Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Başyazı - İslâm'a Göre Dost Ve Düşman - Ömer Öngüt
İslâm'a Göre Dost Ve Düşman
Başyazı
İsmail Yavuz
1 Ekim 2005

 

"İslâm’a Dâvet Edilirken Allah’a Karşı Yalan Uydurandan Daha Zâlim Kim Olabilir? Allah Zâlimler Gürûhunu Hidayete Erdirmez.

Onlar Allah’ın Nurunu Ağızlarıyla Söndürmek İsterler.

Hâlbuki Kâfirler İstemeseler de, Allah Nurunu Tamamlayacaktır.

Dinini Bütün Dinlere Üstün Kılmak İçin Peygamber’ini Hidayet ve Hak Din İle Gönderen O’dur. İsterse Müşrikler Hoş Görmesinler.

Ey İman Edenler! Elem Verici, Can Yakıcı Bir Azaptan Sizi Kurtaracak Bir Ticaret Yolunu Göstereyim mi Size?

Allah’a ve Resul’üne İmanda Sebat Eder, Allah Yolunda Mallarınızla Canlarınızla Cihad Edersiniz.

Eğer Bilirseniz, Bu Sizin İçin Çok Daha Hayırlıdır.

Böyle Yaparsanız Allah Günahlarınızı Size Bağışlar, Sizi Altlarından Irmaklar Akan Cennetlere, Adn Cennetlerinde Hoş Yerlere Koyar.

İşte En Büyük Kurtuluş Budur." (Sâf: 7-12)

İslâm'a Göre Dost Ve Düşman

 

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz, Kudüs halkına verdiği emannamenin hutbesinde sözlerine şöyle başlamıştır:

“Hamd olsun O Allah’a ki bizi İslâm dini ile aziz etti. İman ile şereflendirdi.

Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- hürmetine bizi rahmetine nâil kıldı.

Dalâletten kurtardı. Dağınık iken onun sayesinde bir araya getirdi.

Kalplerimizi birbirine ısındırdı. Düşmanlarımıza karşı muzaffer kıldı.

Memleketler ihsan etti. Bizi sevişen kardeşler haline getirdi.

Ey Allah’ın kulları! Bu nimetlerden dolayı Allah’a hamd ve senâ ediniz.”
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi, K.D., Kamame Defteri Nr. 8)

 

Küffar İslâm’dan ve Müslümandan Hoşnut Olmaz:

Küfür ehli İslâm’ı ve müslümanları kabul etmemiş, her zaman İslâm’ın ve müslümanların karşısında olmuş, hep tuzak kurmuş, dost olmamış, bilakis düşmanlık yapmıştır.

En büyük düşmanlığı yüzyıllar boyu İslâm’ın sancaktarlığını yapan bu necip millete yapmışlardır. Zamanında Osmanlı’yı yıkmak, yutmak için çevirdikleri entrikaların bir benzerini bugün de çevirmek istiyorlar. Dinimizi, vatanımızı paymal etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Zira küffar İslâm’a ve müslümanlara karşı düşmanlıktan hiçbir zaman vazgeçmez. Vazgeçmemişlerdir, vazgeçmeyeceklerdir.

Çünkü Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde şöyle buyuruyor:

“Birbirine hasım iki zümre.” (Hacc: 19)

Allah-u Teâlâ bize küfür ehlini tanıtıyor.

“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)

Nitekim küffar milletleri bir kaz gibi senelerce bizi yoldular. Hem alay ettiler, hem de yoldular. Ellerinden gelse yolmaya devam edecekler ama artık yolunacak tüy kalmadı ki yolsunlar.

Alay ettiler ettiler, sonra da defettiler.

Amma bunca taviz ve bunca tâzim ne olacak?

Ve fakat biz bunların hepsini zamanında bildirmiştik.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Yeryüzünde mütevâzi ol. Söz söylerken yavaş sesle söyle! Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman: 19)

Küffara karşı vakur müslümanlara karşı mütevâzi olmak müslümanın vasfıdır. Hiçbir ikazı dinlemeyen, hak ve hakikati duyurmak isteyenleri mütekebbirâne bir şekilde bastırmaya çalışan, buna mukabil küffara karşı dostluk ve tevazu gösteren bir kimsenin yeryüzündeki en çirkin bir sesin sahibi olduğu şüphesizdir.

Halbuki Hazret-i Allah bize küffarı tanıtmıştı. Onlar düşmandır:

“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)

Bu ilâhî buyruklar, kâfirlerin müslümanlara düşmanlıkta ne kadar ileri gittiklerini, bâtıl inançlarında ne derece katı davrandıklarını, düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çeviremedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedir.

“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

İşte görüyorsunuz, hoşnut oldular mı? Olmadılar. “Olmazlar.” Bunu Hazret-i Allah buyuruyor, biz söylemiyoruz. Avrupa Birliği’ne girmek için ne istedilerse verildi. Küffar sözünde durdu mu? Bizden hoşnut oldu mu? Hayır!

Bu dostluk kuranlar, küffara yaranmaya çalışanlar Hazret-i Allah’tan daha mı iyi biliyorlar?

“Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir.” (Nisâ: 45)

Biz Hazret-i Allah’a iman ediyoruz ve ona teslim olmuşuzdur.

“Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter.” (Nisâ: 45)

Bunlar kimin dostluğunu arıyorlar? Küffara teslim olanların Hazret-i Allah ile ne ilgisi olabilir?

Bunca ilâhî beyan ortada iken, küffar istihzâ ile bizi başından defetmeye çalışırken yapılan tâzim ve tavizler ne olacak?

“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)

Binaenaleyh bu küfürde izzet ve şeref arayanlar onlardan olsun! Amma bunu İslâm’a atfetmesinler. İslâm bunu reddeder.

 

Biz Bunların Hepsini Zamanında Bildirmiştik:

Biz daha önceki dergilerimizde bu hakikatleri duyurmuştuk:

Resulullah Aleyhisselâm’a iman etmeyenlerin kâfir olduklarını; küfrün ve küfür ehlinin murdar, pis olduğunu; küffarın İslâm’a ve müslümanlara düşman olduğunu, küfrü hoş görenlerin ve küfür ehliyle dost olanların da küfürde küffarla ortak olduğunu; küffarın memleketimiz üzerinde hesabı olduğunu, küfrü hoş görenleri bu hesapları doğrultusunda kullandığını; bütün bunları Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle bir bir izah etmiştik. Ancak küffar boş durmuyor, halkı uyutmaya çalışıyor. Biz de bıkmadan uyandırmaya çalışıyoruz.

“Öğüt ver, hatırlat. Çünkü öğüt ve nasihat müminlere fayda verir.” (Zâriyat: 55)

“Onlar Allah’ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir. Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve içlerine tesir edecek güzel sözler söyle.” (Nisâ: 63)

“Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Sen o (Kur’an’la) öğüt ver ki, kişi kazandığı amel sebebiyle helâke uğramasın. O kimse için Allah’tan başka ne bir dost, ne de şefaatçı vardır.” (En’am: 70)

“İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hâlâ gaflet içindedirler.” (Enbiyâ: 1)

Dostumuzu düşmanımızı tanıyalım. Hazret-i Allah bize bildiriyor. İman edelim, teslim olalım.

Küfür tek millettir. Onlara fırsat vermeyelim. Nitekim bunların hedefi imanı kaldırmak, vatanımızı yağmalamaktır. Bu küfür ehline ve küfür ehline tâzim edenlere itimat etmeyelim.

Zira imansız vatan, vatansız iman müdafaa edilmez. Biri giderse diğeri de gider.

Bunları hoş göreni sen hoş görme ve itimat etme!

Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere:

“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz.” (Hûd: 113)

Âyet-i kerime’si mucibince sana da ateş dokunur.

“İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır. Kim Tağut’u inkâr edip de Allah’a iman ederse muhakkak ki o kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulpa sımsıkı sarılmış olur. Allah işitendir, bilendir.

Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp nura çıkarır. İnkâr edip kâfir olanların dostları ise Tağut’tur. Onları nurdan alıp karanlıklara götürür. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara: 256-257)

Bu sözlerimiz iman ve vicdan sahibi müslümanlar içindir.

“Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin. Onun için sen sadece benim tehdidimden korkacak olanlara Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf: 45)

 

Küffar Bu Vatanı Küfür Beldesi Yapmak İstiyor:

Küffar bu vatanın İslâm beldesi olmasını yüzlerce yıl geçmesine rağmen hazmedebilmiş değildir. Çünkü İslâm’a zıttır. Behey gafil! Sen onu dost zannediyorsun. Oysa düşmandan dost, domuzdan post olmaz!

Küffara kucak açtılar. Onlar ise hem dini hem de vatanı sinsi sinsi istilâya kalktılar. Bunlara İslâm gözüyle bakar mısın? Bu kadar isyandan sonra Allah-u Teâlâ’nın gazabından Allah’a sığınırım.

Allah-u Teâlâ Hud sûre-i şerif’inde geçmiş ümmetlerin helâk olma durumlarını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e haber verirken Lut Aleyhisselâm’ın kavminin bütün yurtlarının yıkılıp alt üst olduğunu ve üzerlerine ateşli taşlar yağdırdığını beyan buyurmaktadır:

“Vaktâki azap emrimiz gelince, o memleketin altını üstüne getirdik ve tepelerine pişirilmiş balçıktan taşları arka arkaya yağdırdık.” (Hud: 82-83)

Bu taşlar yeryüzü taşlarına benzemeyen hususi taşlardı. Her taşın üzerine o taş kime atılacaksa onun ismi yazılmıştı. Bu taşlar Rabb’in katından atılıyordu. O taşlar o şehir halkının üzerine indiği gibi, diğer şehirlere dağılmış olanların üzerlerine de inmiş, sonunculara varıncaya kadar helâk etmiş, Lut kavminden hiç kimse kalmamıştır. Memleketin altı üstüne geldikten sonra yağmur gibi taşlar yağdırılması, cezalandırmanın tam olması içindir. Ceza üstüne cezâ olmasıdır. Sâlih Aleyhisselâm’ın kavmine gelen şiddetli çığlıktan sonra bir de zelzele olması gibi.

Âyet-i kerime’nin nihayetinde ise şöyle buyurmaktadır:

“Bu felâket taşları zâlimlerden uzak değildir.” (Hud: 83)

Böyle bir azap, zulümlerinde onlara benzeyecek kimselerden hiçbir şekilde uzak kalmayacaktır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Cebrâil Aleyhisselâm’a “Zâlimlerden murad kimdir?” diye sorduğu zaman “Senin ümmetinin zâlimleri de dahildir.” buyurdu.

Bu ilâhî emirleri dinleyen yok, yarın onların iniltisini de dinleyen kimse yok.

Bunun için bu kadar isyan cezasız kalmaz.

Küffar daima bu milleti bu topraklardan çıkarmanın hayalini kurmuştur. Gerçek niyetleri budur. “Diyalog-Hoşgörü” adı altında yapılan toplantılarla bu vatana ve milletimize nüfuz etmeye çalışmaktadırlar.

Bir taraftan bu milletin imanını çalmaya, vatan ve din duygusunu kaldırmaya çalışıyorlar. Diğer taraftan vatan topraklarını satın alarak sinsice ele geçirmek istiyorlar. Bu memleketi hem hıristiyan beldesi gibi göstermek istiyorlar, hem de bu milleti uyutmaya çalışıyorlar. Yıkık-dökük kiliseleri ayağa kaldırmak, oralarda ayinler tertip etmek için her türlü fırsatı kullanıyor, büyük gayret gösteriyorlar. Hem halkımızı hıristiyan yapmaya, hem de böyle böyle bu memleketi dış devletlere peşkeş çekmeye çalışıyorlar.

Nitekim hıristiyan misyonerleri bir dinin temsilcisi gibi değil sömürgeci devletlerin ajanı gibi faaliyet gösteriyorlar, talimatlarını yabancı devletlerin temsilcilerinden alıyorlar. Bunların belgelerini, delillerini daha önceki dergilerimizde etraflıca arzettik.

Türkiye’de yaymaya çalıştıkları “Küfrü Hoşgörü” fitnesi bunlara zemin hazırlıyor. “İnanç turizmi” adı altında bir maharetmiş gibi birçok beldenin ismi değiştiriliyor, hıristiyan ve rum isimleri kullanılıyor, haritalarda eski isimleri ile gösteriliyor.

“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i imran: 118)

Medya da küffarın ekmeğine yağ sürüyor. Bir gün bakıyorsunuz papazlar Karadeniz bölgemizde dolaşıyorlar, bir gün bakıyorsunuz Yunan buradaki halkı Rum kökenli göstermeye çalışıyor. Bir gün bakıyorsunuz, çok kişinin ailesinde Ermeni kök var propagandası çıkıyor. Bir gün bakıyorsunuz Türkler şu kadar Rum’u kovdu, başka gün bakıyorsunuz Ermeniler soykırımdan geçirildi propagandası.

Millet adeta sindirilmiş, balık otu yutmuş gibi. Küffar alay ediyor, bölücüleri alenî destekliyor, vatanımıza kastetmek için elinden geleni arkasına koymuyor.

Dünya üzerinde hiçbir memleket bu kadar kendi içinden kuşatılmış değildir. Hiçbir memleketin halkı düşmanları ile körü körüne işbirliği yapmış değildir.

Bu sebeple küffarla dostluk kurup onlara arka çıkanlar çok büyük bir vebal altına girmişlerdir. Küffar kaleyi içerden fethetmiştir.

Küffar günagün bu tür propaganda ve faaliyetlerine devam etmektedir.

Hatay’da tertip edilmek istenen “Dinlerarası Diyalog” temalı “Medeniyetler Buluşması Toplantısı” olsun, Papa’nın Türkiye’yi ziyaret etmek istemesi olsun, bunların hepsi bu niyetin ve gayretin birer parçasıdır.

Bunca ikaz yapılıyor, bunların kılı kıpırdamıyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde küffarla dostluğu kesin olarak yasaklamıştır.

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144)

“Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz.” (Âl-i imrân: 28)

“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Yahudi ve hıristiyanların dost edinilemeyeceğine dair seksen yedi kadar Âyet-i kerime vardır. Şu kadar var ki bu Âyet-i kerime’ler iman edenlere mahsustur.

Hazret-i Allah bir diğer Âyet-i kerime’sinde de şöyle buyurur:

“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)

Allah-u Teâlâ buyuruyor: “kim onları dost edinirse, o onlardandır.” Memleketimizi karıştırmaya çalışan, bu vatanı elimizden almaya çalışan, insanlarımızı birbirine kırdırmaya çalışanları dost edinenlerin onlardan olduğunu Allah-u Teâlâ buyuruyor. Bu sözü bize atfetmeyin. Artık böyle kimselerden her türlü tehlike beklenir.

Önlerine bu set çekilmemiş olsaydı, bu mücadele yapılmamış olsaydı, bu memleket ne hale gelirdi hiç düşündünüz mü?

Binaenaleyh bu nur küffarın küfrünü, ihanetin ateşini söndürmüştür.

“Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir.” (Enbiyâ: 18)

Bizim gayemiz Nûr-u ilâhî’yi yaymak, murdar ve pis olan küfrü kaldırmaktır. Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.” buyuruyor. (Tevbe: 28)

Öteden beri biz bu necaseti kaldırmak için çalışıyoruz. Bunu halka duyurmaya çalışıyoruz ki, kâfirlerin pislik olduğu, murdar olduğu bilinsin.

Çünkü kâfirin aslı murdardır, necistir, pistir.

“Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)

“Nihayet murdarı temizden ayıracaktır.” (Âl-i imran: 179)

 

Hatay’da Hoşgörü Toplantısı:

Küffar yeni bir oyunu Hatay’da tertip etmeye çalışmaktadır. Hatay’da tertip edilmek istenen toplantıya Hatay milletvekili Fuat Geçen tepki gösterdi ve "Barış adı altında Hatay Vatikanlaşıyor" diye açıklamada bulundu.

Milletvekilinin açıklamaları bir gazetede şu şekilde haber oldu:

“AKP Milletvekili Geçen, Hatay'da yapılacak Medeniyetler Buluşması için ‘Hatay Vatikanlaştırılmak isteniyor. Bunlar barış adına yapılıyor. Çan, Hazan ve Ezan bir arada olacakmış. Olan Kel Mahmut'a oluyor’ dedi.

Hatay'da 25 - 30 Eylül arasında "dinlerarası diyalog" temasıyla yapılacak "Medeniyetler Buluşması", Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın desteğine rağmen AKP içinden tepki aldı. Erdoğan'ın büyük önem verdiği toplantıya karşı çıkan AKP Hatay Milletvekili Fuat Geçen, "Barış adı altında Hatay Vatikanlaşıyor" dedi.

Üç dinin, Hıristiyanlık, Musevilik ve İslâm’ın temsil edileceği, dünyaya barış mesajlarının verileceği 1. Hatay Medeniyetler Buluşması'na eleştirilerini grup başkan vekilleri aracılığıyla Erdoğan'a aktaran ve duruma müdahale etmesini isteyen Geçen, şunları söyledi:

‘Hatay Vatikanlaştırılmak isteniyor. Sırayla bazı şeyler yapılmaya başladı. Önce Kürt sorunu söylemi, arkasından Ermeni oyunu, şimdi de din değiştirme olayları. Çan, Hazan ve Ezan bir arada olacakmış. Barış, diyalog diyorlar ama bunlar bize zarar veriyor. Olan Kel Mahmut'a oluyor, gören yok.’

‘Dinlerarası diyalog’ adıyla yapılan çalışmaların yanlış olduğunu vurgulayan Geçen, ‘Din konusunda hassasiyet gösterilmesi lazım. Toplantıyı AB büyük paralarla finanse ediyormuş. Niye yapıyor bunu? İşlerine geliyor. Hatay'da 4. kilise açılmak üzere. Fakir öğrencilere yardım yapıyor ve dinlerini değiştiriyorlar. Misyonerlik çalışması Hatay'da günden güne artıyor. Tedbir alınması lazım’ diye konuşu. Hatay'da yapılan toplantıyı protesto etmek için Ankara'da Erdoğan'ın katıldığı toplantıya gitmediğini belirten Geçen, ‘Hatay'da yapılacak medeniyetler buluşması ile ilgili bir amblem hazırlanmış. Ancak minare zor görünüyor, anlaşılmıyor. Ayıp olmasın diye silüeti koyulmuş. Böyle şey olmaz’ dedi.” (Milliyet, 29 Ağustos 2005)

Bir tarafta Allah-u Teâlâ’nın hükmü, ilâhî beyanlar; diğer tarafta bu yapılanlar.

Hüküm Allah’a aittir, mahlukun hükmü yoktur.

“Hüküm ancak Allah’ındır.” (En’am: 57)

“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)

Bu Âyet-i kerime’ler Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a, Resulullah’a iman edenler için kâfidir.

 

İSLÂM’A GÖRE DOST VE DÜŞMAN

İslâm’ın hak din olduğu, imanın insanı aydınlığa çıkardığı, küfrün ise sapıklık olduğu, insanları karanlıklarda bıraktığı apaçık ortadadır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır.” buyuruyor. (Bakara: 256)

İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.

Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’sinde iman ile küfrü, inananlarla inanmayanları birbirinden kesin olarak ayırmıştır. Dünyada ayırdığı gibi, ahirette de inananların saâdete, inanmayanların felâkete uğrayacaklarını haber vermiştir.

Allah-u Teâlâ:

“Birbirine hasım iki zümre.” (Hacc: 19)

Âyet-i kerime’si ile inananlarla inanmayanları ayırmıştır. Hâl böyle olunca bir müminin kâfirleri ve münafıkları dost edinmesi yasaklanmıştır.

Aslında bu Âyet-i kerime mümin ile kâfiri, imanla küfrü ayırması bakımından kâfidir.

Biz halkın zannına göre hareket edenlerden değiliz. İlâhî hükme bakarız ve ona dayanarak iş ve icraat yaparız.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitap ederek onun şahsında bütün beşeriyete şu gerçeği ferman buyurmaktadır:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücâdele: 22)

Gerçek iman budur, bu İslâm dinine göredir.

Görülüyor ki Âyet-i kerime, iman yakınlığı olmayan akrabalıkları kökünden yıkmış oluyor.

İslâm tarihinde bunun birçok canlı örnekleri vardır. Şöyle ki:

Ebu Ubeyde -radiyallahu anh- Bedir savaşında babası Cerrah’ı, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- dayısı As bin Hişam’ı, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ve Hazret-i Hamza -radiyallahu anh- de yakın akrabalarını katletmişlerdi. Mus’ab -radiyallahu anh- ise Uhud savaşında kardeşi Ubeyd’i öldürmüştü.

Bu gibi kimselere sevgi göstermek, Allah’a ve ahiret gününe inanmanın gerekleriyle taban tabana zıttır. Zira onlarla dostluk kurmak, küfre sevgi göstermektir. Kim Allah’ı severse, O’nun düşmanlarına düşman olur. Nur ile karanlık bir araya gelmediği gibi; bir kalpte hem Allah sevgisi, hem de O’nun düşmanlarının sevgisi beraber bulunmaz. Küfre muhabbet ile iman bir arada barınmaz. Bir kimseyi sevenin, onun düşmanını sevmesi mümkün değildir. Bu iki şey kalpte birleşmez. Kalpte Allah düşmanlarının sevgisi yerleşince orada iman bulunmaz. Binaenaleyh hiçbir müminin hiçbir halde onlarla dostluk kurmasına cevaz yoktur.

Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu inanmayanlarla beraber suda boğulmuştu. “Yâ Rabbi! Oğlum benim ehlimdendir, sen benim ehlimi kurtarmayı vâdetmiştin!” diye münâcaatta bulunduğu zaman Allah-u Teâlâ:

“Ey Nuh! O senin âilenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan (kötü) bir iş işlemişti.” buyurdu. (Hûd: 46)

İnsana kendi evlâdından daha yakın kimse olmadığına göre, Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki, hakiki yakınlık iman yakınlığıdır.

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin.

Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir.” (Tevbe: 23)

Yani başkaları şöyle dursun öz babalarınızı, öz kardeşlerinizi bile, kâfirliği müminliğe tercih ettikleri takdirde dost edinmeyin, küfre yardımcı olmayın.

İslâm bu imanı gerektirir. Bu Âyet-i kerime’ler kimlerin dost ve kardeş olacağını anlatıyor.

Müminleri bırakıp kâfirlerle dostluk yapmak münafıklığın en açık delili olduğu gibi, münafıkların en bâriz huy ve hususiyetlerindendir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde müminlere dost ve düşmanlarını ayırdetmelerini muhakkak emrediyor ve şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144)

Cinsi ne olursa olsun küfür, İslâm’a göre tek bir millettir. Müminlerin dostu ise ancak müminlerdir.

Allah-u Teâlâ müminlere kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emrettikten sonra, bu emr-i şerif’e uymayanların ise Allah’ın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir.

Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz.” (Âl-i imrân: 28)

Allah-u Teâlâ ile hiçbir ilgileri kalmadığı gibi, Allah-u Teâlâ’nın dininde de onların hiçbir yeri yoktur. Aradaki bütün bağlar tamamen kesilmiştir.

Gerçekten de onlar kâfirlerle birliktedirler. Hem onları severler, hem de sevgilerini gizlerler.

Bu ilâhî ferman, Allah-u Teâlâ’nın haklarında verdiği hükümdür.

İmanın alâmetlerinden birisi de hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ’nın düşmanlarından nefret etmektir. Allah-u Teâlâ onlara düşman olmayı emretmiş ve onları dost edinmeyi yasaklamıştır.

Âyet-i kerime’sinde müminlerin düşmanının kendi düşmanı, kendi düşmanının da müminlerin düşmanı olduğunu beyan buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine: 1)

Onları dost edinmek şöyle dursun, onlardan gayet uzak durmak lâzımdır. Allah-u Teâlâ’nın lütfettiği İslâm nimeti unutulmamalıdır.

Bir müslüman bir münâfığa veya bir kâfire muhabbet edip onunla dostluk kurarsa onlardan olur. Hemen oraya atılıyor. Allah-u Teâlâ hiç bakmıyor. O’nun gadabı âni olur. Onun için sen sen ol haddini bil!

Eğer onlar gerçekten iman etmiş olsalardı, kâfirleri dost edinmezler; Allah-u Teâlâ’ya, Peygamber’ine ve Kur’an-ı kerim’e düşmanlık gibi ağır bir suçu işlemeye cüret etmezlerdi.

Nitekim bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi.

Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Mâide: 81)

Onlar küfür ve nifaklarını devam ettiren kimselerdir.

Bu Âyet-i kerime dahi onları tanımanız için kâfi değil midir?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)

Bu ilâhî hitap, İslâmiyet’in ilk yıllarından itibaren kıyamete kadar gelip geçecek olan bütün müslümanlaradır.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun.” (Mâide: 82)

Onlar İslâm’ın ve müslümanların düşmanıdırlar, müslümanların başına daima bir gaile çıkarmaktan ve kötülük etmekten başka bir şey düşünmezler. Dinini terk edip kendilerine tâbi olmadıkça, hiçbir müslümandan memnun olmazlar.

Kendi dinlerinin hak olduğunu iddia ettikleri için kendi dinlerine, hevâ ve heveslerine, bâtıl fikirlerine uyulmasını isterler. Gayr-i müslimlerin asırlardır müslümanları yoldan çıkarmak için ne çarelere başvurdukları malûmdur.

Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Müslümanlarla savaşmak hususunda tarih boyunca daima dinsizlerden yana olmuşlardır. İki yüz yıl boyunca haçlı seferleriyle İslâm beldelerine saldıranlar onlardır.

Onlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve sapıklıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler.

Bu sert ve şiddetli hüküm, müslümanların onlardan uzak durmalarını ve sakınmalarını ihtar içindir. Bu ilâhî hüküm kesindir, bu böyledir, bunu böyle bilin ve onları öylece tanıyın.

Onlar hakkındaki hüküm ne ise, onları dost edinen hakkındaki hüküm de odur. O artık onlardan bir kimse gibi olur ve Hakk’a değil, onların gayelerine hizmet eder. Ahirette de onlarla beraber haşrolur.

Bu Âyet-i kerime İslâm’a ve müslümanlara karşı küfrün tek millet olduğuna delildir. Allah-u Teâlâ mümin kullarına İslâm’ın ve müslümanların düşmanı olan yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyi yasaklamakta, onların birbirlerinin dostları olduklarını bildirmektedir. Yahudiler birbirlerinin, hıristiyanlar da birbirlerinin dostlarıdır. Ne yahudiler kendilerinden olmayana dost olurlar, ne de hıristiyanlar.

Bunun içindir ki zâhirde gösterdikleri sevgi ve ünsiyete katiyyen itibar edilmemesi gerekir, zira sahtedir. İçleri dışlarına uygun değildir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Andolsun ki siz, kendinizden önceki milletlerin yoluna kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpatıp uyacaksınız. Hatta onlar daracık bir keler deliğine girseler bile, siz de muhakkak o deliğe gireceksiniz.”

Ashâb-ı kiram: “Yâ Resulellah! O milletler yahudiler ve hıristiyanlar mı?” diye sordular.

Resulullah Aleyhisselâm:

“Bunlar olmayınca başka kimler olur?” buyurdu. (İbn-i Mâce: 3994)

Dikkat ederseniz bu Hadis-i şerif mucize olarak gerçekleşmiş, olduğu gibi tecelli etmiştir.

Bu iki milletin ahlâk ve yaşayışlarını adeta imrenircesine benimseyenler bulunmaktadır.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinmeyin.” (Mümtehine: 13)

Onların dostluklarına tutunmayın, hiçbir şeylerine heves edip yönelmeyin.

Allah-u Teâlâ’nın emri ve hükmü: “Onları dost edinmeyin.” dir.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)

Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler.

Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.

Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedî kalırlar.” (Bakara: 217)

Çünkü kâfir olarak ölmüşlerdir. Mürted olmak suretiyle dünyada müslümanların sahip oldukları imkânlardan, ahirette de sevaptan mahrum kalırlar. Cehennemden aslâ çıkmayacaklardır.

Allah-u Teâlâ gayr-i müslimlerin müslümanlara karşı takındıkları tavrı Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir:

“Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb’inizden bir hayır inmesini istemezler.” (Bakara: 105)

Yahudi, hıristiyan ve putperest kâfirler sizi kıskandıkları ve kin kustukları için Rabbiniz tarafından size bir iyilik dokunmasını, öne geçmenizi, yükselmenizi istemezler.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ onların durumlarını açıklayarak şöyle buyurmuştur:

“Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler.” (Âl-i imrân: 120)

Müslümanlar Allah-u Teâlâ’nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.

“Eğer sabreder Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i imrân: 120)

Bütün bunlara karşı müslümanların vazifesi sabır ve takvâdır.

Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ’ya itaat etmekte sabreder, yasaklarından iyice korunurlarsa, o kâfirlerin ve münafıkların hile ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Müminler yalnız Allah’a güvenip bağlansınlar.” (Tevbe: 51)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde müslümanların dışında kalan kâfir ya da münafıklardan herhangi bir kimseyi dost edinmeyi açık olarak yasaklamakta ve şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenâlık etmekten aslâ geri kalmazlar.” (Âl-i imrân: 118)

İslâm dışındaki bütün din mensupları, inkârcı ateistler ve münafıklar da bu Âyet-i kerime’nin kapsamına girmektedir.

Bu gibi kimseler İslâm’a daima karşıdırlar ve müslümanlara sıkıntı ve zorluk verecek her şeyi arzu ederler.

“Onlar size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür.” (Âl-i imrân: 118)

Sinelerinde gizledikleri ise açıkladıklarından çok daha fazladır. Düşmanlıkları yüzlerinden okunur. İslâm’a ve müslümanlara karşı gizledikleri kini aklı başında herkes anlayabilir.

Bu bakımdan Âyet-i kerime’nin sonunda şöyle buyurulmaktadır:

“Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i imrân: 118)

Müminleri dost, kâfirleri düşman edinmenin önemini ve lüzumunu delilleri ile beraber size açıkladık.

Daha sonra Allah-u Teâlâ onların müminleri hiçbir zaman sevmediklerini ve sevmeyeceklerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.” (Âl-i imrân: 119)

Allah’ın düşmanlarına sevgi beslemenin ne derece yanlış ve çirkin olduğu bu Âyet-i kerime’den de anlaşılmaktadır. Onlar hiçbir zaman dost tutulmaya lâyık değillerdir.

Bu Âyet-i kerime’lere bakarak kâfirleri dost edinenlerin durumunu siz kıyas edin. Bu Âyet-i kerime’lere inanıp iman ediyorsanız bunların İslâm’dan çıktıklarını, İslâm’la hiçbir ilgilerinin olmadığını bilin ve tanıyın artık. Bunlar bugün sizi dininizden ettikleri gibi, yarın da vatanınızdan etmek istiyorlar.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde, İslâmiyet’in ulviyetini ihlâle çalışan küfür ve şirk erbabını müslümanların dost ittihaz edemeyeceklerini ferman buyurmaktadır:

“Ey inananlar! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlenceye alanları ve kâfirleri dost edinmeyin.

Eğer mümin iseniz Allah’tan korkun!” (Mâide: 57)

Allah’tan korkun da, sizin ve dininizin düşmanı olan bu kişileri dost edinmeyin. Çünkü hakiki iman, bu gibi din düşmanlarından kaçınmayı ve sakınmayı iktiza eder.

Bu beyan, ilâhî bir hükümdür ve inananlara mahsustur.

Bu nokta, iman ile küfrün ayrılış noktasıdır. Yetmişiki fırka nasıl cehenneme gidecek? İşte böyle gidecek.

Bir bölücüye kızı vermek kâfire kız vermek mesabesindedir. Bu gibi kimseler günde iki defa lânet yemiş oluyorlar. Fakat kızın meyli varsa, döneceğinden emin olunursa kız alınabilir.

Allah için sevgi, Allah için buğz; imanın en sağlam kulpudur, imanın tekâmülünde en büyük âmildir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Şu üç haslet kimde bulunursa imanın tadını tatmıştır: Allah ve Resul’ünü herkesten ve her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini ancak Allah için sevmek. İman ettikten sonra, ateşe atılmaktan nefret eder gibi, küfre dönmekten nefret etmek.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 16)

Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselâm’a: “Benim için bir amel işledin mi?” diye sorduğu zaman: “Evet Yâ Rabb’i! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim.” diye cevap vermişti.

Allah-u Teâlâ:

“Yâ Musa! Bunlar senin içindir. Sen benim için bir dostumu dost, bir düşmanımı da düşman edindin mi?” buyurdu.

“Allah için sevgi”, kişiyi kendi şahsî menfaati için değil de, Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak, ahiret saâdet ve selâmetine ermek için sevmektir. Sevdiğini Allah için seven kimsenin, sevmediğini de Allah için sevmemesi lâzımdır. Hatta ne kadar ibâdet ederse etsin, bunu ayırt edemezse dalâlettedir, ibâdetlerinden fayda göremez. Çok ince bir noktadır.

Hazret-i Ali -kerremallahu veçhe- Efendimiz buyururlar ki:

“Dost üçtür: Dost, dostunun dostu, düşmanının düşmanı.

Düşman da üçtür: Düşman, düşmanının dostu, dostunun düşmanı.”

Bazı insanlar vardır ki dıştan dost gibi görünür, içeriden kişinin gözünü oymaya çalışır. Bazıları da vardır ki gerçek dosttur, samimidir, her zaman faydası dokunur.

Allah-u Teâlâ’nın mübarek ism-i şerif’lerinden birisi de “Velî”dir. Sevdiği seçtiği kullarının yakın dostudur, onları hususi himayesine alır. Onlara yardımda bulunup başarıya erdirir, hayırlı işlere muvaffak kılar. Karanlıklardan kurtarıp nurlara çıkarır, gönüllerini nurlandırır. Onları gören Allah’ı hatırlar.

Onlar da Allah’tan başka dost tanımazlar. O’ndan başka hiç kimseden korkuları veya bekledikleri olmadığı için, herkes korktuğu zaman onlar korkmazlar, herkes tasalandığı zaman onlar tasalanmazlar. Dostluğu kazanılmaya yegane lâyık olan Hazret-i Allah’tır.

Allah-u Teâlâ kâfirleri dost edinmemekle ilgili Âyet-i kerime’leri ile Resulullah Aleyhisselâm’a olan lütfunu bildiriyor. Onu azgınların hilesinden, kötülerin şerrinden koruduğunu, işlerini kendisinin yönettiğini, ona yardımı kendisinin üzerine aldığını, yarattıklarından hiçbir kimseye onu bırakmadığını, karşı çıkıp reddedenlere galip getireceğini, dinini yücelteceğini haber veriyor.

Allah-u Teâlâ onu istikamet üzerinde sabit kıldığı için müşriklere meyletmesi kesinlikle imkânsızlaştı.

Âyet-i kerime’ler Resulullah Aleyhisselâm’ın şahsında, iman ve İslâm esaslarını muhafaza bakımından ümmetine büyük dersler vermektedir. Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini küçümseyip önemsememenin ne kadar büyük tehlike doğuracağına, böyle bir sapıklığa cüret eden bir kimsenin dünyada da ahirette de çok ağır bir ceza göreceğine işaret edilmektedir.

Ayrıca müslümanların bu gibi Hazret-i Allah’a ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e isyan edenlere karşı susması, onları hoş görmesi de bu kapsama girer. Bu unutulmamalıdır.

 

Allah Katında Din İslâm’dır, İslâm’dan Başka Bütün Dinler Hükümsüzdür:

İsa Aleyhisselâm havarilerine hiçbir zaman “Hıristiyanlar” veya “Mesih” dememiştir. Çünkü İsa Aleyhisselâm hiçbir zaman kendi adına yeni bir din kurmak için gelmemiştir. Kendisinden önce gelip geçen peygamberlerin getirdiği aynı dini diriltmek için gelmiştir.

İslâm dini aslında yalnızca Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in peygamberliği ile başlamış değildir.

Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz’in getirdiği din aslında İslâm dini idi.

Nitekim Kur’an-ı kerim’de buyurulduğu üzere;

İbrahim Aleyhisselâm ömrünün sonuna doğru evlâtlarına dine bağlı kalmalarını vasiyet etmiş, Yakup Aleyhisselâm da aynı şekilde vasiyette bulunmuştu:

“Oğullarım! Allah bu dini sizin için beğenip seçmiştir. Siz de ancak müslüman olarak can verin.” (Bakara: 132)

Musa Aleyhisselâm da kavmine şöyle söylemişti:

“Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah’a inanıyorsanız ve O’na teslim olmuş müslümanlar iseniz, O’na güvenin.” (Yunus: 84)

Havarilerin de İsa Aleyhisselâm’a şöyle dedikleri Kur’an-ı kerim’de ifade edilmiştir:

“Biziz Allah’ın yardımcıları, Allah’a inandık, (sen de ey İsa!) şahit ol ki biz müslümanlarız.” (Âl-i imran: 52)

Ehl-i kitaptan, iman edenler hakkında nâzil olan bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyurulmaktadır:

“Kur’an onlara okunduğu zaman: ‘Ona iman ettik, doğrusu o Rabbimizden gelen hakikattır. Esasen biz bundan önce de müslümanlığı kabul etmiş kimselerdik.’ dediler.” (Kasas: 53)

İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zamanın akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru daima bir gelişme kaydetmiştir. Musa Aleyhisselâm’a indirilen İslâm, Nuh Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha geniş ve daha mükemmeldi. İsa Aleyhisselâm’a gönderilen İslâm, Musa Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha şümullü ve daha mükemmeldi. Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’a gelince de kemâlini buldu ve en mükemmel şeklini aldı.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı beğendim.” buyuruyor. (Mâide: 3)

Bu böyledir, bu Allah-u Teâlâ’nın fermanıdır.

İslâm dini Allah-u Teâlâ’nın râzı olduğu bir dindir ve ondan başka hiçbir dini kabul etmemiştir.

Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecektir ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imran: 85)

İslâm’dan yüz çevirip başka bir din arayan kimse, büyük bir sapıklığa düşmüştür.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“‘Dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin.’ diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.” (Şûrâ: 13)

Âyet-i kerime’deki tavsiye, emretmek ve emredilen şey hakkında bütün dikkatleri vererek eğilmek demektir.

Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz dini ayakta tutmuşlar, ona hizmet etmişler ve insanları hak dine dâvet etmişlerdir.

Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Allah katında din İslâm’dır.” buyurmuştur. (Âl-i imran: 19)

Çağlar boyunca insanlığın maddî-mânevî bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir.

İslâm dururken eski dinlere uymak, gündüz gökte yıldız aramak gibidir.

 

İman ile Küfür, Ancak Allah-u Teâlâ’nın Koyduğu Hudutlar İle Ayırt Edilebilir:

Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde Hazret-i Kur’an’ın hakikat ile dalâlet arasında berzah olduğunu beyan ediyor:

“O (Kur’an) elbette (hak ile bâtılı) ayırt edici bir sözdür.” (Târık: 13)

Allah-u Teâlâ bunu mahlûkun zannına bırakmamıştır. Bir berzah çizmiştir, hudutlarla çevirmiştir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde kendisine inanan ve Resul’ünü tasdik eden kullarına; İslâm’ın bütün hükümlerini benimsemelerini, buyruklarını uygulamalarını, yasakladıklarını terketmelerini emir buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm’ın sulh ve selâmetine girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara: 208)

İslâm bir bütündür. Hükümlerinden hiçbiri birbirinden ayrılmaz.

“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şânı ne yücedir.” (A’raf: 54)

Mülk O’nundur. O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmeye hakkı ve salâhiyeti yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez, verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve irade, tam tasarruf O’na âittir.

“Hüküm yüceler yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)

Çünkü O, mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler, belirli bir zaman ve asır ile sınırlı değildir. Kıyamete kadar geçerlidir.

“Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemâlindedir.

O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)

Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiçbirisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin tâ kendisidir. O’nun haber verdiği her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O’nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söyleyemez, hiç kimse O’ndan daha âdil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.

O’nun sözlerini değiştirebilecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.

Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabıdır.

Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek biraraya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlûkun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır.

O’nun hükmünü kim bozabilir? O’nun hükmünden kim kurtulabilir?

 

Küfür ve Kâfirler:

Allah-u Teâlâ küfrün vasıflarını da Âyet-i kerime’lerinde beyan buyuruyor:

“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.” (Tevbe: 28)

Onlardan kaçınmak, uzak durmak ve onlarla olan dostluğu kaldırmak gerekir.

“Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)

Tıpkı kendisinden kaçılması gereken pis koku gibidirler.

Allah-u Teâlâ küfrün birbirleriyle dost olduğunu, inananların onlarla dostluk kuramayacağını beyan buyuruyor:

“Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat (kargaşalık) olur.” (Enfâl: 73)

Kâfirlerin arasındaki dostluk, kâfirlik bağından ileri gelmektedir. Müminlerin arasındaki dostluk da iman bağından kaynaklanmaktadır. Bunların birisi ışıktır, diğeri ise karanlıktır. Kâfir Allah’ın düşmanıdır, mümin ise dostudur. Öyleyse arayı iyice ayırmak gerekir. Eğer kâfirlerle bağlar koparılmazsa, yeryüzünde çok büyük bir fitne meydana gelir, o da imanın elden gitmesi ve küfrün açığa vurmasıdır.

Bu küfrü hoş görenler ise kendilerinin müslüman olduğunu zannederler, halbuki bu kâfirlerden şeref mi bekliyorlar?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Kendisine Rabb’inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!” (Secde: 22)

Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif’inin 82. Âyet-i kerime’sinde, yahudileri en şiddetli düşman olarak tanıtırken, müminlere onları dost edinmemelerini emir buyuruyor:

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine: 1)

“Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz.” (Mümtehine: 1)

Onlar Allah-u Teâlâ’yı da, O’nun Peygamber’ini de ve o Peygamber’e indirilen kitabı da inkâr ederek küfür içinde yaşamaktadırlar.

Onlar size karşı en çetin düşmanlığı yaptıkları halde onlara sevgi ve muhabbet gösteriyor ve dost oluyorsunuz.

Allah-u Teâlâ değil onlarla dost olmayı, onlarla oturup kalkmayı bile yasaklamaktadır:

“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)

“Allah’ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir söze geçmedikçe yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.

Doğrusu Allah münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisâ: 140)

Ahirette de onlarla haşreder. Zira onların safına giren onlardandır.

Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyan olan ehl-i kitap ile onların durumunda olanlara hitap ederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye geliniz.’” (Âl-i imran: 64)

Allah-u Teâlâ “Kelime”yi açıklayarak ve bu dâvetin ana prensiplerini de belirleyerek şöyle buyurur:

“Allah’tan başkasına tapmayalım.

O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım.

Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın.” (Âl-i imran: 64)

Burada çeşitli vicdanların, muhtelif milletlerin, farklı dinlerin, çeşitli kitapların hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri açık bir şekilde gösterilmektedir.

Sizin onları Tevhid’e dâvet edip şirki bırakmaya çağırmanıza rağmen;

“Eğer onlar yine yüz çevirirlerse: ‘Şâhit olun ki, biz müslümanlarız.’ deyin.” (Âl-i imran: 64)

Yani kendinizin bu din üzere olduğunuzu ortaya koyun ve İslâm üzere olduğunuza onları şâhit tutun.

Fakat ehl-i kitap Hakk’ı birlemekten değil, kelimeyi dağıtmaktan hoşlandılar.

 

Dalâleti Satın Alanlar:

Küfre kucak açan, müslümanları küfre teşvik edenler şunu iyi bilsinler ki, münâfıkların yeri esfel-i sâfilîn’dir.

Hacc sûre-i şerif’inin 17. Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ iman ile küfür arasına berzah koymuş, iman edenleri ayırmış; yahudileri, sâbiîleri, hıristiyanları, mecusileri ve müşrikleri de ayırmıştır. Bu beş zümre dalâlet ehlidir ve küfür yolundadır.

Bunlar ve benzerleri dâima İslâm’a karşıdırlar. İslâm onlara gerçekten düşmandır, onlar da İslâm’a düşmandırlar.

Her ne kadar “Onlar da inanıyorlar.” diye gösterilse de İslâm’a tâbi olmadıkça, ilâhî emirlere ve hükümlere riâyet etmedikçe hiçbir zaman inanmış olamazlar. Günümüzdeki bölücüler de böyledir.

Bunların İslâm dinine ve müslümanlara olan zararı ve tahribatı kâfirlerden daha büyük ve daha beterdir. Çünkü kâfirin küfrü açıktır, insan ona göre tedbirini alabilir. Bunların küfrü ise maskenin altında olduğu için, hakikat ile dalâleti fark edemeyenler onları müslüman zannederek aldanır, küfür batağına düşer ve dinden imandan soyulurlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Münâfıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Artık onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın.” (Nisâ: 145)

Cennet derece derece olduğu gibi cehennem de dereke derekedir. Âyet-i kerime’de geçen “Derk-i esfel” cehennem derekelerinin en derininde bulunan en alt tabakadır. Onların azabı kâfirlerin azaplarından daha şiddetlidir. Zira kâfirler cehennemde, münâfıklar ise “Esfel-i sâfilîn” dedirler.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Allah onlara lânet etmiş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için sürekli bir azap vardır.” (Tevbe: 68)

Cehennemde her çeşit azap mevcut olduğu gibi, orada ebedî kalmaktan daha kötü bir azap tasavvur edilemez.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde münâfıkların yalan yere iman iddiâsında bulunduklarını ve yalan yere yemin etmekten sıkılmadıklarını, imandan sonra küfre saptıklarını, kalplerini mühürlediğini, onların sapık olduklarını, küfürde devam ettikçe tevbelerinin kabul edilmeyeceğini beyan buyurmaktadır:

“Yeminlerini kendilerine bir kalkan yaptılar. Allah’ın yoluna engel oldular. Gerçekten onlar çok kötü bir şey yapıyorlar.” (Münâfikûn: 2)

İnsanları şaşırtıp Allah yolundan alıkoymak için ellerinden geleni yaptılar.

“Çünkü onlar, imana girdiler, sonra kâfir oldular. Bunun üzerine Allah, onların kalplerini mühürledi de onlar anlamaz bir toplum oldular.” (Münâfikûn: 3)

İmanın ulviyetini idrak edemezler. Küfür ile imanı, hak ile bâtılı, iyi ile kötüyü seçecek, ne yaptıklarını, nereye gittiklerini sezip bilecek anlayış kabiliyetleri kalmamıştır.

“İman ettikten sonra kâfir olup ve küfürde daha da ileri gidenlerin tevbeleri kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların tâ kendileridir.” (Âl-i imrân: 90)

Siz daha önce müslüman değil miydiniz, nasıl döndünüz? Münâfıkların, bölücülerin adet ve alâmeti olan işler yaptınız!..

Âyet-i kerime’lere bakın!

“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)

“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (Mâide: 45)

“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar fâsıklardır.” (Mâide: 47)

İşte görüyorsunuz ya, bu Allah kelâmıdır. Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini size tebliğ ediyorum.

Bunlar şimdi anlamazlar, içine atıldıkları zaman anlarlar. Niçin anlamazlar? Kalpleri döndüğü için ve mühürlendiği için anlamazlar.

“Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Kalplerimizi senin taatine çevir.” (Buhârî)

Ey Allah’ım! Bizi iman ziyneti ile süsle, doğru yolda olan hidayet rehberlerinden kıl!

Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e umumi bir rahmetle merhamet et! Affet!.. Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i muhafaza et!.. Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i muzaffer et!..

Kur’an-ı kerim’de:

“Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin.” buyuruluyor. (Bakara: 42)

Müslüman olarak ortaya çıkan birçokları, devlet emanetini, müslüman milletin idaresini üstlenenler “Avrupa Birliği” adı altında bu küfrü hoşgörüye çanak tutuyor, ortak oluyor. Küffâr birliğine girmek için İslâm’ı, bu âli milleti küçük düşürüyor. Tâviz üstüne tâviz veriyor.

“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Halbuki küfür karanlığından kurtulup İslâm nuruna kavuşan, iman ile müşerref olan birçok hıristiyan var. İslâm Avrupa’da ve Amerika’da büyük bir hızla yayılıyor. Batılı devletlerde, dünyanın her yerinde İslâmiyet çığ gibi büyümektedir. Birçok devlet İslâmiyet’i resmi din olarak kabul etmektedir.

Atalarımız İslâm’ı yaymak için küfür beldelerine akınlar düzenlerdi, i’lâ-yı kelimetullah’ı yaymak ve duyurmak için. Bunlar ise küfre kucak açıyorlar. Bunun neresi İslâm? Bunun neresi müslümanlık?

İnsanlar akın akın İslâm’a koşuyorlar. Dünyada İslâm gündemde.

Onlar ise küfrü konuşuyorlar. İnsanımıza küfrü hoş göstermeye çalışıyorlar.

 

İmandan Sonra Küfür:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mahrem-i esrârı olan Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri buyururlar ki:

“Münâfıklık Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- devrinde vardı. Şimdi ise imandan sonra küfür vardır.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2120)

Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri’nin bildirdiği üzere münâfıklar Asr-ı saâdet’te Abdullah bin Ubeyy bin Selül’ün başkanlığı altında teşekkül etmiş habis bir zümre idi. Bunlar iman ile küfür arasında bir nifak örtüsüne bürünerek hayatlarını korumuşlardır. Fakat Asr-ı saâdet geçtikten sonra iman ile küfür arasında bir nifak merhalesi kalmamıştır. Çünkü bir müslüman gönlünde küfrü gizlemekle “Mürted” olur.

Asr-ı saâdet’te münâfıklar savaş, gazâ gibi birliği icap eden her işte yan çizerlerdi. Fakat görünüşte inandıklarını iddiâ ettikleri için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Uhud ve Tebük seferlerindeki döneklikleri gibi birçok bozguncu hareketlerine rağmen cezâ uygulamadı.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- gibi bir kısım Ashâb tarafından bu habis zümrenin topluca yok edilmesi teklif olunduğu halde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Bırakınız! ‘Muhammed ashâbını öldürüyor!’ diye ortaya ikinci bir fitne çıkarılır.” buyurdu.

Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri’nin buyurduğu üzere daha sonra İslâm dini tamamiyle kuvvet bulunca artık iman ile küfür arasındaki nifak maskesi atılmıştır. Bütün bunlar artık gizli-kapaklı değildir. Öyleyse nifak, imandan sonra küfür gibidir.

Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri’nin bir beyanları da şöyledir:

“Zamanımızın münâfıkları Asr-ı saâdet’teki münâfıklardan daha şerlidirler. Çünkü Asr-ı saâdet’teki münâfıklar nifaklarını gizlerlerdi. Şimdikiler bütün bütün açığa vuruyorlar.”

 

Allah-u Teâlâ’nın Dini ile Alay Etme Küstahlığında Bulunanlar:

Âyet-i kerime’lerde Kelâmullah’ı işitmekle beraber onlardan faydalanmaktan yüz çeviren, sağır kesilmiş gibi tavır takınan, din-i ilâhî ile alay etmek küstahlığında bulunan ve bu yüzden pek büyük bir felâkete kendisini atan münâfıkların vasıfları ve âkıbetleri beyan buyurulmaktadır:

“İnsanlar arasında öyleleri var ki, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için boş lâfı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır.” (Lokman: 6)

Kendilerini müslüman gibi gösteren münâfıklar saptırdığını hissettirmeden, yaptığı işin sonunu sezdirmeden dini bozmak, insanları Allah yolundan alıkoymak için böyle bir değişmeye girişirler.

Ellerinde hiçbir delil olmadığı halde kupkuru bir laf yığını ile insanları hidayet yolundan saptırmak, Allah-u Teâlâ’nın dosdoğru dininden uzaklaştırmak ve bu yüce Kitab’ın âyetleriyle alay etmek için böyle yaparlar. Hem kendilerini, hem de başkalarını bu boş sözlerle saptırarak ve sapıtarak hayatlarını tüketir giderler. Allah-u Teâlâ’nın dinini alaya almak, O’nun âyetlerini hafife almak ve inkâr etmek kadar büyük dalâlet olamaz.

Nasıl ki onlar Allah’ın âyetlerini ve yolunu hafife almış küçük görmüşlerse, aynı şekilde onlar da ahirette devamlı azaplarla alçaltılacaklardır.

“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki kulaklarında ağırlık varmış da işitmiyormuş gibi büyüklük taslayarak sırt çevirir.” (Lokman: 7)

Onlara iltifat etmez, sağır olmadığı halde duymamış gibi davranır, bu âyetleri işitmekten rahatsız olur. Kendi vehim ve zannı ile karşı çıkar, hükmünü kaldırmaya çalışır.

“Artık sen ona acıklı bir azap ile müjde ver.” (Lokman: 7)

Âyet-i kerime’de en şiddetli azabı müjdelemek suretiyle onunla alay edilmektedir.

“O bizim âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onlarla alay eder, işte öyleleri için alçaltıcı bir azap vardır.” (Câsiye: 9)

Allah-u Teâlâ’nın âyetlerini küçümseyip kendi zannını hüküm yerine koyan kimselerin azabı hiç şüphesiz ki çok ağırdır. Kelâmullah’tan yüz çevirerek onlarla alay eden kimselerin iman etmeyen kimseler olduklarına delildir.

 

Küfre Kucak Açanlar, Müslümanları Küfre Teşvik Edenler:

Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadîm’inde şöyle buyuruyor:

“Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü yolda bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası!” (Nisâ: 115)

Görülmemiş kötü işler yapıyorlar.

Âyet-i kerime’de:

“Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin!” buyuruluyor. (Münâfikûn: 4)

“Müslümanız.” derler. Kendilerini müslüman zannederler. Yaptıkları tahribat kâfirinkinden daha beter, daha büyüktür. Zira kâfirin gayesi belli, ve fakat bunlar hiçbir kâfirin yapamayacağı tahribatı yapıyorlar.

“İşte onlar hidayet karşılığında sapıklığı satın almışlardır. Bu alış-veriş kendilerine kâr sağlamamıştır, doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara: 16)

Biz onları Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a, Resulullah’a çağırıyoruz. İslâm’ın emir ve hükümlerini önlerine sürüyoruz. Küfür ile iman arasına berzah koyuyoruz. Çünkü onlar karıştırmak, küfrü hoş göstermek istiyorlar. Küfre kucak açıyor, müslümanları küfre teşvik ediyorlar. Allah’a ve Resulullah’a bundan daha büyük ihanet olur mu?

Ve fakat Allah-u Teâlâ’nın fermanını görmüyorlar:

“Ey iman edenler! Allah’a ve peygambere hâinlik etmeyin! Kendiniz bilip dururken emanetlerinize de hâinlik etmeyin!” (Enfâl: 27)

Allah-u Teâlâ; “Allah’a ve Peygamber’ine ihanet etmeyin!” buyurduğu gibi, diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:

“Şüphesiz ki Allah hâinlik yapanları sevmez.” buyuruyor. (Enfâl: 58)

Dış düşmanın yapamadığı tahribatı bunlar müslümanmış gibi görünüp içeriden yapıyorlar. Bu verdikleri zarar çok büyük olduğu için de bu hâle düşüyorlar.

“Onlara: ‘Allah’ın indirdiği Kur’an’a ve Peygamber’e gelin!’ denildiği zaman, münâfıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisâ: 61)

 

Kurtulmuş Fırka:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna, diğerleri hep ateştedir.

Onlar kimlerdir Yâ Resulellah?

Benim ve Ashâb’ımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)

Bu bir fırka Resulullah Aleyhisselâm tarafından “Fırka-i Nâciye” yani “Kurtulmuş Fırka” lâkabıyla müşerref kılınmıştır. Bu kalpleri diri hakikat erleri, Resulullah Aleyhisselâm’ın, Ashâb-ı kiram’ın, Selef-i salihîn’in yolundan yürümüşler, sırat-ı müstakim’den bir an bile ayrılmamışlardır. Bugüne kadar da bu âlî himmetleriyle Hakk yolunun sâliklerini bid’atçıların, ehl-i dalâletin iğvâ ve saptırmalarından korumuşlardır.

Allah-u Teâlâ onların doğruluğunu bizzat kendisi rahmetiyle müminlere göstermiş, müminler de bu büyüklerden istifade etmişler, feyz almışlardır.

Allah-u Teâlâ bu Nur sahipleri vekillere öyle büyük lütuflarda bulunmuş ki; onları zâtına çekmiş, onlara her şeyin en güzelini vermiş, onları takvânın en yüksek derecesine yükseltmiş, gönüllerini mârifet nurlarıyla nurlandırmıştır.

Onlar da Allah-u Teâlâ’ya gönülden bağlanmışlar, hükmü Hakk’tan beklemişler, daima ilticâ hâlinde olmuşlar, fazl-ı ilâhî’ye ve feyz-i samedânî’ye bağlılık halinde bulunmuşlardır.

Allah-u Teâlâ’nın tevfiki, onların refikidir. Tefrika ve çekişmelerden, muhalefet ve ihtilâflardan kurtuldukları için bütün mahlûkata şefkat ve merhamet nazarıyla bakarlar.

Onların ilmi mükâşefât ve müşâhedât ilmidir, ilâhî ilhama dayanan bir ilimdir. Naklî ve aklî delillerle teyid olunmuştur. Onların hâl ve ahvâllerini, ilim ve irfanlarını kelime ve kalıplara sığdırmak mümkün değildir.

Onlar gerçekten Allah yolunu bulan kimselerdir. Gidişleri, gidişlerin en güzelidir. Gittikleri yol, yolların en doğrusu, ahlâkları ahlâkların en temizidir.

Niçin? Çünkü onlar Habibullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in ahlâkı ile ahlâklanmışlar, tabiatıyla tabiatlanmışlar, onun boyası ile boyanmışlardır.

Onlara düşmanlık eden veya haklarında suîzan besleyen kimse, farkına bile varmadan helâk olur. Çünkü onların üzerine titreyen bir Allah-u Zülcelâl vardır. Onlar Hakk’ın yardımına ve desteğine mazhardırlar.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)

Onlar Allah-u Teâlâ’nın bütün emir ve nehiylerine dikkat ederler.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd: 112)

Âyet-i kerime’si mucibince emir doğrultusunda istikamette yürürler. Beşeriyete güzel birer numune olurlar. Nasipdar olanlar onlardan numune alır, Hakk’ı ve hakikati bilir ve bulur.

Bu fırka yok denecek kadar azdır, fakat gerçek müslümanlar da bunlardır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“Rabb’in dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı, fakat onlar hâlâ ayrılıktadırlar.

ANCAK RABB’İNİN RAHMETİNE NÂİL OLANLAR MÜSTESNÂDIR. (ONLAR BU İHTİLÂFIN DIŞINDA KALMIŞLARDIR.)” (Hûd: 118-119)

Allah-u Teâlâ kime rahmet etmişse, ihtilâfa tefrikaya düşmemişlerdir.

Âyet-i kerime’nin devamında ise şöyle buyuruluyor:

“ESASEN ONLARI BUNUN İÇİN (RAHMET ETMEK İÇİN) YARATMIŞTIR.

Rabb’inin: ‘Andolsun ki ben cehennemi cinlerle ve insanlarla dolduracağım!’ sözü tamamen yerine gelmiştir.” (Hûd: 119)

Onlar Allah ve Resul’üne dâvet ederler. Gönüllere Allah ve Resul’ünün muhabbetini sokmaya gayret ederler. İnsanları arındırıp rızâ yolunda birleştirmeye çalışırlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde bu tâifeye işaret etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimden bir tâife, kıyamet kopuncaya kadar Allah’ın yardımı ile muzaffer olmakta devam edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremeyecektir.” (Tirmizî)

Ümmet-i Muhammed’in yetmiş üç fırkaya ayrılacağını beyan eden Hadis-i şerif mucibince, kurtulan o bir fırkanın içinde de Allah-u Teâlâ’nın vazifedar kıldığı kimseler vardır.

Gerçek vazifedarlar her zaman için mevcuttur ve fakat fesat zamanında tamamen belli olacaktır.

Eskiden âlim çoktu. Herbiri vazifesini yapıyordu. Şimdi ise gerçek âlim yok oldu. Hakikati söyleyen ise pek azdır.

“Hidayeti kabul edenlere gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve onlara takvâ yollarını ilham etmiştir.” (Muhammed: 17)

O sayede gereken hazırlığı yapmakta, Cenâb-ı Hakk’a kul, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ümmet olmak için çalışmaktadırlar.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR