Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Müzemmil Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2) - Ömer Öngüt
Müzemmil Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Mart 2005

 

Müzemmil Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2)

İlâhî Azamet

 

Allah-u Teâlâ Zikrullah’ı ve Zât-ı akdes’ine yönelmeyi emretmesinin sebebini beyan ederek mütebâki Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurmaktadır:

“O doğunun da batının da Rabb’idir.” (Müzzemmil: 9)

Mülkü olan bütün bu gökleri, yeri ve bunların arasındaki her şeyi Allah-u Teâlâ bir düzen üzere, bir irâde ile ve sadece “Ol!” demekle icad etmiştir. Her oluş bir yaratıcıya muhtaçtır ve Allah-u Teâlâ böyle bir yaratıcıdır.

“O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.” (Müzzemmil: 9)

İlâh ancak O’dur. O’ndan başka ne bir ilâh, ne de bir Rabb vardır. Ulûhiyet ve ubûdiyet yalnız O’na mahsustur. Gönül verilecek ve ibadet edilecek yegâne varlık O’dur.

“Öyleyse yalnız O’nu vekil tut (O’nun himayesine sığın).” (Müzzemmil: 9)

İşlerini doğunun ve batının sahibine havale et, sadece O’na güven. Hiç şüphesiz ki her hususta O’nun irâde ve gücü geçerlidir. O’nun hükmüne uymayan her fikir ve düşünce bâtıldır, geçersizdir.

“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret!” (Müzzemmil: 10)

Çünkü Rabb’in o beyinsizlere karşı senin yardımcındır.

“Ve güzelce onlardan ayrıl.” (Müzzemmil: 10)

Onları kendine muhatap alma, yaptıkları işlerde onlara uyma. Onların er veya geç lâyık oldukları cezâlara uğrayacaklarında hiç şüphe yoktur. Bu senin hakkında ilâhî bir imtihandır, mükâfat vesilesidir.

Bunlara verilen dünya nimetlerinin kesinlikle geçici olduğuna dair Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“Nimet içinde olan o yalanlayıcıları bana bırak!” (Müzzemmil: 11)

Ben onların haklarından gelirim, lâyık oldukları cezalara kavuştururum.

“Ve onlara biraz mühlet ver.” (Müzzemmil: 11)

Haklarında belirlenmiş olan zaman gelince hiç şüphesiz ki cezalarına çarptırılmış olacaklardır.

 

Mühletin Sonu:

İnkârcı sapıklara tanınan süre dolunca Allah-u Teâlâ iplerini çeker, onları vâdolundukları azaplarla başbaşa bırakır.

“Yanımızda onlar için ağır boyunduruklar ve cehennem var.” (Müzzemmil: 12)

Onlardan intikam almak için hazırlanmış, kendilerine ağırlık veren zincirler ve boyunduruklar da bulunmaktadır. Bu boyunduruklar onların kaçma tehlikesi olduğu için değil, azap üstüne azap tattırmak içindir. İnsanı sıkacak, üzecek, bunaltacak ne varsa hepsi orada vardır. Azapların her türlüsünü çekmek zorunda kalırlar.

“Boğaza takılıp kalan bir yiyecek ve acıklı bir azap var.” (Müzzemmil: 13)

Bu cehennem yiyecekleri irin, zehirli ve dikenli bir bitki olan dari’ ve zakkumdur. Bunlar boğaza girdiği zaman ne yutulur, ne de çıkarılır.

Çeşit çeşit cezalar olduğu gibi, ceza verilenler de sınıf sınıftır. Her suç için ayrı cezalar vardır. Bir kısmının yiyeceği zakkum olurken bir kısmınınki dari’ olur. Bunları yemek kabil olmadığı için açlıkları devam eder durur.

Bu Âyet-i kerime’yi okuduğu zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in haykırdığı rivâyet edilmiştir.

Bu hadiselerin ne zaman olacağına gelince:

“O gün yer ve dağlar sarsılır, dağlar dağılmış kum yığınına döner.” (Müzzemmil: 14)

Rüzgârların estirdiği toz gibi olur, kendilerinden bir eser bile kalmaz, hiçbir iz kalmamacasına kaybolup gider. Pek korkunç öyle bir hadise yüz gösterir ki; yeryüzü bitkisiz, binasız, boş, düz, kuru bir arazi hâline gelir. Ne iniş ne çıkış, ne girinti ne çıkıntı görülür, yüksek ve alçak hiçbir şey kalmaz. Dünya böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir. Artık kurtulma diye bir şey tasavvur edilemez, âfetler peşi peşine gelmiş çatmıştır.

İlâhî rahmet yetişmeyecek olursa vay o insanların haline!

 

Geçmişten İbret:

Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a hararetle karşı çıkan Mekke müşriklerine zorba Firavun’u misal göstererek Âyet-i kerime’sinde onlara şöyle hitap etmiştir:

“Doğrusu biz Firavun’a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de hakkınızda şâhitlik edecek bir peygamber gönderdik.” (Müzzemmil: 15)

Kendisine karşı yaptıklarınıza, inkârlarınıza, yalanlamalarınıza kıyamet günü şâhitlik edecektir. Nitekim daha önce de azgın Firavun’a ve kavmine de Musa Aleyhisselâm’ı göndermişti.

“Firavun o peygambere karşı gelmişti de, onu çok ağır bir yakalayışla yakalayıp cezalandırmıştık.” (Müzzemmil: 16)

O da kavmi de denizin dalgaları arasında kahrolup gittiler. Bundan ibret almayacak mısınız? Onların başına gelen âkıbetin sizin başınıza da geleceğini düşünemiyor musunuz?

 

Sûr’un Zelzelesi:

Allah-u Teâlâ müşriklere hitap ederek, Firavun ve hânedânı ilâhî intikamdan nasıl kurtulamamışsa, onların da aslâ kurtulamayacaklarını açıklamaktadır:

“Eğer inkar ederseniz çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan o günden nasıl korunacaksınız?” (Müzzemmil: 17)

Öyle korkulu bir gün ki, gençleri bir anda ihtiyarlatmaya yetip artmaktadır. Yeni doğmuş çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirir.

Allah-u Teâlâ’nın vahdaniyetini, Peygamberi’nin risaletini tasdik etmeyenler için gerçekten de zor bir gündür.

Kıyamet kopmadan önce onu yalanlayıp inkâr edenler bulunursa da, gerçekleşmeye başlayınca artık onu tasdik etmeye mecbur kalırlar. İnanmadıkları o müthiş hadiseyi ayan-beyan görünce şaşkına dönerler, artık yalanlamanın hiçbir yararı olmayacağını anlarlar.

Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, bir kaç saniye de olsa şahit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.

Nitekim bir diğer Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür.” (Hacc: 2)

Hiç şüphesiz ki bu hâl sıkıntıların en şiddetli anıdır. En iyisini Allah-u Teâlâ’nın bildiği üzüntü ve korku onları kaplar.

 

Kıyamet ve Gökyüzü:

Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.

“O günün şiddetinden gök yarılır.” (Müzzemmil: 18)

Dağlar kum yığınına dönmekle, çocuklar ak saçlı ihtiyar hâline gelmekle kalmaz; gökler bütün azametine rağmen gücünü, kuvvetini, nizam ve intizamını, özelliğini kaybeder. Çalkalana çalkalana yarılıp, parça parça olur.

“Allah’ın vaadi mutlaka yerine gelir.” (Müzzemmil: 18)

Zira Allah-u Teâlâ verdiği sözden dönmez. İlâhî emir ve hüküm böylece gerçekleşir, ilâhî kudret bu şekilde tecellî eder.

Kıyamete kadar sayılsa dünyanın nizamı ve insan neslinin devamı için Allah-u Teâlâ’nın insanlara bahşetmiş olduğu lütufları ve hikmetleri dile getirilemez. Bu nimetlerin adedi ve sonu yoktur. Bu ilâhî hakikatlerin sonunu ve sayısını O’ndan başka hiç kimse bilemez.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki bu bir öğüttür.” (Müzzemmil: 19 - İnsan: 29)

Basireti bozuk olmayan, akl-ı selim sahibi, özü sağlam kimseler ancak öğüt ve ibret alırlar.

“Artık dileyen Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil: 19 - İnsan: 29)

İman, itaat ve güzel amellerle Rabb’ine emniyetler içinde ermeye ve yaklaşmaya çalışır.

Her kim Rabb’ine doğru varmak, O’nun rahmetine erip gayesine ulaşmak isterse, O’na götürecek bir dönüş yolu, sonunda o gayeye erdirecek bir başvuru makamı edinmelidir.

Herkes iradesini sarfettiği yöne muvaffak ve müyesser olur. Yani hidayet ve dalâlette hâline uygun bir yol tutar.

Böylece de hidayet yolunda yürüyenler mükâfatlarına nail oldukları gibi, dalâlet yollarına gidenler de lâyık oldukları cezalara kavuşurlar. Herkesin amelinin karşılığı verilecektir.


  Önceki Sonraki