Resulullah Aleyhisselâm yaratılışın gerçek mânâsını müşriklere anlattığında:
“Senin getirdiğin şey sihir ve hayâldir, bizim kavrayışımızın ötesindedir.” diyorlar, öldükten sonra dirilmeye inanmayıp onu sihir olarak vasıflandırıyorlardı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki: ‘Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz.’ desen, kâfirler mutlaka: ‘Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir.’ derler.” (Hûd: 7)
Resulullah Aleyhisselâm’ın ahiret hakkındaki haberlerini yalanladıkları gibi, alay etmekten de hiçbir zaman geri kalmazlardı.
“Andolsun ki biz onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertelesek: ‘Onu alıkoyan nedir?’ derler. İyi bilin ki onlara azap geldiği gün, bir daha geri döndürülmez. Alaya aldıkları şey de onları çepeçevre kuşatır.” (Hûd: 8)
İlelebed azap görüp dururken, alay etmenin ne demek olduğunu anlayacaklar.
“Ancak sabredip de sâlih ameller işleyenler böyle değildir. İşte onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hûd: 11)
İman edip de imanlarını güzel ameller yaparak artıranlar saâdet ve selâmete nâil olacaklar, lâyık oldukları mükâfatlara ereceklerdir.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde, içlerinden bir peygamber gelmesine şaşıran ve öldükten sonra tekrar diriltileceklerini inkâr eden müşriklerin sapıklıklarını beyan buyurmaktadır:
“Kâf. O şerefli Kur’an’a yemin olsun ki! Aralarından bir uyarıcının gelmiş olmasına şaştılar da, kâfirler şöyle dediler: Bu şaşılacak bir şey! Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz)? Bu akla uzak bir dönüştür.” (Kâf: 1-3)
Doğrusu böyle bir geri dönüşü uzak görüyoruz, ikinci bir hayatın varlığına inanmıyoruz.
Her şeye madde gözüyle bakıyor, dünya hayatından başka bir hayatın olacağına, öldükten sonra dirileceklerine ihtimal bile veremiyorlardı.
“Doğrusu onlar Rabb’lerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.” (Secde: 10)
Delilleri apaçık ortada olmasına rağmen ahirette Hakk’ın huzuruna çıkmayı inkâr etmeleri, onların ne kadar sapık olduklarını göstermeye yeter.
“Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. Hayır! Onların ahiret hakkındaki bilgileri de yetersiz kalmıştır (bu hususta bilgi edinilecek seviyeye erişmemiştir).
Hayır! Ondan şüphe etmektedirler. Hayır! Onlar ahiretten yana kördürler.” (Neml: 65-66)
Ahiret hayatına dâir olan delilleri görmezler, görmek de istemezler.
“Kâfirler dediler ki: Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı, gerçekten biz mi tekrar çıkarılacağız? Andolsun ki bu bize de daha önce atalarımıza da vaad olunmuştu. Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir.” (Neml: 67-68)
Bedenlerin ikinci defa diriltileceği şeklindeki vaad ve tehdit, geçmişte yaşamış atalarımıza da yapılmıştı. Fakat onlar yeniden diriltilmediler ve diriltilmeyeceklerdir. Bu, öncekilerin hurafelerinden ve boş sözlerinden ibarettir.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde geçmiş devirlerde yaşamış nice kuvvetli kavimlerin küfürleri yüzünden helâk olup gittiklerini haber vererek, Kureyş kâfirlerini uyanışa çağırmaktadır:
“Bunlar ise şöyle diyorlar: İlk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz yeniden diriltilecek değiliz. Eğer doğru sözlü iseniz bize atalarımızı getirsenize!” (Duhân: 34-36)
Ölümden sonra diriliş hususundaki onların bu delillerinin çok basit ve mantıksız olduğu açıktır. Çünkü öldükten sonra dirilecek olan insanların bu dünyaya gelecekleri söylenmiş değildir.
“Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tubba’ kavmi ve onlardan öncekiler mi? Biz onları da helâk ettik, çünkü onlar günahkâr idiler.” (Duhân: 37)
Son derece güçlü ve kuvvetli olmalarına rağmen, Allah-u Teâlâ onları tarih sahnesinden sildi, gelecek nesillere bir ibret yaptı.
“Dediler ki: Toprağın içinde kaybolduğumuz zaman mı, biz mi yeniden yaratılacağız?” (Secde: 10)
Tekrar hayat bularak ahirete mi sevkedileceğiz?
Bu iddiâlarına verilen cevap da şudur:
“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, günahkârların âkıbetinin nasıl olduğunu bir görün!” (Neml: 69)
Nitekim onlar çeşitli cezalarla helâk edilmişler, ne feci felâketlere uğramışlardır.
“Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana tâbi olun. Doğru yol budur.” (Zuhruf: 61)
Sizi kurtuluşa götürecek yol bundan ibarettir.
“Resul’üm! Onların yüzünden tasalanma. Aleyhinde kurdukları tuzaklardan sıkıntı duyma.” (Neml: 70)
Kötü tuzak ancak sahibini yakalar. Rabb’in seni insanların her türlü kötülüğünden koruyacak, onların düzen ve hilelerini başlarına geçirecektir.
“Onlar: ‘Eğer doğru sözlü iseniz, bu azap ne zaman gerçekleşecek?’ derler.” (Yunus: 48 - Enbiyâ: 38 - Neml: 71 - Sebe: 29 - Yâsin: 48 - Mülk: 25)
Gerçekte onlar kıyametin gelişini imkânsız sanıyorlardı. Halbuki onun geleceği muhakkaktır ve herhangi bir kimse istemediği için geri kalmaz, herhangi bir kimsenin istemesiyle de vaktinden önce gelmez.
“De ki: Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelirse ne yaparsınız? Söyleyin! Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar?” (Yunus: 50)
Acelenin onlara ne faydası var? Onlara düşen bir an önce küfür karanlıklarından sıyrılarak İslâm’ın aydınlığına kavuşmaktır.
“De ki: Çabukça gelmesini istediğiniz o şeyin (azabın) bir kısmı yakında başınıza gelecektir.” (Neml: 72)
Nitekim de gelmiştir. Bedir’de bir kısmı katledilmiştir, geri kalan azapları ise ahiret gününde başlarına gelecektir.
“Şüphesiz ki, Rabb’in insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler. Doğrusu Rabb’in onların sinelerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir.” (Neml: 73-74)
Onların sadece açık suçlarından değil, aynı zamanda kalplerinde gizledikleri kin ve düşmanlıktan da tam olarak haberdardır, yaptıklarının karşılığını lâyık olduğu şekilde verecek ve onları cezalandıracaktır.
“Şüphesiz ki Rabb’in onların arasında kendi hükmünü verir. O Azîz’dir, her şeyi bilendir.” (Neml: 78)
O’nun verdiği hükmü ve kararı hiç kimse yürürlükten kaldıramaz, hiçbir şey O’na gizli kalmaz.
“Allah’a karşı yalan uyduranların kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? Şüphesiz ki Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çokları şükretmezler.” (Yunus: 60)
Akıl ve iradelerini iyiye kullanmazlar, peygamberlerin dâvetini kabul etmezler. Kendilerine uzanan lütuf elini reddederler.
•
Allah-u Teâlâ putperest müşriklerin ahiret âlemindeki durumları hakkında Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“O gün onların hepsini bir araya toplarız. Sonra da Allah’a ortak koşanlara: ‘Siz ve ortaklarınız yerlerinizde durun!’ deriz. Böylece aralarını tamamen ayırırız. Koştukları ortakları: ‘Siz bize tapmıyordunuz.’ derler.” (Yunus: 28)
Aslında onlar, itaat etmeleri suretiyle şeytanlardan başkasına ibadet etmiyorlardı.
“Bizimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Sizin bize tapınmanızdan tamamen habersizdik.” (Yunus: 29)
Tapındıkları putlar, en çok ihtiyaç duyacakları bir zamanda kendileriyle hiçbir ilişkilerinin olmadığını ilân edeceklerdir.
“De ki: Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir.
Bâtıla inanan ve Allah’ı inkâr edenler; işte onlar hüsrana uğrayanların tâ kendileridir.” (Ankebût: 52)
Onlar ilâhî rahmetten ebedî olarak mahrum kalmış kimselerdir. Çünkü onlar, doğruluğunun delilleri gün gibi ortada olduğu halde Resulullah Aleyhisselâm’ı yalanladılar. İmana karşılık küfrü satın almışlardır.
“Onlar senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir müddet olmasaydı, azap onlara hemen gelirdi. Andolsun ki o, kendileri farkında olmadıkları bir sırada ansızın gelecektir.” (Ankebût: 53)
Nitekim onların bir kısmı Bedir’de kahrolmuşlar, bir kısmı da gaflet içinde iken âkıbetlerini bulacaklardır.
“Onlar senden azabı çarçabuk istiyorlar. Halbuki cehennem kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.” (Ankebût: 54)
Onlar kâfir oldukları için, daha dünyada iken cehennem onları yakalamış bulunmaktadır.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde kendileri inanmadıkları gibi, başkalarını da inancından çevirmek isteyen müşriklerin âkıbeti hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın yolundan saptırmak için yanını eğip büker. (Büyüklenerek yüzünü çevirir). Onun için dünyada bir rezillik vardır, kıyamet gününde ise ona yangın azabını tattırırız.” (Hacc: 9)
Böylelikle hem dünya, hem de ahiret azabını çekmiş olur.
“İşte bu, senin iki elinle öne sürdüğün şeyler yüzündendir. Yoksa Allah kullarına aslâ zulmedici değildir.” (Hacc: 10)
Hiçbir kimseyi günahsız yere sorumlu tutmaz, hiç kimseyi başkasının günahı ile cezalandırmaz.