Türk Milleti tarihler boyunca pek çok ihaneti içerden ve dışardan yaşamıştır. Şanlarla, şereflerle dolu, insan onurunu yücelten tarihimizde bizi rahatsız edecek bir katliam ve vahşete asla rastlanılmamıştır.
Ermeni meselesinde gerçekte vahşeti yapanlar Ermeni Çeteleri olmuştur. Doğu Anadolu’da yapılan kazılarda canlı şahitlerin göstermesi ile toplu mezarlar bulunmaktadır. Olayların işlendiği tarihlerde Erzurum’da Kolordu Komutanı olarak görev yapan Kazım Karabekir Paşa’nın bir feryadının canlı belgesi 1986 yılında Erzurum’un Alaca Köyü’nde ortaya çıkarıldı. Neler yaşanmış birlikte okuyalım:
"-Facianın en müthişi burada idi. Süngülenmiş ve yakılmış cesetlerin başındaki ağlaşma ve bağrışmalar, insanın tüylerini ürpertiyordu. Alaca Köyü’nde cenazeler, insanın aklını oynatacak bir halde idi. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar samanlıklara doldurulup yakılmış; gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış kalpler ve ciğerler görülüyordu. Sanıyorum ki, yeryüzünde bu kadar feci sahneyi gören gözler pek azdır. Alaca Köyü’nde, insanların iyi duygularından mahrum kalınca hayvanlardan daha vahşi bir mahluk olabileceklerini ibretle seyrettik. Bütün bu dehşetli sahneler Erzurum’a ve oradaki zavallılara yardıma koşmaya bizi mahkum etmişti…"
Yine aynı bölgede Erzurum’a 18 km uzaktaki Ilıca Kasabası’ndaki manzara daha da müthişti. Karabekir Paşa kasabada daha korkunç manzara ile karşılaşıyor. Ermeni çeteler mazlum Müslümanları cami avlusuna doldurmuşlar, üst üste yığmışlar. Bunların arasında kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar da var. Kadın cesetlerinde zorla ırza geçme izlerini görüyor, öfkelendikçe öfkeleniyor. Diyor ki:
“-Ilıca’da gördüğüm manzara karşısında duyduğum acıyı şimdiye kadar gördüğüm en kanlı muharebe manzaralarında, gerek Çanakkale’de gerekse Irak Cephesi’nde görmedim. Zaten yürümek, koşmak ve biçare vatandaşlarımızı canavarların (Ermeni çetelerin) elinden kurtarmak için büyük azim vardı. Bu manzara karşısında dimağım, kalbim büsbütün ateşlendi. Elimdeki kuvvetlerle bir an evvel Erzurum’u, Kars’ı, Gümrü’yü alarak Ermenistan’ın yüreğine saplamak için her şeyi göze aldım…”
Genelkurmay arşivlerindeki dönemin resmi belgelerine göre çok ağır vahşet manzaraları meydana gelmiştir. Özalp’ın Boyaldı köyünde tandırda yakılan çocuklar anne ve babasına yedirilmeye çalışılmış, başka bir yerde bir baba kızını boğazlamaya zorlanmıştır. Bunları kabul etmeyen müslümanlar hunharca katledilmiştir. Hamile kadınların karnını yarmak gibi vahşetler sıklıkla uygulanmıştır.
Dost bir topluluk iken ayaklandılar ve katliamlara başladılar. Osmanlı Devleti Ermenileri olası saldırı ve öldürmelerden korumak ve doğu cephesinin güvenliğini sağlamak maksadıyla "Tehcir Kanunu’nu çıkarmıştır. Sırf bu kanun yüzünden Ermeniler Türk Milleti’ne şükranların sunmaları icap ederken 1915 yılı olaylarının üzerinden 60 yıllık bir zaman geçtikten sonra birilerinin yardım, himaye ve desteği ile "Soykırım" yalanına sarılmaya başladılar. Acıdır ki bunda da epeyce mesafe aldılar.
Tehcir kapsamına sadece Rusya ile işbirliği yapan, ordumuza arkadan saldıran, masum Türkleri katliamdan geçirenler alınmışlar; Katolik ve Protestan Ermenilere, İstanbul, Edirne, Bursa gibi illerdeki Ermenilere dokunulmamıştır. İmparatorluğun Ermeniler için daha güvenli olarak düşünülen Irak, Lübnan, Suriye gibi bölgelerine askerlerimiz refakatinde götürülmeleri planlanmış ve bu iş gerçekleştirilmişti. Daha sonra bu Ermenilerin büyük bir kısmı Anadolu’ya dönmüşlerdir. Bizzat Patrikhane’nin hazırladığı raporlara göre "Geçici İskan" uygulanan ve göçe tabi tutulanların bir bölümü geri dönmüşlerdir. Tehcire tabi tutulan Ermenilere gidecekleri bölgeler tehcirden bir hafta ile on beş gün önce bildirilmiştir.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’na göre: "-…Osmanlı Devleti mecburi iskana tabi tutulanların geri dönüşü için, 18 Aralık 1918’de kararname çıkarmış ve 1919 tarihi itibariyle Amerikan arşivinde de yer alan İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin istatistiğine göre 644.900 kişi geri dönmüş bulunmaktadır. Tehcir dokuz ay sürmüş, Osmanlı arşivindeki kayıtlara göre göç ettirilenler 500 bin dolayında iken, 500 bin kişiye yakın bir bölümü de kendiliğinden Kafkasya’ya gitmiş ve daha sonra bunlar da geriye dönmüş bulunmaktadır…Tehcirin uygulanışı askeri yönden değil, insani yönden eleştirilebilir…Ne var ki ABD’nin de İkinci Dünya Savaşı’nda Pasifik Kıyısı’ndaki Japonları ‘İç Güvenlik’ nedeniyle Mississippi Vadisi’nde iskan ettiğini biliyoruz. Mersin’deki ve Halep’teki ABD konsoloslarının raporlarına göre Ermenilere yiyecek ve tren bileti sağlandığını, Suriye’de 486 bin Ermeni’ye yardım edildiğini öğreniyoruz. Bu itibarla ‘Bir milyon kişi katledildi’ iddiasını bu bilgiler doğrulamıyor…"
Osmanlı Devleti bu uygulama sırasında yine insani duyguları en yüksek bir şekilde hareket etmiştir. Bahsi geçtiği üzere bütün Ermenileri mecburi göç kapsamına almamıştır. Hastalar, Osmanlı Ordusu’nda görev yapanlar ve aileleri, Osmanlı bankaları şubelerinde, Düyun-i umûmiye’de çalışan Ermeni memurlar, devlete sadakat gösteren ve iyi halleri bulunanlar bu uygulamanın dışında tutulmuşlardır. Ayrıca yetim çocuklar, dul kadınlar da sevk edilmeyerek yetimhanelere ve bulundukları yerlerdeki köylere yerleştirilmişlerdir. Bunun yanı sıra ticaretle uğraşan Ermenilerle birlikte Ermeni milletvekilleri ve aileleri yerlerinde kalmışlardır. İstanbul’da Ermeniler hiçbir tacize uğramadan savaş içinde bile huzur, sükun ve rahat içinde yaşamışlardır
Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: "Tehcir sırasında kıtlık, hastalık ve eşkiyalık kadar, toplumlararası düşmanlık da, gerek Ermeni gerek Türk ve Müslüman halkın kayıplarının ağır olmasına yol açmıştır. Ayrıca, Osmanlı arşivlerindeki çok sayıda belge, Osmanlı Devleti’nin tüm iyi niyetine rağmen, tehciri gerekli düzen ve sorumlulukla uygulayamadığını ortaya koymaktadır. Ermeni propagandacılar, savaş yıllarında Anadolu topraklarında ölen Ermenileri dünyaya, Osmanlı zulmünün masum kurbanları olarak tanıtmaya çalışmışlardır. Bu propaganda sistematik olarak gerçeğin bir bölümünü gözden kaçırmaya çalışmıştır. Bu da Ermeni katliam ve zulmü sonucunda ölen Türk ve Müslüman ahalidir…" (4 Nisan 2005-Hürriyet)
Tehcir sırasında görev suistimali yapanlar devlet tarafından cezalandırılmış, mahkemeye çıkarılmışlardır ve bunların içinden altıyüzden fazlası idam edilmişlerdir. Birisi de masum ve mazlum Boğazlıyan Kaymakamı Nusret Bey’dir. Ermenilerin iddiaları için belge ve bilgi istenmesine rağmen asla bunu yapamamaktadırlar.
TTK Başkanı Sayın Halaçoğlu’nun şu sözleri de çok mühimdir: "Biz bilimsel konuşuyoruz. Elimizde; İngiltere, ABD, Fransa ile Osmanlı Devleti arşivlerinden elde ettiğimiz ve bu olayları aydınlatan önemli belgeler bulunuyor. İngiltere’nin hazırladığı 1914 ve 1919 yılındaki nüfusları gösteren cetvellere göre, Türkler 2 Milyon kayıp vermiş ama Ermenilerin nüfusu artmış. Soykırım olduysa bu artışın sebebi nedir? Adana’da 52 bin Ermeni, 1919 yılında 80 bin nüfusa ulaşmış. Sivas’ta sayıları 151 binden 162 bine çıkmış. Birinci Dünya Savaşı sırasında çıkarılan tehcir (göç ettirme) kararı zorunlu hale gelmişti. Çünkü, Osmanlı için hayati öneme sahip Çanakkale, Kafkasya ve Suriye Bölgesi ile iletişimin odak noktasında yaşayan Ermeniler, düşmanla işbirliği içine girmişti. Fransız arşivlerinde 15 bin kişilik Ermeni kuvvetinin bu bölgedeki bütün haberleşme tellerini kestiği, mühimmat ve tren yollarına sabotaj yaptığı yer alıyor. Üstelik, Osmanlı Devleti savaş sonrası Ermeniler için dönüş kararı çıkarttı ve 644 bin 900 Ermeni evine döndü." (30. 3. 2005-Türkiye)
Başkan’a göre "Ermeni Katliamı" iddiası biraz da ABD Başkanı Wilson’ın ABD’nin İhtilaf Devletleri yanında “Savaşa girmesini meşrulaştıracak olayların bildirilmesi” istendiğinden çıkmaktadır. Bunun üzerine ABD’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Morgenthau’nun başkana yazdığı mektupta cevap olarak “İsterseniz ‘Ermeniler Katledildi’ diye yazarım. Hatta filimde çekeriz.” diye karşılık vermiştir. Wilson: “Film gereksiz, kitap yeterli” cevabını vermiştir. İngilizler malum Mavi Kitabı özel servis elemanlarınca kaleme aldırmıştır.
Görülüyor ki Batılı emperyalist devletler o gün Ermenileri menfur emelleri için kullanmışlardı, bu günde kullanıyorlar. Bunda kendi çıkarları için faydalar görüyorlar. AB’nin ısrarla “Ermenistan sınır kapısını aç, Soykırımı tanı, özür dile” gibi taleplerinin arkasında başka sebepler aramamak aptallık olur.
Tarihçi Yılmaz Öztuna bir makalesinde olayları şöyle değerlendiriyor: “1915 Ermeni isyanı ve tehcirinin soykırım olduğu iddiası, 1916’da Avam ve Lordlar Kamaraları tarafından Wellington House denen British İntelligence Service’e bağlı Savaş Propaganda Bürosu’na yazdırılıp bastırılan 2 adet Blue Book’a (Mavi Katip) dayanır. Kapağı bu renktedir. Biri Alman İmparatorluğu, diğeri Türk İmparatorluğu üzerinedir. Yazarları Lord (Viscount) James Bryce ve Prof. Arnold Toynbee’dir. Bryce, İngiliz Haberalma Servisi ile irtibatlı bir diplomattır. Toynbee ise ünlü bir Bizans Tarihi uzmanıdır. Toynbee tarih bilgisini dile getirmemiş, İngiltere’nin savaştığı iki imparatorluğun milletlerarası prestijini kırmak için propaganda kitabı düzenlemiştir. Bilhassa Birleşik Amerika’nın kışkırtılarak savaşa katılması hedefi güdülmüştür. (Bu hedef 1917’de gerçekleşti, fakat ABD yalnız Almanya’ya savaş açtı, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarına asla harp ilan etmedi.)
3 Aralık 1925’te İngiltere hariciye Nâzırı Austin Chamberlain, Lordlar Kamarası’nda, 1916 tarihli iki Mavi Kitaptan Almanya’ya ait bulunanda Almanya’nın işlediği insanlık suçlarının uydurma ve savaş propagandası olduğunu beyan etti. Ankara’dan böyle bir talep gelmediği için Türkiye’ye ait Mavi Kitaba değinmedi. Ancak yıllar sonra Toynbee, Türkiye’ye ait mavi kitabın savaş propagandası mahiyetinde ve gerçeklere aykırı bulunduğunu yazdı. Zaten kitap yazıldığı zaman Toynbee 27 yaşında, BIS ajanı sıfatıyla çalışan kariyerinin başlangıcında bir bilim adamı idi.
Mavi Kitap’ta 150 kadar Taşnak Partisi üyesi Ermeni’nin sözde şahitlikleri nakledilir. Türkler, 1915-1916’da 1.2 milyon Ermeni’yi öldürmüşler imiş. Bu iftira, 1920’de İstanbul’u işgal ile Osmanlı arşivini ele geçiren ve Dîvan-ı Harp kurduran İngilizler’ce incelenmiş, iddiaların doğru olmadığı anlaşılmıştır. Malta’ya sürülen Türk politikacıları için de mahkeme kurulması düşünülmüş, uygulanamamıştır…” (23. 3. 2005-Türkiye)
Özellikle Doğu’da yerleşik Ermenilerin Rusya’nın teşvik ve desteği ile ayaklanma yaptıkları ve katliamlara başladıkları binlerce belge ile ispatlanmıştır. Bu ayaklanmanın asıl amacının ise Doğu bölgelerinin "Ermenistan" adı altında Rusya topraklarına katmak olduğudur. Ayaklanmanın içinde bulunanlar zayıflamış olan Osmanlı İmparatorluğu’nu bölüp parçalamayı hedefleyen Batılı güçlere de yardımcı olmaktaydılar. Fransa’nın güney bölgelerimizde Ermenileri silahlandırdıkları, kendi üniformalarını giydirerek Türkleri katlettiklerini kendi belge ve yazışmalarından öğreniyoruz.
Emekli Büyükelçi Nüzhet Kandemir’in günlük bir gazetede yayınlanan mülakatında belirttiği önemli bir husus var: "-Tarihi gerçekleri bilmeden siyasi kararlara varmak ve siyasi amaçlarla geçmişte olan hadiseleri, kendi siyasi amaçları doğrultusunda ters yüz etmek kabul edilebilir bir davranış değildir. Konunun tarihçilere bırakılmasını ve başta ABD Kongresi olmak üzere, çeşitli Avrupa Ülkeleri’nin parlamentolarının ‘Tarihi kanunlaştırma’ çabalarının kabul edilebilir tarafı olmadığı tezini Türkiye, sadece son yıllarda değil, öteden beri savuna gelmiştir. Şayet çabalar samimi ise tarihçilerin ortaya koyacakları gerçekler ışığında sorunun çözüme kavuşturulması zor olmasa gerekir. Ancak ortada cereyan eden art niyetli çabalar ışığında iyi niyetin geçerli olmadığı görülmektedir…" demekte ve
"-Diaspora Ermenilerinin tutumu, sorunun çözümünü güçleştiriyor mu?"sorusuna ise;
"-Diaspora Ermenileri bu konuyu on yıllardır kötüye kullanmışlar, topladıkları para ile bunu bir geçim kaynağı haline getirmişler ve çözümden yana olmak bir tarafa, aksine çözümsüzlüğün kendi menfaatlerine daha uygun düşeceği kanaatiyle hareket etmişlerdir. İçlerinden çok büyük bir çoğunluk hayatlarında Ermenistan ve Türkiye’ye ayak basmamıştır. Sadece olayları okudukları tek taraflı, baştan sona fanatizm dolu kitap ve filimlerden öğrenip ona göre hareket etmektedirler. Şayet bir baskı bahis konusu olacak ise, diaspora Ermenilerine bu güne kadar uyguladıkları Türkiye karşıtı siyasetin ait oldukları Ermenistan’a sadece kötülük getirmekte olduğunu anlatmak gerekir. Ermeni tarafı bu davranış ve iddiaların bir an evvel ortadan kalkmasının kendi milli menfaatlerinin bir gereği olduğunu görmeli ve diaspora Ermenilerine de bunu hatırlatmalıdır." (3. 4. 2005 - Hürriyet)
Ermenistan’ın başında Karabağ’ı işgal ettiren, katliamlar yaptıran, milyonlarca Azeri Türkü’nün sürgünde yaşamalarına sebep olan Taşnak partisi üyesi Koçaryan bulunmaktadır. Şimdiki Ermeni idaresinden böylesi akılcı bir tavır beklemek saflık olur.
Emekli Büyükelçi ve ASAM Başkanı Gündüz Aktan şu açıklamayı yapıyor:
"-…İlerde İkinci Dünya Savaşı olacak, ondan sonra Nurnberg Mahkemeleri olacak. orada ortaya soykırım diye bir suç çıkacak. Ermeniler de Nurnberg Mahkemeleri’nden 17 yıl sonra kendilerine soykırım yapıldığını keşfedecekler, onun da üzerinden 10 yıl geçtikten sonra hayatlarında ilk defa söyleyecekler …Mesele Yahudi soykırımına dayanıyor. Yahudiler Almanya’yı bölüp bir toprak parçasına sahip olmak istedikleri için öldürülmediler. Yahut Rus Ordularına yardım ettikleri için öldürülmediler. Rus ordularıyla savaşmakta olan Alman ordularını arkadan vurdukları için de öldürülmediler. Niçin öldürüldüler? Sadece Yahudi oldukları için öldürüldüler. Başka hiçbir sebep yoktu. Osmanlı Devleti’ne bakın bir de; Osmanlı Devleti Ermenileri Ermeni oldukları için mi öldürdü?... Devlet de bu isyanları bastırmak için güç kullanmıştır. Elbette siviller de ölmüştür ama zaten Ermeni çeteleri de sivilleri öldürerek başlamışlardır isyanlara…" (1. 4. 2005-Hürriyet)
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 9 Aralık I948 tarihinde bir karar almıştır. 260 A (III) sayılı kararla kabul edilip onay ve katılıma açılmış olan üye devletlerin imzalarıyla 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren bu sözleşmeyi Türkiye 23 Mart 1950 yılında onaylamıştır. 29 Mart 1950 gün ve 5630 sayılı onay kanunu Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Buna göre:
Madde 1-Sözleşmeci devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslar arası hukuka göre bir suç olduğunu teyid eder.
Madde 2-Bu sözleşme bakımından ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:
1-Gruba mensup olanların öldürülmesi,
2-Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi,
3-Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek.
4-Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak.
5-Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.
Soykırım basit bir suç değildir. Avrupa istiyor kabul ediverelim gibi bir mantıkla olmayan büyük bir suçu kabul etmeyi tavsiye edenler iyi niyetli değildir.
Soykırım kavramına Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın getirdiği yorum şöyledir:
"-Genocide (Soykırım) kavramı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra önem kazanması üzerine, Batı’da Ermeni olayları için çok kullanılıyor. Bunun nedenleri vardır. Batı Avrupa’daki çevreler, ‘genocide’ suçunun ne olduğunu biliyor ve solcusundan sağcısına, bu suçu Türkiye’ye yamıyorlar. Amaç; sadece siyasi, iktisadi kontrol kurmak, bölgeyi bölmek değildir. Tek başına Ermeni propoganda imkanlarının da bu kadar yaygın sonuç elde etmesi mümkün değildir. Bizim ülkemizde ise ne hükümet çevreleri ne milliyetçi tarihçiler, ne liberal entelektüeller ‘genocide’ kavramını yeterince tanımıyorlar. Genocide mürur-u zamana (zamanaşımına) tabi olmayan bir suçtur. Hukuki sonuçları yanında, kültürel olarak da bir milletin hem mazisini hem de geleceğini bağlar. Sözün kısası ‘genocide’ sadece yapanı değil, onun mensup olduğu milleti de bağlar. Soykırım ne devletle, ne idare adamlarıyla ne de belirli bir partinin ideoloji ve fiiliyle sınırlı kalır. Bunlarla aynı kimliği paylaşan herkes ‘bunlardan biri’ olarak tavsif edilir… Her boğazlaşma, her etnik çatışma, ’genocide’ olarak nitelendirilemez. Soykırım için gerekli olan önyargılar, küçümseyici ifadeler, olumsuz bir ayrımcılık Osmanlı-Türk Kültürü’nde yoktur. Hatta Ermeniler hakkında bir takım Hıristiyan milletlerin kültüründe var olan bu gibi önyargıların onda birine Müslümanlar ve Türkler arasında rastlanmaz… Harbin getirdiği ani yıkımın yarattığı panik, bu olaylar zincirini ortaya çıkarmıştır. Bunu böyle bilmeli, olayların tarihini olduğu gibi konuşmalı, yazmalı ve soykırım suçlamasını devletten önce halk olarak reddetmeliyiz…" (Popüler Tarih. Ocak 2001)
Tarihi gerçekleri çocuklarımıza anlatmadığımız için bu gerçekleri bilmeyen insanlarımız propagandanın etkisinde kalmaktadır. Bu gerçeklerin çocuklarımıza öğretilme zamanı gelmiştir. Bu konu Türkiye üzerinde siyasi bir istismar malzemesi olarak kullanılmaktadır. Bu sebeple tarihi gerçeklerin ortaya çıkması mümkün olmamaktadır. Bize düşen yine siyasi taarruzlarla bu konudaki sesleri kısmaya gayret etmektir.