II. Abdülhamit tahta oturur oturmaz Kanuni Esasi (Anayasa) için çalışmaları başlattı. Jön Türkler ise önce milletin seçtiği mebuslarla meclisin kurulmasını ve anayasayı bu meclisin yapmasını istiyordu. Bunun nedeni saltanatın ve bürokratların kontrolünde yapılan bir anayasanın halkın yeterince faydalı olmayacağı ve padişahın mebuslar meclisi üzerinde de bir hakimiyet teşkil edeceği düşüncesiydi. Düşündükleri gibi de oldu. II. Abdülhamit, Mithat Paşa başkanlığında kurduğu komisyonun hazırladığı Kanuni Esasi'de kendi otoritesine hiçbir kısıtlama getirtmemişti. Eyaletlerin yönetimi, yabancı ülkelerle anlaşmalar yapılması, ordu komutanlığı, savaş ve barış ilanı, idarenin düzenleyici işlem yapması şeriat hükümlerinin ve kanunların uygulanması gibi yetkiler padişaha aitti. Hükümeti oluşturan Vekiller Heyeti'ni (Bakanlar kurulu) seçmekte, azletmekte padişahın yetkisindeydi. Hükümeti, meclisin denetleme ve azletmek yetkisi yoktu. En önemlisi padişah meclis ve hükümet arasında bir anlaşmazlık çıktığında, isterse hükümeti değiştirme, isterse meclisi fesh etme yetkisine sahipti. Nitekim II. Abdülhamit bu yetkisini kullanarak Osmanlı-Rus savaşı sırasında, meclisi fesh etmiştir.
Meclis-i umumi 20 Mart 1877 günü Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan bir törenle açıldı. Açılış bu sırada İstanbul'da yapılmakta olan Balkanlar'daki problemlere çare bulabilmek için büyük devletlerin yaptıkları konferansa denk getiriliyordu. Bundaki amaç bu devletlere artık müslim ve gayr-ı müslimlerin temsilcilerinin oluşturduğu bir meclisin varlığını tanıtmak ve problemleri bu meclisin çözeceği garantisini vermekti. Amaç eskiden olduğu gibi diğer devletlerin gayri müslim tebaayı bahane ederek Osmanlı'nın içişlerine karışmasını önlemekti. Ancak daha önceki çözümler gibi meşrutiyetin ilanıyla, anayasanın kabulü, mebuslar meclisinin açılması batılı devletlerin müdahalelerine engel olamamıştır.
Bu mecliste, 69 müslüman, 46 gayri müslim olmak üzere 115 mebus mevcut olup 26 âyan üyesi vardı. Meclisin % 40'ı Türkler'den oluşuyordu. Mecliste, Rum, Bulgar, Ermeni, Yahudi, Makedon, Romen, Sırp, Maruni gibi gayrimüslimler, Arap, Arnavut, Çerkez, Boşnak gibi müslüman mebuslar vardı.
Bu meclis ülkenin yararına ve menfaatine dair hiçbir faliyette bulunamamış ve azınlıkların biraz daha güçlenip isyan etmelerine sebep olmuştur.
İçerde meşrutiyet kavgaları devam ederken, Rusya 1877 Nisan'ında Osmanlı Devleti'ne harb ilan etti. Daha önce ise Sırbistan ile sulh yapılmış, Karadağ isyanı ile Bosna-Hersek'deki karışıklıklar devam ediyordu.
Bu yıllarda, Rus ordusu 250 bin kişi ile Balkanlara indi. Tuna kıyılarına gelince 50 bin kişilik Romanya ordusu ve Sırbistan, Karadağ orduları da Ruslara katıldı. Ruslar Balkanlara dayandılar. Niğbolu düştü. Şıpka gecidini ele geçiren Ruslar yardım gelmesini engellemiş oldular. Plevne'yi savunan Gazi Osman Paşa üstün gayretlerle Birinci Plevne savaşı'nı herşeye rağmen kazandı. 10 gün sonra Ruslar Plevne'de tekrar mağlup oldular ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Ruslar Plevne önüne asker yığmaya devam ettiler.
432 topla Plevne Rus ateşi altında dövülüyor, buna 58 topla karşılık veriliyordu. Osman Paşa bu güçlü orduya karşı 30.000 kişi ile müdafa yapıyordu. Neticede Rus taarruzu boşa çıkmıştı.
Tekrar taarruz etmelerine rağmen, yine başarılı olamamışlardı. Plevne ise dört taraftan kuşatma altında olduğundan yardım alamıyordu. Açlık ve kıtlık başlamış kış gelmişti. Aralık ayında kuşatmayı yarmak isteyen Osman Paşa yaralandı. 2.500 şehid verildi ve teslim olundu. Yaklaşık beş ay direnen Plevne, teslim olmak zorunda kaldı. Plevne'de 16.000 Rus askeri öldürüldü. Ardından Karadağ, Sırbistan taarruza geçerek birçok yeri işgal ettiler. Ruslar Çatalca'ya kadar ilerlediler. Artık İstanbul top seslerini duyuyordu.
Savaş Batı cephesinde kaybedilirken doğu cephesinde de kaybedilmişti. Rus ordusu 125 bin asker ve 189 topla hücum ederken Osmanlı ordusu 90 bin asker ve 97 topla savunma yapıyordu. Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu Nalyaz ve Zivin'de, Gedikliler meydan savaşını kazandı. Buna karşılık II. Abdülhamit Ahmet Muhtar Paşa'ya "Gazi" ünvanını verdi. Fakat bu galibiyet fazla sürmedi, Rus orduları sürekli takviye alıyordu. Ahmet Muhtar Paşa yenilince ordusunu Erzurum'a çekti. Bu sırada Balkanlar'da da savaş devam ediyordu. Ahmet Muhtar Paşa İstanbul'u savunması için geri çağrıldı. Doğu Bayezid, Ardahan, Kars Ruslar'ın eline geçti (1877). Balkanlar'da ve Kafkas cephesinde devam eden savaş kaybedilmiş oldu. Tarihe 93 harbi olarak geçen bu savaşla bütün Balkanlar kaybedilmiş, Bulgaristan ve Romanya'da yaşayan müslüman Türkler'e karşı korkunç bir kıyım, işkence ve katliama girişilmiş, binlerce insan öldürülmüştü.
Balkanlar'dan kaçan yüz binlerce müslüman göçmen Edirne ve İstanbul'a gelmişler açlık ve sefâlet içinde müthiş kayıplar vermişlerdi. Bu savaşla Osmanlı Devleti tamamen yıkılmaya başladı. Bütün Balkanlar elden gitti. Doğuda ise Ruslar Erzurum'a kadar bütün toprakları ellerine geçirdiler. Dokuz ay süren savaş II. Abdülhamit'in İngiliz kraliçesine telgraf çekerek aracı olmasını istemesiyle sona erdi. Bu sırada İngilizler ve Avrupalı Devletler Ruslar'ın İstanbul'u işgalini istemiyorlardı. Hatta İngiltere'nin Akdeniz filosu gezinti bahanesiyle İstanbul'a gelmişti.
Yapılan Yeşilköy (Ayastefanos) anlaşması ile Bulgaristan Devleti kuruldu, Romanya, Sırbistan, Karadağ topraklarını genişletti, Kars Ardahan Doğu Bayezıt ve Batum Ruslar'a bırakıldı. (1878)
Bu anlaşma Avrupalı devletlerin işine gelmedi. Almanya ve İngiltere müdahale ederek Berlin'de bir konferans toplandı. Yeşilköy anlaşması iptal edildi.
II. Abdülhamit bu kötü durumdan kurtulmak istiyordu. Bunun için İngilizlerin desteğini kazanabilmek maksadıyla Kıbrıs sancağı İngilizler'e verildi. Ada da Osmanlı hükümranlığı devam edecek, ancak İngiltere tarafından yönetilecekti.
Berlin Konferansı'na Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya katıldı.
Berlin Anlaşması Rusya için fazla birşey sağlamadı. Rusya'nın yaptığı büyük savaş sonucu Balkanlar'daki devletler kârlı çıkmıştı. Avrupa Devletleri ise Rusya'ya karşı Balkanlar'daki devletlerin genişlemesini tercih ettiler. Doğu'da altı vilayette Ermeniler lehine ve Balkanlar'da ise üç vilâyette Balkanlar'ın lehine ıslahatta bulunulması gerektiği ortaya konuldu. Fakat II. Abdülhamit bu maddeleri hiçbir zaman yürürlüğe koymadı ve uygulamadı. Ancak Avrupalı devletler bu madde ile, Osmanlı'da bir Ermeni meselesi çıkarmayı başardılar.
Romanya, Sırbistan, Karadağ'a tam bağımsızlık verildi. Bosna-Hersek ise Yeşilköy anlaşmasında Osmanlı'da kalırken, buna mukâbil, Berlin de elden çıktı. Bosna-Hersek, Osmanlı hükümranlığında kalıyor, fakat Avusturya-Macaristan yönetimine terkediliyordu. Yenipazar sancağında da Avusturya asker bulunduracaktı. Bu sancak, Sırbistan ile Karadağ'ı ayırır ve müşterek sınırları olmasını önler. Müslüman Boşnaklar, Osmanlı'da kalmak, Ortodoks Sırplar ise Sırbistan'a katılmak için yıllarca çete harbi yaptılar. Ülkedeki Katolik Hırvatlar ise, Avusturya-Macaristan idaresini memnuniyetle karşıladı. Bosna-Hersek'e Avusturya'nın aç gözlü davranarak fiilen el koyması, o tarihten sonra Rusya ile münasebetlerini iflah etmemesi Cihan Harbi'nin temel sebeblerinden birini oluşturdu.
Balkan Devletleri arasında denge sağlamak için Tesalya sancağı, Yunanistan'a bırakılıyordu. Bu hükmü II. Abdülhamit bir kaç yıl tehir etti ise de sonunda sancağı boşaltıp Yunanistan'a vermeye mecbur kaldı. Kuzeydoğu Anadolu'da Kars, Ardahan, Artvin sancakları ve bu arada Batum kazası, Rusya'ya verildi. Ruslar, Batum'u tahkim edemeyecek, yalnız serbest liman olarak kullanabileceklerdi. Ayastefanos'un Rusya'ya bıraktığı Ağrı ili Osmanlı'da kaldı. Berlin konferansı kulislerinde Fransa'ya da Tunus eyaleti vadedildi ise de, muahede metnine geçirilmedi. Fransa, bir kaç yıl sonra Tunus'u işgal etti.
Berlin konferansında görüşülen Ermeni meselesi sorun olmaya başladı. Ancak Ermeniler Osmanlı tebasında "milleti sâdıka" olarak görülmüş, bunlardan paşa, nazır, vezir, yüksek memurlar yapılmıştı. Sarayın kuyumcuları yine Ermeniler'di. Dinlerine ve dillerine hiç dokunulmamış, refah içinde yaşamışlardı.
Rusya, İngiltere ve bilhassa Fransa, Ermenileri kendi emellerine âlet etmeye başladılar. Bunun üzerine Ermeniler, altı vilâyette (Erzurum, Diyarbakır, Sivas, Elazığ, Van ve Bitlis) bir büyük Ermenistan kurma hülyalarına kapıldılar.
İlk isyanı Bitlis'te başlatan Ermeniler, İstanbul'da ve diğer yerlerde de Türkler'e saldırıyor, köyleri basıyor, müslümanları kadın çocuk farkı gözetmeden öldürüyordu. Buna mukabil herhangi bir harekete geçilince de zulme ve katliama uğradıklarını ileri sürerek büyük devletler ve bilhassa Avrupa efkarını etki altına alıyorlardı.
Ermeniler, II. Abdülhamit'e suikast düzenleyerek, cuma selâmlığında öldürmek istediler. Bunun için bir arabaya patlayıcı yerleştirdiler. Fakat bombanın erken patlaması, padişahı kurtarmıştır. Her Ermeni isyanından sonra olay bastırılıyor, hadiseler Avrupa'ya Türkler'in Ermeniler'i sürdüğü, kestiği şeklinde yansıyordu.
Bu arada Fransızlar 1881'de Tunus'u işgal ettiler. Taselya Bölgesi Yunanlılar'a bırakıldı. 1882'de İngilizler için çok önem taşıyan Mısır işgal edildi. Yunanistan Girit'te isyan çıkarttı ve Yunanistan'a savaş ilân edildi. Bir ay süren savaşta Yunanlılar üstüste yenildiler, Osmanlı ordusuna Atina yolu açılmışken Avrupa Devletleri'nin baskısıyla geri çekilindi.
Avrupa Osmanlı'ya karşı Yunanlılar'ı desteklemişti. İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya Osmanlı'ya baskı yaparak Girit'e tam bir otonomi verilmesini istediler. Ve harp ile tehtit ettiler. Girit'e muhtariyetlik verilince, 16 yıl içinde Girit'li müslümanlar baskılara dayanamayarak adayı terk ettiler ve bu önemli ada tamamen kaybedilmiş olundu.