bıraktıktan sonra sırtüstü yatırıp ve göğsünün üzerine kocaman bir kaya parçası koydurup işkence eden, sonra da boynuna ip takıp dağ tepe demeden dolaştırtan odur.
Resulullah Aleyhisselâm'a her ne zaman rastlasa kaşıyla, gözüyle alay eder, ayıplamaya çalışırdı.
Bedir günü Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh- onu görür görmez: "Ey Ensâr! Bu habis Ümeyye'dir, yakalayınız! Küfrün başı buradadır! O kurtulursa ben kurtulmayayım!" diye bağırmış, müslümanlar da onu ve oğlunu süngüleyerek öldürmüşlerdi.
Âs bin Vâil, Kureyş kabilesi'nin Sehm kolunun reisi olup meşhur sahabî Amr bin Âs -radiyallahu anh-ın babasıdır. Güçsüz ve kimsesizlere yaptığı zulümlerle tanınmıştır.
Malını satmak için Mekke'ye gelenlerden satın aldığı malın bedelini ödemezdi. Onun bu gibi haksızlıkları İslâm'ın gelişinden sonra da müslümanlara karşı devam etmiştir.
Habbab bin Eret -radiyallahu anh- kendi eliyle yaptığı kılıçlardan birkaçını ona satmış, parasını alamamıştı. Borcunu ödemek için Resulullah Aleyhisselâm'a dil uzatmasını şart koşmuş, o da: "Senin ölüp tekrar dirildiğini görmedikçe bu işi yapmam." diye cevap verince Âs: "O halde ödeşmemiz ahirete kalsın. O gün benim malım ve evlâdım olacak, o zaman öderim." diyerek alay etmişti.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurdu:
"Resul'üm! Âyetlerimizi inkâr eden ve: 'Bana elbette mal ve evlât verilecektir.' diyen adamı gördün mü? O gaybı mı biliyor, yoksa Rahman'ın katından bir söz mü almıştır? Kesinlikle hayır!
Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız. Onun dediğine biz vâris oluruz ve o bize tek başına yapayalnız gelir." (Meryem: 77-80)
Kur'an-ı kerim'de "Ebter" diye vasıflandırılan da odur.
Müşrikler Resulullah Aleyhisselâm'ın Kalb-i Nebevî'lerini rencide edecek sözler söylemekten çekinmezlerdi.
Oğlu Kasım vefat ettiğinde Âs bin Vâil: "Bırakın şu nesli kesilmişi! Artık ölümünden sonra adını anan bulunmayacak." demişti. Bunun üzerine hakkında Kevser sûre-i şerif'i nâzil olmuştur.
Allah-u Teâlâ kıyamete kadar anılmak üzere şöyle buyurdu:
"Resul'üm! Gerçekten biz sana tükenmeyen pek çok nimet vermişizdir. Öyleyse Rabb'in için namaz kıl, kurban kes!
Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan dil uzatan kimsedir." (Kevser: 1-3)
O iğrenç sözleri söyleyenlerin, karşı çıkarak yolunu kestiklerini zannedenlerin gerçekten de zürriyetleri kesilmiş, defterleri dürülmüştür.
Dine karşı direniş ve tepkilerini ömür boyu sürdüren Âs, merkebi ile Tâif'e giderken ayağının ayasına diken battı. Dikeni bulamadılar. Bacağı devenin boynu gibi şişti, yerinden kıpırdayamaz hâle geldi. Hicretten birkaç ay önce iniltiler içinde kıvrana kıvrana ve bağıra bağıra ölüp gitti.
Resulullah Aleyhisselâm'a en çok ezâ ve cefâ eden Kureyş'in seçme cânilerinden birisi de Nadr bin Hâris idi. Çok zeki ve fesat bir adamdı. Resulullah Aleyhisselâm'a daima hakaret eder, Kur'an-ı kerim'le rekabete kalkışırdı.
Müşrikler ellerinden geleni yapmalarına rağmen müslümanlığın yayılmasını engelleyemeyince Nadr bin Hâris Kureyşliler'e şunları söyledi:
"Bu adama karşı çıkma usulünüzle neticeye varamazsınız. O şimdiye kadar sizin aranızda yaşadı. Ahlâken en iyi olanınızdı. En doğru, en dürüst ve güvenilir bir kişi olarak temayüz etti. Siz tutmuşsunuz, onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Buna kim inanır? Halk, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şairle bir mecnunun halini ayırt edemezler mi? Bu ithamlarınızın hiçbiri ile halkın dikkatini ondan çeviremezsiniz."
Daha sonra halkın dikkatlerini Kur'an-ı kerim'den ayırmak için acem hikâyeleri anlatmanın bir çare olacağını onlara tavsiye etti.
Kendisi de ticaret maksadı ile Rum ve İran beldelerine gider, oralarda hikâye ve masal öğrenir, gelip Mekke halkına anlatırdı. Resulullah Aleyhisselâm bir topluluktan kalktığı zaman hemen hikâye anlatmaya başlar ve: "Allah için söyleyin, benim mi yoksa Muhammed'in mi hikâyeleri daha güzel?" derdi.
Bu maksatla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Resulullah Aleyhisselâm'ın etkisi altına girdiğini işittiği zaman şarkıcı kızı ona musallat ederdi. "Onu yedir içir, şarkılarınla kendine öyle bağla ki, oradan kopup seninle hemhal olsun." derdi.
Onun hakkında nâzil olan Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman: 'İşittik, istersek biz de benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir.' derlerdi." (Enfâl: 31)
"Hani bir zaman da onlar: 'Ey Allah'ım! Eğer bu kitap gerçekten senin katından ise üzerimize gökten taş yağdır veya bize acıklı bir azab getir.' demişlerdi." (Enfâl: 32)
Âyet-i kerime'de beyan buyurulduğu üzere:
"Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir." sözünü Nadr bin Hâris söylemiş ve birçokları da ondan duyup tekrarlamışlardı.
Öyle dediler, fakat yıllarca bütün gayret ve didinmelerine rağmen bir türlü onun aynısını veya benzerini söyleyemediler. Sonra kılıçla mücadele etmek zorunda kaldılar.
Asırlar geçti, onlar gibi düşünen niceleri aynı şeyleri geveleyip durdular, fakat onlar da Kur'an-ı kerim'in bir benzerini getiremediler. Benzerini söylemek ellerinden gelseydi, kesinlikle geri durmazlardı.
Nadr bin Hâris bu sözü söylediği zaman Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Yazıklar olsun sana! Bu Allah kelâmıdır." buyurmuştu.
Buna karşılık o da, Âyet-i kerime'de geçtiği üzere:
"Eğer bu Kur'an gerçekten Allah kelâmı ise, bizim bunu inkâr etmemize bir ceza olmak üzere Allah ya başımıza taş yağdırsın veya bize başka türlü elem verici bir azap göndersin." diyerek küfür ve inkârında ısrarlı ve iddiâlı olduğunu göstermek istemişti.
Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyurulmaktadır:
"İsteyen birisi inecek azabı istedi. O, kâfirler içindir ve ona engel olacak hiç kimse yoktur." (Meâric: 1-2)
İster istesinler ister istemesinler, o azap mutlaka onlara gelir.
Kur'an-ı kerim'de onun hakkında nâzil olan on kadar Âyet-i kerime daha vardır.
Nadr, kendisi istediği ve hakettiği bu azabı Bedir'de bulmuştur. Allah-u Teâlâ müminlere onu yakalama fırsatı verip de esirler arasına düştüğünde, Resulullah Aleyhisselâm elleri bağlı olarak kendi önünde boynunun vurulmasını emir buyurdu.
En şiddetli İslâm düşmanlarından birisi de Ukbe bin Ebî Muayt'dır. Resulullah Aleyhisselâm Kâbe'de namaz kılarken elbisesini boynuna dolayıp şiddetle sıkmış ve boğmak istemiş diğerleri de gülüşmüşlerdi.
Ömrü boyunca inananlarla, dinle, imanla alay edip durmuştur. Nihayet Bedir'de diri ele geçmiş, Nadr bin Hâris gibi elleri bağlı olarak boynu vurulmuştur.
Esir alınan yetmiş kişiden sadece bu ikisinin öldürülmesi, küfürde ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir.
Resulullah Aleyhisselâm'ın dayısının oğlu olan Esved bin Abdiyağus İslâmiyet'le her fırsatta alay eder, fakir ve kimsesiz müslümanları gördüğü zaman:
"Bakın bakın! İşte bunlar Kisrâ'nın memleketini zaptedeceklermiş, bunlar, yeryüzüne hâkim olacaklarmış!" derdi. Resulullah Aleyhisselâm'ı görünce de: "Bugün yine göklerle konuştun mu?" gibi sözler sarfederdi.
O da son zamanlarda ishale yakalandı, karnı şişti. Birkaç ay inim inim inledi, ızdırap ve uykusuzluk içinde kıvrana kıvrana öldü.
Mut'im bin Adiyy, işitip de incinsinler diye yüksek sesle müslümanlara dil uzatırdı. Bedir savaşından önce doksan yaşlarında ölmüştür.
Resulullah Aleyhisselâm'la alay edenlerden birisi de Hars bin Kays'dır.
"Muhammed Ashâb'ını aldatıyor, öldükten sonra dirilmek var diyor, böyle şey mi olur?" derdi.
Tuzlu bir balık yemiş, ne kadar su içtiyse kanmamış, su içe içe midesi patlayarak ölmüştür.
Esved bin Muttalip, elebaşı kâfirlerin maşalığını yapardı. Kısa zamanda gözlerine bir ağrı saplandı ve kör oldu, çocukların eğlencesi haline geldi.
Böylece:
"Onlar yakında bilecekler!" (Hicr: 96)
Âyet-i kerime'si tecellî etmiş, Allah-u Teâlâ; Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i ile alay eden, dinini hafife alan, Kur'an-ı azîmüşan'ı küçümseyen münkirlere bir bir cezalarını dünyada da vermiştir. Ahirette verilecek cezalar ise şüphesiz ki daha şiddetlidir.
Binaenaleyh bu gibi kimselerin akla hayale gelmedik belâlarla mübtelâ oldukları, verilen mühlet dolunca hâk ile yeksan oldukları, dolayısıyla Âyet-i kerime'nin sırrının zuhur ettiği her asırda görülmektedir.
Allah-u Teâlâ, dinine ihanet edeni ihanetle helâk edeceği şüphesizdir.
Nitekim Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine şöyle buyurdu:
"O halde nefsin onlar hakkında bir takım üzüntülere dalarak yıpranmasın. Çünkü Allah onların yaptıklarını çok iyi bilendir." (Fâtır: 8)
Onlar yaptıkları kötülüklerin cezâsına kavuşmuş olacaklardır.