Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - İnsan Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1) - Ömer Öngüt
İnsan Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Eylül 2005

 

İnsan Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1)

Kâfur Karışımlı Cennet Şarabı

 

Sûre-i Şerif'in Takdimi:

Medine-i münevvere'de; Rahman sûre-i şerif'inden sonra, Talâk sûre-i şerif'inden önce nâzil olmuştur. Otuz bir Âyet-i kerime, iki yüz kırk kelime ve bin elli dört harften müteşekkildir.

Adını, insanın yaratılmadan önceki hiçliğini ifâde eden birinci Âyet-i kerime'deki "İnsan" kelimesinden alır. "Dehr", "Hel Etâ", "Ebrâr", "Emşâc" adlarıyla da anılmaktadır.

 

Muhtevâsı:

Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından öldükten sonra dirilmenin kesin olduğunu beyan ederek, bir önceki Kıyâme sûre-i şerif'inin tamamlayıcısı olmuştur.

Sûre-i şerif'in ilk iki Âyet-i kerime'sinde insanın anılmaya değer bir şey olmadığı, çok uzun bir zaman geçmesinden sonra katışık bir meni damlasından yaratıldığı, yaratılışının gayesinin ise imtihan olduğu bildirilmektedir.

Üçünücü Âyet-i kerime'de insana verilen kabiliyetler sayesinde hidayet yolunu bulma imkânına kavuşturulduğu açıklanmakta, şükredici veya nankör olmasının kendisine kaldığı belirtilmektedir.

Yirmi üçüncü Âyet-i kerime'ye kadar; kâfirlerin cehennemde karşılaşacakları azap şekillerinden misaller verilmekte, akabinde cennete girmeye müstehak olan ve "Ebrâr" diye vasıflandırılan müminler için hazırlanan güzellikler gözler önüne serilmektedir.

Yirmi yedinci Âyet-i kerime'ye kadar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e hitap edilmekte; tebliğ vazifesini yaparken sabırlı olması ve muhalefet edenlere itaat etmemesi, sabah akşam Rabb'inin İsm-i celâl'ini zikretmesi, geceleri uzun uzadıya tesbih etmesi emredilmektedir.

Mütebâki Âyet-i kerime'lerde; âkıbetlerini düşünmeyerek dünya hayatının geçici güzelliklerine kendilerini aşırı kaptıranlar kınanmakta, dileyen kimsenin Allah'a giden yolu bulabileceği, Allah-u Teâlâ'nın dilediği kimselere rahmetiyle muamele edeceği, zâlimler için de elem verici bir azap hazırlandığı bildirilmektedir.

 

İnsanın Yaratılış Merhaleleri:

Âdem Aleyhisselâm'ın yaratılış safhasından insan hâline gelmesine kadar uzun bir zaman geçmiştir.

İnsan anılmaya değer hiçbir şey değilken, zayıf ve güçsüz bir varlık olduğu halde; Allah-u Teâlâ bu değersiz damlayı geliştiriyor, iskeleti kuruyor, ruhunu nefhediyor ve insan olarak yeryüzüne gönderiyor.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"İnsan anılmaya değer bir şey olana kadar, üzerinden uzun bir zaman geçmemiş midir?" (İnsan: 1)

Âdem Aleyhisselâm çamur hâlinde yoğurulup hazır duruma getirildikten sonra, ruh üfürülmeden, şekillendirildiği hâl üzere bir süre bekletilmiş, ruhunun üflenmesine uygun bir kıvama getirilmiştir.

Kâinat ve yeryüzündeki canlılar Âdem Aleyhisselâm'dan çok önce yaratıldıkları için, o dönemde ismi, cismi ve nişanı yoktu.

İnsana gelince;

Dünyaya gelmeden önce babasının sulbünde bir hücre ve onu yaratacak olan Allah-u Teâlâ'dan başkasının bilemeyeceği kerîh bir su idi. Üzerinden belli bir zaman geçti, ki o zaman yeryüzünde ismi esamesi yoktu. Ne gibi bir isim alacağı, niçin yaratılmış olduğu bilinmiyordu. Sonra Allah-u Teâlâ onu mülk âlemine getirdi. Daha önce tanınmayan bir şey iken, tanınmaya ve anılmaya değer bir varlık oldu. Yaratılışındaki gaye ortaya çıktı.

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde; "Âdem Aleyhisselâm'ın çamur halinden başlayarak her yaratılış merhalesinde kırk yıl kaldığı" beyan buyurulmaktadır.

Allah-u Teâlâ insanı bir anda yaratmak kudretine sahip iken, insan şeklini alıncaya kadar aradan uzun zamanlar geçmesinde, topraktan ve meniden başlayarak kan pıhtısına, bir çiğnemlik ete ve nihayet insan suretine dönüşmesine kadar yaratılışın her safhasında, hiç şüphesiz ki O'nun kudretinin yüceliğini gösteren birçok hikmetler ve ibret verici incelikler vardır. Bu deliller her canlıda mevcuttur.

İlk insan Âdem Aleyhisselâm'ın yaratıldığı toprak, su ile hamur edilip yapışkan bir sıvı haline dönüştüğü gibi; Âdem Aleyhisselâm'dan üreyen insanların da menşei toprak ve sudur.

Çünkü toprak ve suyun yetiştirdiği bitkilerin insanlar tarafından yenilmesiyle; baba sulbünde sperma, ana rahminde yumurta ve bunların birleşmesiyle de cenin meydana geliyor.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Biz insanı erkek ve dişi suları ile karışık bir nutfeden yarattık." (İnsan: 2)

İnsan kendi kendine var olmuş ve kemale ermiş bir varlık olmadığı gibi, bir anda yaratılıvermiş basit bir yaratık da değildir.

Zamanın başlangıcından bu yana devir devir, merhale merhale yaratılagelmiş, adı sanı geçmeyen şeylerden süzülüp birbirlerine katıla katıla birleştirilmiş ve terbiye edile edile bir takım vasıflar ilâve olunarak yetiştirilmiş karışımlardan meydana getirilmiş bir nutfeden yaratılmıştır.

Böyle yaratmasının hikmetini de şu şekilde açıklıyor:

"Onu imtihan edelim diye öyle yarattık." (İnsan: 2)

Bu dünyada insanın değeri budur, bir imtihan gayesi ile burada bulunmaktadır. Yani insanı öyle yaratıp işi bitti diye başıboş bırakıvermek için değil, bir takım emanet ve yükümlülüklerle sorumlu tutup kendisine vazifeler yükleterek imtihana çekmek için yaratmıştır.

Dünya insan için bir imtihan sahnesidir, ömür denilen şey de bu imtihanın süresidir. Bu imtihan ömrün sonuna kadar, son nefes çıkıncaya kadar sürer. Neticesi ise burada değil ahirettedir. Bütün imtihanlardan aldığı neticeler değerlendirilecek, başarılı veya başarısız olduğu ilân edilecektir.

Verilen emirleri, yapılan uyarıları dinleyip önünü ardını görerek hidayet yoluna gitmesi için Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'nin devamında:

"Onu işitici ve görücü kıldık." buyuruyor. (İnsan: 2)

Kur'an-ı kerim'deki ve kâinattaki âyet ve delilleri işitecek, görecek, kalp gözüyle bilip ona göre şuurlu bir şekilde vazifesini yapacak bir yaratık hâline gelmiştir.

İlâhî nimetler kulun üzerinde açıkca görülmektedir. Ki bu nimetleri tefekkür ederek hidayet yoluna girsin, sapıklık yoluna girmekten sakınsın.

Nitekim Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Biz ona hidayet yolunu gösterdik." (İnsan: 3)

Peygamberler gönderdik, kitaplar indirdik. İyiliği kötülüğü, doğruyu yanlışı, güzeli çirkini açıkladık. Artık tercih ve sorumluluk tamamen kendisine âittir.

"İster şükredici olsun, isterse nankör olsun." (İnsan: 3)

Bu durumda hiçbir insanın mazeret ileri sürmesine hakkı kalmamıştır. İsteyen nimetlerin kıymetini bilir ve şükreder, hakikati anlar, mümin olur, nurlu yolu takip eder. İsteyen nankörlük eder ve bedbaht bir kâfir olur. Sonra da lâyık olduğu cezâya en ağır bir şekilde çarptırılır. Kendisine gösterilen hidayet yoluna girmemenin vebâli kendisine çok pahalıya mâlolur.

"Doğrusu biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık." (İnsan: 4)

Görülüyor ki iyiler nimet içinde olduğu gibi, kötüler ise büyük bir azaptadır. Onlar için öyle şiddetli bir azab vardır ki, kimisi zincirlere vurulur, kimisi demir halkalarla bağlanır, alevli ateşin içinde kavrulup dururlar.

 

Kâfur Karışımlı Cennet Şarabı:

"Kâfur"; beyaz ve hoş bir renkte, güzel kokulu, serinletme, tabii olarak kalbi kuvvetlendirme özelliği bulunan bir maddedir.

"Ebrâr" adı verilen itaatkâr müminler orada cennet kâfuru ile karıştırılmış içkiyi kâselerden içerler.

Âyet-i kerime'de:

"Ebrâr (iyiler), kâfur katılmış dolu bir kâseden içerler." buyuruluyor. (İnsan: 5)

Güzellikleri göz kamaştıran o nâzenin kâseleri, hiç durmadan dolu dolu akan ve sonsuz hayat kaynağı olan serin bir pınardan doldururlar.

"Bu öyle bir pınardır ki, ondan Allah'ın kulları içer." (İnsan: 6)

Onu içmekle tarifi mümkün olmayan bir haz duyarlar.

Kâfur kokulu cennet şarabından içenlere birinci Âyet-i kerime'de "Ebrâr", ikinci Âyet-i kerime'de ise "Allah'ın kulları" tabiri kullanılmıştır.

"Ebrâr"; iyilik yapıp ihsanda bulunan, Allah-u Teâlâ'nın hakkını edâ edip sözünü yerine getiren kimse mânâlarına gelir.

Onlar bu yüksek ikramlara bu vasıflarından dolayı nâil olmuşlardır.

"Allah'ın kulları" tabiri ile de Allah-u Teâlâ onları kendisine izafe etmiş, şereflerini artırmıştır.

"İstedikleri yere onu kolayca akıtırlar." (İnsan: 6)

Nereye isterlerse pınarın suyu sühuletle o tarafa gider, kuvvetle fışkırarak akar.

Onlar da diledikleri gibi kana kana içerler ve lezzet alırlar.


  Önceki Sonraki