Sömürgeci, gaspçı, soykırımcı Batı, her türlü çirkefliğini, sahtekârlığını, yalancılığını, iki yüzlülüğünü fütursuzca sergiliyor. İş o noktaya vardı ki; AB lafını duydukça insanın midesi kalkıyor.
Amerikalılar diyor ki: "Türkiye'nin AB'ye üye olmasından ziyade AB perspektifinin devam etmesi daha önemli" Yani demek istiyorlar ki, "Biz bu Türkiye'yi uyutmaya devam edebilmemiz için sakın tekme atmayın, dikkat edin, sakın ola küstürmeyin; kolunu, bacağını kopartmadan uyanmasın."
Bakıyorlar; kimse "AB'ne falan girmek istediğimiz yok, siz yolunuza, biz yolumuza" diyemiyor, yöneticiler varlık sebeplerini AB'nin kapısında bağlı kalmaya bağlamış, adamlar utanmadan her türlü çirkefliği yapıyorlar. Ellerinden gelen her dayatmayı önümüze koyuyorlar.
Buna şaşmamak lazım. Zira onlar icraatını yapıyorlar. Kendi iç durumlarını ortaya koyuyorlar. Kalplerindeki kin ve düşmanlık hiç şüphe etmeyin çok daha büyüktür.
Asıl şaşılması gereken bizim durumumuzdur. Bu çirkefliklere, bu düşmanlığa rağmen bu hainlerden dostluk ümit etmemizdir. 200 yıldır bunların dostluğundan ne zaman hayır gördük? Önümüzde koskoca bir Osmanlı devleti tecrübesi var. Ekonomide taviz verdik, siyasette taviz verdik, sonuçta ne oldu? Canımızı dişimize takmak zorunda kaldık. Neredeyse ikinci bir Endülüs olacaktık.
Adamların düşmanlıkları planlı programlı. Uzun senelerdir devam ediyor. Çok azimliler, her fırsatı değerlendiriyorlar. Gözümüzün içine baka baka düşmanlıklarını sergiliyorlar. Silahsız bir harp yürütüyorlar. AB maceramızın her bir tarihsel dönemecinde kopartabildikleri her tavizi kopartıyorlar. Sonra da "En az 15-20 yıl üye olamazsınız. Her şeyi yapsanız bile bak Fransa Avusturya referandum yapacak, gireceğiniz de garanti değil!" diyorlar.
Daha önce de defalarca yazdık. Bu kadar aşağılanmayı, gidip Afrikanın ücra köşesinden bir kabile devleti getirseniz o bile kabul etmez.
Başından beri bu Haçlılar aynı şeyleri söyleyip, aynı tavizleri isteyip duruyorlar. Heyhat ki anlayan kim?
Kıbrıs meselesi, Ermeni meselesi, Kürt meselesi, Hıristiyanlığın canlandırılması meselesi... Mesele olmayan ne kadar iş varsa önümüze koydular.
Kıbrıs'ı bir düşünelim.
Taaa gümrük birliği anlaşması imzalanırken Rumların tek taraflı üyelik müracaatına izin verdik. Böyle böyle önümüze türlü türlü dönüm noktaları çıktı. Adaylık başvurusunu kabul edecekler, Sonra aday ilan edecekler, sonra müzakerelere başlamaya karar verecekler, sonra müzakerelere başlayacaklar ..... Her seferinde bir başka taviz; Kıbrıs'ın adaylığını kabul edeceğiz, biz üye olmadan Rumların üye olmasına izin vereceğiz, sonra üye olmalarına ses çıkartmayacağız, KKTC'nin üzerindeki izolasyonların kaldırılması için verilen sözlü garantilere güvenip limanları açacağız diye imza atacağız........
Şimdi adamlar tehdit edip duruyor: "İmzanın gereğini yerine getir, yoksa müzakereler durur."
Bunlar bu kadar ahlaksız, bu kadar alçak insanlar.
Biz de bu kadar ahmak, bu kadar körüz.
Ermeni meselesi de aynen böyle. Yıllar yılı getirdiler getirdiler. Baktılar iş sarpa sarıyor, aleyhte konuşmaya hapis cezası vermeye başladılar. Daha önce şöyle demiştik:
"Küffar milletleri özellikle Türkiye üzerinde büyük çalışmalar yapıyorlar. Uzun vadeli planlar tertip edip, birlikte uyguluyorlar. Hemen hemen her işleri belli bir plan çerçevesinde adım adım yürütülüyor. Her küffar devleti kendi payına düşeni becerebildiği kadar icra etmeye çalışıyor. ...
Bunun böyle olduğunu nereden anlarsınız?
Çevirdikleri planlar istedikleri neticeleri vermediği halde kör parmağım gözüne uğraşıp dururlar. Ermeni meselesi bariz bir örnektir. Türkiye'de toplantılar tertip edecekler, halkı hazırlayacaklar, suçluluk duygusuna düşürecekler, sırasıyla parlamentolar ve hükümetler nezdinde kararlar alacaklar, sonunda öldürücü darbeyi vuracaklardı. Fakat yalan üzerine politika yapmanın bedelini ödediler. Türk milleti, tarihte kendisine yapılmak istenen soykırımları hatırladı. Küffarın bütün planları ters tepti. Ancak hâlâ aptal gibi kendi ajandalarındakini devam ettiriyorlar. Küffarın ajandasında birçok konu var." (Hakikat, Temmuz 2006)
Genel Kurmay Başkanı da 2 Ekim tarihli konuşmasında bu gizli ajandalara işaret ederken Avrupa'ya sert bir çıkışta bulunmuştu:
"Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili olarak Avrupa Birliği yetkilisi Bay KRETSCHMER ... sözü geçen Avrupa Birliği görevlisi nelerden rahatsızlık duyuyor? ... Yoksa, Türk Silahlı Kuvvetlerinin söylemleri bu yorumları yapanların gizli ajandalarının hedeflerini mi zorluyor? Bunları iyi bilmeliyiz."
Ve bütün bu hengâmade Türk halkının gözünden kaçırılmaya çalışılan bir Kuzey Irak meselesi var. Adeta bir hayat-memat meselesi haline geldi. Ancak millet uyutuluyor. İşin tehlikesinin kimse farkında değil.
Bu meselede de küffar belli bir ajanda takip ediyor. Bakın bugüne kadar neler yaşandı?
9 yıl önce dayatılan bir kriteri ancak 2004 Ekim'inde yerine getirebilmiştik:
"Kriter 9 yıl sonra tamamlandı
Birkaç ay öncesine kadar AB üyeliği için Türkiye'nin önüne engel olarak çıkarılan Leyla Zana, Avrupa Parlamentosu tarafından dokuz yıl önce verilen 'barış' ödülünü almak için dün Brüksel'e gitti
Serbest bırakıldıktan sonra eski hakları geri verilen DEP eski Milletvekili Leyla Zana, Avrupa Parlamentosu'nun (AP) demokrasi ve insan hakları savunucularına verdiği 'Shakarov' ödülünü almak üzere dün Brüksel'e gitti. VIP Salonu'ndan geçerek uçağa binen Leyla Zana, bu seyahatinde yeşil pasaportunu kullandı." (Akşam 12 Ekim 2004)
Biliyorsunuz geçen yıl bir 3 Ekim tarihi dönemeci (!) yaşadık. Avrupa bizimle müzakerelere başlama kararı aldı. Bütün gazeteler "Başardık!", "Bu iş bitti!" diye muştularla(!) manşetler attılar. Bayram havası estirdiler.
3 Ekime tam bir ay kala 2005 Eylül ayının başında büyük bir PKK ve Apo provakosyonu yapıldı. Otobüslerle Mudanyaya gitmek isteyen PKK taraftarları İnegöl'de durduruldu. Geri dönerken Bozüyük halkı otobüslere saldırdı.
Arkasından terör örgütünün başındaki Karayılan isimli terörist ordunun yaptığı terör operasyonlarına ateş püskürdü. Türkiyeyi kışkırtma yapmakla itham etti. "20 Eylül'den sonra olacaklardan sorumlu değilim." diye tehditler savurdu.
Bu arada Hakkari Yüksekova'da, Gemlikte yaşananları protesto etmek için toplanan kalabalık PKK lehine sloganlar attı, polise taşlarla saldırdılar.
Tam bu günlerde Amerika Türkmen kenti Telafer'e büyük bir operasyon düzenledi. Halk şehri terketti. Amerikan bombaları sebebiyle en az 1000 sivil hayatını kaybetti.
Bir Amerikan gazetesinde Amerika'nın Kuzey Irak'ta askeri üs kurmak istediğine dair haberler çıktı.
Kasım ayına gelindiğinde büyük Şemdinli olayları yaşandı.
Tam o günlerde Barzani Amerika'ya gitti. Bush tarafından bir devlet başkanı gibi ağırlandı.
Tam da o günlerde Türkiye başbakanı sık sık Kürt sorunu, Alt kimlik-üst kimlik, Türk kökenli-Kürt kökenli gibi sözlerle ortada arz-ı endam ediyordu.
Aralık ayına geldiğimizde Talabaninin açıklamaları Yenişafak'ta, Barzani'nin açıklaması Akşam Gazetesi'nde yayınlandı. Her iki gazete de "PKK sorununu genel af çözer!" açıklamalarını ön plana çıkarttılar.
Bütün bunlar olurken biz Avrupa ile balayı yaşadığımızı zannediyor, AKP içkiyi yasaklayacak mı diye tartışıyor, kuş gribi memleketi helak edecek korkusuyla tavukları helak ediyor, kadın erkek karışık, başı açık namaz kılanları konuşuyor, Zapsunun karısının bunların arasında ne işi olduğunu tartışıyorduk.
Şubat-Mart aylarında Şemdinli olayları bağlamında Büyükanıt paşanın üzerindeki tartışmalar sahne aldı.
Mart ayında düzenlenen askeri operasyonlarda çok sayıda terörist öldürüldü. Bu gelişme üzerine Diyarbakırda olaylar çıktı, adeta isyan provaları tertiplendi.
Belediye başkanları PKK lehine açıklamalarda bulundular.
Bir Türk-Kürt çatışması çıkartmak isteyenler Trabzon-Ordu gibi şehirlerde eylemler yaptılar. Orduda bir teröristin bombası yanlışlıkla tuvalette patladı. Halk bazı Kürtlerin işyerlerini taşladı.
Artık Nisan ayı gelmişti.
DTP partisinin eş başkanı olan Ahmet Türk PKK ile tabanlarının aynı olduğunu, kendilerine oy veren ailelerin dağda yakınları olan aileler olduğunu açıkladı.
Amerika Türkmen kenti Telafere yeni bir saldırı düzenledi. Yine birçok zulüm yaşandı.
Mayıs ayına geldiğimizde Cuma namazı kıldıran Amerikalı kadın imam Türkiye'ye gelmişti. Gazetelerimizde arz-ı endam eyledi. Televizyona çıktı. Başını açıp konuştu. Lüzumsuz ve sahte gündem inşa ediciler yine iş başındaydı.
Bu arada Türkmen kenti olan Telafer'de büyük zulümler yaşanıyordu.
Talabani, "Amerika Türk askeri Irak'a girmeyecek diye güvence verdi" dedi.
Teröristler bir astsubay başçavuşu evinde şehit etti.
Temmuz ayındaAmerikan silahlı kuvvetlerine bağlı bir dergide yeni Ortadoğu haritası yayınlandı. Sınırlar değiştirilmiş, Türkiye'nin dörtte biri yeni Kürt devletinin içinde gösterilmişti. Burada kurulucak Kürt devletinin Bulgaristan'tan Japonya'ya en batı yanlısı devlet olacağı, Türk askerinin burada işgalci kabul edilmesi gerektiği iddia edilmişti.
Avrupa Konseyi bir Kürt raporu kabul ederek yayınladı. Raporda Kürtlerden dünyada devleti olmayan en büyük ulus olarak bahsedildi. Kürtlerin 4-5 bin yıllık tarihleri olduğu, Kürtlerin, 5 ve 12'nci yüzyıllar arasında Hıristiyanlarla çevrili yaşamış olmalarına rağmen, Musevilikten daha fazla ve kalıcı etkilendikleri iddia edildi. Türkiyeye bol bol nasihat verilen raporda PKK ile mücadelenin yanlış yürütüldüğü söylenerek Türkiye'ye içeriği malum birçok tavsiyelerde bulunuldu.
ABD dışişleri bakanı Rice Ortadoğu ziyaretinde "Yeni bir Ortadoğunun zamanı geldi. Yeni bir Ortadoğu istemeyenlere, onların değil, bizim galip geleceğimizi söylemenin zamanı geldi" dedi.
Ağustos ayında ABD Kerkük'ün denetimini tamamı Kürtlerden oluşan Irak 4. Tümenine devretti. Böylece Kerkük'ün denetimi tamamen Kürtlerin eline geçmiş oldu. Bu arada Kerkük nüfusunu değiştirmek için kente Kürt göçü aralıksız devam etti. Öyle ki göçebeler stadyumlarda yaşıyordu. Bu göçmenlere konut yapılması için ABD 8 milyon dolarlık kredi açtı.
Mesud Barzani peşmerge birliklerinin en geç iki ay içinde düzenli askeri birlikler haline getirilmesi için çalışmaların resmen başlatılmasını istedi.
Türkiye'de seçim barajı tartışmaları yapılmaya başlandı. Baraj düşürülmezse DTP'nin bağımsız adaylarla meclise girebileceği söyleniyordu.
İsrail Lübnan'dan başarısız bir şekilde çekilirken Türkiye'nin tek bir gündemi vardı: "Lübnana asker gönderecek miyiz göndermeyecek miyiz?" Hükümet o kadar hevesli idi ki 4-5 bin askerin gitmesinden bahsediliyordu.
Bu arada Irak'ta uzun uğraşlar sonunda bir iç savaş ortamı oluşturulmuştu. Amerika'da Irak'ı üçe bölelim tartışmaları iyice su yüzüne çıktı.
Eylül ayına geldiğimizde Mesud Barzani, Kuzey Irak sınırlarındaki tüm Irak bayraklarının kaldırılarak sadece Kürt bayrağının kalması emrini verdi.
Yine aynı günlerde, "Kuzey Irak"tan sürekli olarak "Güney Kürdistan" diye bahseden Fırat isimli haber ajansı şöyle bir haber geçti:
"Güney Kürdistan'ın Kerkük petrolleri artık peşmerge güçlerinin denetiminde. Peşmergelerden oluşan Irak 2. Tümeni'nin 2. tugayı, bölgedeki petrol tesislerini koruyan üsse yerleşti. Öte yandan Kerkük dahil Güney Kürdistan'daki petrol arama, işletme ve pazarlama faaliyetlerini Kürtlere devreden yasa taslağı bu ay Kürdistan parlamentosunun gündemine geliyor."
Bu arada medya yine önemli vazifeler icra ediyor, halkın PKK yandaşı olarak şüphelendiği kişilere gösterdiği infial "Kürt işçilere linç girişimi" olarak takdim edilmeye devam ediliyordu. Benzer bir olay Akyazı'da yaşandı.
İtalya'da NATO akademisinde ders veren Amerikalı albay Temmuz ayında yayınlanan bölünmüş Türkiye içerikli Ortadoğu haritasını Türk subayların önüne koyuyordu.
Ekim ayında Kerkük'te 3 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi, peşmergeler bütün şehri didik didik aradı, yüzlerce kişi tutuklandı.
PKK'ya ateşkes çağrıları, "Dağdan in ovada siyaset yap!" teraneleri ile bu ajanda bugüne kadar bu şekilde devam etti, ettirildi.
Uzatmayalım. Dikkat ederseniz yaşananlar belli bir takvime, bir ajandaya göre devam ediyor. Adamların niyeti işi derleyip toparlayıp, pişirip bu sene sonunda altın vuruşu yapmaktı. Nitekim sene başında kendi kendimize "Ne oluyoruz?" diye sormaya, memleketin ayağımızın altından kaydığını hissetmeye başlamıştık.
Ancak Türkiye'de boş durmayanlar da vardı. Haçlıların planını boşa çıkartmak için çalıştı.
Şimdi de başka bir cepheden tarihe bakalım. Geriye saralım:
Eylül 2005 tarihinde o günlerde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Yaşar Büyükanıt şöyle bir cümle sarfetti: "Türkiye Filistinlileştirilmeye Çalışılıyor!" Büyükanıt, Türkiye üzerinde oynanan oyunları bu bir cümle ile özetledi. Üstelik dolaylı olarak İsrail'e mesaj gönderdi. Bu sözden İsrail rahatsız oldu. Ertuğrul Özkök komutanı bu sözünden dolayı sert bir şekilde eleştirdi.
Yine aynı günlerde, -bir yıl önce- Yaşar Büyükanıt Harp okulunun açılışında yaptığı konuşmada, Avrupa'ya sert çıkarak Haçlı zihniyetine şu sözleri ile dikkat çekti:
"- Türkiye'yi bir kaos ve çatışma ortamına sokmak isteyen mihraklar, unutmamalıdırlar ki, aynı zamanda kendilerinin kaçınılmaz sonlarını da hazırlamaktadırlar.
... Avrupa parlamentosunda, terörle mücadelemizi "saldırgan askeri operasyonlar" olarak niteleyen düşünce ve ifade şeklini; gönül rahatlığı ile söylüyorum: esefle kınıyorum. ... bu tür ifadeleri, Türkiye Cumhuriyeti'ni uyandırması gereken çan sesleri olarak izlemekteyim."
Kasım 2005 tarihine geldiğimizde gazetelerde Güneydoğu'ya bir günde 700 aracın geçtiği ve üç gün süren bir askerî sevkiyat haberi verildi.
Mart ayına geldiğimizde Genelkurmay başkanı Özkök bir konuşmasında, Medeniyetler çatışması tezine haklılık kazandıracak gelişmeler yaşandığını, Türkiye'ye yönelik geleneksel çatışma ve nükleer tehlikeler olduğunu söyledi.
Nisan ayında Irak sınırına büyük askeri yığınak yapılmaya başlandı. Komando tugayları bölgeye sevkedildi. Şırnak'ta Kara Kuvvetleri Karargahı kurulduğuna dair haberler çıktı. Büyük çaplı ve kararlı bir operasyon olacağı, operasyonun 16 ay sürebileceği söylendi.
İran da PKK yı sıkıştırmaya başladı. Kandil'deki PKK karargahına füze attı, 3 terörist öldü.
Devam eden aylarda askeri sevkiyat durmaksızın devam etti. Bölgede sürekli operasyonlar yapıldı. Operasyonların çoğu İran'la koordineli bir şekilde icra edildi. Türk topçusu Kuzey Irak'taki PKK kamplarını sürekli bombaladı.
Temmuz ayında Barzani ve Talabani Türk askeri varlığından rahatsız olduklarına dair açıklama yaptılar.
Amerika'nın Milliyet muhabiri Yasemin Çongar Afganistan'dan şu haberi geçti: "20 Temmuz'da istisnai bir zirve gerçekleşti; De Hoop Scheffer (NATO genel sekreteri), Jones (ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanı) ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral John Abizaid, Kâbil'de buluşup sadece Afganistan'ı değil, bizi de konuştular. NATO'nun tepesi ile ABD'nin iki önemli komutanının gündemindeki sorular, 'Türkiye, K. Irak'a operasyon tehdidinde ciddi mi? Bunu nasıl engelleriz?' diye özetlenebilir."
Talabani "Türkiye'nin Irak topraklarına girmesine izin vermeyeceğiz" diye açıklama yaptı.
Emekli Org. Şener Eruygur, "Biz Türkiye'yi parçalamak isteyenlerle yan yana gelemeyiz. Dünyada değişim rüzgârları esiyor, tek rüzgâr 'neocon'ların rüzgârı değil ki!" dedi.
AKP Ankara Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Salih Kapusuz , Türkiye'nin Kuzey Irak'a girip girmediği konusundaki soruya "Türk askerinin Kuzey Irak'a girmediğini, operasyon yapmadığını kim biliyor. Herkese her şeyi duyurmak zorunda mıyız?" şeklinde cevap verdi.
Ağustos ayında da askeri sevkiyat devam etti, Yenişafak, "TSK'nın sınır bölgesine seçkin birliklerini konuşlandırma faaliyeti aralıksız sürüyor." diye haber yaptı. Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir haber şöyleydi:
"Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kuzey Irak sınırına 1 ayda 4 kez top ateşi açtığını öne süren Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri ve 'Kürdistan Bölge Başkanı' Mesud Barzani, her türlü sınır ihlalini kınadıklarını söyledi."
Gazeteler Hakkari Yüksekovada birlikler arasında koordineyi sağlamak üzere bir Tümen komutanlığı kurulduğunu duyurdu. Bu gelişme sınır ötesi hareket hazırlığı olarak yorumlandı.
Amerika Türkiye'ye PKK konusunda koordinasyonu sağlamak için bir temsilci atayacağını açıkladı.
12 Ağustos gecesi yine 40 araçlık bir askeri konvoy Şemdinli'ye doğru hareket etti.
Fırat haber ajansı Türkiyenin Kuzey Irak'ta faaliyetlerini yoğunlaştırdığını duyurdu.
Amerika Türkiye'yi yatıştırıcı açıklamalar yapmaya başladı. Türk özel kuvvetlerinin Kuzey Irak'ta operasyonlar yaptığı haberlerine paralel olarak taaa Amerika'dan Bush devreye girdi.
19 Ağustos'ta İngiliz Guardian gazetesi, Türkiye ve İran'ın geride kalan son birkaç hafta içinde Irak sınırına tank, ağır silah ve asker yığdığını yazdı. İki ülkenin sınıra yaptığı bu yığınağın, PKK kamplarına yönelik "koordineli" bir eylem gibi göründüğü ifade edildi.
Merkezi Brüksel'de bulunan Uluslararası Kriz Grubu'nun Ortadoğu direktörü Joost Hiltermann, ABD'nin, Iraklı Kürtler'in Kerkük'ü ele geçirme çabalarını engellememesi durumunda, kentte iç savaş çıkacağı uyarısında bulundu. Hiltermann, "Kürtler, Kerkük'ün petrolünü de ele geçiremez, çünkü Türkiye buna izin vermez" diye konuştu.
İngiliz Times muhabiri "Kandil Dağı kesiminde gizli bir savaş devam ediyor" diye yazdı. Times gazetesine konuşan Murat Karayılan, Türkiye ve İran'ın PKK'yı vurmak için bir ittifak kurduğunu söyledi.
Öte yandan Amerika'nın Sesi Radyosu'nun haberinde, Kani Masi'ye giderken muhabirin birkaç kez Türk askerlerinin kontrol noktasından geçtiği ve bölgedeki Türk askerlerinin komutanı ile konuştuğu ancak komutanın röportaj önerisini geri çevirdiği öne sürüldü.
Özel Kuvvetler komutanlığı bünyesinde iki tugay oluşturularak, komutanlığın düzeyi tümgenerallikten, korgeneralliğe yükseltildi.
Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ 30 Ağustos resepsiyonunda basının dikkatini Kerküke çekmeye çalıştı. Basın sürekli Lübnan'ı sorarken İlker Başbuğ gazetecilere "Kerkük konusunda ne düşündüklerini" sorarak, "bu konunun çok önemli olduğunu ve ilgi gösterilmesi gerektiğini" söyledi. "Kerkük konusunu yakından değerlendirmekte fayda var. İyi takip etmek lazım." dedi.
Ancak basının ilgisi bir türlü oraya yönelmedi. Tam Afganistan'a asker gönderme tartışmaları ile yeni bir sahte gündem icat edileceği sırada Genelkurmay başkanı "Kesinlikle söz konusu bile değil." diyerek kesip attı.
ABD'deki "Savunma ve Dışişleri Strateji Politikası" adlı dergide yayınlanan makalesinde Amerikan Helenik Enstitüsü Başkanı Gene Rossides, "Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesi halinde operasyon Şırnak'taki Gabar dağından yürütülecek. Burada komuta merkezi inşa ediliyor. Bölgeye girebilecek 260 bin Türk askeri Güneydoğu'da" diye yazdı. Türkiye ile Kuzey Irak'taki Kürtlerin arasına yerleşmesi için Bush yönetiminin asker göndermesini istedi.
Bush "Irak üçe bölünürse Türkiye bundan rahatsız olur." mealinde bir açıklama yapma ihtiyacı duydu.
Türk medyası uyutma ve sahte gündem inşa etme işlevi gördüğü için bu hakikatleri dile getiren yayınlar, "marjinal yayın"lar olarak algılanmaktadır.
Gündem algılamamızı ters yüz etmemiz gerekiyor. Medya maymunu olmayalım. Küffar hiçbir zaman bize olan düşmanlığından vazgeçmiş değildir.
Ermeni meselesinde yaşananları görüyorsunuz. Maksatları hakikati ortaya koymak değildir. Bu milleti mahkûm etmektir.
Haçlı Batı'nın kalbinde Türkiye için yaşatılan plan "İkinci bir Endülüs"tür, yeni bir "Sevr"dir.
Kurtuluş savaşında Hazret-i Allah bu millete bir zafer müyesser kılmasaydı, Anadolu'nun ikinci bir Endülüs olması işten bile değildi. Nasıl ki bütün müslümanlar o günkü ölüm-kalım savaşına destek vermişse aynen bugünkü savaşa da destek vermekle mükelleftir.
Görüldüğü gibi Kuzey Irak sınırında yaşanan harekât çok büyük hayırlara vesile olmuştur. Ancak PKK ve Kerkük meselelerini halletmedikçe tehlike büyüyerek devam edecektir. Küffar vazgeçme niyetinde değil. Büyük planlar çeviriyor. Bunların elbet bir karşılığı var.
Biz yaklaşık bir senedir "Yâ Rabbi! Vatanımızı muhafa et, ordumuzu muzaffer et!" diye duâ ediyoruz.
Siz ne yapıyorsunuz?