Ne zaman ki "ahşam olub, kurd-u kuş" ortalıktan çekildi ve "yurdunda-yuvasında huzûr itdi"; etrâfa bir kasvet çöküp, "gögi bulud, yiri tumân tutub" otağın çevresini karanlığa garketti.(1) Öylesine "karañluk oldı ki, göz gözi göremez oldı",(2) düşman tarafı tamâmen kapanıp "âdemden at seçilmez" oldu.(3) Gönlüne garip bir hüzün çöken Sultan Murad Hân iyice bunaldı, ne kadar uğraştıysa bir türlü gözünü uyku tutmadı.
Gâzî Hüdâvendigâr Hân herkes "yatdukdan soñra turub, arı abdest alub iki rek'at Hâcet namâzın" kıldı;(4) "yüzin toprak üzerine koyub" secde ederek "Hakk Te'âlâ Hazret'ine cân-u göñülden" yalvardı:(5)
"Yâ İlâhî! Mülk ve kul Senüñdür, Sen kime isterseñ virürsüñ! Ben dahî bir nâçiz kuluñam. Benüm fikirimi ve esrârımı Sen bilürsün! Mülk ve mâl benüm maksûdum degüldür. Buraya kul-karavâş içün gelmedüm. Hemân hâlis ve muhlis Senüñ rızâñı isterem. Yâ Rabb, beni bu müslümânlara kurbân eyle, tek bu mü'minleri küffâr elinde mağlûb idüb helâk eyleme! Yâ İlâhî, bunca nüfûsuñ katline beni sebeb eyleme! Bunları mansûr ve muzaffer eyle! Bunlaruñ-çün ben cânımı kurbân iderem, tek Sen kabûl eyle!"(6)
Hünkâr'ın duâ oku icâbet hedefini vurdu; ansızın "rahmet bulûdları zâhir olub" birdenbire "zemîn"i yağmur tâneleriyle doldurdu.(7) Yeryüzünden sis, "gögüñ yüzinden toz silindi getdi", Osmanlı otağını saran o uğursuz duman küffâr otağının üstüne indi.(8)
Sabah olur olmaz Ali Paşa Gâzî Hüdâvendigâr'ın huzûruna koşup: "Yâr-i Bârî bizümledür!" dedi;(9) "Sabâh namâzını kıldıkdan-soñra Kur'ân-ı 'Azîm'den ve Furkân-ı Kadîm'den fâl açdum idi, "Yâ eyyühe'n-nebiyyü câhidü'l-küffâre ve'l-münâfıkîn" Âyet'i(10)zâhir oldı!" deyip,(11) Hünkâr'ı "Kâfirlerle ve münâfıklarla cihad" için verilen mânevî işâretten haberdâr etti. Sonra da gazâ erlerini: "Buyuruñ!.." deyip er meydanına dâvet etti,(12) bu haberi işiten Hazret-i Hüdâvendigâr ve mücâhid gâzîler "şâd" olup sevindi.(13)
Pâdişâh'ın emriyle "atdukları tüfek tîri yire düşmez" bin tüfek eri "Mal-koç'la sağ kola turdılar, biñ dahî Hamîd-oğlı Mustafâ Beg'le sola turub, iki biñ merd" nişancıyla hep "bir yirden oka ve yaya el urdılar."(14) Ulu şehzâde Bâyezîd Çelebi sağ tarafı, küçük şehzâde Yâkub Çelebi sol tarafı tuttu; Evrenos Bey sağ cenâhda, İnebey sol cenâhda durdu.(15) Diğer beyler de küffârla çarpışmak üzere birer birer saf tuttular, erleriyle birlikte kendilerine emrolunan yerde konuşlandılar.(16)
Savaş tertibâtı tamamlanır tamamlanmaz "Hünkâr Hazretleri topçılar"ın karşısına geçerek: "Hemân Bismi'llâh deyüp kâfirleri topa tutuñ!" diye emretti,(17) "hemân topçılar kâfirler üzerine bir nice" pâre toplar iletti.(18) Öyle ki, atılan gülleler döne döne savrulup tâ içlerine kadar girdi, alaylarını karga içine "şâhin girmiş gibi allak-bullâk eyledi."(19) Kendilerini sarsılmaz bir kale gibi zanneden ahmaklar, "hemân bu acı ile ok yimüş hınzîr gibi" sağa-sola kaçıştılar.(20) Durumu seyreden Hünkâr kâfire aman vermeksizin hemen okçulara yöneldi; "Hemân Bismi'llâh deyüp, gazâ niyyetine kâfire ok sepüñ!.. Ki, toñuz gibi birbiri ardına sığuşalar!" diye hitap etti.(21) Küffârın üzerine o kadar ok yağdırdılar ki; "zurna ve nakkâre âvâzından ve at kişnemesinden ve âdem" iniltisinden yer-gök titredi, o hengâme içinde küffâr safından "niceleri cân virdi."(22)
Nihâyet her iki tarafın birbirine topyekün hücûmu ile "iki deryâ bir-birine karışup, kılıclar" yekdiğeriyle çarpıştı, oklar havada uçuşup kıran kırana bir mücâdele başladı.(23) O sıkışıklık ve kargaşa ânında "süñülerden yil olsa esmezdi ve at ayağından seyl olsa geçmezdi ve ok yire gökden tolu gibi yağardı ve figân ve feryâd yirden göğe" doğru çıkardı.(24) Gâzîler kâfir askeriyle "kılıc kılıca ve süñü-süñüye ve çomak çomağa irişüb, çaka-çak, çata-çat" çarpışırken, Şehzâde Bâyezîd'e bir ara bozgun başgösterecekmiş gibi geldi;(25) dâhiyâne bir taktikle hemen ordu içine haberci gönderip: "Hay gâzîler! Ne turursuz? Kâfir sindi, kaçdı!" diye nidâ ettirdi.(26) Ardından bu müşkil noktaya ordunun "sağ kolunı götürdü getdi, bu kerre dönüb" bütün kâfirler ordunun üzerine "hamle itdi."(27) Bu korkunç durumu gören "Bâyezîd Hân şevketle kâfire yıldırum gibi yetişüb, kurd koyuna ve şâhin kargaya girer gibi tekbîr getürüb, 'Yâ Allâh!..' deyüb" kâfiri baştan başa kırmaya başladı.(28) "Her kime ki bir kez depre çaldı; ayağun saldı, ayruk nefes almadı."(29) Yiğit şehzâdenin hamlesini uzaktan seyreden Ali Paşa birdenbire şevke gelip "kendüyi kâfir 'askerine urdı", durumu farkeden diğer beyler de hep birden küffârın arasına dalıp, topyekün kâfire kılıç vurdu.(30)
Şehzâde Bâyezîd Hân ve mücâhid beyler kâfire böyle yalınkılıç dalınca, daha önce sağa-sola dağılan "'asker dahî gördi ki, kâfire ehl-i İslâm galebe gösterdiler, yüreklenüb yine dönüb kâfire kılıc urmağa başladılar. 'Allâhu ekber, kebîrâ!..'" diyerek,(31) "kâfiri ele alub bir vechile kırdılar ki, dem zamânından beru bu vechile ceng olub kırgun olmamış"tır.(32) Nihâyet "kurd öñünden koyun kaçar gibi küffâr" bir anda "târ-u-mâr oldı, serdârlarınuñ kimi savaşda tutuldı, kimi uğraşda düşdi";(33) can havliyle "ol serkeşlerüñ" etekleri tutuştu.(34) O kadar kâfir kırdılar ki, "ol savaş olan ovanuñ içi başdan başa kanla yundı", İslâm'a kasteden o azılı kâfirlerin "onda biri diri kurtulmadı";(35) Osmanlı ordusu mücâdelenin sonunda parlak bir zafer kazandı.
Rumeli topraklarını Haçlı sürülerine mezar eden "Hüdâvendigâr Gâzî", savaştan önce "Hazret-i Hakk'a itdügi niyâz"ın kabûl makâmına eriştiğini "bilüb-dururdı, hâcetlerinüñ ikisi hâsıl olub, üçüncüsü ki;"gâzîlikten sonra "şehâdete vâsıl olmağ idi, eğlendügüne" üzülüp dururdu.(36) Meğer o esnâda ölüler arasında "Miloş Kobiliç" adlı "bir fedâyî mel'un kâfir" beyi varmış.(37) Bu kâfir; "Ben İslâm'ı kabûl itdüm! Şevketlû Efendimiz'üñ bir kerre rikâbına yüz sürmek şerefine nâ'il olayum!" dedi, "olduğı yirden kalkdı ve biñ belâ ile sürinerek" pâdişâha doğru geldi.(38) Hünkâr son derece merhametli olduğu için bu kâfirin sözüne inanıp, çavuşlarına: "İncitmeñ, gelsün!" buyurdu;(39) "meger yañında bir zehirlü hançer saklamış", Hünkâr'a yaklaşır yaklaşmaz hançeri göğsüne vurdu.(40) Böylece Hazret-i Hüdâvendigâr'ın "Hakk'a niyâzı kabûl olub gazâ yolunda öldi";(41) evvelce gâzî idi, "kâfir ilinde şehîd oldı."(42) Hünkâr'ın gazâ yoldaşları o kâfire "kılıc üşürüb, kimi kolun, kimi bâşın düşürüb orada helâk eylediler."(43) Ardından "Hüdâvendigâr Gâzî'nüñ namâzını kılub, aldılar Burûsa'ya iletdiler; Kapluca kenârında" inşâ ettirdiği imârete defnettiler.(44)
"Rahmetüñ kıl nasîb İlâhî âña
Rahmet âña ki, ânı hayrla aña."(45)
(1-2) İbn-i Kemâl, "Tevârîh-i l-i 'Osmân", III. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30, vr. 111b. (3-5) Mehmed Neşrî, "Kitâb-ı Cihân-nümâ", c. 1, s. 284. Haz.: F. R. Unat - M. A. Köymen. TTK Yayını - Ankara, 1949. (6) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 284-286. (7-8) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 112a. (9) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 112b. (10) Kur'ân-ı Kerîm, Tevbe [9]: 74. (11-14) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 112b. (15-16) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 113a. (17-18) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 296. (19-23) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 298. (24) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 298-300. (25-26) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 300. (27) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 113a. (28) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 300. (29) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 113a. (30) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 300. (31-32) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 302. (33-36) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 113b. (37) Oruç Beg, "Tevârîh-i Nesl-i l-i 'Osmân", s. 25, nşr.: F. Babinger. Hannover, 1925. (38-40) Cizyedâr-zâde Ahmed Bahaüddin, "Târîh-i Cizyedâr-zâde", Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 206, vr. 59a-59b. (41-43) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 113b. (44-45) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 114a.
Sultan Murâd Hüdâvendigâr Hân velâyet, kerâmet ve ferâset ehli bir velîydi; hiç kimse onun velâyetinden şüphe etmezdi.
Rivâyete göre Hazret-i Hüdâvendigâr "bir kez imamına ağlayub" ona hâlinden şikâyet etti; "Mevlânâ! Benüm günâhum çokluğundan mıdur ki, namazda tekbîr bağlayıcak üç kerre 'Allâhu ekber!' deyüb tekbîr itmeyince Kâbe'-i müşerref'i -şerefeha'llâh- müşâhade idemezin. Sen hemân bir tekbîrde ne hoş müşâhade idersin!" dedi.(1) Hünkâr "gâyet sâlihlığından her kişi tekbîr bağlayıcak, kendü gibi Kâbe'yi görür sanurdı."(2) Kendisinin velî olduğunu bilmez, hâlindeki muhteşemliği farkedemezdi.
Gâzî Hüdâvendigâr Plevne Kalesi'ni fethe azmetmişti, ancak "hisâruñ yiri gâyet sarb idi", savaşla alınacak durumda değildi.(3) "Sultân Murâd Gâzî gördi kim cenkle alınmaz, bir kerre hisâruñ üzerine nazar itdi; 'Meger bunı Tañrı yıka!' didi."(4) Bu sözü söyledikten sonra döndü gitti, "bir ulu kavak" ağacına "arka virüb" dinlenmek istedi.(5) Hünkâr ağacın altında henüz soluklanmıştı ki, bir asker sür'atle arkasından yetişti; "Sultân'um! Hisâruñ bir tarafı Hakk Te'âlâ'nuñ kudretiyle yire geçdi!" dedi.(6) Pâdişâhın attığı "du'â okı nişâna yitişdi" ve Plevne Kalesi böylece fethedildi,(7) bu hâdiseden sonra o ulu ağaca "Devletlû Kavak" adı verildi.(8)
Hüdâvendigâr Hazretleri'nin "ferâsetleri bir mertebede idi ki, hikâyet olunur: Plevne Kal'asından alınan hamse hazîne" orduyla getirilirken, "bir altun tası iç oğlanlarından biri" çalıp "katîfe takyesi içine" saklar ve hiçbir şey olmamış gibi "hidmete bel bağlar."(9) Hazîneden bir altın tasın eksik olduğunu farkeden Hazînedar, telâşa kapılıp kaybolan tası hemen aramaya başlar. Nihâyet "Gâzî Hüdâvendigâr ferâsetle başında tas oldığını ma'lÿm idindikde, hazînedâra: 'Gör a! Filân oğlan seni aldatmak içün başına geymiş, var al!' deyû buyurduklarında" gerçekten de "tas ol oğlanuñ takyesi altında zâhir olur."(10) O kadar merhametlidir ki, "oğlanuñ kabahatini yüzine urmayub" işin aslını ortaya koymak için böyle bir yola başvurur.(11)
Bir defâsında da bir av dönüşü "Burûsa'da Kapluca Câmi'ine" vardıkları sırada, "ellerinde olan toğan" uçup "kubbeye kondı, çağırdıkda itâ'at" etmeyip inatla konduğu yerde durdu.(12) Bunun üzerine Hünkâr doğana öfkelenip: "'Kuruya kal!' deyû" bedduâ ettiği an, doğan "turduğı yirde kurudı kaldı."(13) Doğanın kubbeye yapışan cesedi asırlar boyunca orada durdu; gidip görenlere "kanatları ve ayakları ve endâmı ma'lûm" oldu.(14)
Yine bir gün "Kapluca" çevresinde ava çıkmış, bir av hayvanın peşine takılmıştı.(15) İmâret'e yakın bir mevkiide yakalayınca, Hakk'ın emriyle hayvan "lisâna gelüb Sultân'a hitâb" etti: "Hakk Sübhânehû ve Te'âlâ seni mahlûkâtını rencîde itmek içün mi halk eyledi?" dedi.(16) Hayvanın bu hitâbı Hünkâr'a büyük tesir etti, hemen "atından inüb istiğfâr" etti.(17)
Ve yine "nakl iderler ki; saraydan Kapluca Câmii'ne yayanca gelürler imiş, 'Tâ kim her adımda bir günâhum dökülüb, bir sevâb yazıla!' deyû" niyet ederlermiş.(18) Velâyet ve kerâmeti açıkça müşâhade olunurdu, buna benzer garip ve esrârengiz hâlleri çoktu.
(1-2) Mehmed Neşrî, "Kitâb-ı Cihân-nümâ", c. 1, s. 306. TTK Yayını, Ankara, 1949. (3) İbn-i Kemâl, "Tevârîh-i l-i 'Osmân",, III. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30, vr. 95a. (4) Oruç Beg,"Tevârîh-i Nesl-i l-i 'Osmân",, s. 23-24, nşr.: F. Babinger. Hannover, 1925. (5) Bostanzâde YahyâEfendi, "Târîh-i Sâf", s. 25, bas.: Terakkî Matba'ası, H. 1287. (6-7) Oruç Beg, a.g.e., s. 24. (8-11) Bostanzâde Yahyâ Efendi, a.g.e., s. 26. (12-14) Cizyedâr-zâde Ahmed Bahaüddin, "Târîh-i Cizyedâr-zâde", Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 206, vr. 60a. (15-17) Reisülküttâb Koca Hüseyin, "Bedâyi'u'l-Vekâyi'", Viyana Millî Ktp. nr.: AF 63/708, vr. 64b. (18) Cenâbî, "Târîh-i Cenâbî", Nuruosmâniye Ktp, nr.: 3107, vr. 146a.