Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı’nın “Hâtemü’l-Evliyâ” Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (76) - “Mu'Azîz en-Nesefî -Kud­di­se Sır­ruh-” - Ömer Öngüt
“Mu'Azîz en-Nesefî -Kud­di­se Sır­ruh-”
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı’nın “Hâtemü’l-Evliyâ” Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (76)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Kasım 2005

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (76)

Mu'Azîz en-Nesefî -kuddise sırruh-

HAYÂTI ve ESERLERİ

Mâverâünnehir’de yetişen velîlerin meşhurlarından olan Azîz en-Nesefî -kuddise sırruh- Hazretleri Nesef’te dünyaya gelmiş olup, doğum târihi ile ilgili olarak kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Vefât târihi hakkında kaynaklarda farklı bilgilere rastlanmakla birlikte, eserlerindeki bazı ifâdelerinden onun, 1300 mîlâdî (h. 700) senesinde veya bu seneye yakın bir târihte vefât ettiği anlaşılmaktadır.

İlk öğrenimini doğduğu şehirde tamamlayan Hazret, bir müddet tıp tahsili gördükten sonra, Buhâra’da bulunan Sâdeddîn-i Hammûî -kuddise sırruh- Hazretleri’ne intisab etti. Bu zâtın eliyle kemâle eren Hazret, yaşadığı bölgenin Moğol saldırısına uğrayıp yağmalanması üzerine; Şiraz, Isfahan, Behrâbâd, Semerkand ve Horasan gibi beldelere hicret ederek, bu şehirlerde ölünceye kadar irşad vazîfesini sürdürmeye devam etti.

Tasavvufun temel esaslarını çok iyi bilen ve etrâfındakilere öğretmek için eserlerinde son derece açık ve sâde bir dil kullanan Azîz en-Nesefî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin kitap ve risâlelerinin birçoğu günümüze kadar ulaşmıştır.

Kelâm, felsefe ve tasavvuf sahalarında güzîde eserler veren Hazret’in; “Beyânü’t-Tenzîl”, “Keşfü’l-Hakâyık”, “Maksâdü’l-Aksâ”, “Tenzîl”, “Keşfü’s-Sırât”, “Zübdetü’l-Hakâyık”, “Menâzili’s-Sâ’irîn”, “Kitâbu’d-Derecât” ve “Kitâbu İnsânü’l-Kâmil” gibi eserleri, zikredilmeye değer en büyük şâheserleri arasındadır.

 

“HÂTEMÜ’L-VELÂYE” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI

Azîz en-Nesefî -kuddise sırruh- Hazretleri eserlerinde risâlet, nübüvvet, velâyet ve hilâfet meselelerini ele alırken, kendisine has farklı bir tarz ve apayrı üslûpla yürümüş; velâyetin Hatm’i ile dünyanın nihâyetinin aynı noktada birleştiğine işaret ederek, “Hatemiyyet”in zuhûr zamanını halka duyurma gâyesi gütmüştür.

İşte “Kitâbu’d-Derecât” adlı eserindeki gözkamaştırıcı beyanları da, onun bu gâye ve gayrette ulaştığı zirveyi gösteren en bâriz ürünüdür.

“Keşfü’l-Hakâyık” ve “Kitâbu İnsânü’l-Kâmil” adlı eserlerinde, “Hatemiyyet” meselesini daha önceleri sâdece Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın nübüvveti ve velâyeti noktasında ele alan Hazret’in; “Kitâbu’d-Derecât” isimli eserinde Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’la birlikte Hâtemü’l-evliyâ olan zâtı da zikrettiği, hatta ondan gayet açık bir biçimde müstakil olarak sözettiği görülür.

 

Halkı Dîn-i Muhammedî’ye Dâvet Edecek Son Velî:

“Hâtemü’l-velâye” meselesini eserlerinde ustalıkla işleyen Azîz en-Nesefî -kuddise sırruh- Hazretleri, “Kitâbu’d-Derecât” adlı eserinde “Hâtemü’n-nübüvve”nin sâhibi olan Muhammed Aleyhisselâm’dan sonra, onun ümmetinden on iki büyük velînin zuhûr edeceğine işâret etmiş; peygamber olmadıkları hâlde halkı dîne dâvet edecek olan bu zâtlardan sonuncusunun “Hâtemü’l-velâye” mertebesine vâris olarak gönderileceğine dikkati çekmiştir:

“Nübüvvet, kâr-ı Hâtemiyyet Hazret-i Muhammedü’l-Mustafâ -sallallâhu te’âlâ aleyhi ve sellem- Cenâbları’na erişdi, buyurdular ki:

‘Benden sonra peygamber olmayan var ki, halkı benim dînime dâvet ede.’

Dîn-i Muhammedî’de ism-i ‘Velî’ peydâ oldu; Cenâb-ı Hüdâ Te’âlâ ümmet-i Muhammed’den on iki zât-ı pâki muhtâr edüp (seçip), kendi Hazret’ine mukarreb (yakın) buyurdu.

‘Âlimler peygamberlerin vârisleridir.’ (Buhârî)

Hadîs-i şerîf’i bu on iki zât-ı şerîf’in hakkında buyuruldu.

‘Ümmetimin âlimleri benî İsrâil’in peygamberleri gibidir.’ (Keşfü’l-Hafâ)

Hadîs-i şerîf’i yine ânların hakkında vârid olmuşdur. Ve en sonraki velî ki, on ikinin velîsidir; ‘Hâtemü’l-evliyâ’dır.” (“Kitâbu’d-Derecât”; Yazma Bağışlar, nr.: 3042, vr. 6a)

Nitekim Azîz en-Nesefî -kuddise sırruh- Hazretleri’nden yaklaşık iki asır sonra yaşamış olan Hâce Muhammed Pârsâ -kuddise sırruh- Hazretleri de, “Faslu’l-Hitâb” adlı eserinde Muhammedî kutupların sayısının on iki olduğunu beyân etmiş; kıyâmete kadar devam edecek olan bu on iki kutbun içine iki “Hatm”in de dâhil olduğunu haber vermiştir.(*)

 

Hâtemü’l-Enbiyâ’ ve Hâtemü’l-Evliyâ’nın “Büyük Arş”a Yükselişi:

Hazret “Kitâbu’d-Derecât” adlı eserinde Hâtemü’l-enbiyâ ve Hâtemü’l-evliyâ’nın büyük arşa yükselip, bu sayede bütün mertebelerden yukarıya çıktıklarına işaret etmiş; velâyeti bir bedene benzeterek, onun birbirinden ayrı olan bütün âzâlarının kıyâmete yakın bir devirde birleşip, vücûdun tamamını meydana getireceğini haber vermiştir:

“Rûh-i pâk (temiz ruhlu) Hazret-i Hâtemü’l-enbiyâ -aleyhi üzkî’n-nihâyâ-, arş-ı mûcibde urûc (kendisine vâcip olan arşta terakkî) eder. Ya’nî Hâtem-i enbiyâ -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri’nin urûcları (terakkîleri) Arş-ı azîm’edir.

Tâ’ife-i ehl-i Tasavvuf derler ki;

Hâtem-i enbiyâ ve Hâtem-i evliyâ arşa urûc ederler. Onculayın (o nedenledir) ki, cemî’i merâtibden (bütün mertebelerden) ziyâde bâlâ (yükseği) tutarlar. Fe-emmâ bu netîceyi ‘Keşf-i Hakâyık’ nâm kitabımızda şerh ve tefsîr eyledik ve ‘sırr-ı nübüvvet’ ve ‘sırr-ı velâyet’i ânda vasfeyledik. İsteyen ol kitâba baksın ki; velâyet nübüvvet’in bâtınıdır ve ilâhiyyet velâyet’in bâtınıdır. Ve bu sözler melfûzdan (lâfız yolundan) ma’lûm olur.

Çün (ne zaman ki) dünyanın müddeti nihâyete erüp devr-i kıyâmet zâhir ola; eczâ-i bedenî ki müteferrik (bedenin parçaları ki, ayrı ayrı) olmuş idi, her bir cüz’ünü cem’ edüp (parçasını birleştirip), her birinin kalbini tamâm ederler.” (“Kitâbu’d-Derecât”; Yazma Bağışlar, nr.: 3042, vr. 44b)

Gerçekten de Hazret, “Keşfü’l-Hakâyık” adlı eserinde Hâtemü’l-enbiyâ’ Aleyhisselâm’a tahsis edilen “Hâtemü’n-nübüvve” mertebesinden sözederken, bu makamın bâtınını temsil eden “Velâyet” yönüne de ayrıntılı olarak değinmiş; Resulullah Aleyhisselâm’ın bu kemâlât sâyesinde “Nübüvvet” bakımından erişilebilecek en ileri noktaya eriştiği gibi, “Velâyet” yönünden de ulaşılabilecek en son noktaya yükseldiğini beyân etmiştir.

(*) Hâce Muhammed Pârsâ, “Faslu”l-Hitâb Tercemesi”; s. 584, trc: A. Hüsrevoğlu.


  Önceki Sonraki