Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Ülkeyi Karıştıran “Derin El” Kimin Eli? - Ömer Öngüt
Ülkeyi Karıştıran “Derin El” Kimin Eli?
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Aralık 2005

 

Türkiye’yi Karıştıran “Derin El” Kimin Eli?

 

Dünya kaynıyor, etrafımız kaynıyor, memleketimiz kaynıyor. Küffar karıştırmaya, kaynatmaya çalışıyor. Gayesi belli. Bu gayesine ulaşabilmek için bizim üzerimizde hususi bir çalışma yürütüyor. Bizi birbirimize düşürmeye çalışıyor. İstemediği insanları yıpratmak için ince ince tezgahlar tertip ediyor.

Amerika Kürtleri kuvvetlendirip birleştirmek istiyor. Kullanabileceği bir devlet peydahlamaya çalışıyor. Bunun için de Türkiye, İran ve Suriye’yi parçalamak istiyor. Bu belli. Çok açık.

Osmanlı’nın en zayıf zamanında Ermeniler’i kullanmaya çalıştılar. Neticede Ermeniler de en az Türkler kadar zarar gördü. Ellerine hiçbir şey geçmediği gibi, Avrupa ülkelerinin beslediği kin deryasında boğuldu kaldılar. Hala o bataklıkta debeleniyorlar. Şimdi de Kürtler’i kullanmaya çalışıyorlar. Yıllar yılı bir kin ve nefret pompaladılar. Bu bataklığın Kürtler’e hiçbir faydası yok. Bu sömürgeciler kendi dindaşlarını feda etmekten, kullanmaktan çekinmediler, Kürtler’i kullanmaktan mı çekinecekler? Aklı olan varsa bu oyuna gelmez.

Amerika’nın gayesi belli de, Amerika’ya çanak tutanları ne yapacağız?

 

“Derin El” Dışarıda Aranmalıdır:

Bir “Derin devlet” tartışmasıdır gidiyor. Yönetim kademesi parçalanmaya, halk kendi kurumlarına düşman yapılmaya çalışılıyor. Eski içişleri bakanı Sadettin Tantan açıkladı, güneydoğuda elin gâvurunun 3000 ajanı var. Elini kolunu sallaya sallaya arz-ı endam ediyor. Bunun bir karşılığı olması lazım değil mi? Adam senin halkını kışkırtıyor, kin ve düşmanlık tohumları ekiyor. Bunun bir karşılığı olması lazım değil mi?

Bir dostluk-müttefiklik hikâyesine memleketi peşkeş çekenlerden mi olacağız? Aklımızı başımıza devşirelim. Amerika en az elli yıldır bu memlekete sinsice nüfuz etmiştir. Bir derinlik aranacaksa buradan aranmalıdır.

Yıllar yılı düşünme işini Amerika’ya bırakmışız. Bizi jandarma olarak kullanmış, iktidarlar indirmiş, iktidarlar dizayn etmiş.

Binaenaleyh memleketi karıştıranlar içimizde değil, dışarıda aranmalıdır. Bu karışıklığa alet olanlar olabilir. Ancak perdenin arkasında çubukları kim tutuyor iyi bakmak lazım. Perdenin arkasına projektör tutmak lazım. Mesela geçen ay Ürdün’de üç patlama oldu. Zerkavi denilen adam bu patlamayı üstlendi. Ama bakın burada kimler öldü:

“Ölenler neden çok önemli ve neden hepsi İsrail’in sevmediği isimler?

Mustafa Akkad; Çağrı ve Çöl Arslanı filmleriyle Müslüman dünyada yeri doldurulamayacak bir isim. Ürdün’de Kudüs’ün fethini işleyen ‘Selahaddin’ filminin hazırlıklarını yapıyordu.

Ağır kayıplar veren düğün sahipleri. Biri Çerkes diğeri Arap. Filistin direnişinde şehitler veren bir ailenin düğününe saldırı yapıldı.

Ya ölen Filistinli üst düzey yetkililer? Batı Şeria İstihbarat Şefi Beşir Nafi, Yardımcısı Abid Alluni, Filistin’in Kahire Büyükelçilik Ataşesi Cihad Fettoh, Filistin Yasama Meclisi Sözcüsü Ravhi Fettoh’un kardeşi ve Kahire-Amman Bank’ın Filistin sorumlusu Musab Kaharma. Devam edelim:

Çinli üç Savunma Koleji ‘öğrenci’si öldü. Nedense hepsi 40 yaşın üstünde. Bu yaşta ‘öğrenci’ olur mu? Ve gerçekler:

Çinli yetkililer (öğrenciler!) Filistin yöneticileri ile görüşmeye gelmişti. Çin’in Ortadoğu’ya ve Filistin’e ilgisi dikkat çekici. Üst düzey ziyaretler yapılıyor. Filistin lideri Mahmut Abbas ilk ziyaretlerinden birini Çin’e yaptı. Filistin’in BM’deki en güçlü destekçisi de Çin. Buluşma önemliydi. Filistin savunması için görüşmeler, silah anlaşmaları yapılacaktı. Suriye’nin Rusya’dan hava savunma sistemleri almasını engellemek için İsrail’in dünyayı ayağa kaldırdığını hatırlatmaya gerek yok.

Saldırıya Ürdün askerleri de katıldı, bir çoğu tutuklandı. İsrail’in Haaretz gazetesi, saldırıdan bir saat önce İsraillilerin Radisson SAS Oteli’nden tahliye edildiğini yazdı. Baskılar üzerine haberi değiştirdi. Los Angeles Times’a konuşan İsrailli karşı-terör uzmanı Amos N. Guiora, ‘İsrail’deki kaynaklarının, kendisine de bu tahliyelerden bahsettiğini’ bildirdi.” (İbrahim Karagül, Yenişafak, 17 Kasım 2005)

İbrahim Karagül haklı olarak “Bombayı İsrail mi patlattı?” diye soruyor. Ama bakıyorsunuz, müslümanlar adına cihad yaptığını iddia eden, hangi milletten olduğu belli olmayan bir adam “Biz yaptık, müslümanları hedef almadık” diyor. İslâm adına hareket ettiğini, şehid olduğunu zanneden, kendisini patlatan ancak patlarken müslümanları öldüren zavallılara acıyalım mı, ne yapalım?

Buradan çıkartılacak mühim bir sonuç var. Önde görünen isimlerden yola çıkarak yorum yapmaya çalışırsanız, küresel hegemonyacıların tam da istediği şeyi yapmış olursunuz.

“Biz ABD’deki gelişmeleri tartışırken her nedense bunların Türkiye’ye yönelik uzantılarını teğet geçmeyi tercih ederiz.

Örneğin Türkiye’de görev yapan büyükelçilerin ABD’yi karıştıracak, skandallara neden olacak şekilde Ankara’dan oturup ülkelerinin içişleriyle uğraşmalarını biliriz de, Kavaklıdere’deki Büyükelçilik binasından Kızılay’daki bakanlıklarda neler çevirdiklerine dikkat çekmeyiz.

Onlar uslu uslu dururken, bizim ülkede ihtilaller olur, hükümetler devrilir, terör artar, bölücülük güçlenir ama onlar uslu büyükelçiler olarak yerlerinde otururlar. Öyle mi? Öyle olsa, Türkiye’nin başına bu çoraplar örülür müydü?

Biz her nedense ABD’nin bizdeki iç karışıklıklardaki rolünü biliriz de, belgeli, tanıklı olarak bunları yazmayı tercih etmeyiz. Amerika’daki skandalın hesabını sorar da bizdekilerin kaydını bile tutmayız. 26 Aralık 1982 tarihli Güneş Gazetesi’nden bir haber aktarmak istiyorum.

Aktaracağım haber 12 Eylül’den bu yana tam 25 yıldır devam eden ancak bir türlü sonuçlanamayan DevYol davasıyla ilgili.

Haber, ‘Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1.Numaralı Askeri Mahkemesi’nde devam eden 78 sanıklı DevYol davasında, mahkemeye bir dilekçe veren Mahmut Kök isimli sanık’ diye başlıyor. Mahmut Kök dilekçesinde başta Kahramanmaraş ve Çorum olayları olmak üzere, birçok olayda ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinde görevli diplomatların parmağının bulunduğunu ispatlayacağını söylüyor.

‘İdam isteği ile yargılanan Mahmut Kök, cezaevinde aynı hücrede kaldığı Cahit Polat adlı sanığın 12 Eylül öncesi Amerikan elçilik görevlileriyle birlikte Türkiye’nin duyarlı bölgelerinin saptanması çalışmasına katıldığını söyledi. Mahmut Kök dilekçesinde Cahit Polat adlı hükümlünün Amerikan elçilik görevlileriyle harita üzerinde çalışma yaptığını belirttikten sonra bu kişinin ifade vermek için Ordu eski Valisi Reşat Akkaya ile Emniyet eski Genel Müdürü Rafet Küçüktiryaki’nin yurt dışına çıkışlarının yasaklanması şartını koştuğunu belirtti.’

Kök’ün dilekçesi devam ediyor. Takip etmekte fayda var: ‘Görmek istediğim tanık Cahit Polat, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde 1978-80 yıllarında görev yapan Müsteşar Mr. Roberts, 1. Sekreter Alexander Robert Brek, 2. Sekreter Gene Christy, 3. Sekreter Eugemle Pries ile ilişki kurup ABD’nin Ortadoğu politikasına uygun olarak Türkiye’de etnik grup ve mezhepçi çatışmalar doğrultusunda eylemlerin planlanmasına katılmıştır.’

Kök bununla da yetinmiyor. İşin köküne kadar iniyor: 1979’da ABD elçiliğinde görevli sekreterler Eugemle Pries, Alexander Robert Brek’in Alevi köylerinde araştırma yaptığı için sınırdışı edildiğini ileri sürüyor.” (Serdar Murat, Çorum Olaylarında Amerikalılar, 18.11.2005)

Devlet gayr-i meşru veya derin işlerin içinde hiç mi olmadı? Olmaz olur mu? Hizbulvahşetin kullanılması sürecinde olduğu gibi bunun örnekleri var. Ancak burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir konu var. Son 6-7 yıla kadar devlet adına düşünen, rapor hazırlayan, siyaset ve hareket tarzı tayin edilmesinde etkin olan danışmanlar, teorisyenler var mıydı? Varsa bunlar kimlerdi?

“Önce Sabah’ın Ankara Temsilcisi Aslı Aydıntaşbaş’ın önceki günkü yazısının altına iliştirdiği şu notu okuyalım: ‘11 Ağustos 2005 tarihli ‘Genelkurmay'a sunulan rapor’ başlıklı yazım bazı yanlış anlamalara neden olmuştur. Sözünü ettiğim rapor Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış ya da ısmarlanmış değildir. Haliyle Genelkurmay’ın görüşlerini yansıttığı varsayılamaz. Aksine, terörle mücadele stratejilerini içeren bu rapor bağımsız bir kuruluş tarafından hazırlanıp, bir kopyası da Genelkurmay’a gönderilmiştir. Yanlış anlamalar için özür dilerim.’

Bu açıklama ‘Genelkurmay’a sunulan rapor’ diye takdim edilen çalışmanın, hazırlayan kişi veya kuruluşa ilgili kurum tarafından ısmarlanmadığını belirtiyor. Bu açıklamayı gerektiren önceki yazıya bakıyorum, orada, kendisinden ‘Eski MGK görevlisi’ ve ‘Güvenlik uzmanı’ olarak bahsedilen birinin raporuna atıfta bulunuluyor. M. Faruk Demir adlı biri bu. Demek ki, ‘Genelkurmay tarafından ısmarlandı’ veya ‘Genelkurmay’a sunuldu’ iddialı, Genelkurmay’ın ise ‘Bizim tarafımızdan ısmarlanmış değil, kapımıza bırakıldı’ dediği raporun yazarı o...

Aslında Faruk Demir MGK’ya da bana da yabancı biri değil. 2003 yılı şubatında, bir analizini yayımlayan Tempo dergisi kendisini şu sözlerle tanıtmıştı: ‘Uzun yıllar kamu kurum ve kuruluşlarında taktik, güvenlik, stratejik güvenlik konularında çalışmalar yapmıştır. Siyasal İslâm, politik psikoloji, jeopolitik ve uluslararası güvenlik konularında yayımlanmış makale, kitap ve raporları bulunmaktadır. Başbakanlık’ta MGK Kararları Kıymetlendirme Müşaviri olarak hizmet vermiş olup halen Yüksek Strateji Merkezi’nde yönetici olarak ve milli güvenlik analisti olarak çalışmaktadır. Birçok kamu ve özel kuruluşa da gelecek dönem danışmanlığı yapmaktadır.’ Başbakanlık’ta çalışmış Demir, DEGAM (Demokrasi ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi) adlı kurumun başkanı şimdi...

Tempo dergisinde yayımlanan analizinde, Başbakanlık uzmanı Demir, Türkiye’ye ilginç bir misyon biçmekteydi: ‘Hilafet gibi global bir üst kurum oluşturmak...’ Böyle teklifleri olan birinin Başbakanlık’ta çalışıyor olması, tam iki kez Yeni Şafak’ta ele alındığı halde, muhalefetten hiç bir tepkiye yol açmadı.

Ankara’daki puslu havanın sebeplerinden biri Faruk Demir mi gerçekten?

Faruk Demir’e ulaşılınca ‘garip’ diye adlandırılan Amerikalı’yı tahmin etmek de kolaylaşıyor. Sadece Ankara’da değil Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Demir’in hemen yanıbaşında yer aldığı biri o Amerikalı: Gittiği kasaba ve illerde çektiği fotoğraflarla sergiler de açan diplomat John Kunstadter... Benim bir ara ‘Alman soyadlı’ diye kendisine atıfta bulunduğum Kunstadter, son görüşmemizde, ‘Yakında emekli oluyorum, ama Türkiye’de kalacağım’ demişti bana.” (Taha Kıvanç, 30 Ağustos 2005)

Yalçın Küçük açıkça söylüyor. Mealen “Kuzey Irak'taki devleti Türkiye kurmuştur. Türkiye'deki siyonistler bu işi bu hale getirmiştir.” diyor.

Bilmem demek istediğimiz anlaşılıyor mu? Türk devletinin vatanperver evlatları yıllar yılı bir şeyler yapmaya çalıştı. Ancak Türkiye'deki gerçek “derin” el organize ve planlı bir şekilde bu günümüzü hazırladı. Yukarıda da söyledik. Türkiye bilerek bilmeyerek “Düşünme” işini yıllar yılı başkalarına havale etti veya ettirildi. Bir araştırmacı otursun araştırsın, PKK terörünün çıkmasına sebep olan 1980 sonrası işkencecileri ve bölgedeki görevlilerin ne kadarı gizli cemiyet üyesidir. Bu insanlar bilinçsiz bir ırkçılık saikiyle mi bu ortama zemin hazırlamıştır, yoksa birileri bilinçli bir şekilde böyle bir maske mi kullanmıştır?

Eski İçişleri Bakanı Tantan “Türkiye’yi bölmek çökertmek isteyen bir takım oyunlar oynandığını söylüyorsunuz. Bunun içinde bir İsrail olgusundan söz edebilir misiniz?” sorusuna şu cevabı veriyor:

“Kafkaslarda ve Hazar havzasında ekonomik olarak büyük güç kazanmaya başlayan İsrail işadamları. Çok uluslu şirketlerin büyük bölümünün Yahudi kökenli işadamlarının elinde olduğu biliniyor. Kafkaslarda ve Hazar havzasında ekonomik alt yapının sürdürülebilir olması için Türkiye’deki siyasi ve ekonomik gücün, kullanılabilir olması gerekiyor. Bu kullanılabilir gücün kontrol edilebilir olması gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin imkan ve kapasitesi çok yüksek. Bu imkan ve kapasitesini kendi ülkesi için kullanırsa Kafkas ve Hazar Havzasındaki mazlum ve fakir halk, zenginleşip güçlenecek ve bütün müslüman alemindeki sömürülmüş ve sömürülmeye devam eden halklar da uyanacak ve kendi ekonomik güçlerini elde edecektir. Bunları da bu duruma getirebilecek tek ülke Türkiye. Türkiye’deki bu alt yapıyı ayakta tutan güç güvenlik güçleridir. Ama bugün Türkiye’de güvenlik güçleri, yukarıda da belirttiğim gibi yıpratılmaktadır. Bu da dış güçlerin oluşturduğu projenin bir ayağıdır.”

Olaylara küresel bir pencereden ve bütün ön yargılardan sıyrılarak bakmak gerekiyor. Aksi takdirde beyinlerimizi yönetmek isteyenlerin işini kolaylaştırırız. Mesela 1991 Körfez savaşı, akabinde yaşanan PKK ile savaş, arkasından yaşanan ikinci Körfez savaşı ve Irak'ın işgali ve tüm bu süreç içerisinde yaşanan gelişmeler Türkiye'de çok büyük değişim ve değişikliklere sebep olmuştur. 2005 yılının Türkiye'si ile 1980 yılının Türkiyesi arasında çok büyük fark vardır. 1998 yılına kadar Amerika Türkiye'deki nüfuzunu kullanarak hemen her istediği katakulleyi tertip edebiliyordu. Büyük (!) medya Türkiye'yi istediği gibi yönlendirebiliyor, yönetici tabakayı tetikleyebiliyor, darbelere zemin hazırlayabiliyordu. Memleketteki karışıklıklar şimdi olduğu gibi genel olarak dışarıdan idare ediliyor, hemen hemen bütün yönetici elit karagöz ve Hacivat gibi beyaz perdenin arkasındaki kumanda çubuğundan bihaber kuklalar haline geliyordu. Şunu görmek lazım; bir zamanlar Amerika'nın güvenilir bulduğu kurumlar şu günümüzde Amerika nezdinde en güvenilmez kurum statüsü kazanmıştır. Zira Türkiye artık uyanmıştır. Amerika'nın niyeti anlaşılmıştır. Bugünkü Amerikan kaynaklı gerçek “Derin” güçler “Diyalog, dostluk” teranelerinin borazanlarının, AB sevdalılarının arkasında mevzilenmiştir.

12 Eylül öncesinin klişeleşmiş kalıpları ile düşünmekten kendisini kurtaramayan solcular, yine benzer şekilde 28 Şubat sürecinin klişeleşmiş kalıpları ile düşünmekten kendisini kurtaramayan sağcılar memleket üzerinde oynanan oyunları görebilseler dahi sağlıklı tahliller yapamıyor, gönüllerine işleyen küskünlük ve hatta düşmanlıkların esiri oldukları için objektif değerlendirmeler yapamıyorlar.

Nitekim Hakkari olayları ile birlikte yaşanan tartışmalar geniş bir perspektifle değerlendirilirse farklı sonuçlar ortaya çıkacaktır. Dikkat edilirse gelecek yıl yaşanacak komutan değişikliği hakkında hiç yoktan yere bir sürü tartışmalar ortaya atılıyor. Ortada fol yok yumurta yokken, Kara Kuvvetleri Komutanı hakkında bir sürü spekülasyon yapılıyor. Bu tartışmaların medya içerisinde suni olarak ortaya çıkarılması dikkat çekiyor.

“Konuştuğum uzmanlar der ki; 'BUGÜN, Güneydoğu'da, PKK'yla mücadelede 'önleyici savaş' için yetkilendirilen bir 'ÖZEL HARP BİRİMİ' mevcut değil-YOK. Birileri neden ısrarla 'resmi bir özel birim var-mış gibi' göstermeye çalışıyor? Yoksa manipülasyona açık bir grup, hiçbir kurumsal kimliğe bağlı olmaksızın kendi kendine durumdan vazife mi çıkarmaya çalışıyor dersiniz? Peki Güneydoğumuz'da 'değişik kartvizitlerle' görev yapan kaç yabancı istihbaratçı var biliyor musunuz acaba? (Eski İçişleri Bakanı Tantan'a göre 3 bin yabancı ajan görev yapıyor.)

... Bana ulaşan iddialar o ki, bazı mekanizmalar (onlar kim bilmiyoruz elbette) Orgeneral Büyükanıt'ın bundan sonraki Genelkurmay Başkanımız olmasını, kendi 'bölgesel ve de Ortadoğu planları' önünde engel görmektedirler. Ve her nedense konunun öznesi Astsubay Ali Kaya'nın kendi ağızından yaptığı açıklamaları dinlemek-araştırmak gereği duyulmamaktadır.” (Güler Kömürcü, Akşam, 15 Kasım 2005)

Sebep nedir? Bu komutan hangi fincancı katırlarını ürküttü? Ne demişti? “Türkiye Filistinlileştirilmeye çalışılıyor!” Bu cümleyi iki ay önce yazı konusu yapmıştık. Bu cümle çok önemli bir cümle idi. Beğenin beğenmeyin, bu üç kelime Türkiye üzerinde hesapları olanları epeyce ürküttü. Ertuğrul Özkök'ün “Ne Filistin'i Paşam” başlıklı yazısı adeta işaret fişeği gibiydi: “Böyle gecelerde birinci rol hep Genelkurmay Başkanı’nındır. Oysa bu defa Kara Kuvvetleri Komutanı, tiyatro deyimiyle ‘rol çaldı’. Dün görüşünü aldığım insanların çoğu, konuşmanın içeriğinden rahatsızdı. Bir kere Filistin örneğinin fevkalade yanlış ve talihsiz bir benzetme olduğu konusunda görüşbirliği var.” (Hürriyet, 1 Eylül 2005)

Hiç şüpheniz olmasın Türkiye devletindeki görev değişiklikleri en fazla Amerika'yı geriyor.

Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ı Vatan gazetesinin manşetten “Yıldızı parladı, cumhurbaşkanlığı için adı konuşuluyor!” diye reklam etmesi 8sütun isimli internet sitesinde şöyle hicvedilmişti:

“Devlet Bakanı Mehmet Aydının Yıldızı Parlamış

Dün İsrail'e Aracılık, Bugün Cumhurbaşkanı Adaylığı!

Bugün Vatan gazetesinin manşetinde Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cumhurbaşkanlığına aday olabileceği yeralıyor. Bilal Çetin’in haberini yorumlayan Güngör Mengi, AKP’nin rejimin sigortalarıyla oynama hatasına düşmeyeceğini kaydederek, Mehmet Aydın’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını yerinde buluyor.

‘Liberal ilahiyatçı’ olarak ün yapan Mehmet Aydın, BM’nin Medeniyetler İttifakı girişiminde Türkiye adına koordinatör olarak görev yapıyor. Ayrıca BM Akil Adamlar grubu üyesi seçildi Aydın.

Pakistan ve İsrail arasında diplomatik ilişkinin başlamasına ev sahipliği yapan İstanbul’da toplantıyı yöneten Mehmet Aydın’dı. Vatan gazetesi yazarı Güngör Mengi bu girişimin önemine değinirken, Türkiye’nin AB sürecinin bu adım sayesinde kolaylaştığını yazmıştı.

Anlaşılan kolaylaşan sadece Türkiye’nin AB üyeliği değil. Mehmet Aydın’ın cumhurbaşkanı olmasının önü de İsrail sayesinde açılmış gözüküyor! İsrail’le işbirliği başörtüsüz eşe sahip olmaktan çok daha önemli bir kritere dönüşmüş sayılabilir.” (8sütun.com, 3 Eylül 2005)

Akşam Gazetesi yazarı Güler Kömürcü’nün kendisi ile yapılan bir röportajda dile getirdiği görüşleri:

“Amerikanın yeni dünya düzeni çerçevesinde bölgede belli bir planı var...

... Amerika yerine amerikan yönetimi desek daha iyi olur. Aslına bakarsanız yeni dünya düzenini oyun kurucuları Amerika ve İsrail kökenli dünyanın ilk 50 şirketi. Tabi bir de şahinler var. Washingtondaki Bush’un etrafındaki şahinler yeni dünya düzenini kendilerinin kuracaklarını iddia eden bunu da özel harp argümanlarıyla yapan bir ekip.

... Suyun kaynaklarını, enerji koridorlarını istiyorlar bir de bizim bunları yapmakta bir de teolojik(dini) nedenlerimiz var diyorlar.

... Müdahale öncesi o ülkede sosyologlar labratuvar çalışmaları yapıyorlar ve hangi kartın oynanacağına karar veriyorlar.

... Virginia Üniversitesi’nden dünyanın en önemli sosyologlarından, şahinlere rapor hazırlayan Vamık Volkan ile BOP’un din ayağını konuşmuştuk. Volkan, konuşmamızda ‘Gürcistan’da devrimden önce bir yıl kaldım ve toplumun sosyal reflekslerini belirledik’ dedi. Sosyal refleksler herhalde kola kampanyası için belirlenmiyor. Sizin tepkileriniz; neye kızdığınız, neden ürkttüğünüz, hangi durumlarda rahatladığınız belirlenerek korku haritanız ortaya çıkarılıyor. Buna göre de karşı taraf psikolojik savaşını başlatıyor. Türkiyede dini kullanamayacağını anlayınca etnik argümanları kullanmaya karar verdi.

... Kur’ân tuvalete atıldı denildi. Ertesi gün Afganistan’da yer gök inledi. Afganistandaki insanların çoğu okuma yazma bilmeyen gariban insanlar. O insanlar CNN mi seyrediyorlar, İngilizce mi biliyorlar. Peki nasıl bu insanlar bundan haberdar olup sokaklara döküldüler. Afganistan’a birileri gidiyor ve tuvalete Kur’ân atıldı deniyor ve tepkileri ölçülüyor. Sokaklara kara çarşaflı insanlar çıkıyor bu sefer de bu görüntüyü kullanarak bakın İslâmın gerçek yüzü deniyor. Bunlar masa başında hazırlanıyor ve bize de bu oyunu oynamak düşüyor.

... Geçen sene OPUS DEİ’nin en tepe ismiyle görüştüm. OPUS DEİ... bbbOPUS DEİ’nin Madrid merkezinde, örgütün önemli ismi ‘Müslüman-Hristiyan (Katolik) çatışmasını isteyen masonik localardır Yahudi örgütlerdir’ dedi. Çünkü bu çatışmayı kendi inandıkları kıyamet senaryosunun bir parcası olarak görüyorlar. Bu nasıl bir katolik örgütü lideridir ki benimle aynı düşünüyor.

... Irak, İran, Suriye-Türkiye’de iç kargaşa oluşturup bu bölgede Kürt devleti kurulmak isteniyor.

Düşmanımız o kadar küstah ve rahat ki... Adam elini göstere göstere sende Kürt kartını oynayacağım, etnik gerginlik yaratacığım diye açıkça söylüyor. Benim de el ele tutuşmam lâzım.. Benim de buyrun oynatmayacağım demem lâzım. Biz tartışmayı bu zeminde tutmamız lâzım.

... Şahinler, Kuzey ırakta devlet kurayım bu örnek olsun daha sonra güneydoğuyla birleştireyim istiyorlar.

... Yabancı istihbarat köşe yazarları üzerinden dezenformasyon yapıyorlardı. Son dönemde köşe yazarları itibarlarını kaybetti.

... Okur bunların manipüle edildiğini ve kimlerin manipülasyona uğradığını birer birer tesbit etti. Kim Amerika’ya yakın duruyor bunları tesbit etti. Aradaki dört beş defolu ürün yüzünden hepimize küstü. Bu sefer yabancı istihbarat muhabirler üzerinden dezenformasyona başladı. Okur köşe yazarlarını boşayıp ücüncü birinci sayfa haberini okumaya başladı. Yaklaşık iki senedir bu ülkede bazı muhabirler aynı şekilde dezenformasyona tabi tutuluyorlar.

... Amerikalı uzman diyorki sizin parlamentonuzda etnik kimlik taşıyan bir parti olmalı diyor. Olmalı derken benim ülkeme yönelik kendi eylem planını da açıklamış oluyor. Demek ki bu eylem planı önümüzdeki günlerde hayata geçirilmeye çalışılacak.” (Güler Kömürcü ile röportaj, Hasan Hüseyin Kemal, Yeni Asya, 13.09.2005)

 

Yönetim Zaafiyeti:

Görüldüğü gibi ülkemiz üzerinde büyük oyunlar tertip ediliyor. Bunlara karşı uyanık olmak, dirayetli olmak, kararlı durmak gerekiyor. Ancak ülkemizde yaşanan yönetim zaafiyeti sebebiyle memleket laçka oldu.

“Putin, Blair’in ve diğer hükümetin başkanlarının etrafına bakıyorsunuz. Danışmanları var. Ben maaşımın yarısını vergiye veren bir vatandaş olarak benim başbakanımın dışişleri, içişleri, ekonomi danışmanları kimlerdir? Benim başbakanım sabah uyandığında kimlerden brifing alıyor. Bilmem lâzım. Ben bunları bilmezsem sağlıklı karar veremem. Bir zamanlar Özal’ın prensleri vardı, Mesut Beyin ve Tansu Hanımın etrafında danışmanları vardı. Bunlara kızdık ve gönderdik. Bunların metodlarını beğenmeyip gönderdik. Hiç olmazsa gönderdiklerimiz profesyonel çalışıyorlardı. Bir tanesi beynimin yarısı diyordu. Peki senin ekibin kim?

... Bir tek Ahmet Davutoğlu’nu tanıyorum. Çok beğeniyorum. Akademik kimliğine saygı duyuyorum. Başka kimler var ben bilmiyorum. Gazeteciyim ve öğrenmek istiyorum.

... Başbakanın yanında kendi kariyerini kendi backroundunu ispat edemeyen danışman görünce demekki başbakanın görüşleri spontane, geçici, irticalen oluşuyor diyorum. Bunlar sürekli değişkenlik arz ediyor çünkü. Büyük devlet olmak hedefinin belli olması demektir. Amerika on yıl sonra ne yapacak biliyorsunuz değil mi? Adam bize bile öğretti 5 yıl sonra şurayı alacağım diye. Bush Amerikan yönetiminden ayrılmış önemi var mı? Genel makro bir politika var. Ben ülkemin 5 yıl sonra nerede olacağını bilmiyorum. Benim ülkemde Irak ve Kafkas politikası ne bilmiyorum.

... İsterseniz buna devlet değil halk karar versin. Fransızlar beş yıllık planlarını açıklarken ben neden bunu hak etmiyorum. Kim benim kaderimi tayin ediyor bilmek istiyorum.

Hükümetin ağzından politikaları duymak istiyorum. Duymayınca spontane konuşuyor diyorum. Üç ay önce Norveç’te ‘Kürt sorunu yoktur’ diyor bugünse ‘vardır’ diyor. Bu da sabit politikası olmadığını gösteriyor. Bu açıklamalarla komik oluyorsun. Bu söylem güven vermez. Hemde halkın aklını karıştırır. AKP’ye güvenen yüzde kırklık halk kesimi de AKP ile sürekli fikir değiştiriyor. Fikir değiştikçe içi boşalıyor kendine güvenini kaybediyor. Mikro konuda bile politika üretemiyor.” (Güler Kömürcü ile röportaj, Hasan Hüseyin Kemal, Yeni Asya 13.09.2005)

“İsrail Dışişleri Bakanı bu toplantıya olanak sağladığı için Başbakan Erdoğan'a teşekkürlerini sundu.

Geçen yıl İsrail'i ‘terörist ülke’ diye suçlayan Erdoğan, tabanındaki radikallerin zehirli oklarını göze alarak bu rolü kabullendi, Şaron'u aradı.

Sonuçta dünyanın kaderi etkileme gücünü olumlu yönde kullanan bir Türkiye fotoğrafı kendini göstermiştir.

Ufku ideolojik saplantılar nedeniyle kapanmış beyinler bu çabalarda hep Amerika'ya yaranma izleri ararlar. Oysa Müslüman ülkelerin Batı ile ilişki kurmalarına yardım etmek öncelikle Türkiye'nin kendi çıkarıdır.” (Güngör Mengi , Vatan, 02.09.2005)

Türkiye Başbakanı’nı kapısında süründüren, -Amerika başta- Batılı ülkeler, Kuzey Irak’ın başındaki Barzani’yi devlet başkanı gibi ağırladılar. Basın hâlâ “Batı” propagandası yapıyor. Hükümet deseniz öyle.

“Batı”, “Batı”... derken memleket batmaz inşaallah.


  Önceki Sonraki