Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh Hazretleri “Hatmü’l-Evliyâ” kitabı’nın sekizinci bölümünde; Hâtemü’l-Evliyâ’nın velâyet reisliği, imamlığı ve peygamberliğe çok yakın olan makâmı hakkında şöyle buyurmuştur:
“O’nunla konuşan dedi ki: Velâyet’in imamlığını, reisliğini ve “Hatmü’l-velâye”yi elinde bulunduran bu velînin sıfatı nedir?
Buyurdu ki: İşte o peygamberlere çok yakındır, neredeyse onlara kavuşacak!
Dedi ki: Makâmı nerededir?
Buyurdu ki: Velîlerin menzillerinin üstünde; kendisini O’nun vahdâniyyet’i husûsunda tek ve benzersiz kılan ‘Ferdâniyyet mülkü’ndedir. Onun münâcaatı mülk meclislerinde O’nunla yüzyüzedir, hediyeleri ise önderlik hazînelerindendir.
Dedi ki: Önderlik hazîneleri de nedir?
Buyurdu ki: İşte şu üç hazînedir: Velîlerin ilâhî minnetleri, idâreyi elinde bulunduran bu imamın önderlik hazîneleri ve Enbiyâ Aleyhimüsselâm’a yakınlık hazîneleri.
Bu velînin makâmı ilâhî minnetlerle ilgili hazînelerdendir. Onu yakınlık hazînelerinden temin eder ve dağıtır. O önderlik hususunda ebedîdir. Buradaki mertebesini de Enbiyâ Aleyhimüsselâm’dan te’min edip dağıtır. Peygamberlerin makam, mertebe, ilâhî vergi ve armağanlarından onun perdesi kaldırılır.
O’nunla konuşan dedi ki: Diğer velîlerin içlerindekine nispetle bu tabakanın da korkusu var mıdır?
Buyurdu ki: Eğer onun korkusu arz (yer) ehline paylaştırılsaydı, onları kaplardı. İşte bu tarif edilemeyecek kadar eşsiz ve benzersiz bir korkudur. Azîz ve Celîl olan Allah’ın heybeti kendisini öylesine zapteder ki, her tüyünü sarar. O’nun her damarı Sübhân olan Allah’ın azâmetinden çekinir ve ürperir. Onun gönlü artık eşsiz ve benzersizdir, kalbi de O’nun vahdâniyyet’i iledir. Allah’ın rahmeti onu kuşatmış, merhameti onu kaplamış, her ikisiyle de işlerinde bir tasarruf ve genişleme ortaya çıkmıştır.
Ebu Hureyre -radiyâllahu anh-, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
‘Yürüyün! Müferridler yarışı kazandılar!’
– ‘Yâ Resulellah! Müferridler de nedir?’ denilmesi üzerine şöyle buyurdu:
‘Onlar o kimselerdir ki, Allah’ın zikrine bütün benlikleriyle dalmışlardır. Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyâmet gününde hafif olarak gelirler.’ (Münâvî, “Feyzü’l-Kadîr”, c. 4, s. 92)
İşte onlar öyle kimselerdir ki, Ömer İbnü’l-Hattâb -radiyallâhu anh- den nakille söylendiğine göre; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Azîz ve Celîl olan Rabb’inin, onların yine bu yönünü beyan ederek şöyle buyurduğunu söylemiştir:
‘Her kim benim dilememden dolayı benim zikrimle meşgul olursa, benden isteyenlere verdiğim en üstün şeyi ona veririm!’ (Tirmizî, Sevâbü’l-Kur’an, s. 25; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’an, s. 6)
İşte O’nun dilemesinden dolayı O’nun zikriyle meşgul olduğu için, kendisine âit olan bu yer ve ilâhî nimetler ona verilir.
Şu halde onun meşgûliyeti olan ‘O’nunla O’nu zikretme’ nasıl gerçekleşir?” (“Hatmü’l Evliyâ’”, 8. Bölüm)
Dikkat ederseniz Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri; “O’nun dilemesinden dolayı” buyuruyor. Çünkü Allah-u Teâlâ böyle murâd etmiştir, bütün olanlar O’nun dilemesiyle husule gelmiştir. Başka hiçbir şekilde mümkün değildir. Onu oraya çekmiş, o O’nunla hemhâl oluyor; bütün iş ve icraatları Allah’tan oluyor. Zîrâ mahlûkun hiçbir hükmü yok. O çekecek, O oturtacak, kendisiyle hemhâl edecek. Kendisini oraya çektiği için; nimetlerini, esrârını, hikmetini de ona ihsân eder. O yere kişinin çıkması mümkün değildir, hayâlinden bile geçemez. Kişi orayı zâten bilmez!
Meselâ pâdişâhın bir hizmetçisi var, o hizmetçiyi çağırmış, onunla konuşuyor. İşte bu da bunun gibidir.
Bu noktada “O’nunla O’nu zikretme” nin mânâsını arz edelim:
Bir insan kendisinin gerçekten âciz olduğunu anlayınca ilâhî lütufları hiçbir zaman benimseyemez. Kendisinin bir kabuk olduğunu gördüğü zaman O’nu görür; O’nunla O’nu zikreder. Sen nesin ki, kimi zikrediyorsun? Nesin ki, kime şükrediyorsun?
Allah-u Teâlâ bir mahlûkunu ifnâ ederse bu hakîkatler husûle gelir, ifnâ etmedikçe husûle gelmez. Nefis dâimâ müdâhale eder, benliğini ileriye sürer.
Bunun sırrı budur işte! Hâlik mahlûkunu ifnâ ederse, kendi varlığı ortada olur, O’nun varlığı ile O’nu zikreder. Amma mahlûkun hükmü ve idâresi hiç olmaz. Çünkü yok, çünkü hükümsüz!..
Meselâ fakîr der ki: “Hazret-i Allah ile alınan nefes, nefeslerin en güzelidir. Hazreti Allah ile yapılan mülâkat, mülâkatların en güzelidir.” Bu sözü kim bilebilir, kim anlayabilir? Anlamak mümkün değildir. Nefesi O’ndan alıyor, O’ndan daha yakını yok! O’nunla konuşuyor, O’ndan daha yakını yok!..
Bu noktanın sırrını da size arz edeyim:
Meselâ denizin üzerinde bir kâğıt var. Amma denize temas ediyor, denizin ıslaklığını alıyor. Nefesini de o ıslaklıktan alıyor. O bir kâğıttır amma, o suyun kâğıdıdır; o suya değdiği zaman o suyun kâğıdı oluyor. Bu işte buna benzer. O da O’nunla temas etmiş, O’ndan alıyor; O’nunla alıyor. Bu sizin anlayacağınız tâbirdir, bizim anlayışımız yine başkadır. Kendisi aradan çıkınca nefesi O’ndan alıyor, O’nunla alıyor.
Mülâkâta gelince; kişi bir robot gibidir, ne söylerse o duyulur, ne gösterirse onu görür, o kadar. Mahlûk bir perdedir, hiç hükmü yoktur; tulum giymiş bir işçiye benzer. Bir işçinin üzerinde giydiği bir tulum var amma, tulum o değil. Ressam ile resim ne ise, Hâlik ile mahlûk da odur. Sözün özü budur.
İşte kişi o zaman Hakk ile olur; Hakk ile olduğu zaman da yaratılmışlarla olmayı aslâ istemez. Yani buraya kadın, çoluk-çocuk, mal gibi şeyler giremez.
Burası hangi makamdır?
Resullullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerîf’lerinde buyururlar ki:
“Benim Allah ile öyle vaktim olur ki, oraya ne yakîn bir melek sızabilir, ne nebî ne de resul sokulabilir.’’ (“Keşfü’l-Hafâ”)
Hülâsa olarak; onunki bunlardan hâriçtir. Bu durum “Murâkaba”nın iç kısmıdır, yâni Allah-u Teâlâ ile olan ünsiyettir. “Muhaddes”lik de buradan gelir; her gelen şey buradan gelir. O’nunla hemhâl olunca; O bildiriyor, O duyuruyor, O gösteriyor, O öğretiyor. O vermedikçe bir şey veremez, yok ki versin!..
Bunların hepsinin sebebi ise, daha evvel arz etmiştim; en çok sevdiğim şey yok ve hiç olmaktır. Yok olunca O oluyor, O olunca da her şey oluyor. Fakîr, kurtuluşu burada buluyorum. Çünkü O’ndan başka bir var yok. Hiç olunca O var, O’nda da her şey var! Kapı O’nun, yol O’nun, lütuf O’nun, ihsân O’nun, ikrâm O’nun. Aslında her şey O’nunla kâimdir. Burası “el-Fakru fahrî” makâmıdır.
Allah-u Teâlâ kişiyi yok etmedikçe kendi varlığı husûle gelmez. Çünkü kişinin varlığı Var’a mânîdir. Yok edince, zâten O’ndan başkası yok. Gerçek budur. Fakat insan hep yaratılmışları gördüğü için onları büyük sanıyor; Hakk’ı küçük görüyor, bilemiyor, anlayamıyor. Yoksa O her şeye “Ol!” diyor, oluyor. O “Ol”u görüyorsun amma, “Ol!” diye emir vereni; yâni mükevvenâtı Yaratan’ı ve İdâre eden’i görmüyorsun! Oysa her şey O’nunla kâimdir.
Arzettiğimiz gibi; her şey fânîdir, Bâkî olan O’dur!..
“Yeryüzünde bulunan her şey fenâ bulacak, ancak azâmet ve ikram sâhibi olan Rabb’inin vechi bâkî kalacak.” (Rahmân: 26-27)
Böyle olacak, bunu herkes görecek, amma iş işten geçecek. Gâye bu hakîkati dünyada iken görmektir, bu ise fertlere âittir.
Allah-u Teâlâ bu zevât-ı kirâm’a bunları bildirmiş, ezelden nasıl tecellî edeceğini göstermiş, göre göre yazmışlar. Siz ise bunları şimdi okuyorsunuz, dinliyor ve idrâk ediyorsunuz!
Görüldüğü üzere Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-velî’nin münâcaatının mülk meclislerinde, Allah-u Teâlâ ile yüzyüze olduğunu, hediyelerinin ise önderlik hazînelerinden olduğunu beyan buyurmaktadır.
Nitekim Bâlî es-Sofyâvî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-velî’nin imdad ve istimdâdından haber verirken; “Zâtiyyet hazînelerinin anahtarlarını elinde bulundurduğunu” ifâde etmiştir. (“Fusûsu’l-Hikem Şerhi”, s. 39.)
Yani ilâhî esrâra âit olan sırları o açar. Onlar bunu o zaman görmüşler!
Bunun mânâsı; Allah-u Teâlâ dilediği esrârını ona bildirir, o da o hazînedekileri görür ve göre göre bilir. Çünkü anahtar elindedir!..
Ebu’l-Osman el-Hucvîrî -kuddise sırruh- Hazretleri “Keşfü’l-Mahcûb” adlı eserinde, “Hatmü’l-evliyâ” kitabı’nın Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin meşhur bir kerâmeti olduğuna dikkati çekerek şöyle buyurmuştur:
“Hatırı sayılır şeyh, beşerî vasıflardan uzak bir zât olan Ebû Abdullah Muhammed bin Ali et-Tirmizî -radiyallahu anh- şeyhlerin en muhteşemlerindendi. Onun yazdığı eserler çok güzeldir. ‘Hatmü’l-evliyâ’ kitabı meşhur kerâmetlerindendir.” (“Keşfü’l-Mahcûb”; c.1, s. 353.)