Muhterem Okuyucularımız;
Gazeteler, televizyonlar her gün bir kapkaç, gasp, ölüm haberi veriyor. Hırsızlık, adam öldürme almış başını gidiyor. Halk sokağa çıkamaz, evinde malını, namusunu koruyamaz hâle geldi.
Nereye gidiyoruz? Bu necip millet bu hale nasıl düştü? Bu nasıl bir durumdur ki, gençlerimiz; içki, kumar, uyuşturucu, fuhuş gibi kötülüklerin pençesinden kurtulamıyor. Hırsızlığı, arsızlığı, hayâsızlığı, cinayeti, gasbı, vatana ihaneti, bölücülüğü, din ve vatan düşmanlığını meşru sayabiliyor.
Gençlerimiz, gençliğimiz, geleceğimiz nereye gidiyor. Bu nesiller bu hale nasıl geldi. Bu hususta düşünmeli ve gereken her türlü tedbiri almalıyız.
Allah-u Teâlâ bir millete birçok üstünlükler, birçok nimetler bahşeder. Niyetlerini değiştirmedikçe, meziyetlerini muhafaza edip ibadet ve taatlarına devam ettikleri müddetçe, Allah-u Teâlâ verdiği nimetleri üzerlerinden almaz. Onlar bu nimetin kıymetini bilmeyip yollarını değiştirir, ibadet ve taatlarını bırakır, ahlâklarını bozarlarsa, o nimetler ve o üstünlük kendilerinden alınır.
Bu hususta Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Bir millet (bir topluluk) kendi durumlarını değiştirip bozmadıkça, Allah onların durumlarını değiştirmez.
Allah bir millete kötülük diledi mi, artık onu geri çevirecek yoktur. Onların Allah’tan başka koruyup kollayanları da yoktur.” (Ra’d: 11)
Resulullah Efendimiz’in haber verdiği ahir zamanı, seyyiat zamanını yaşadığımız hakikattir. Bu afata rağmen kendimizi, neslimizi ailemizi korumamız emredilmektedir:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim: 6)
Dinimiz, ahlâkımızı güzelleştirerek, kötülüklerden ve kötü huylardan kaçınmamızı emretmektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde:
“Kötülüklerin zâhir ve bâtın olanlarından uzak bulununuz.” (En’am: 151)
“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız şerefli bir yere yerleştiririz.” buyuruyor. (Nisâ: 31)
Nefsin meşru olmayan arzularına uymayı dinimiz haram kılmıştır. Nefis daima kötülüğe meyillidir.
Âyet-i kerime’de:
“Rabb’imin merhameti olmadıkça, nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder.” buyuruluyor. (Yusuf: 53)
Vuslata erebilmek nefis ve şeytanla mücadeleye bağlı kılınmıştır.
Âyet-i kerime’lerde:
“Nefsini tertemiz yapıp arındıran felâh bulmuş kurtulmuştur. Onu kirletip örten kişi ise ziyana uğramıştır.” (Şems: 9-10)
“Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm’ın sulh ve selâmetine girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.” buyuruluyor. (Bakara: 208)
Nefsin her bir arzusu bir put mesabesindedir. Süflî nefsi, his ve meyillerinden arındırıp tezkiye etmedikçe kişi nefsin putlarına tapmaktan kurtulamaz.
Âyet-i kerime’de:
“Gördün mü o hevâ ve hevesini ilâh edinen kimseyi?” buyuruluyor. (Furkan: 43)
İnsanlar nefislerinin hevâ heveslerine tabî olunca nizam ve intizam bozulur, hayatın gerçeklerinden uzaklaşılır.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bütün kötülüklerin bir bir ortaya çıktığı, yapıldığı ahir zamanı, seyyiat zamanını yaşıyoruz. Dünya kurulalıdan beri kötülüklerin ayyuka çıktığı böyle bir devir gelmiş değil. Bütün kötülüklerin anası bu devirde mevcut.
İslâm dininden uzaklaşılması, dinin unutturulması, Allah korkusunun azalması, bütün kötülüklere kapı olmuştur. Genç beyinler nefsin hoş gördüğü, şeytanın güzel gösterdiği yoldan gitmektedirler. İyileri tenzih ederiz...
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Hiçbir zinâkâr, mümin olarak zinâ etmez.
Hiçbir içkici, mümin olarak içki içmez.
Hiçbir hırsız, mümin olarak hırsızlık etmez.
(Bir rivayette) Hiçbir kapkaççı, halkın gözünde kıymetli olan şeyi mümin olarak kapıp kaçmaz.”
(Buhârî. Tecrid-i sarîh: 1889-1890)
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bütün kötülüklerin bir bir ortaya çıktığı, yapıldığı ahir zamanı, seyyiat zamanını yaşıyoruz. Dünya kurulalıdan beri kötülüklerin ayyuka çıktığı böyle bir devir gelmiş değil. Bütün kötülüklerin anası bu devirde mevcut.
Gazeteler, televizyonlar her gün bir kapkaç, gasp, ölüm haber vermekte. Hırsızlık, gasp, soygun, adam öldürme almış başını gidiyor. Halk sokağa çıkamaz, evinde malını, namusunu koruyamaz hâle geldi. Tam mânâsı ile bir cahiliye çağı hüküm sürüyor.
Zina, fuhuş ve hayâsızlık çoğalmış hatta alenileşmiş, açıktan yapılıyor. Medya da bunu aşılamaya çalışıyor, böylece aile kökten sarsılıyor.
İçki, uyuşturucular ve haplarla halk zehirleniyor, hem sağlığı hem de aklı zayi oluyor.
Fâiz sebebiyle şirketler batmakta, işyerleri kapanmakta, kredi kartları sebebiyle yuvalar dağılmaktadır.
Kumar, şans oyunlarıyla halkın parası çarçur olmakta, vaktini boş ve faydasız şeylerle geçirmekte.
Alışverişlerde hile hurda yapılmakta, terazide eksik, malda gedik defo yapılmaktadır.
Çekler, senetler, borçlar ödenmemekte, sözler yerine getirilmemektedir. Ticari ahlâk aranır hâle gelmiştir.
Vatana ihanet, dinde bölücülük almış başını gidiyor. Ahir zaman âlimleri ortalığı istilâ etmiş, hak ve hakikatten gafiller...
Büyü, sihir ve fal işleri insanların uğraşısı olmuş, medet umuluyor.
Karaborsa, sahtecilik, yalancılık, dolandırıcılık diz boyu...
Kötü âmir ve kötü âlimler peşinden gidilenler, sözü dinlenenler olmuş.
Kadın ve erkekler zıvanadan çıkmış, iffet ve namus kavramı unutulmuş...
Emanet ganimet biliniyor. Fakirler ihmal ediliyor. Açlar doyurulmuyor. Garipler horlanıyor.
Süs, lüks içimize girmiş, zenginler zekâtı unutmuşlar.
Bereketsizlik sebebiyle paranın kıymeti yok, zamanın kıymeti yok.
Rüşvet, irtikab, iltimas, suistimal, gulul gibi devleti yıkıcı şeyler her gün duyulmakta...
Dinin direği olduğu halde namaz kılınmamakta. Kılanların yüzde doksanı taharete, istibraya dikkat etmediği için daha camiye girmeden abdesti bozulmuştur, abdestsiz namaz kılmakta, haberi bile olmamaktadır.
Haksız yere adam öldürmeler çoğalmış, ticaret ahlâkı bozulmuş, adaletle iş yapılmıyor. Emanet ganimet biliniyor. Rüşvetin adı hediye olmuş.
Kumarın her türlüsü halkın eğlencesi haline gelmiş, israf diz boyu, eğlence, lüks içinde yaşamak, fakir fukarayı unutup garipleri dışlamak gadâb-ı ilâhi’yi celbetmiştir.
Nikâh zaten yapılmıyor, yapılsa da mehir verilmiyor, öldükten sonra verileceğini zannediyor, kendi âilesi ile zina yapıyor. Mehirsiz dini nikâh olmaz. Emr-i ilâhî olduğu halde öşür verilmiyor. Verilmiyor değil, zaten bilinmiyor. Kimse de vermiyor. O ise bu aynı zekâttır. Zekâtı veren ne kadar insan var? Fâiz, fuhuş almış başını gidiyor. Onun için bu halk bu yerlerden yok olup gitti. Artık yarın huzur-u ilâhi’ye çıkacağız. Nasıl çıkacağımızı O bilir. Herkes kendine yonttu. Ve iş Allah’a kaldı.
Bunların hepsi kıyameti, âhir zamanı yaşadığımızı haber veriyor.
Ve kıyametin küçük alâmetleri bir bir çıkmaya, zuhur etmeye başlamıştır. Ve bu hal son deccale kadar devam edecektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm’ın yalnız ismi, imanın resmi, Kur’an’dan ise harf ve hurufat kalacak.
Gayretleri mideleri, dinleri para, kıbleleri karıları olacak. Onlar aza kanaat etmeyecekler, çok ile de doymayacaklar.”
İnsanlar bu hâle geldiği zaman bunlar zuhur edecek ve çeşitli ibtilâlara maruz kalacaklar. Bunun içindir ki içki, kumar, fuhuş, faiz, denize çırılçıplak girilmesi gibi ve buna mümasil küfür âdetlerinin yerleşmesi, bunların yaygınlaşması, hakikatin kalkması ile artık insanlar her şeye müstehak olmuş demektir.
Halk bu isyanlarının cezalarını hiç şüphesiz ki görecektir.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsi’de buyurur ki:
“Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor! Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor.” (Taberânî)
Kadınlar çılgın, erkekler sarhoş, orta tabaka şaşkın, zenginler azgın.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemleri ve dinarları olacak. Onlar mahlûkatın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.” (Deylemî)
Böyle zamanda böyle insanlar gelecek ve insanlar da böyle cezalanacak.
Dünya cezaları böyle olduğu gibi, ahiretteki cezaları da ebedî cehennemde kalmalarıdır.
Hak ve hakikatten saptıkları için başlarına bu belâlar gelecek.
Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Fuhuş ve ahlâksızlık açıkça yapılıncaya ve dirhem ile dinara tapılıncaya kadar, şöyle şöyle oluncaya kadar kıyamet kopmaz.” (Ahmed bin Hanbel)
Bütün bu Hadis-i şerif’ler kıyametin küçük alâmetlerinin bir bir zuhur ettiğini göstermektedir.
Ulemânın durumu ise meydanda. Bunların yaptığı tahribatı hiçbir papaz ve hiçbir kâfir yapamaz. Çünkü onların cephesi var, tedbirini alırsın. Fakat bunlar İslâm gibi göründükleri için, çok büyük tahribat yaparlar. Dinleyenler sözüne inanır, müslümansa İslâm’dan çıkar, kâfir ise zaten küfründe devam eder.
Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm’ı yaşamak, emr-i ilâhî’yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
•
Dinimiz ahlâkımızı güzelleştirerek, kötülüklerden ve kötü huylardan kaçınmamızı emretmektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Kötülüklerin zâhir ve bâtın olanlarından uzak bulununuz.” buyuruyor. (En’am: 151)
Diğer Âyet-i kerime’lerinde ise şöyle buyuruluyor:
“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız şerefli bir yere yerleştiririz.” (Nisâ: 31)
“Onlar ki günahın büyüklerinden ve hayasızlıklardan kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar işleyebilirler. Şüphesiz ki Rabb’inin mağfireti geniştir.” (Necm: 32)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Helâk edici yedi şeyden sakının!” buyurdular. “Yâ Resulellah! Bunlar hangileridir?” diye sorulduğunda şöyle buyurdular:
“1. Allah’a şirk koşmak,
2. Sihir yapmak,
3. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek,
4. Fâiz yemek,
5. Yetim malı yemek,
6. Savaşta cepheden kaçmak
7. Namuslu müslüman kadınlara zinâ isnad etmek.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 1172)
Bu yedi günahın dışında büyük günahlar olduğunu belirten başka Hadis-i şerif’ler de vardır.
Allah-u Teâlâ’nın nâmütenahi ihsanlarına ve nimetlerine karşı isyan etmek nankörlük demek olduğundan, aslında günahların hepsi büyüktür. Buna rağmen Hadis-i şerif’te beyan buyurulan yedi büyük günah, diğer bütün günahların anası olduğu için, hususiyetle bunlardan sakınmak lâzımdır.
Hadis-i şerif’lerde şöyle buyuruluyor:
“İmân-ı kâmil iki yarımdır. Bunların birisi yasakların işlenmesinden sakınmak, sabır ve diğeri emirlere uymak ve itâat-i ilâhî’den ibâret olan şükürdedir.” (Camius-sağir)
“Muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınandır.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 10)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz etrafında ashabından bir cemaat olduğu halde buyurdu ki:
“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, hırsızlık yapmayacağınıza, zina etmeyeceğinize, çocuklarınızı öldürmeyeceğinize, kendiliğinizden uyduracağınız herhangi bir yalanla iftirada bulunmayacağınıza, dinen bilinen kulluk ve taatta isyan etmeyeceğinize dair bana biat ediniz.
Verdiği bu sözü yerine getirenin sevabı, Allah tarafından karşılanır. Kim ki bu sayılan günahtan birine düşer ve bu dünyada cezasını çekerse, bu onun günahının kefaretidir. Dünyada suçu gizli kalanın cezası Allah’a kalır. Allah dilerse onu bağışlar, dilerse azab eder.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 18)
•
Nefsin meşru olmayan arzularına uymayı dinimiz haram kılmıştır. Nefis daima kötülüğe meyillidir.
Âyet-i kerime’de:
“Rabb’imin merhameti olmadıkça, nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder.” buyuruluyor. (Yusuf: 53)
Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Vallahi ben, vefatımdan sonra Allah’a şirk koşmanızdan korkmuyorum, fakat nefislerinize uymanızdan korkuyorum.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 661)
İnsanın kendi nefsi ile cihad etmesine “Cihad-ı ekber” denilmiştir. Çünkü düşmanların en büyüğü nefistir. Bir insanın sana yapacağı en büyük düşmanlık seni öldürmesidir. Bu ise şehâdetine vesile olduğu için, seni en yüksek mertebeye erdirir. Nefsin elinde ölürsen ebedi hayatın mahvolur.
Bunun içindir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“En şiddetli düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir.” buyurmuşlardır. (Beyhakî)
En büyük düşmanla mücadeleye girişildiği için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde:
“Hakiki mücahid, nefs-i emmâresi ile savaşan kimsedir.” buyurmuşlardır. (Tirmizî)
Vuslata erebilmek nefis ve şeytanla mücadeleye bağlı kılınmıştır.
Bir Âyet-i kerime’de:
“Nefsini tertemiz yapıp arındıran felâh bulmuş kurtulmuştur. Onu kirletip örten kişi ise ziyana uğramıştır.” buyuruluyor. (Şems: 9-10)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor:
“Cehennem nefsin istekleri ile, cennet de nefsin hoşlanmadıkları ile örtülüdür.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 2035)
Nefsin her bir arzusu bir put mesabesindedir. Süflî nefsi, his ve meyillerinden arındırıp tezkiye etmedikçe kişi nefsin putlarına tapmaktan kurtulamaz.
Âyet-i kerime’de:
“Gördün mü o hevâ ve hevesini ilâh edinen kimseyi?” buyuruluyor. (Furkan: 43)
İnsanlar nefislerinin hevâ heveslerine tabî olunca nizam ve intizam bozulur, hayatın gerçeklerinden uzaklaşılır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Allah altmış yaşına kadar ömür verdiği halde, (yaratanı ve yaşatanı tanımayan) kimsenin mazeretini kaldırmıştır.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 2020)
Hakk’a uymayıp, Hakk’ı kendi arzu ve heveslerine uydurmaya kalkışanlar hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Eğer hak onların heveslerine uysaydı, gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi.” (Müminun: 71)
Nefsin arzu ve heveslerine uymayanlar hakkında da Kur’an-ı kerim’de müjdeler vardır:
“Rabb’inin huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyan kimseye gelince, cennet onun varacağı yerin ta kendisi olacaktır.” (Nâziat: 40-41)
•
Günümüzde irtikab edilen bazı menhiyatlar:
Gasp; bir şeyi zorla ve haksız yollarla sahibinin elinden almak, mal sahibinin izni olmadan, o maldan el çektirecek şekilde almak demektir.
İslâm’a göre alım-satımı meşru olan mala “Mütekavvim mal” denir. Gaspta mala el koyma işi hırsızlık yoluyla olmamıştır. Mal sahibinden gasbedileceği gibi, kiracıdan, rehin veya emanet olarak yanında bulunduran kimseden de gasbedilmiş olabilir.
Başkasının malını gasbetmek Kur’an-ı kerim, Sünnet-i seniyye ve İcmâ delilleri ile yasaklanmıştır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Aranızda birbirinizin mallarını haksız sebeplerle yemeyin.” (Bakara: 188)
Amr bin Nüfeyl -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Her kim bir karış toprağı zulüm yoluyla gasbederse, Allah kıyamet günü yedi kat yerin dibinden itibaren onun boynuna dolar.” (Müslim: 1610)
Gasbedilerek zorla ele geçirilen mal haramdır ve büyük günahtır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Hiçbir zinâkâr, mümin olarak zinâ etmez. Hiçbir içkici, mümin olarak içki içmez. Hiçbir hırsız, mümin olarak hırsızlık etmez. (Bir rivayette) Hiçbir kapkaççı, halkın gözünde kıymetli olan şeyi mümin olarak kapıp kaçmaz.” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 1889-1890)
Hadis-i şerif’e dikkat edilirse Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hiçbir zinâkârın mümin olarak zinâ edemeyeceğini, hiçbir içki içenin mümin olarak içki içemeyeceğini, hiçbir hırsızın mümin olarak hırsızlık yapamayacağını ve hiçbir kapkaççının mümin olarak kapkaççılık yapamayacağını çok veciz bir ifade ile beyan buyurmaktadır.
Ebu Âmir el-Eş’arî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetimden muhakkak ki birtakım zümreler türeyecektir. Bunlar zinâ etmeyi, ipekli elbiseler giymeyi, şarap içmeyi, çalgıları helâl ve mübah sayacaklar (yani bunu, utanmayıp açıkça yapacaklar).
Yine bunlardan birtakım zümreler gelip, yüksek tepelerin yanlarına konacaklar. Onların çobanları, hayvan sürüsünü sabah akşam güdüp (evlerine) getirecek.
Onlar mutluluk içinde refah bir hayat yaşarken, yanlarına ihtiyaç içinde bir fakir gelince: ‘Yarın gel!’ diyecekler.
Bunun üzerine Allah bunlara gadap ederek (sevip eğlendikleri) dağı üzerlerine yıkarak bir kısmını helâk edecek, bir kısmını da maymuna ve domuza çevirecek. Onlar kıyamet gününe kadar böyle kalacaklardır.” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 1892)
Bir insan kötü iş ve icraatları yaparken, Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri ona kötü sıfatlar taktığından ötürü; imanını alıyor, İslâm’dan çıkarıyor, sıfatını sıfat-ı hayvâniyeye çeviriyor, kalbini mühürlüyor, artık onu cehenneme gönderiyor.
Allah’tan başka hiç kimse onun suretini bir daha çeviremez.
Başkasına âit olan, korunan, belli miktara ve kıymete sahip malı gizli kapalı bir şekilde almaya hırsızlık denir.
Bir insanı öldürmek veya dövmek, bir uzvuna zarar vermek haram olduğu gibi, malını almak da haramdır. Bu işde kul hakkı vardır.
İslâm, kıyamete kadar bakî kalacak hükümleriyle insanlık haysiyet ve şerefini koruduğu gibi cana, mala ve ırza saldırıyı da en büyük günahlardan telâkki etmiştir, malını müdafaa ederken öldürülen kimsenin şehit olacağını bildirmiştir.
Bu yüzden bu suçlar cezaların en ağırını icabettirir. Yapanlar hakkında açık ve kesin hükümler bulunmaktadır.
Hırsızlığın cezası, hudud denen ağır suçlar sınıfına girer. Müeyyide Kur’an-ı kerim’de tesbit edilmiştir.
Nitekim Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Zâni zinâ ederken mümin olarak zinâ etmez. Hırsız çalarken mümin olarak çalmaz. Şarabı içerken dahi sarhoş mümin olarak içmez.” (Müslim: 57)
İslâm dini aklın muhafazasına çok önem vermiştir. Aklı izale edip faaliyetlerini durdurması yönünden insana çok büyük zararı olan içkiyi ve uyuşturucu maddeleri yasaklamıştır. Çünkü bunlar insanın yalnız aklına ve vücuduna değil; nesline, malına, şeref ve haysiyetine de zarar verir.
İçki içmenin haramlığı kesin delillerle sabittir.
Bu hususta Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şeytan işi pisliklerdir.” (Mâide: 90)
Görüldüğü üzere içkinin haramlığı putlarla beraber zikredilmiştir.
“İçki içen puta ibadet eden gibidir.” (İbn-i Mâce)
Hadis-i şerif’in işaretinden anlaşıldığı gibi, içki içmek puta tapıcılık kabilinden gösterilmiş, diğer taraftan da pislik olarak vasıflandırılmıştır.
“Bunlardan kaçının ki saâdete eresiniz.” (Mâide: 90)
Ondan uzak durmak saâdete ermek için sebep olarak kabul edilmiştir. Bu yasağı çiğnemek ise felâketin tâ kendisi olur.
“Şeytan; içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide: 91)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- bu ifadeyi ilk duyuşunda “Vazgeçtik ey Rabbimiz vazgeçtik!” diye haykırmıştır.
Binaenaleyh insanlar arasındaki ismi ne olursa olsun ve her neden yapılırsa yapılsın, sarhoşluk veren içkilerin azı da çoğu da haramdır.
Bu hususta Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in beyanları ise şöyledir:
“Her sarhoşluk veren şey içkidir ve her sarhoşluk veren şey haramdır.” (Müslim: 2003)
İçkinin haramlığı hususunda İcmâ vardır.
İçki, içilmesi günah olan bir mefsedettir. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz içki içene ceza uygulatmıştır.
Diğer Hadis-i şerif’lerde ise şöyle buyurulmaktadır:
“Ümmetimden bir tâife olur ki içki içerler ve içkinin adını değiştirip istedikleri bir ismi ona takarlar.” (Ahmed bin Hanbel)
“Her ne olursa olsun çoğu sarhoşluk veren şeylerin azından da sakınınız.” (İbn-i Mâce)
“Çoğu sarhoşluk veren şeylerin azından da sizi nehyederim.” (Tirmizî)
“Her sarhoşluk veren haramdır.” (Buhâri)
“Her sarhoşluk veren hamrdır (alkollü içkidir).” (Camius-sağir)
“Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.” (Tirmizî)
“İçkiden uzak durunuz. Çünkü o her kötülüğün anahtarıdır.” buyurmuşlardır. (Hâkim)
“İçki içen, onu içtiği sırada kâmil bir mümin olarak içemez.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 1889)
“İman nûru şarab içenin kalbinden çıkar.” (Camiu’s-sağir)
“İçki bütün kötülüklerin anasıdır. İçki içenin kırk gün namazı kabul olunmaz. Eğer içkili olarak ölürse, cahiliyye ölüsü hâlinde göçmüş olur.” (Camiu’s-sağir)
“Dünyada içki içip de tevbe etmeden ölen, âhirette cennet şarabından mahrum olur.” (Buharî, Tecrîd-i sarîh: 1888)
“Müskiratı (alkollü içkileri) içen kimsenin Cenâb-ı Allah’ın rahmetinden mahrum olacağı Tevrat ve İncil ve Kur’an’da da beyan buyurulmuştur.” (Camiu’s-sağir)
“Allah-u Teâlâ derdi de devâyı da indirmiş ve her derd için bir devâ halketmiştir.
Öyle ise, hastalıklarınızı tedâvi ettiriniz! Fakat haramla tedavi ettirmeyiniz.” (Ebu Dâvud)
“İçki ilâç değil, hastalık ve dertlerin ta kendisidir.” (Müslim)
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi, üzerinde içki içilen sofraya oturmaz.” (Ahmed bin Hanbel)
“Alenen haram işleyen fâsık kimselerin ziyâfet dâvetine icâbet menhiyâttandır.” (Heysemî)
•
İçki İle İlgili Hükümler:
a. Zaruret durumu dışında azını da çoğunu da içmek haramdır.
b. İçkiyi helâl sayan kâfir olur.
c. Müslüman için alış, satış, hibe ve benzeri yollarla şaraba mâlik olmak veya başkalarına mülk olarak vermek haramdır.
Çünkü bunlar içkiden yararlanmadır, bu ise bir müslüman için haram kılınmıştır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah içkinin kendisini, içeni, sunanı, satıcısını, satın alıcısını, imal edeni, imal ettireni, taşıyanı, taşıttıranı lânetlemiştir.” (Tirmizi)
d. İçki ağır şekilde (muğallaz) bir necis maddedir. Bir dirhemden fazlası elbiseye dökülse, namazın câiz olmasını engeller.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Maide suresinin 90 ve 91. Âyet-i kerime’lerinde kumarı da içki ile beraber haram kılmıştır.
Âyet-i kerime’de içki ve kumarın şeytan işi olduğu, müminler arasına düşmanlık ve kin soktuğu, zikrullahtan ve namazdan alıkoyduğu beyan edilmektedir.
Kumar da içki gibi büyük günahlardandır.
Sonunda para kazanılan veya kaybedilen; zar, oyun kâğıtları, piyango, spor toto, müşterek bahis gibi her türlü şans oyunları kumardır.
Kumar oynamakta kullanılan âlet ve metod ne olursa olsun, nasıl oynanırsa oynansın bu oyunların hepsi haramdır.
Mal insanların ihtiyaçlarını görmek, mâişet ve saadetlerini temin etmek için ihsan olunmuş bir nimettir. Kumar ve benzeri yollarda israf edilmesi, yaratılış gayesine terstir.
Kumar sadece kendi kötülüğü ile kalmaz, içki, kin, intikam, hırs... gibi pek çok kötülükleri de beraberinde getirir. Kumar yüzünden insan kendine karşı, ailesine karşı, içinde bulunduğu cemiyete karşı, Yaratan’ına karşı vazifelerini yapamaz. Dünya saadetinden, âhiret selâmetinden mahrum olur.
Gününü değil ânını bile boşa geçirmemesi gereken insan, ömrünü hevâ ve hevesinin peşinde oyun ve eğlence ile ziyan etmemelidir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Tavla oynayan bir kimse, elini domuz etine ve kanına bulamış gibi olur.” (Müslim)
“Tavla oynayan, Allah ve Resul’üne isyan etmiştir.” (Ebu Dâvud)
“Satranç oynayanlar Allah’ın rahmetinden mahrumdur.” (Münâvî)
“Arkadaşına gel kumar oynayalım diyen kimse sadaka versin.” (Buharî)
“Bir şeyi gizlice almak, hırsızlık yapmak” mânâlarına gelen gulûl; taksim edilmeden önce ganimet mallarından bir şey çalmak demektir. “Devlet malına hıyanet etmek” de bu türdendir.
Uhud savaşında Ayneyn geçidine yerleştirilen okçuların kendilerine ganimetten pay verilmeyeceği endişesiyle yerlerini terketmesi ve bunun sonucunda müslümanların büyük zarar görmesi dolayısıyla nâzil olan Âyet-i kerime’de bir Peygamber’in ganimetlerin taksiminde haksızlık yapmayacağı belirtilmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Bir peygamber için ganimet malına ihanet etmek olur şey değildir.” (Âl-i imran: 161)
Ganimet malından gizli bir şey çalmak emanete hıyanet etmektir. Devlet malından çalma ve onları kötüye kullanma da böyledir.
“Kim bu hıyanetliği yaparsa, kıyamet gününde hıyanet ettiği şeyle gelir.” (Âl-i imran: 161)
Çalmış olduğu şeylerle orada bulunanların huzurunda rezil olur.
“Sonra herkese kazandığı tastamam verilir ve onlara asla zulmedilmez.” (Âl-i imran: 161)
İsyankârın cezası artırılmayacağı gibi, itaatkârın sevabı da eksiltilmez.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
“Bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- aramızda bulunduğu bir sırada ayağa kalkarak hıyaneti andı, onu büyüttü de büyüttü, onun halini de büyüttü.
Sonra şöyle buyurdu:
“Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda böğürmesi olan bir deve olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiç bir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda kişneyişi olan bir at olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiç bir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda meleyişi olan bir koyun olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiç bir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda çığlığı olan bir kimse olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiç bir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda dalgalanan elbiseler olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiç bir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda altın, gümüş olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiç bir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.” (Müslim: 1831)
Bu Hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki, gerek ganimet malından ve gerekse devlet malından çalınıp aşırılan her şey kıyamet gününde hainlerin boynunda asılı olarak gelecektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir cümle ile ifade edilebilecek bir hususu, aynı kelimelerle ayrı ayrı beyan etmesi hıyanetin vebalini büyütmek ve zihinlerde kuvvetle yerleşmesini sağlamak içindir.
Her ne kadar bu Hadis-i şerif’te değeri yüksek olan şeyler zikredilerek ihanetten men edilirse de, diğer bazı Hadis-i şerif’lerde; ayakkabı bağı, iğne, iplik ve hatta bunlardan daha değersiz olan devlete âit şeyleri çalmanın aynı şekilde hıyanet olduğu, ganimet malından böyle değersiz küçük bir şey çalmış olarak cephede ölen bir askerin şehitlik mertebesini kaybedeceği belirtilmektedir.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Hayber savaşının vukû bulduğu gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- in ashabından bir kaç kişi gelerek ‘Filân şehit, filân şehittir!..’ dediler. Nihayet bir kişinin yanına vararak ‘Bu da şehittir!’ dediler.
Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“Hayır! Ben onun aşırdığı bir hırka yahut yağmurluktan dolayı cehennemde gördüm.” buyurdu.
Sonra da:
“Ey Hattab oğlu! Git de ‘Cennete müminlerden başkası giremez.’ diye topluluğun içinde nidâ et!’ buyurdu.
Ben de çıktım ve:
‘Dikkat! Cennete müminlerden başkası giremez!’ diye nidâ ettim.” (Müslim: 114)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte Hayber savaşına çıktık. Allah da bize fethi müyesser kıldı. Ganimet olarak altın ve gümüş almadık. Sadece eşya, yiyecek ve giyecek aldık. Sonra Vâdil-kurâ’ya çekildik. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- in kölesi gölgeliğe girmek için ayağa kalktı. Bu esnada kendisine bir ok isabet etti, eceli de bundan oldu.
Bunun üzerine biz ‘Ona şehadet mübarek olsun yâ Resulellah!’ dedik.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“Hayır! Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Hayber’de taksim edilmemiş olan ganimetlerden almış olduğu şu hırka ateş olmuş, onun üzerinde alev alev yanmaktadır.” buyurdu.
Herkesi bir korku almıştı. Derken bir kimse bir veya iki adet pabuç tasması getirdi ve ‘Yâ Resulellah! Bunu Hayber’de almıştım’ dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Ateşten bir pabuç tasması, yahut ateşten iki pabuç tasması!” (Müslim: 115)
Görülüyor ki çalınan şeyler ateş haline getirilerek hıyanet edenler onlarla azab edilecektir.
Yine görülüyor ki hain harpte öldürülse bile ona şehit denilemez.
•
Adiyy bin Amîre el-Kindî -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre “Ben Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- in şöyle söylediğini işittim.” demiştir.
“Sizden herhangi bir kimseyi memur tayin ettiğimizde, o bizden bir iğneyi veya iğneden daha değersiz bir şeyi gizleyecek olursa bu bir hıyanettir. Kıyamet gününde onunla gelir.”
Bunun üzerine Ensar’dan siyah bir kimse ayağa kalkarak “Yâ Resulellah! Bana verdiğin memuriyeti geri al!” dedi. Ben onu hâlâ görür gibiyim.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- “Bu da ne demek oluyor?” diye sordu. O kimse “Senin şöyle şöyle söylediğini işittim?” deyince, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Ben aynı şeyleri şimdi bir kere daha söylüyorum. Sizden kimi bir vazifeye tayin edersek, az çok ne elde ettiyse getirsin. Ondan kendisine, tarafımızdan verileni alsın, men edilenden kaçınsın.” (Müslim: 1833)
•
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- şöyle söylemiştir:
“Bir toplulukta devlet malından hırsızlık (Gulûl) zuhur ederse, Allah o topluluğun kalplerine korku salar.” (Muvatta. Cihad: 26)
Midelerine haram girince, kalplerini korku sarar ve düşmanlarıyla karşılaşmak istemezler. Düşmanları da onlara galebe çalar.
Memuriyeti şahsi menfaatlere âlet etmek, devlet malını şahsi işlerde kullanmak haramdır. Küçüğünden büyüğüne kadar bu husus her şeye şamildir.
Meselâ en basitinden, kişi çalıştığı işyerinin telefonunu kendi şahsi işleri için kullanamaz, kullanırsa bedelini ödemesi gerekir.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- bu işlerin en güzel numunesini vermiştir. Devlet işlerini gördüğü sırada kabul ettiği ziyaretçisiyle hususi sohbetine geçerken devlet mumunu söndürmüş ve şahsi mumunu yakmıştır.
Ömer bin Abdülaziz -rahmetullahi aleyh- halife olur olmaz kağıt tahsisatını kısmıştı. Medine vâlisi Ebu Bekir bin Hazm, bir mektup yazarak tahsisatın arttırılmasını talep edince şu cevabı aldı:
“Kaleminin ucunu incelt, satırları sık tut, ihtiyaçlarını ayrı ayrı değil toptan yaz. Ben müslümanların malından, lüzumsuz sarfiyata tahsisat ayıramam.”
Memur veya bir işçinin, hasta olmadığı halde istirahat raporu alması da haksız kazançtır. Kazancın helâl olması, kişinin o parayı haketmesi ile mümkündür.
Binaenaleyh vazife yapılmadan alınan para haramdır. Kişi hem yalan söylemektedir, hem sahtekârlık yapmaktadır, hem de vazifeden kaçmaktadır.
Diğer taraftan hasta olmadığı halde hasta görünmekle şu Hadis-i şerif’in şümulüne girmektedir:
“Hasta olmadığınız halde kendinizi hasta göstermeyiniz. Hemen hasta olursunuz ve ölürsünüz.”
Eğer gerçekten zaruri bir iş için rapor alınmışsa, o günlerin hesabı yapılır, maaştan kesilerek çalıştığı daireye harcanır. Çünkü o senin hakkın değil.
Hususiyetle devlet kapısında olmak üzere, gayeye ulaşmak için yetkiliye gayri meşru olarak verilen para veya mala rüşvet denilmektedir.
Bir hakkın iptali veya hakkı olmayan bir şeyin elde edilmesi için verilen şey mânâsına da gelir.
Kişilerin hakkı olmadığı halde bir menfaati elde etmek için verdikleri ve aldıkları her şey rüşvettir.
Başkasının malını haksız olarak yemenin haram yollarından birisi de rüşvettir. Hangi şekilde ve hangi isim altında bulunursa bulunsun dinimiz rüşveti yasaklamıştır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Aranızda birbirinizin mallarını haksız sebeplerle yemeyin, bildiğiniz halde günaha girerek insanların mallarından bir kısmını yemek için onu hâkimlere (rüşvet yollu) aktarmayın.” buyuruyor. (Bakara: 188)
Yanlış yolda olduğunuzu ve günah işlediğinizi bile bile bu gibi haram yollara tevessül etmeyin.
Allah’ın gadabını gerektirecek kadar kötü olan rüşveti alan da veren de, hatta vasıta olan da günahta eşittir.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Rüşvet alana, verene ve vasıta olana Allah lânet etsin.” (Hâkim)
Rüşveti alan, veren kim olursa olsun büyük bir haram işlemiş olmakla beraber, bilhassa adalet mevkiinde bulunan hâkimlerin hükümlerine tesir edecek şekilde alacakları rüşvet, çok daha ağır bir mesuliyettir.
Nitekim Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- şöyle söylemiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- hükümde rüşveti alan ve veren kimseyi lânetlemiştir.” (Tirmizî: 1336)
Çünkü hak sahibinin hakkını elde etmesi ve kimsenin zulme uğramaması için çalışmak bunların vazifesidir.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Halk arasında hüküm veren her hâkim kıyamet günü geldiğinde bir melek onun ensesinden tutar. Sonra melek başını semaya kaldırır. Eğer meleğe ‘Onu at!’ diyen olursa, melek onu cehennemin öyle derin bir çukuruna atar ki, kırk yılda o çukurun dibine varabilir.” (İbn-i Mâce: 2311)
Bir hâkimin bu duruma düşmesi, haksız yere hüküm vermesi sebebiyledir. Adaleti elden bırakmayan, Allah-u Teâlâ’nın rızâsı mucibince hakkaniyetten ayrılmayan hâkimler için böyle bir emir verilmez.
Hükümlerinde adaletten ayrılmayan hâkimlerin kavuşacakları mükafatlara dair Hadis-i şerif’ler de pek çoktur.
Abdullah bin Ebî Evfâ -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Hâkim zulmetmedikçe, şüphesiz ki Allah onunla beraberdir. Hâkim zulmedince Allah onu kendi nefsi ile başbaşa bırakır.” (İbn-i Mâce: 2312)
Rüşvete hediye isminin verilmesi, onu haramdan helâle çevirmez.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ezd Kabilesinden bir zâtı zekât toplamak üzere göndermişti. Bu zâtın vazife dönüşü “Şunlar zekât malı, şunlar da bana verilen hediyelerdir.” demesi üzerine Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz minbere çıkarak Allah’a hamd-ü senâdan sonra şöyle buyurdu:
“Gönderdiğim memura ne oluyor ki, ‘Bu sizin, bu da bana verilen hediyedir.’ diyor. Babasının ya da annesinin evinde otursaydı, ona hediye verilir miydi?
Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz haksız yere bir şey alırsa; o aldığı deve, sığır veya koyun, omuzuna yükletilmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkacaktır.”
Sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz koltuk altları görünecek şekilde ellerini kaldırıp üç defa “Yâ Rabb, emrini tebliğ ettim mi?” buyurdu. (Buharî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin, memuriyeti şahsi menfaatlere âlet edilmemesi hususunda yaptığı tebliğat son derece etkili olmuştur.
Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- der ki:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- beni Yemen’e göndermişti. Hareket edip yürüdüğüm zaman arkamdan birini göndererek beni çağırdı.
Yanına varınca:
‘Sana niye adam gönderip geri çağırdığımı biliyor musun?’ buyurdu ve ilâve etti:
“Benim iznim olmadan hiç bir şey almayacaksın! Zira bu gulûldür (hırsızlıktır). Kim gulûl yaparsa, kıyamet günü aldığı şey ile gelir. İşte bunun için seni çağırdım. Artık işine gidebilirsin.” (Tirmizî: 1335)
Bu tarzda meselenin tebliğ edilmesi, onun hafızasında canlı olarak kalmasında müessir olması içindir.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- bir deve satın alarak meraya salmıştı. Deve orada otlayarak hayli beslendi. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- çarşıda gördüğü bu besili devenin kime ait olduğunu sordu. Oğlunun olduğunu öğrenince onu çağırttı. Kendisini dinledikten sonra çok celallendi. “Emirül-müminin’in oğlunun devesini güdün, sulayın, besleyin öyle mi? Olmaz böyle şey! Ey Abdullah! Deveyi sat, sermayeni al, fazlasını beytülmâle koy.” buyurdu ve öyle de yapıldı.
Ömer bin Abdulaziz -rahmetullahi aleyh- in canı meyve istemişti. O anda ne meyvesi vardı, ne de meyve alacak parası vardı. Halifeye hediye olarak meyve getirilmişti. Fakat o, meyveden bir tanesini alıp kokladıktan sonra tabağa geri koydu. Yanındakiler “Resulullah Aleyhisselâm ve onun halifeleri hediye kabul ederlerdi. Sen niye kabul etmiyorsun?” diye sordular. O da şu cevabı verdi:
“Hediye Resulullah Aleyhisselâm zamanında hediye idi, fakat onlardan sonra hediye memurlar hakkında rüşvettir.”
İslâmiyet’te ticaretin temeli doğruluk ve iyiliktir. Alıcı ve satıcının gönül rızâları, fiyat hususunda insaf ve itidâlden ayrılmamaları, karaborsacılık yapılmaması, haram ve helâl hudutlarına riayet olunması; fâizcilikten, ölçü ve tartıda hile yapmaktan, aldatmaktan, yalan söylemekten, yemin etmekten, haddinden fazla pahalıya satmaktan kaçınılması... gibi kaideler, ticaret hayatının mühim şartlarındandır.
Daha çok kazanabilmek için fiyatların artmasını bekleyerek halkın ihtiyaç duyduğu malları satmayıp stok etmeye karaborsacılık denilmektedir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
“Bir kimse müslümanların zararına yiyecek maddelerini depolar ve piyasaya sürmezse Allah o kimseye cüzzam hastalığını verir ve onu iflâs ettirir.” (İbn-i Mâce: 2155)
Karaborsacılık haramların en büyüklerindendir ve umuma şamil bir zulümdür.
Depolanan malın satın alınmış bir gıda maddesi olması, piyasada darlık bulunması ve bir ay gibi yeterli bir süre geçmesi karaborsacılığın şartlarındandır.
Karaborsacı ihtiyacı dışındaki malı satmaktan kaçınırsa bu takdirde devlet onun malını râyiç bedelle alır ve ihtiyaçlılara dağıtır, parası kendisine verilir.
Bir kimse kendi ürettiği mahsulü depolayıp bekletebilir. Bolluk zamanında alıp saklayabilir ve kıtlık zamanında kendi ihtiyacı için satın alabilir. Bu durum karaborsacılık değildir.
Satılan malın gizli ve açık bütün hata ve kusurlarını söyleyip hiçbirini gizlememelidir. Malın kusurunu müşteriden gizlemek, hile yapmak haramdır. Bu yolla elde edilen kazanç da haramdır.
Bir kimse kendisine yapıldığı zaman sevmediği bir muameleyi başkalarına da yapmamalıdır.
Dinimiz fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarını kesin olarak haram kılmıştır.
Haram oluşu hem Âyet-i kerime hem Hadis-i şerif ile sabittir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde:
“Fâizi yemeyiniz.” (Âl-i İmran: 130)
“Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır.” buyuruyor. (Bakara: 275)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Allah fâiz yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)
“Fâizde alan-veren eşittir. (günaha ortaktır.)” (Müslim)
Fâizin helâl olduğunu iddiâ etmek küfürdür.
Cahiliye adetlerinin en yaygınlarından birisi de fâizdir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ Hacc’ında cahiliye adeti olan fâizi ayakları altına aldığını ve kaldırdığını beyan etmişti. Kaldırdığı ilk fâiz de amcası Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-in fâizi idi.
İnsanlar arasındaki sevgi, saygı ve yardımlaşma duygusunu yok eden, mal hırsını arttırıp Allah’a karşı kulluk ve infak vazifesini unutturan fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarını dinimiz kesin olarak haram kılmıştır. Şüpheli şeylerden korunmak mendup olduğu halde, fâiz şüphesinden korunmak vâcibtir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz fâizin her çeşidinin günahını otuzaltı zinâya eşit saymıştır.
Âyet-i kerime’de:
“Eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. “ buyuruluyor. (Bakara: 279)
Fâizciler hakkında buyurulan hem lâfzî hem de manevî ve şiddetli tehdit hemen hemen başka hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.
Allah ve Resul’üne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.
Aslında onların ne Hazret-i Allah’la ne de Resul’ü ile harp etmeleri mümkün değildir. Asıl harbi Allah ve Resul’ü onlara açmıştır. Fâizcilerin dünya ve ahirette hezimete uğrayıp perişan olmaları mukadderdir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanındaki cemaate konuşurken bir kimse gelerek:
‘Yâ Resulellah! Kıyamet ne zaman kopacak?’ diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiğinde:
“Sual sahibi nerede?” dedi.
O kimse:
‘İşte buradayım yâ Resulellah!’ karşılığını verdi.
Resulullah Aleyhisselâm:
“Emanet zâyi edildiği vakit kıyameti bekle!” buyurdu.
O kimse yine:
‘Emanet nasıl zâyi edilir?’ diye sordu.
“İş ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 54)
İşte şimdi tam o zaman.
Üzerine aldığı iş hakkında hiç ilgisi bilgisi olmadığı halde o işin başına geçiriliyor.
Yani daha doğrusu işe adam aranmıyor da, nâehil olduğu halde adama iş veriliyor.
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Zamanın bereketi azalıp; sene ay kadar, ay hafta kadar, hafta gün kadar, gün saat kadar, saat de ateşte kuru otun yanması kadar kısalmadan kıyamet kopmaz.” (Tirmizî: 2332)
İşte şimdiki zaman... Bereketsiz bir devir. Gece ve gündüzlerin nasıl geçtiği hiç anlaşılmıyor.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Kıtlık ve fitneler yılı; yağmurun yağmaması değil, yağmurun yağıp yağıp da bitki adına birşey bitirmemesidir.” (Müslim)
Hiç hayır olmayacak, hayır kalktığı için yağmur yağsa da bereket olmayacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyurdular ki:
“Hayâ ile iman bir arada bulunur, birbirinden ayrılmazlar. (yani biri gidince öteki de kalmaz).” (Câmiu’s-sağir)
Hayâ, bir müminde bulunması gereken en mühim hususiyetlerden birisidir.
“Utanmazsan dilediğini yap!” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 2002)
Hadis-i şerif’i müslümanların en belirleyici ahlâki vasfını ve terbiyesinin karakterini belirlemektedir.
Enes -radiyallahu anh-in rivâyet ettiği diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.” (İbn-i Mâce: 4181)
Durum böyle olunca işi ciddi tutmak, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’ın hükmünün olduğu yerde mahlûkun hükmünün geçmeyeceğinin idraki içinde olmak gerekir.
Zinâ, fuhuş ve benzeri gayr-i meşru hayasızlıkların yaygınlaştığı bir memleketin ve halkının başına herhangi bir felâket ve musibetin geleceği mukadderdir. Bugün olduğu gibi.
•
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Bir memlekette zinâ ve fâiz yaygınlaşırsa, o memleket halkı Allah’ın azabını mutlaka helâl kılmış, hak etmiştir.” (Taberâni)
Daha evvel arzettiğimiz gibi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Çalgıcı kadınlar ve çalgı aletleri türediği zaman... Kızıl rüzgâr, zelzele ve yere batma gibi... Afetleri bekleyin.” buyurmuştu.
Bunlara itibar ediliyor. Bütün fuhuş, fenalık, rezalet alenen meydanda ve bunlara rağbet ediliyor. Sanat adı altında yapılıyor ve televizyonlarda gösterilerek onca imanlar söndürülüyor. Allah-u Teâlâ onlara lânet eder, hiçbir surette onlara rahmet nazarı ile bakmaz.
Cahş’ın kızı Zeynep -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
“Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kere telaşla:‘Lâ ilâhe illâllah’ diyerek odama girdi. Baş parmağıyla onu takip eden (şehadet) parmağıyla halka yaparak;
“Yaklaşan fitne ve belâdan vay Arapların haline! Bugün Ye’cüc ve Me’cüc seddinden bu kadar delik açıldı.”
Bu sırada ben; ‘Yâ Resulellah! İçimizde bu kadar sâlihler varken biz de helâk olur muyuz?’ diye sordum.
“Evet fısk-ı fücür, fuhuş, masiyet çoğalınca (helâk olursunuz)” diye cevap verdi.” (Buhari Tecrid-i sarîh: 1372)
O gün gelmezden evvel tevbe edip Allah ve Resulü’ne yönelenlere ne mutlu! Allah-u Teâlâ dilediğini dilediği şekilde kurtarır. Bu gibi kimselerin dünyası saâdet olur. Çünkü o Hakk ile idi halk ile değil.
Hadis-i şerif’te ise:
“Allah bir topluluğa azap indirince, bu azap onların hepsine dokunur. Sonra kıyamet gününde herkes kendi ameline göre haşrolunur. (Sâlihler mükâfatını görür, fâsıklar azap olunur.)” buyuruluyor. (Buhârî Tecrid-i sarîh: 2119)
İyiler saâdet-i ebediye’ye nâil oldukları gibi cennet-i âlâ’ya girerler, en güzel bir hayatla yaşarlar, kendilerine vadolunan ilâhi mükâfatlara nâil olurken sonsuz bir hayatla müşerref olurlar.
Ve fakat azgın nankörlere gelince küfürleri sebebiyle bu azgın cahillere hazırlanmış ilk ziyafet kaynar sudur. Sonra cehenneme atılırlar. Ateş içinde yiyecekleri zakkum, içecekleri kanlı irindir. İsyan edip karşı gelenlerin cezası budur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Hayânın azlığı küfür alâmetidir.” buyururlar. (Münâvî)
Dinin öngördüğü nikâha önem verilmedi. Ahkâma mucip âile hayatı yaşanmadığı için nesil de böyle oldu.
Bu hayâsızlık insanları imansızlığa sevketti. Hayasızlık ve imansızlık neticesinde de nesil bu hale geldi. Hiçbir hüküm tanımıyor.
Bir de haram lokma. Küffar bu necip milleti hiçbir şekilde yenemedi, bozamadı. Ancak fâizi sokmakla, haram lokmayı tattırmakla, bu güzel millet bozuldu.
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)
Hakk’tan kopmuşlar. Kimi particilerin, kimi türeme imamların, kimi de şeyh zannettiği şeytanların peşinde ve izinde. Kimisi küffara hayran, İslâm’ın yalnız ismini taşıyor.
Zenginler sarhoş, kadınlar çılgın, orta tabaka şaşkın ve şuursuz.
Gönüller hep perişan.
Elektrik mühendisi bir kardeşe: “Sen elektrikçisin. Bir insan ceryana tutulursa ne olur?” diye sorduk. “Çarpar!” dedi. Bunun üzerine: “Ya öldürür, ya sakat bırakır. İşte haram budur.” dedik.
Harama irtikap edenlerin oturduğu koltuk elektrikli sandalyedir. O kişi, o anda ölüme mahkûmdur. Yani ruhu o anda ölmüştür, yaşayan canlı cenazedir. O koltuğa hevesli, cebine hevesi çok amma, oturduğu anda elektrikli sandalyeye oturduğunu çok iyi bilmelidir, ebedî hayatını söndürmüştür.
•
Uyan be kardeş! Şu Âyet-i kerime’yi düşün ve günahlarına tevbe et! Hazret-i Allah’tan affını iste! Allah’ın dinini, Resulullah Aleyhisselâm’ın sünnetini yaşamayı gaye edin ve azmet!
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. O yine de çoğunu affeder.” (Şûrâ: 30)
Dinimiz evlilik dışı münasebetleri haram kılmıştır. Çok çirkin bir fiil olup, şiddetle yasaklanan büyük günahlardan birisidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Zinâya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” buyuruyor. (İsrâ: 32)
Çünkü insanı tahrik ederek zinâya götüren şehvet duygusundan ve tehlikelerden emin olmak, ancak zinâya yaklaşmamakla mümkün olur. Yaklaşıldığı takdirde bu emniyeti sağlamak güçleşir.
Zinâ öyle bir hayasızlıktır ki, neticesinde nesep bozulur, nesiller soysuzlaşır. Oysa ki İslâm dini neslin korunmasına büyük önem vermektedir.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın.” (En’am: 151)
Buyurmuş, adam öldürme fiilini zinâ fiili ile anarak yasaklama getirmiştir. Çünkü zinâ da aslında nesli öldürme niteliğindedir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İlmin kalkması, cehaletin kökleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinânın çoğalması kıyamet alâmetlerindendir.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 71)
“Bir memlekette zinâ ve fâiz yaygınlaşırsa, o memleket halkı Allah’ın azabını mutlaka helâl kılmış, hak etmişlerdir.” (Taberâni)
“Zinâ gibi fuhşiyâtın zuhûru, yerin sarsılmasını mûcib olur.” (Camius-sağir)
“Zinâdan sakınınız. Zira zinâda dört hâl vardır. Yüzde olan güzellik nurunu, rızıkta olan hayır ve bereketi giderir. Cenâb-ı Allah’ın gadabını ve uzun süre cehennem azâbına uğramayı gerektirir.” (Camius-sağir)
“Zinâ, fakirlik meydana getirir.” (Münâvî)
“Kim iki çene arasını (haram lokma ve kötü sözden), iki bacak arasını (zinâ ve kötülüklerden koruyacağına) bana söz verirse ben de ona cenneti söz veririm.” (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 2032)
En mühimi de uhrevî zararlarıdır ki, bu gibi kimselerde Allah korkusu ve ahiret endişesi zayıflar, kalbi kararır.
Hadis-i şerif’lerde şöyle buyuruluyor:
“Bir kul zinâ ettiği zaman, iman nûru kalbinden çıkar, bir gölge gibi başının üstünde durur. Ancak tam bir tevbe ettiği zaman dönüp kalbine girer.” (Camiüssâğir)
“Bir kimse zinâ ederse imanı ondan çıkar. Şu kadar var ki tam bir pişmanlıkla hâlisan tevbe ederse affolunur.” (Tirmizî)
“Şüphesiz zinâ eden kimselerin vücudu kıyamet gününde ateş kesilir, fırın gibi alev alır parlar.” (Camius-sağir)
Bir iman zafiyetinin neticesi olarak, çocuğu olmayan nice kimseler, olsun diye her türlü hileye başvurdukları gibi; birçok kimseler de olacak olan çocuğu olmasın diye İslâmî olmayan usüllere başvurmaktadırlar.
Bu ise günümüzün mühim hastalığıdır. Bu gibi yersiz hareketler takdir-i ilâhiyi bozmaya çalışmak mânâsına gelir.
Allah-u Teâlâ’ya teslim olan, onun taksimât-ı ilâhîsine râzı olur, telâşa lüzum görmez, doktorlara başvurmaz.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Cenâb-ı Hakk’ın takdirine râzı olan kimse gönül zenginliğine sahip olur.” (Münâvî)
Bütün bunlar hep şeytanın oyunları ve icraatlarıdır.
Nitekim Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere şeytan cennetten kovulduğunda insanları nasıl yoldan çıkaracağını itiraf ederek şöyle dedi:
“Öyle ise beni azdırdığın için andolsun ki, ben de onları saptırmak için, senin doğru yolun üzerinde tuzak kuracağım.” (A’raf: 16)
Onları şaşırtıp eğri büğrü yollara sevketmenin çarelerini arayacağım.
“Onlara emredeceğim, Allah’ın yaratışını değiştirecekler.” (Nisâ: 119)
Şeytan böyle demişti, dediği gibi de istediğini yaptırıyor. Bunları yaptırırken de onlara bir tat ve ümit veriyor, peşine koşturuyor, rızâ-i Bâri’den uzaklaştırıyor.
İşte Âyet-i kerime’ler, işte yaptıkları işler!
Rahim bir kabre benzer
Dıştan iç âlemi bilinmez
Allah-u Teâlâ onu dayadı döşedi
Çocuk için müdahale edilmez.
Bu nokta çok mühimdir, bugünün çok mühim bir hastalığıdır.
Hatta o kadar ki, çocuk olsun diye yabancı yerden alanlar bile var.
Kimileri de tüp bebek usûlüne başvuruyorlar. Bu ise doğrudan doğruya bir hayâsızlıktır, ilâhî ahkâma uygun değildir ve aynı zamanda zinâdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerde neyi eksik neyi ziyade edeceğini bilir.” (Ra’d: 8)
Burada Allah-u Teâlâ ilminin mükemmelliğini ve hiçbir şeyin O’na gizli kalamayacağını, bütün canlıların dişileri arasında hamile kalanların erkek mi dişi mi, hilkati tam mı eksik mi, güzel mi çirkin mi, uzun mu kısa mı ve daha buna benzer bütün hususları ezelî ilmi ile kuşattığını haber vermektedir.
Normalden farklı olan erken doğumlar veya sakat doğanlar bile kendiliğinden olmuş şeyler değildir, sırlar âleminde Allah-u Teâlâ’nın ilmi ve iradesi sayesinde meydana gelen hadiselerdir.
“O’nun katında her şey ölçü iledir.” (Ra’d: 8)
Başından sonuna kadar belli sınırlar içinde bir takdir iledir. Her şeyin haddi ve hududu vardır. Bu miktar ve sınırı aşmaz ve ondan daha aşağı da düşmez. O’nun ilmi ile çerçevelenmiş olmayan hiçbir şey yoktur.
Allah-u Teâlâ’nın kelâmına iman eden böyle işlerle uğraşmaz. İman etmeyenin ise İslâm’la ilgisi kalmaz.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Hayânın azlığı küfür alâmetidir.” (Münâvî)
Zira kul hayâ etmedikçe Allah’tan korkmaz.
•
Çocuk olması için bu kadar ısrarlı olmak bu derece hata ise, çocuk aldırmak da büyük günahtır ve Hazret-i Allah’ın takdirine tamamen karşı gelmektir. “Sen verdin, ben istemiyorum.” mânâsına gelir. O verdi sen istemedin, O seni ister mi? Sen artık Hazret-i Allah’ın kulu değilsin, nefsinin ve şeytanın kulusun.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Geçim endişesi ile (fakirlik korkusuyla) çocuklarınızı öldürüp canına kıymayın.” (İsrâ: 31)
Bu Âyet-i kerime’de belirtildiği gibi kürtaj bir cinayettir. Cahiliye devrinde kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Aynı cahiliyet devam ediyor. Bugün ise daha rahimde iken öldürüyorlar. Bu apaçık bir katliamdır, Allah-u Teâlâ’nın hükmüne rızâ göstermemektir.
“Biz onların da sizin de rızkınızı veririz.” (İsrâ: 31)
Rızıkla ilgili düzenleme Allah-u Teâlâ’nın elinde olduğuna göre; çoluk çocuk sahibi olmanın, çocukların kız veya erkek olmasının fakirlikle hiçbir ilgisi yoktur demektir. Kullarına bir babanın evlâdına olan merhametinden daha çok merhametlidir, çocukların rızkını kendi teminatı altına almıştır.
“Onları öldürmek gerçekten büyük günahtır.” (İsrâ: 31)
Bu cinayetin vebali pek büyüktür. Çünkü beşeriyetin devam etmesi evlât silsilesinin devamına bağlıdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, insanlara öyle bir zaman gelecek, katil niçin öldürdüğünü, maktül de niçin öldürüldüğünü bilmeyecektir.” (Müslim: 2908)
Bugünkü anarşi beyan ediliyor.
Niçin öldürdüğünü, kimi öldürdüğünü bilmiyor. Sebep yok, maksat yok.
Bütün bu kötü haller ve icraatlar hep kötü idareciler sebebiyle husule geliyor. Onlar münafık olacaklar. Görünüşte ismi İslâm, fakat isimde kalmıştır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Herc çoğalmadıkça kıyamet kopmayacaktır.”
Buyurmuşlar, Ashâb-ı kiram: “Herc nedir yâ Resulellah?” diye sorduklarında:
“Katildir katil!” buyurmuşlardır. (Müslim: 157)
•
Haksız yere kasten bir kimseyi öldürmek büyük bir suçtur. Bu cinayeti işleyenler dünyada kısasa, ahirette ise cezaya uğrar.
Kur’an-ı kerim’de öldürmenin haram olduğuna dair pek çok Âyet-i kerime vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bir mümini haksız yere öldürmenin büyük bir cinayet olduğunu ve o nisbette cezaya sebep olacağını beyan buyurmaktadır:
“Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir.” (Nisâ: 93)
Çünkü o, çok büyük bir suç işlemiştir.
“Allah ona gazap etmiş, lânetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisâ: 93)
Cehennemde ebedî kalma cezası, katilin tevbekâr olmamasına âittir. Tevbesinin kabul edilip edilmemesi ise Allah-u Teâlâ’nın iradesine bağlıdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Eğer gök ve yer sakinleri bir müminin kanının akıtılmasına (öldürülmesine) katılsalar, Allah mutlaka onları cehenneme yüzü üzere sürer.” (Tirmizî. Diyât 8)
İnsanların nazarında dünya büyük ve önemli bir varlık olmasına rağmen, bir mümini öldürmenin anlatılmayacak derecede tehlikeli ve korkunç bir âfet olduğu belirtilmektedir.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Kim bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide: 32)
Burada insan hayatının ne kadar değerli olduğu gözler önüne serilmektedir.
Haksız yere bir başkasının hayatını alan veya ölümüne sebep olan kimse, yalnızca bir kişiye zulmetmekle kalmamış, aynı zamanda insan hayatının ulvîliğini ayaklar altına almış, bu hususta başkalarına da cesaret vermiş, Allah-u Teâlâ’nın gazabını haketmiş olur.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Mümin haram olan kanı akıtmadıkça, dininin geniş alanında kalır.” buyuruyorlar. (Buhârî)
Bir mümin büyük günahlar işlese de; tevbe eder, kul haklarını öderse, Allah-u Teâlâ’nın affına uğrayabilir ve dininin geniş alanında kalır. Fakat kendisine mümin kardeşinin kanı bulaşan kimse, aff-ı ilâhiden ümitsiz olarak yaşadığından, dini de hayatı da onu sıkar. Huzur içinde yaşayamaz.
Öldürülen insanın velisi, kısas yoluyla katilin öldürülmesini istese bile, bu ceza dünyadaki cezasıdır. Ölenle öldürülen arasındaki diğer hükümler ahirete kalmıştır.
İlâhî mahkemede ilây-ı kelimetullah için öldüren kurtulacak, fakat gayr-i meşru bir maksatla öldüren, öldürdüğü kimsenin de günahını yüklenerek hesap yerinden ayrılacaktır.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü bir adam bir başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve: ‘Ey Rabb’im! Bu beni öldürdü!’ der.
Azîz ve Celîl olan Allah da: ‘Onu niye öldürdün?’ diye sorar. Adam: ‘İzzet senin için olsun diye öldürdüm!’ der. Allah-u Teâlâ: ‘İzzet benim içindir!’ buyurur.
Bir başka adam da bir başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve: ‘Ey Rabb’im! Bu beni öldürdü!’ der.
Azîz ve Celîl olan Allah da: ‘Onu niye öldürdün?’ diye sorar. Adam: ‘İzzet falancanın olsun diye öldürdüm!’ der. Allah-u Teâlâ: ‘İzzet falancanın değildir!’ buyurur ve o adam öbürünün günahıyla döner.” (Nesâi. Tahrim 2)
İnsan öldürmenin haram olduğunu belirten daha pek çok Hadis-i şerif mevcuttur.
Büreyde -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Müminin öldürülmesi Allah katında, bütün dünyanın yok olup gitmesinden daha büyüktür.” (Nesâi. Tahrim 1)
Berâ bin Âzib -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Şüphesiz ki dünyanın yok olup gitmesi, Allah katında haksız yere bir mümini öldürmekten daha hafiftir.” (İbn-i Mâce: 2619)
Bir kişi bir başkasının canına, malına veya ırzına saldırıda bulunacak olsa, yahut haksız yere malına veya canına kastetmek üzere saldırsa, yahut ırzına tecavüz için bir kadına hücum etse, saldırıya uğrayanın ve başkasının bu saldırıyı defedebilmek için gerektiği kadarıyla karşılık vermek hakkı vardır.
Meşru savunmanın delili Allah-u Teâlâ’nın şu buyruğudur:
“Size saldırana, onun size saldırdığı gibi siz de saldırın. Allah’tan korkun ve biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Bakara: 194)
Burada takvânın emredilmesi “Benzeriyle saldırıyı defetmek” düsturuna bağlı kalmanın veya daha hafif olanı yapmak suretiyle tedricen savunmayı esas almanın zorunlu olduğunun delilidir.
Sünnet-i seniyye’den delili ise Hadis-i şerif’lerdir.
Muhârik -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- e bir kimse gelerek: “Yâ Resulellah! Bir adam gelip malımı almaya kalkarsa ne yapayım?” diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm “Ona Allah’ı hatırlat!” buyurdu. Adam “Hatırlamazsa?” dedi. Resulullah Alyhisselâm “Etrafındaki müslümanlardan yardım iste.” buyurdu. Adam “Etrafımda hiç müslüman yoksa?” diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm “Öyleyse sultandan yardım iste.” buyurdu. Adam yine “Sultan benden uzaksa!” dediğinde şöyle buyurdu:
“Bir âhiret şehidi oluncaya veya malını koruyuncaya kadar malın için mücadele et.” (Nesâî. Tahrim 21)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e bir kimse gelerek “Yâ Resulellah! Birisi gelip benim malımı almaya kalkarsa, ne buyurursun?” diye sordu. “Ona malını verme!” buyurdu. “Şayet benimle mukatele ederse?” diye sordu. “Sen de onunla mukatele et!” buyurdu. O kimse yine “Ya beni öldürürse!” diye sordu. “O halde şehit gidersin!” buyurdu. “Ya ben onu öldürürsem!” diye sorduğunda ise “O cehennemde olur.” buyurdu. (Müslim: 140)
Başkasını savunmanın câiz oluşuna gelince; bunun temeli ise can olsun, mal olsun saldırılması haram kılınmış şeyleri mutlak olarak müdafaa etmenin gereğidir. Eğer bu hususta yardımlaşma olmayacak olursa, insanların malları da canları da boşu boşuna telef olup gider. Başkaları da böyledir.
Enes -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Zâlim olsun, mazlum olsun müslüman kardeşlerinize yardım ediniz.” buyurdukları zaman Ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm- “Yâ Resulellah! Mazluma yardım edelim güzel de, ya zâlime nasıl yardım edeceğiz?” diye sordular. Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle devam ettiler:
“Zâlimin iki elinin üstünü tutarsınız, kötülük yapmasına meydan bırakmazsınız.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 1088)
•
Kendisini savunan kimse, mümkün olması halinde en hafif olanından başlar. Eğer saldırıda bulunan kişiyi sözle, insanların yardımını istemek suretiyle defetme imkânı varsa, döverek müdafaaya girişmek haramdır. Eğer elle vurmak suretiyle savunma imkânı varsa kamçı kullanması haram olur. Kamçı ile savmak mümkün ise, sopa kullanması haram olur. Bir organını kesmek suretiyle bu saldırıyâ mâni olmak mümkün ise öldürmek haram olur.
Şayet müdafaa ancak saldırıda bulunanı öldürmekle mümkün olabiliyorsa, savunmada olan kişi öldürme hakkına sahiptir. Çünkü bu savunmanın zaruretleri arasında yer almaktadır. Saldıran silâh çekecek olursa, savunan kişinin onu öldürmesi mubah olur. Çünkü ancak onu öldürmek suretiyle kendisini savunabilir. Zira başkalarının yardımını isteyecek olursa, yardım gelmeden önce saldırgan onu öldürebilir.
•
Saldırganı Defetmenin Şartları:
1. Saldırının, cezalandırılması ön görülmüş bir suç olması şarttır. Buna göre babanın, kocanın veya öğretmenin terbiye hakkını kullanması, saldırı olarak vasıflandırılmaz. Küçüğün, delinin ve hayvanın saldırısında suç niteliği yoktur.
2. Saldırının gerçekleşmekte olması gerekir, tehdit edilmesi ile olmaz.
3. Saldırıyı başka bir yol ile defetmeye imkân bulunmalıdır. Başka bir yolla saldırıyı defetmek imkânına sahip olan bir kişi bunu yapmayacak olursa, haddi aşan bir kimse demektir.
•
Nefsi Savunmanın Hükmü:
Canına yahut organlarının herhangi birine kasten hücum edilen bir kimsenin kendini savunması icabeder.
İnsanın şiddetli açlığından, bulduğunu yemek suretiyle kendini koruması vâcip olduğu gibi nefsini savunması da vâciptir.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde:
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” buyuruyor. (Bakara: 195)
Saldırıya uğrayan kişinin saldırganı öldürdüğü takdirde gerek medenî ve gerekse cezâî herhangi bir sorumluluğu yoktur. Ne diyet gerekir ne de kısas.
Bizâtihi saldırı fiili, saldırganın kanını helâl kılmaz, ancak yapılan saldırıyı önlemeyi vâcip veya câiz kılar. Yapılan saldırının önlenmesinin istenmesi, saldırganın kanının helâl olmasının sebebidir.
•
Irzı Savunmanın Hükmü:
Bir fâsık, bir kadına saldırdığı takdirde, imkânı olması hâlinde kadının kendini savunması icabeder. Çünkü kadının böyle birisine imkân vermesi haramdır. Kendisini savunmayı terketmesi ise, saldırgana imkân vermektir. Böyle bir zorlamaya girişen birisini öldürme hakkı da vardır. Eğer öldürmekten başka bir yolla bertaraf etmesi mümkün olmazsa kanı heder olur.
Aynı şekilde bir erkeğin, bir kadına saldırmaya çalışan bir kimseyi gördüğü takdirde saldırganı defetmesi icabeder. Savunması mümkün olursa ve kendisine gelecek bir zarardan korkmuyorsa, öldürecek dahi olsa o saldırganı defetmelidir. Çünkü ırzlar Allah-u Teâlâ’nın yeryüzündeki haramlarıdır. Kişinin bizzat kendi ırzı ile, başkasının ırzı olması arasında bir fark yoktur.
Savunma yapan kişi hiç bir bakımdan sorumlu tutulmaz.
Kıyamet kopmadan önce küçük alâmetler bir bir meydana çıkacaktır.
Hadis-i şerif’lerde belirtilen küçük alâmetlerin başlıcaları hülâsa olarak şunlardır:
• İlmin ortadan kalkıp cehâletin yerleşmesi,
• Zinânın alenî hâle gelmesi,
• Sarhoşluk veren içkilerin yaygınlaşması,
• Oyun ve çalgı âletlerinin ortaya çıkması ve yaygınlaşması,
• Câriyenin (köle kadının) efendisini doğurması,
• Çobanların zenginleşerek bina yapmakta yarışması,
• Zekât verilecek kimse bulunamayacak kadar servetin çoğalması,
• Aynı dâvâyı güden iki büyük topluluğun birbirleriyle savaşması,
• Adam öldürme hadiselerinin fazlalaşması,
• Emanetin ganimet bilinmesi,
• Elli kadına bir erkek düşecek şekilde erkek nüfusunun azalması,
• Müslümanların kıldan ayakkabı giyen, küçük gözlü ve geniş yüzlü insan gruplarıyla savaşması,
• İnsanların hayatlarından bıkarak ölülere gıpta etmesi,
• Peygamber olduğunu iddiâ eden otuza yakın deccalin türemesi,
• “Allah” veya “Lâ ilâhe illâllah” diyen bir kimsenin kalmaması.
•
Yine Hadis-i şerif’lerin ifadelerine göre kıyamet alâmetleri şöyle gelişecektir:
• Kur’an-ı kerim’in önemi insanlar tarafından unutulacak,
• Cihad ve irşad faaliyetleri terkedilecek,
• Namaz kılınmayacak,
• Zekât angarya kabul edilecek,
• Fâiz yemeyen kimse kalmayacak,
• Büyük bir bereketsizlik olacak,
• Gasp hadiseleri çoğalacak,
• Liderliğe elverişli kişiler azalacak,
• Seviyesiz ve şahsiyetsiz kişiler idareci olup başa geçecek,
• Fâsıklar toplumun efendisi hâline gelecek,
• Ahmak ve alçaklar dünyanın en mutlu insanları olacak,
• Anne-babaya isyan edilip erkekler hanımlarının emrine girecek,
• Akrabalık bağları kesilecek,
• Sonra gelenler geçmişlerine lânet okuyacak,
• Akşam mümin olarak yatan kişi sabah kâfir olarak kalkacak; sabah mümin olarak kalkan kişi akşam kâfir olacak,
• Yalancılar tasdik edilip doğru konuşanlara itibar edilmeyecek,
• Kitapların sayısı artacak,
• Başa geçen âmirler halka zulmedecek,
• Şerrinden korkulan kimselere itibar edilecek,
• Ticareti dürüst olmayan kimseler ele geçirecek,
• İş ehil olmayanlara verilecek,
• Emanet kelepir kabul edilecek,
• Aza kanaat edilmeyecek, çok ile de doyulmayacak,
• Yağmurlar yıldırımlar çoğalacak,
• Zelzeleler artacak,
• Madenler yok olacak,
• Mescidler süslenmekle birlikte ibadete önem verilmeyecek,
• İnsanlar mescidlerle birbirine karşı övünecekler,
• Câhiller aynı zamanda dürüst olmayan zâhidler türeyecek,
• Sadece din dışı ilimler öğrenilecek,
• Âni ölümler çoğalacak,
• Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla yetinecek,
• Kadınlar her hususta ön plâna çıkarılacak,
• Erkekler kadınlara benzemeye çalışacak,
• Açıklık çıplaklık yayılacak,
• Fuhuş ve hayâsızlık çoğalacak...