O, ecdadın ve ‘Âl-i Osman’ın pâk ve mübârek kanlariyle nescedüp bize teslim eyledikleri bir emânettir. O, öyle bir çevredir ki; bütün Osmanlılığın mevcûdiyetini, şan ve şerefini, tarih ve mukaddesatını, kadınlarımızın ırz ve namusunu, kızlarımızın bekâretini, çocuklarımızın saadetini çıkınlıyor. Biz onun üzerine nasıl titremeyiz? Hepimize teneffüs hakkı veren odur. Hey’et-i içtimaiyemize ifaza-i hayat ve hararet eden hep onun asîl ve civanmerd kalbidir.
Eğer O çarpmazsa bizim de nabzımız atmaz, göğsümüz vurmaz. Allah esirgesin, eğer onun gülbenzi hasara uğrarsa ‘Kâbe’mizin kara gömleği yırtılır. Peygamberimizin yeşil örtüsü çâk edilir. Analarımızın ak saçı yolunur, kızlarımızın ırzı hetk olunur.
Görmüyor musunuz? Ne kadar canlı, asabî, serbâz ve serefrâz!.. Hiçbir gelin o kadar sevimli, zarif ve nâzenin olamaz. Hiçbir delikanlı onun kadar şehlevend, cevvâl ve nevcivân değildir. Bizzat atalarımızın ruh-i pür fütûhunu hâmil olmasaydı, saflarımızın önünde bu kadar kahramanca göğüs gerer miydi?
Sancağımız hayat-i ebedîye ile bahtiyardır. Vatanın fedakâr çocukları kanlarını, canlarını ona hibe ve ilhak ettikleri içindir ki; daima böyle genç ve dinç kalacaktır.
Karşısında cephe alarak resm-i ta’zim ifâ edişimiz sebepsiz değildir. Biz onda, bütün ‘Âl-i Osman’ı, mâzimizin kahramanlıklarını, mefkûremiz uğrunda can veren bütün âbâ ve evliya-yi vatanı selâmlıyoruz. Tarihimiz ziyaa uğrarsa, Sancağımız onu yeniden ibda’ ve te’lif edebilir. Ona bakarken nasıl göğsümüz şişmez, nasıl gözlerimiz yaşarmaz?.. Yedi asrın şan ve şükûhunu, âlâm ve fecâyiini ihtiva eden bu emsalsiz temaşa bizi saatlerce hıçkırtıp ağlatsa yeridir!..
Ya o al rengi biliyor musunuz? Memleketin bütün mukadderatı ve aziz istikbali için o kadar cömertçe akıtılan kanlara işaret ediyor. Filvâki babalarımız, yurdumuz için kadınların da yapabilecekleri gibi yalnız gözyaşı dökmediler.
Bu ocağı kurarken, bizzat kendilerini kurban ettiler. Sancağımızı kaldırmak için düştüler. Onun şan ve şerefle dalgalanması için kendi ciğerlerinin şehik ve zefirlerinden kasr ve tasarruf ettiler.
Onda çırpınan şey, eslâfımızın ervah-ı gayretidir. Onun mukaddes alevinde yanan çıra, şehidlerimizin ecza-yi intikamıdır.
Dünyanın bütün çiçekleri ‘Albayrak’ın yanında renksiz ve kokusuzdur. Biz onun katmerlerinde bizzat cenneti koklarız. Bozkırlarda onun ateşi etrafında ısınırız, kum çöllerinde onun gelincik terâvetiyle yüreğimizi tâzeleriz. Fecrin akını gibi bir gecede Asya’dan Avrupa’ya baskın yapan Bayrağımızı bütün ufuklar tanır... ‘Eflâk’, ‘Buğdan’ Ovaları, ‘Avusturya-Macaristan’, ‘Lehistan’ Sahraları, ‘Volga-Tebriz’ illeri, ‘Cezayir-Nis’ sahilleri hep onun devrine ve devlet-i dâmenbûsuna erdiler.
‘Bosna ve Kırım’ın bahçeleri, İran’ın gülistanları bu kadar güzel âteşin bir gül daha asla vermeyecek. Tuna yalıları, Hind suları Hilâlimiz gibi mürassa’ ve müsa’şa, bir gerdanlık madâm-el-hayat takınmayacaktır.
Atalarımız, nasıl bayrağımızı damarlarının en girânbâhâ yakutlariyle bezemişlerse, analarımız da en güzel incilerini onun üzerine işlemişlerdir. Şu ‘Ay’a bakınız, suyu ne kadar temiz ve şeffaf!.. Mukadderatımızın hulliyati için en kıymetlisi, şüphe yok, budur. Çünkü; sevgili ninelerimizin sıcak ve samimi gözyaşlariyle tarsi’ edilmiştir. Ya hepimizin gözbebeği olan şu parlak ‘Yıldız’... Bizi bütün gece yatağımızın başucunda uyanık bekleyen odur!.. Müddet-i hayatında bir kere bile kirpiklerini kırpmamış, her zaman üzerimize titremiş, obamızı, yurdumuzu, serhadlerimizi canfedâyâne korumuştur. Bize olan rifk-u şâfakatı annelerimizinkinden fazladır. Nazarı kuru, fakat gözleri doludur.
Sancağımızın şan ve şerefle taşıdığı büyük hamâil altında henüz kanayan cerihaları da vardır. O’nun vakit vakit kabaran göğsü, çocuklarına söylemek istemediği, maamafih hepimizin bildiği hicranlarını kâfi derecede tefsir eder. Bu yaraları zaman ve nisyan tedâvi edemez. Onları sarıp kapatacak olan ancak genç nesillerdir ve bayrağımız işte bu ümid ile mağrur ve gururunda mazurdur. İnsaf ediniz, hangi baba evlâdlarına mağrur olmaz?..
Asırlardır mefâhiriyle doldurmuş, bütün Şark’a bir fecr-i sâdık getirmiş, Allah’ın dava-yi vahdanîyeti, peygamberin tarik-ı hidâyeti, Hakk’ından ve nefsinden emin olanlara has bir kahramanlıkla, her zaman bir başına müdafaa etmiş insaniyetin nısfı mazlumunu bağrına basmış olan Sancağımıza lâyık olduğu zafer ve istikbâli Allah dirığ etmeyecek!.. Bizzat istikbâl, ondan başkasının dudağını açmasına müsaade eylemeyecektir. Her Osmanlı genci, Bayrağı’nın aşkiyle bîihtiyardır. Onun gölgesinde gelecek her ölümü, vallahi anası gibi kucaklar!..
Boralarla şakalaşan, tayfunlarla oynaşan, tarihlere meydan okuyan ve Dünya’larla savaşan Türkler’in Bayrağı!.. Fâtihlerin Sancağı hakkındaki hikâyeler aşk ve ölümle nihâyet buluyordu.
(Medine Müdafası, Nâci Kâşif Kıcıman, Sebil Yayınevi)
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak,
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celâl
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım.
Yırtarım dağları enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var!
Ulusun korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın!
Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “Toprak” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehid oğlusun incitme yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!
Canı, canânı, bütün varımı alsında Hüdâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır, ruh-u mücerred gibi yerden na'şım,
O zaman yükselerek arş'a değer, belki başım,
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
Mehmet Akif Ersoy