ABD eski başkanlarından Jimy Carter, 1980 senesinde Amerikalılar’a seslenişinde şöyle demişti: “Şunu çok açık bir biçimde ifade etmeliyim ki, Körfez bölgesini kontrol için dışardan bir güç girişimi olduğunda ABD’nin yaşamsal çıkarlarına bir saldırı olarak kabul edilecek ve bu saldırıya askeri güç kullanmak dahil bütün olanaklarla karşılık verilecektir....”
Daha Carter döneminde bölgemizi ve dünyayı yakından ilgilendiren çok önemli kararların alındığını ve faaliyetlere başlanıldığını görmekteyiz. Bilindiği üzere bölgenin çok önemli iki iktisadi ve askeri güçü olan İran-Irak savaştırılmışlar ve ekonomileri harap edilmişti. Sonra aslında kendisinin CIA elemanı olduğu ve 1956 senesinde Beyrut’ta bu örgüte katıldığı bilinen Saddam Hüseyin, özel bir planla Kuveyt’in işgali ile görevlendiriliyor. Sonrası malum. Birinci Körfez Savaşı “Harekat” adı altında başlatılıyor. ABD ve müttefikleri biraz daha -başta Arabistan olmak üzere- bölgeye yerleşiyor.
Sonra Irak “Kitle İmha Silahları” olduğu gerekçesiyle, ülkeye “Demokrasi” getirileceği bahanesiyle işgal edildi. Bütün bunların altında İsrail’in korunup kollanması ve petrol kaynakları yatıyordu.
George W. Bush’un geçen dönem Dışişleri Bakanı C. Powel şunları söylemektedir: “Irak’ın yanı sıra tüm Ortadoğu’ya demokrasi getirilmelidir...”
Bush: “ABD’nin Ortadoğu için ileriye dönük bir stratejiyi benimsemektedir...” Bu stratejinin kapsamının ne olduğunu o zamanın Ulusal Güvenlik Danışmanı, şimdiki Dışişleri Bakanı, Şahinler grubunun en önemli üyelerinden olan Condolezza Rice, Washington Post’ta “Ortadoğu’yu Değiştirmek” adlı makalesinde şöyle açıklama yapıyordu: “Fas’tan Basra Körfezine kadar Ortadoğu’da 22 devlet dönüştürülecektir.”
Dick Cheney, R. Perle, P. Wolfowitz, Rumsfeld, H. Kissinger, C. Rice vb. bir ekip olarak emirlerinde oldukları şirketlerin, grupların, ABDve İsrail’in istekleri doğrultusunda askeri operasyonları yönlendirmektedirler. Buna istihbarat birimlerinin desteğini de ilave edersek işlerini daha rahatça yaptıklarını görmekteyiz. Ekonomik baskıların ülkeler üzerinde nasıl siyasi kaoslar meydana getirdiği ise malumdur.
Meşhur borsa spekülatörü Soros Türkiye’de yatırım yapmak için harekete geçeli çok oldu, ülkemizin ufuklarının biraz daha kararacağını söylemek yanlış olmaz.
ABD’nin Eski Dışişleri bakanı Henry Kissinger geçmişte yaşanan, günümüzdeki olayları değerlendirmemize yardımcı olan ve geleceği değişik bir zaviyeden görmemizi sağlayacak bir konuyu şöyle ifadelendiriyor:
“...Temel sorun, söylemle girmek değil, insan hakları eylemcilerinin de harekete geçirilerek baskılar yapmalarıdır. Bu amaçlar uğruna reformcuların kavgalar vermesidir. Çekoslavakya’da Vaclv Havel, Polanya’da Lech Valesa, bu hükümleri kullanarak özgürlük savaşçıları panteonu’nda yerlerini aldılar ve yalnız Sovyet hegomanyasını değil, ülkelerindeki totaliter rejimleri de ortadan kaldırdılar...”
ABD, Kissinger’in de başını çektiği grubun işaretlediği hedefler doğrultusunda “İnsan hakları, temel haklar ve özgürlükler” bahanesiyle ülkelerin parçalanmalarına neden olacak baskılarına devam edecektir. Sovyetler Birliği savaşsız bir şekilde çökertildi. Balkanlar tamamen bir “Barut Fıçısı” şekline sokuldu. Gürcistan, Ukrayna ABD’nin eline geçti. Kırgızistan’da Ortaasya’ya yayılabilecek devrim gerçekleştirildi. Soros’un başında bulunduğu vakıflar buralarda etkin rol oynadılar.
ABD’nin Başkan yardımcısı Dick Cheney’in hazırladığı “Enerji Raporu”nda bölgedeki hedefinin özeti şudur: “ABD geniş Ortadoğu coğrafyasındaki zengin petrol ve doğalgaz yataklarını denetim altına almak ve Avrupa’yı, Çin’i, Japonya’yı ve Rusya’yı petrol ve doğalgazdan uzak tutmak...”
Çin’in, Japonya’nın, Almanya ve Fransa’nın petrole olan ihtiyacı artmaktadır. Bu ülkelerin petrol ihtiyaçları Ortadoğu bölgesinden karşılanırken ABD’nin tek yanlı hortumculuğu bir sıcak çatışmayı gündeme taşıyacaktır. İleriki yıllarda petrole olan ihtiyaç nedeniyle daha büyük bunalımlar ve savaşlar dünyayı yıkıma uğratacaktır. Buna su savaşları da ilave edilirse seyredin alevi, ateşi, yıkımı, ölümleri.
Yakın gelecekte komşumuz Ortadoğu ülkelerinin derinden etkileneceği yeni hamlelerin çıkış dönemi geçmişte ince detaylarla çizilmiştir. Geçmiş dönemin en yetkili ağızlarından bunların doğruluğunu öğrenmekteyiz. ABD’nin bir dönem Dışişleri bakanlığını yapan Aleksander Haig, ABD’nin NATO ve ülkesiyle ilgili olarak stratejilerini şu cümlelerle ifade etmektedir:
“NATO’nun ilgili alanı Ortadoğu olmuştur. 1985’te Ortadoğu ve Güneybatı Asya bir bütündür...” Bu askeri örgüt varlık savaşı olarak Sovyetlerin çöküşünden sonra yeni tehdit olarak İslâm’ı kendine hedef olarak seçmiş bulunmaktadır. Çünkü Batı Dünyası’nın gözünde İslâm ve taraftarları daima “Öteki-düşman” olarak algılanmıştır. Bu projenin yürürlüğe konmasının altında hıristiyanlığın düşmanlık telakkisinde İslâm asırlardır bir numaralıdır. Bush’un ağzından dökülen “Haçlı seferleri yeniden başlıyor”ifadeleri şuur altının açığa çıkmasıdır, seslice söylenmesidir.
Prof. Dr. Mustafa Erkal Hoca’nın bir değerlendirmesini almayı faydalı bulmaktayız:
“...Özellikle son yıllarda Türkiye’nin Türkiye olmaktan çıkarılması için büyük gayret gösteriliyor. İçerden ve dışardan çalışılıyor. Türkiye’de çeşitli tartışmalar açtırılıyor. Bize ve yapımıza uygun olmayan konu ve kavramlar tartışılıyor. Hedef Cumhuriyetimiz, Milli Devletimiz ve üniter yapımızdır. İki kutuplu dengenin (ABD ve Sovyetler Birliği) olduğu soğuk harp ve ‘detand’ dönemlerinde bu saldırılar gündeme gelmiyordu. Ancak, tek patronlu küreselleşme süreci ortaya çıkınca işler değişti. Din ve kültür ağırlıklı ‘Medeniyetler Çatışması’, ‘Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Ortadoğu’ tezleri tartışılır oldu. Yeni haçlı saldırıları değişik vasıtalarla Anadolu’ya yöneldi. Türkiye için çok milletli ve çok hukuklu bir model hazırlandı. Ortadoğu’da Evangelistler ve Yahudilere taşeronluk gündeme geldi.
Bu değişmelerde küresel istilacı güç olan ABD’nin yeni güvenlik anlayışı (tehlike bana ulaşmadan tehlikenin bulunduğu veya bulunacağı farz edilen yerde tehlikeyi ortadan kaldırmak) önemli rol oynadı. Artık, birçok bölgede olduğu gibi; Ortadoğu’da da anti Amerikancı ve radikal İslâmcı hareketlerin önlenebilmesi için laik, geleneksel sistemler ve yerleşmiş düzenler, eski müttefikler desteklenmiyor. Tam tersine radikal akımların içine girerek onları liberalleştirme, ılımlı hale getirme, ABD’nin sistemiyle bütünleştirme ve tanınmaz hale getirme esas alınıyor...”
Iraklılar, ABD ülkelerini işgal ederlerken alkışlıyorlardı. Bir diktatörden kurtuldukları için şükrediyorlar, oyunlar oynayarak, şarkılar söyleyerek kutlamalar yapıyorlardı. Kimse; ABD’nin Irak’ı baştan sona bombalarla harabeye çevireceğini, hapishaneleri Iraklılarla doldurarak iğrenç işkencelerden geçireceğini, ABD askerlerinin yüz binlerce kadın ve kızın ırzına geçeceklerini, bu ülkede soykırım yapacaklarını, yürüyen her canlıya bile ateş edilerek öldürüleceklerini bilmiyorlardı. Bir zalimden kurtulduk derken daha zalimâne düşmanla tarûmar olacaklarını hesaba katmıyorlardı.
Şimdi Iraklılar savaşın ve ABD ve düşmanlığın ne olduğunu acı olaylarla öğrenmiş oldular ama iş işten geçmiş oldu. Irak, Ortadoğu projesinin bir atlama taşıdır ve Hariri’nin öldürülmesi de yeni bir merhaledir. Suriye, Lübnan ve İran’ı müdahaleye yoldur. Asıl hedef Türkiye’dir.
“Bir gün gelir Amerika Toroslar’da birbuçuk milyon ölüsünü bırakıp gidecektir.” Bizim de tedbirlerle hesabımız olmalıdır. Her türlü madenleriyle, tarihi misyonuyla, coğrafyasıyla, kültürüyle Türkiye, ABD ve Batı’nın en önemli “Karşıt Cephesi”dir. Yeni cephe açılmadan düşman işbirlikçilerini ve yerli satılmış beyinleri, grupları, toplulukları deşifre etmeye, millete duyurmaya çalışıyoruz. Geç kalmadan harekete geçmek ve tedbir almak zamanıdır.