Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
NE İDİK, NE OLDUK! - Osmanlı İmparatorluğu -21- - Ömer Öngüt
Osmanlı İmparatorluğu -21-
NE İDİK, NE OLDUK!
Dizi Yazı - Ne İdik, Ne Olduk
1 Temmuz 2006

 

NE İDİK, NE OLDUK!

OSMANLI İMPARATORLUĞU -21-

 

Tanzimat, Islahât ve I. Meşrutiyet:

Kanuni dönemiyle başlayan çözülme ve geriye gidiş günagün bir çığ gibi büyüyerek devam ediyor, önü alınamıyordu. Padişahlardan başlayarak saray erkânı, ulemâ, askerî sınıf, ticari kitlelerin hepsinde İslâm hükümlerinden uzaklaşma vardı. Kanun ve nizamnamelerin şeriata aykırılığı oranında geriye gidiş hızlanıyor, düzen bozuluyordu. Hastalıklara çare arayan kesimler de yaptıkları teşhislerde büyük hatalar yaparak, devletin yıkılış hızını iki kat arttırdı, düzeni tamamen bozdu.

Sultan III. Selim ile başlayan ve II. Mahmud'un devam ettirdiği yenilik hareketleri devleti kurtarma, milleti ihya etme noktasında İslâmî kaynaklardan yararlanmaktan ziyade Batı modelini taklit etme hatasıyla başarısızlığa uğramıştır. Siyasî, askerî, sosyal kurumların yapıları değiştirilmiş, Avrupa'da başarıya ulaşan reform ve rönesans hareketlerinin bir benzeri yapılmaya gayret edilmiş, Osmanlı Devleti bütün fikir akımlarına açık hale getirilmiş, Avrupa'dan özellikle Fransız öğretmenler getirtilmiş, öğrenciler Avrupa'ya gönderilmiştir. Bu yıllarda İslâm hükümlerine dönüş, şeriatı tüm alanlara yaymak tek çare olduğu halde, Avrupa hayranlığıyla bunlar göz ardı edilmiş ve Hazret-i Allah da desteğini çekmiştir.

III. Selim döneminde batı başkentlerinde açılan temsilciliklerde çalışan genç memurlar Avrupa tarzı yaşama ait idari biçimleri, tüm fikir yapılarını yakından görme imkanı buldular. Bâb-ı Âlî'de 1821'de kurulan Tercüme Odası birçok genç bürokratın batı dillerini öğrenmesine ve günlük gazetelerle Avrupa'daki olayları takip etmelerine imkân tanıdı. Osmanlı'nın bürokrat sınıfı artık batı hayranlığını kazanmış, ilkeleri batıyı taklit olmuştur.

Sultan Abdülmecid döneminin dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa da bu zümreden idi. Elçilik yaptığı Paris ve Londra'da bu devletlerin yönetim şekillerini yakından tanımış ve Batı modelinin tek kurtuluş yolu olduğuna inanmıştı. Hak ve hürriyetler konusunun yoğunca tartışıldığı bugünlerde Reşit Paşa bir fermanla devlet yönetiminin her din ve mezhepteki toplumun birbirleri arasında fark gözetilmeden hak ve hürriyetlerini garanti altına alınmasını istiyordu. Reşit Paşa bu yapıyla batılı ülkelerin hıristiyan teba'yı bahane ederek devletin içişlerine karışmasına engel olunacağını zannediyordu, fakat bir müslümanla bir zımmîyi kanunen eşit tutarak Hazret-i Allah'ın hükmünün çiğneneceğinin farkına varamıyordu.

Mustafa Reşit Paşa, 17 yaşındaki tecrübesiz sultan Abdülmecid'i fikirleri doğrultusunda ikna ederek hazırladığı fermanı 3 Kasım 1839 günü Gülhane Parkı'nda; padişah, devlet erkanı ve yabancı devlet elçileri huzurunda okudu. "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" adı ile anılan bu fermanla Osmanlı Devleti Şer'î hukuktan iyice uzaklaşmış, "Tanzimat Dönemi" olarak tarihe geçen ve devletin yıkılışını hızlandıran yeni bir reform dönemine girmiş oluyordu.

Sultan Abdülmecid fermanın ilan edilmesinin sebebini Gülhane Hatt-ı Humayunu'nun baş kısmında şu şekilde ifade ediyordu:

"Devletin ilk dönemlerinde Şeriat hükümlerine tam mânâsıyla riayet edildiği için devletin gücü ve teba'nın refahı yüksekti. Son yüzelli yıldan beri seviyesi düştü. Bu gidişin durdurulabilmesi için, devletin iyi idare edilmesi ve vatandaşın can güvenliğinin sağlanması, malının ırz ve namusunun korunması, vergi ve askerlik konularında yeni kanunlar çıkartılması zorunludur. Müslim ve gayrî müslim tüm tebaya eşit şekilde uygulanan bu kanunlarla devletin gücü ve halkın refahı tekrar yükselecektir."

Sultan Şeriat hükümlerinin uygulanmasıyla devletin gücünün arttığını, bu hükümlere uymamakla son yüz elli senede gücün azaldığını söyleyerek yapılan hatayı çok güzel belirtiyor. Lakin bu hatayı düzeltecek Şer'î hükümlere dönüşün fermanını değil de, müslim ve gayrî müslim tüm teba'nın eşit kanunlarla yönetileceğini açıklayan gayr-ı Şer'î bir fermanı ilan ettiriyor. Doğruyu söyleyip yanlışı tatbik etmek Hak'tan ne kadar sapıldığını gösteriyor.

Tanzimat Fermanı ile başlayan dönem Şer'î hükümlerden iyice uzaklaşmaya neden olduğu gibi, beklenen başarıları da getirmedi. Fermanın hak tanıdığı gayri müslimler hiç memnun olmadı, batılı devletlerin müdahalesi biteceğine aksine daha fazla arttı.

Bu dönemin sadrazamları Reşit Paşa İngiliz politikasına, Ali ve Fuad Paşalar ise Fransız politikasına meyyal idiler. Bu yüzden Bâb-ı Âlî'de dönem dönem İngiltere ve Fransa'nın elçiler aracılığıyla yürüttüğü rekabet ortamı varlığını koruyordu. Artık dizginler tamamen bu devletlerin eline geçmişti. Koca devlet üç-beş basiretsiz idarecinin elinde oyuncak haline getirilmişti.

Dizginleri eline alan Avrupalı Devletler "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" ile yetinmediler, 1856'da "Islahat Fermanı" adı altında maddelerini Ali Paşa ile İngiliz ve Fransız elçilerinin ortaklaşa hazırladıkları yeni bir reform çalışmasını ilan ettirdiler. Bu ferman azınlıkların kendilerine ait okul ve ibadethanelerini açmasını, kiliselerin topladığı vergilerin kaldırılmasını sağladı. Artık ipin ucu kaçırıldı. Osmanlı Devleti öyle bir girdabın içine sokuldu ki, çıkmayı başaramadı. Avrupa devletlerinin sürekli baskısı, milliyetçilik akımlarının getirdiği azınlık ayaklanmaları ve kopmalar; bozulan siyasal, ekonomik hukuk yapısı; müslüman teba'sından bile fersah fersah uzaklaşan devlet ve devlet adamları!.. Kurtuluşun Hazret-i Allah'ın emirlerinde olduğu bilindiği halde bâtıldan, batıdan medet ummak, ona bel bağlamak devleti de yok etti, halkı da perişan etti. Tanzimat dönemi Osmanlı Devleti için sonun başlangıcı oldu.

Tanzimat döneminde ceza ve ticaret kanunları Avrupa'dan alındı. 1870 ile 1876 yılları arasında Cevdet Paşa idaresinde bir heyet İslâm hukukunun Muâmelat bölümünü kapsayan "Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye" adlı medenî hukuk olarak, 1926 yılında İsviçre Medenî hükümlerinin kabulüne kadar yürürlükte kalan eseri hazırladılar. Hukuk alanında da değişikliklerin yanısıra devlet idaresinde bürokrat tabaka artık batı kültür ve yaşam tarzını benimseyerek, halkla olan mesafelerini açtılar. Halk ise bu kesime hep şüpheli baktı ve hiç bir zaman destek olmadı. Türkçülük akımlarının da ortaya çıkışı bu döneme rastlar.

Sultan Abdülmecid 19 yıl süren saltanatı boyunca Tanzimat reformlarını sadrazamlarının isteği doğrultusunda eksiksiz uygulamaya çalıştı. Ondan sonra tahta oturan Sultan Abdülaziz de Ali ve Fuat Paşaları görevde tutarak Tanzimat uygulamalarını devam ettirdi. Abdülaziz reformların maddi gelişmeyi sağlayan ve merkezi otoriteyi güçlendirici olanlarına destek veriyordu. Kültürel batı taklitçiliğinden ise hiç hoşlanmıyordu.

Yazar ve şairlerden oluşan bir muhalefet grubu isteklerini gazeteler aracılığıyla Bâb-ı Âlî'ye duyurmaya çalışıyordu. Ancak bu yöntem yeni bir siyasi istek için yeterli değildi. Hatta 1856'da çıkarılan Basın Kanunu ve Bâb-ı Âlî'de kurulan matbuat dairesi ile bu muhalefet biçimi kontrol altına alındı. Meşruti yönetim yanlıları mücadelelerini sürdürebilmek için "Yeni Osmanlılar" adıyla gizli bir cemiyet kurdular. Bu cemiyet padişahın ve Bâb-ı Âlî'nin mutlak egemenliğine karşı ilk örgütlü muhalefeti başlatmış oldu. Bu hareket kısa sürede anayasalı ve parlâmentolu meşrutî bir isteği ön plana çıkardı.

Yani Osmanlılar meşrutî yönetime geçiş için padişah Abdülaziz'e teklif götürerek barışçı yollar denemeyi düşünüyorlardı. Ancak 1867 yılında bu düşüncelerle yaptıkları toplantıdan farklı bir karar çıktı. Bâb-ı Âlî'yi basarak sadrazam Ali Paşa'yı ve yandaşlarını yönetimden uzaklaştırıp Mahmud Nedim Paşa'yı sadrazamlığa getirmeyi planladılar. Bu plandan Ali Paşa'nın haberi olunca Yeni Osmanlılar'ın dağıtılması için merkezî otoritenin eline büyük bir fırsat geçmiş oldu. Cemiyetin üyeleri tutuklanmaya başlandı, kaçabilenler Avrupa'ya giderek Mustafa Fazıl Paşa tarafından himaye edildi. Yurt içinde kalanlar ise çeşitli memuriyetlerle ülkenin çeşitli yerlerine sürüldüler. Yeni Osmanlılar örgütlü hareketlerini bu tarihten itibaren Avrupa'da Mustafa Fazıl Paşa'nın maddî himayesinde Abdülaziz ve Osmanlı hükümeti aleyhine yazılar yazarak, yayınlar yaparak devam ettirdiler. Mustafa Fazıl Paşa'nın ise meşrutî bir düşüncesi yoktu. Kardeşi İsmail Paşa Mısır Hidivi idi. Veraset kanununda yapılan değişiklikler sonucu hidivlik hakkını kaybettiğinden Osmanlı hükümetine kin besliyordu. Bu yüzden Avrupa'da 'Yeni Osmanlılar'ı himaye etmişti, meşrutî bir yönetim konusunda başarılı olurlarsa hakkını geri alabileceğini düşünüyordu. Bir yandan da hükümetle mücadelesinde sadrazamı hedef alıyor, Sultan Abdülaziz'e muhalefette bulunmuyordu. Bu taktikle Abdülaziz'in gönlünü alarak padişah'ın Avrupa ziyaretinde onunla birlikte İstanbul'a dönmüştür.

Mustafa Fazıl Paşa'nın İstanbul'a dönüşü meşrutiyetçileri Avrupa'da zor durumda bıraktı ve çözülmeler başladı. 1871'de Sadrazam Ali Paşa'nın ölmesiyle de Yeni Osmanlılar İstanbul'a dönmeye başladılar.

En önemlisi halktan hiç bir destek alamıyorlardı. Tanzimat döneminin hakim grubu bürokratlar ile Meşrutiyet döneminin fikir öncüleri aydınlar arasında batıcılık konusunda pek bir fark yoktu. İslâm kaidelerine uygunluk, şer'i bir düzenin tesisi gibi konulara eşit uzaklıkta duruyorlardı. Her iki grup da Avrupa'nın ilerlemesinin nedenlerini Türkiye'de İslâm'dan uzaklaşma pahasına uygulamayı düşünüyordu. Ancak farkları siyasî idare biçimiyle alakalıydı. Tanzimatçılar merkezi otoritenin gücünün sarsılmamasını hatta daha da artmasını, Meşrutiyetçiler ise siyasî gücün bir anayasa ve parlâmentoyla bölünmesini, saltanatın yanında halkı temsil edecek bir siyasî gücün bulunmasını istiyorlardı.

Sultan Abdülaziz Ali Paşa'dan sonra sadrazamlığa Mahmud Nedim Paşa'yı getirdi.

Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın uygulamaları, batıcı, hürriyetçi, meşrutiyetçi bir çok kimseyi hükümete kinlendirdi. Bunların başında seraskerlik görevinden alınan Hüseyin Avni Paşa gelir ki, daha sonra Abdülaziz'i tahttan indiren entrikayı çevirmiştir.

Mahmud Nedim Paşa yenilikçi devlet adamlarını görevden uzaklaştırdı, okullardan Fransızca derslerini kaldırttı. Ordu içindeki Avrupalı uzmanları geri gönderdi. Bunu yaparken bir yandan da Rusya'ya yanaşmıştır. Bu dönemdeki Hersek isyanı, Bulgar ihtilali patlak verirken, Rusya'ya yakınlaşma içerde halkı kızdırıyor, dışarıda İngiltere ve Fransa gibi devletlerin tepkisini topluyordu. Mahmud Nedim Paşa'nın görevden uzaklaştırılması için muhaliflere gün doğmuştu, ancak Yeni Osmanlılar iktidar değiştirecek güçte değillerdi. Ordu yüksek subayları da müdahale cesaretini bulamıyorlardı. Çözüm olarak muhalif grup medrese öğrencilerini ayaklandırmayı düşündü.

Kışkırtmalarla 1887 tarihinde Süleymaniye, Beyazıt, Fatih medreselerinin talebeleri müslümanların hakları korunmuyor gerekçesiyle sadrazam ve şeyhülislâm'ın görevden azli için ayaklandılar. Üç gün süren ayaklanma başarıya ulaştı ve Abdülaziz Şeyhülislâm Hasan Fehmi Efendi'nin yerine Hayrullah Efendi'yi, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın yerine Mütercim Rüştü Paşa'yı göreve getirdi. Ayaklanmanın mimarları Hüseyin Avni Paşa seraskerliğe, Mithat Paşa da Devlet Şurası başkanlığına getirildiler.

Osmanlı Devlet yapısının bozukluğu artık had safhaya varmıştı. Öğrenci ayaklanmalarıyla siyasi dengeler değiştirilebiliyor, sudan sebeplerle devlet adamları anında azlediliyor, sürgüne gönderiliyordu. Artık eskisi gibi Yeniçeri ayaklanmalarına, saray içi büyük entrikalara gerek kalmıyordu. Medrese öğrencilerini kışkırtarak ayaklandırmak yeterli oluyordu.

Hüseyin Avni Paşa görülmedik bir entrikayla 30 Mayıs 1876 tarihinde askerleri; "Padişaha darbe girişimi olacak, korunması gerek!" bahanesiyle saray önüne getiriyor, bir taraftan da Abdülaziz'e "Asker başkaldırdı, sarayın önüne geldi!" gerekçesiyle tahtı V. Murat'a bırakması yönünde baskı yapıyordu. Sonunda Abdülaziz tahttan indiriliyor, yerine V. Murat getiriliyordu.

Osmanlı Devleti'nde idarî bozukluk Hüseyin Avni Paşa gibi tek bir şahsın iradesinde Padişah değiştirilebileceğini gösteriyordu. Ne yazıktır ki koca devlet bir bürokratın entrikalarına karşı koyamayacak kadar güçsüzleşmiştir. Bu olay, devlet idare geleneğimizde bir çığır açıyordu. Devlet memurları keyfi uygulamalara başlıyor, siyasi otorite üzerinde sürekli baskı kuruyor; asker ve ulemânın yanı sıra ayrı bir güç odağı olarak Tanzimatla birlikte tarih sahnesinde yerini alıyordu.

Abdülaziz'in yerine tahta geçen V. Murat'a geleneksel eğitimin yanısıra batı kültür ve terbiyesi de verilmişti. Abdülaziz'le çıktığı Avrupa seyahatinde İngiliz veliahtı Prens Edward ile yakınlık kurarak masonluk teşkilatına girmişti. Daha sonra V. Murat Türk farmasonlarının üstad-ı âzamı ilan edildi. İstanbul'da onun adını taşıyan bir de loca kuruldu. Masonluk sayesinde Avrupa devletleri ile kendi adına iyi ilişkiler kurdu ve onların güvenini sağladı. V. Murat ruh hali ve irade olarak çok zayıftı. Normal bir insanı bile kolaylıkla etkilemeyecek siyasi olaylar sultanın aklî dengesini yitirmesine neden oldu. Bir taraftan siyasî belirsizlik, bir taraftan padişahın ruhsal dengesinin bozulması bütün kesimleri endişeye düşürdü. Siyasî olaylara yine dışarıdan müdahale edildi ve İngiltere'nin baskılarıyla yeni bir siyasi dönem başlatıldı.

Bu arada V. Murat'ın artık iyileşemeyeceği ve tahttan inmesi gerektiği kesinleşiyordu. Bu sırada II. Abdülhamit tahta çıkarılırsa anayasal meşruti idareye geçeceğini açıklıyor ve sadrazamın emriyle Mithat Paşa kendisiyle görüşüyordu. Bu görüşme sonunda Abdülhamit'in anayasayı kabul ederek meşruti yönetime geçeceği konusunda ikna olunuyor ve V. Murat Abdülaziz'e verilen faturanın bir benzeriyle tahttan indirilerek II. Abdülhamit yerine geçiriliyordu. (31 Ağustos 1878)

 

Sultan Abdülmecid'in İbret Verici Feryâdı

Mustafa Reşid Paşa, babasının vefâtı üzerine çocuk yaşta tahta çıkan Sultan Abdülmecid'i uzun müddet tahakkümü altına almış ve genç pâdişâhın devleti yıkıma götürecek kararlar almasında en büyük rolü oynamıştı. Müslümanlarla kâfirleri eşit sayan "Tanzimat fermânı" safsatası, tamamen onun başının altından çıkmıştı!..

Sultan Abdülmecid'in başmâbeyncisi Hacı Ali Paşa, bir gün Mukaddes Emânetler'in bulunduğu Hırka-i sa'âdet dâiresinde nöbet beklerken, pâdişâhın başını duvara vurarak hıçkıra hıçkıra ağladığını duymuştu. Yaklaşıp sese kulak verdiğinde, pâdişâhın Reşid Paşa'yı Resulullah Aleyhisselâm'a şikâyet ederek; "Yâ Resûlallah! Ne olur beni bu adamın elinden kurtar, çektiklerim artık son bulsun!" diye yalvardığına şâhid oldu. (Midhat Sertoğlu, "Bilinen ve Bilinmeyen Taraflarıyla Sultan Abdülmecid", Hayat Târih Mecmuâsı, s. 65, basım: Haziran, 1975)

İşte yıkılış devri boyunca pâdişaha refâkat eden devlet adamlarının durumu buydu!.. Bu devirde, kuruluş ve yükselme dönemlerinde pâdişahlara yardımcı olan basîretli ve vatanperver devlet adamlarından eser bile yoktu!..


  Önceki Sonraki