Cennette ayrıca Vildan ve Gılman isminde, daima körpe ve zarif kalan erkek hizmetçiler vardır. Allah-u Teâlâ onları hurilerden ayrı olarak cennet halkına hizmet etmeleri için yaratmıştır.
“Etraflarında ölümsüz gençler dolaşır.” (İnsan: 19 - Vâkıa: 17)
Bu kâseler dolusu cennet şaraplarını dolaştıranlar, Allah-u Teâlâ’nın müminlere hizmet için yarattığı ay yüzlü gençlerdir.
“Sen onları gördüğün zaman, saçılmış birer inci sanırsın.” (İnsan: 19)
Bunlar düzenli bir şekilde çalıştıkları için dizilen inciler gibi bir görünümdedirler. Hizmetlerinde aslâ kusur etmezler. Güzel yüzlü tatlı sözlüdürler. Ne yaşlanırlar ne de tazelik ve zerafetlerini kaybederler, hep aynı hâl üzere kalırlar.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine âit hizmetçiler sedefteki inciler gibi fırıl fırıl etrafında dönerler.” (Tûr: 24)
Gerek güzellikleri, gerekse elbiselerinin güzelliği ile sanki dizilmiş, saf ve düzgün inciler gibidirler.
Bu Âyet-i kerime okunduğunda huzurda bulunan bir zât: “Yâ Resulellah! Hizmetçiler böyle olursa, bunların efendileri nasıl olur?” diye sorunca Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Efendilerinin hizmetçiler üzerine olan üstünlüğü, ayın ondördünde diğer yıldızlar üzerine üstünlüğü gibidir.” buyurmuşlardır.
Cennet son derece büyüktür. Milyarlarca insanı ilelebed barındırıp, huzur ve sükûna, rahat ve emniyete eriştiren böyle bir nimetler yurdunun büyüklüğünü tasavvur etmek imkânsızdır.
“Orada her nereye baksan, bir nimet ve pek büyük bir saltanat görürsün.” (İnsan: 20)
Cennet, nimet yurdudur. Göz nereye baksa nimete bakar. Herkes kendilerine verilen nimetleri seyreder. Hiç kimse hiçbir şeye hasret kalmaz.
Cennetliklerin elbiseleri ve ziynetleri cennetteki diğer zevklere uygun olarak en yüksek kemaline ulaşmıştır.
“Üzerlerinde sündüs ve istebraktan yeşil elbiseler vardır.” (İnsan: 21)
Allah-u Teâlâ onların her çeşitten birçok elbiseleri olduğuna, fakat bunların üstünde ipek elbiseler bulunduğuna ve böylece ipek elbiselerin hepsinden üstün olduğuna dikkat çekmek için “Onların üzerinde” mânâsına gelen “Âliyehüm” buyurmuştur.
Cennetin güzelliğini insanlara bildirmek ancak bu kadar olur.
“Sündüs” gayet ince ve zarif ipek; “İstebrak” ise kalın veya sırmalı ipek, parlak atlas mânâlarına gelmektedir.
Yeşil, gözleri en çok dinlendiren ve gözleri en iyi okşayan renklerdir.
Örtünme, ahiret hayatında da bahis mevzuudur.
Onlar Din-i mübin’in emir ve yasaklarını gözetirken gördükleri zahmet karşılığında sabır ve sebatlarına mükâfat olarak şimdi bu lütuflara nâil olmuş oluyorlar.
Cennete girmekle kalmazlar, derecelere yükselirler. Bâtınlarındaki iman nuruna mükâfat olarak zahirlerini de tarifi mümkün olmayan ziynetlerle tezyin ederler. Oysaki birçokları dünyada iken bu gibi süslerden yoksundular.
Cennette köşklerin, tahtların, halıların, ipekli elbiselerin yanında cennet sakinleri ziynet olarak; altın, inci ve gümüşten bilezikler, yüzükler de takınırlar.
“Gümüş bilezikler takınmışlardır.” (İnsan: 21)
Altın ve gümüşle ziynetlenmek dünyada hanımlara mahsus ise de, ahiret dâr-ı teklif olmadığından erkekler de takınabilecekler. Cennetlikler hiçbir şeye hasret kalmazlar.
Onlar isteklerine göre bazen sadece altın, bazen sadece gümüş, bazen de inci takınırlar. Birisinin bileğinde hepsinin bulunması da mümkündür.
Altının parlaklığına karşılık gümüşün rengindeki beyazlık karışınca apayrı bir güzellik vereceği şüphesizdir. Şu da unutulmamalıdır ki, bu altın ve gümüş, o âleme mahsus altın ve gümüştür. Bizim basit zihin ve idrakimize anlatılabilmesi için bu şekilde misal verilmiştir.
“Rabb’leri onlara tertemiz bir içki içirir.” (İnsan: 21)
Bu doğrudan doğruya alemlerin Rabb’i tarafından içirilen, hiçbir katkı katılmamış, mutlak bir şekilde saf, tertemiz bir içkidir. Bu Cemâlullah’a kavuşma neşesidir.
Ve onlara ikram ve ihsan olarak şöyle denilir:
“Bu sizin için bir mükâfattır, çalışmalarınız mükâfâta lâyık görülmüştür.” (İnsan: 22)
Dünyadaki çalışmalarınız boşa gitmedi, kıymeti takdir edildi. Her hususta tebrike şâyânsınız.
Allah-u Teâlâ’nın en son ve en büyük kitabı Kur’an-ı kerim’dir. Kullarını cehalet ve dalâlet karanlığından kurtarmak için Cebrâil Aleyhisselâm vasıtası ile Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’a peygamberlik müddeti esnasında zaman zaman ve çeşitli vesilelerle, ilâhî bir nûr, ilâhî bir düstur olarak indirmiştir.
“Resul’üm! Kur’an’ı sana biz, evet biz indirdik.” (İnsan: 23)
Muhammed Aleyhisselâm’dan bize kadar tevatür yoluyla, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir kesinlikle ulaştırılmıştır. Bütün insanlığa gönderildiği için, hiç bozulmadan muhafaza edileceği de garanti altına alınmıştır.
Bedevî bir muhitte, tahsil görmeden yetişen ve okuyup yazması da olmayan ümmî peygamber Muhammed Aleyhisselâm’ın en büyük mucizesi Kur’an-ı kerim’in Asr-ı saâdet’ten zamanımıza kadar hiçbir kelimesi, hiçbir harfi, hiçbir noktası bile değişmemiştir. Kıyamete kadar da aslâ değişmeyecektir.
Kur’an-ı kerim bir vahy-i ilâhîdir, Allah-u Teâlâ onu büyük bir hikmet ve maslahata göre indirmiştir.
“Öyleyse Rabb’inin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkâra yahut hiçbir nanköre itaat etme!” (İnsan: 24)
Sana indirilen hükümlerden seni vazgeçirmeye çalışırlarsa kâfirlere ve münâfıklara itaat etme, Rabb’inden sana indirileni tebliğ et!
“Sabah akşam Rabb’inin ismini zikret!” (İnsan: 25)
Her an O’nu zikretmeye devam ederek kalbini nurlandır.
“Gecenin bir kısmında O’na secde et ve O’nu geceleri uzun uzun tesbih et!” (İnsan: 26)
Gece karanlığında insanlar uyurken Rabb’ine münâcaata dalıp namaz kıl, geceyi çokça ibadetle geçir.