Dünyamız ateşe sürülüyor ve bir kazan misali, mütemadiyen kaynıyor. Ateşin harareti kimi zaman artıyor, kazan taştı taşacak bir hâle geliyor. Fıtratları fitne ve fesat çıkarmak, gayeleri küfürlerini yürütmek olanlar bu ateşi daha da kuvvetlendirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ateşin sönmesi için bir gayret yok, aksine üstüne körükle hava basılıyor. Er veya geç bu kazan taşacak, ancak içindeki sıcak su herkesi yakacaktır.
11 Eylül saldırısı, Amerika’nın Ortadoğu’yu işgal plânı için bulunmaz bir fırsat oldu. Bush’un “Ya bizdensiniz, ya onlardan” diyerek Afganistan’da başlattığı haçlı savaşının Irak’la bitmeyeceğini bugün herkes biliyor. İran’ın zenginleştirilmiş uranyum kullanarak nükleer silah üreteceği iddiası ve terörist bir saldırı sonucu Lübnan eski başbakanı Hariri’nin öldürülmesi, Amerika’nın Suriye ve İran’a karşı dişini göstermesi için yeterli sebep oldu. Aslında geçerli bir sebebe gerek de yok, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle binlerce kilometre öteden gelmedi mi Amerika? Oysa Irak’ta silah denetimlerini yürüten Amerikalı yetkililer, ABD’nin askeri müdahalesi sırasında Irak’ın aktif bir kimyasal, biyolojik ya da nükleer silah programı olmadığını, 1991’deki Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın kitle imha silahlarından vazgeçtiğini, nükleer kapasitesinin gelişmek bir yana, giderek zayıflamakta olduğunu ve yeniden inşa edilmesinin yıllarca sürebileceğini söylememişler miydi? Neticede ortada kitle imha silahı yok, ancak bir kitle imha plânı var. Bu plânda Suriye ve İran -hatta belki de Mısır- birer basamak, nihai hedef ise Arabistan’dır. Ortadoğu’nun üzerinde yüzdüğü petrol denizi ve İsrail’in Nil’den Fırat’a ‘Vadedilmiş topraklar’ sevdası yüzünden bu bölge halkının başı daha çok ağrıyacak gibi gözüküyor.
Amerika yaptığı bu haksız işgalleri meşrulaştırmak için her türlü yolu deniyor. Kendi ülkesinde bile azımsanamayacak bir çoğunluk Bush’un politikalarına karşı. Ayrıca Avrupa’da, Asya’da, Latin Amerika ülkelerinde pek çok devlet bu tavırlarından dolayı rahatsızlık duyuyor. Ancak Sam amcanın conileri, caniliklerini sürdürmeye devam ediyor.
Bakınız, diğer ABD başkanları, yıllarca AB’yi siyasi muhatap olarak görmeyip, AB dönem başkanı olan ülke ile görüşürken Bush, AB kurumlarıyla resmen görüşen ilk ABD başkanı oluyor. Nedeni ise gayet açık, AB ülkeleri -özellikle de Almanya ve Fransa- ile ilişkileri düzeltmek, Suriye ve İran’ı işgal için zemin hazırlamak.
"Terörle mücadele, teröristlerin kitle imha silahlarına sahip olmayacaklarından emin olmaktır" diyor Bush. Bu yüzden İran’ın uranyumu zenginleştirerek bir nükleer silah geliştirmek istediğini ileri sürüyor. Zenginleştirilmiş uranyum, zenginleştirilme derecesine bağlı olarak ya bir nükleer enerji santralı için yakıt olarak ya da bir nükleer bombanın patlayıcı özü olarak kullanılıyor.
İsrail İstihbarat Servisi Mossad'ın Başkanı Meir Dagan ise İran'ın 2005 yılı sonunda nükleer bomba üretimi için uranyum zenginleştirme kabiliyetine sahip olacağını öne sürerek yaklaşık iki yıl içinde de nükleer silah üretebileceğini söylüyor.
İran, uranyum zenginleştirme işlemini enerji üretmek amacıyla sürdürdüğünde ısrar ededursun, İsrail ve Amerika ikilisi başına öreceği çorabı şimdiden hazırlamış durumda.
Bush, İran halkına ''Kendi özgürlüğünüz için ayağa kalktığınızda Amerika sizin yanınızda olacak. Irak'ta özgürlüğün zaferi, terörizme karşı savaşta yeni bir müttefiki güçlendirecek, Şam ve Tahran'daki demokratik reformculara esin verecek ve zorlu bir bölgeye umut ve gelişmeyi getirecek'' şeklinde seslenirken, aslında ağzındaki baklayı açıkça çıkarmış oluyor: ‘Sıra size geldi!’
İran hakkında nükleer silah üretecek diye fırtınalar koparan Amerika’nın Avrupa ülkelerindeki askeri üslerinde 480 adet nükleer silah bulundurduğu iddia ediliyor. Hatta İncirlik Hava Üssü'nde 90 adet atom bombası bulunduğu ve bu bombalardan 40 adedinin kullanımının Türkiye'ye bırakıldığı öne sürülüyor. Amerikalı askeri yetkililer, kendilerini tehdit edebilecek terörist gruplara ve ülkelere caydırıcılık amacıyla bölgede nükleer silah bulundurduklarını kabul ediyorlar.
Nükleer silahlardan bu kadar çekiniliyorsa, kendi ellerinde bu kadar silah olması nasıl açıklanacak? Şunu da unutmamalıyız, bugüne kadar siviller üzerinde nükleer silah kullanmış tek devlet Amerika’dır. Bu yüzden çuvaldızı önce kendilerine batırmaları gerekir.
Bununla birlikte Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, ''başka ülkelerin sahip olmadığı ve olamayacağı yeni tür atom bombası geliştirdiklerini'' açıklaması da ürkütücüydü. Putin, ''Bu yeni atom bombasının diğer nükleer güç devletlerinin (bilhassa BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya'nın yanında yer alan diğer 4 daimi üye ABD, İngiltere, Fransa, Çin) elinde bulunmadığını'' söylüyor ve ''Bu silah gelecekte de kimsede olmayacak'' diye ekliyor.
İngiltere'nin önde gelen nükleer tesislerinden Sellafield'de 30 kilogram miktarındaki plütonyum kaybolması da ayrıca düşündürücü. Plütonyum, insan yapımı bir radyoaktif metal ve nükleer yakıtı veya nükleer silah yapımında kullanılabiliyor. Bu miktardaki plütonyum, 7 nükleer bomba yapmaya yetebiliyor.
İnsanoğlu yakın gelecekte kendi eliyle ürettiği bu teknolojinin kurbanı olabilir.
1 Mart 2003’de Amerikan askerlerinin Türkiye’de konuşlandırılması için görüşülen tezkerenin Meclis’te reddedilmesinden sonra ilk şoku yaşayan Amerika, bugün Türkiye’de büyük bir çoğunluğun kendisine karşı tepkili olmasından rahatsız. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ardından Savunma Bakan Yardımcısı Douglas Faith’in beyanları ve son olarak Wall Street Journal isimli gazetede Robert L. Pollock imzalı 'Avrupa'nın Hasta Adamı-Yeniden' başlıklı makale bunu açıkça ortaya koydu.
Peki Türk halkı Amerika’ya neden öfkeli, bu tepki nereden kaynaklanıyor? Birinci ve en önemli sebep, Irak halkının müslüman olmasıdır. Aynı dine mensup bir millete yapılanlar, samimi müslümanları rencide etmektedir. İkinci olarak; bizim milletimiz anti-emperyalisttir, işgalcilere, sömürgecilere karşı tarihinden kaynaklanan bir hassasiyetle yaklaşır. Çok da uzak sayılamayacak bir zaman önce topyekün bir Kurtuluş Savaşı verilmiştir bu topraklar üzerinde. O yüzden toprakları üzerinde düşman yürümesinin, onlar tarafından zulüm ve haksızlığa uğramanın nasıl bir iç yarası olduğunu bizim milletimiz iyi bilir.
Zamanında el altından PKK’ya yapılan yardımlar, şu an İsrail kanalıyla kurulmak istenen Kürdistan’a dolaylı olarak verilen destekler, Amerika’nın bize dostluğunun (!) göstergesi değil mi? Türk halkının büyük çoğunluğu tepkiliymiş, tabi tepkili olur.
“Bu ülke (Irak), terörizmle savaşta hayati bir cephe, bu yüzden teröristler orayı seçti. Askerlerimiz Irak'ta teröristlerle savaşıyor ki, bu sayede onlarla kendi evimizde yüzleşmek zorunda kalmayalım.”
Bu sözler Bush’a ait. Yüzbinlerce insanın evini yerle bir edenler, kendi evlerinde vurulmanın korkusunu yaşıyorlar. Amerikan istihbaratı gerçekleştirilebilecek terör saldırılarından ve terör hücrelerinden dolayı duydukları kaygıyı ifade ediyorlar. Siviller üzerinde yapılan saldırılar elbette ki doğru değil, ancak hem binlerce masum canı katledeceksin, ondan sonra sana yapılanlara ah vah edeceksin, burada gerçek bir tezat var. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü yayınladığı raporunda Irak savaşının Batılı ülkelerde terör tehlikesinin artmasına neden olduğunu kaydediyor. Dünyanın öbür ucundan güya demokrasi, özgürlük vs. masallarıyla gelerek bir ülke işgal edildi. Haksız yere pek çok can yandı. Gazete ve televizyonlara yansıyanlar yapılanların kimbilir ne kadar cüz’i bir kısmının yansıtıyor ve bu katliamlar artarak devam ediyor. Şimdi böyle bir ortamda ailesini ve evini kaybetmiş, karısına kızına tecavüz edilmiş bir adam hayal edin. Savaşın getirdiği bu psikoloji ile bu adam ölmek için gözünü bile kırpmayacak, düşmanına belki de en büyük zayiâtı vermek için her yolu deneyecektir. Kaybedecek bir şeyi kalmayan bir insan, gerçekten tehlikeli olabilir. Şimdi sormak lâzım, gerçek terörist kim? Terörü doğuranlar, insanlar üzerinde terör estirenler gerçek terörist değil mi?
Yıllar önce Çeçenistan’ın işgali ile okumuş olduğumuz bir kitapta ilginç bir bölüm vardı. Rüşvet karşılığı Ruslar’dan alınan, yine rüşvetle sınırdan çıkarıldıktan sonra tekrar Rusya’ya sokulan, Moskova’nın 1/3’ünü içindeki tüm canlılarla imha edebilecek olan bir kimyasal bombayla ilgiliydi anlatılanlar. Bombayı kaldığı otelde ustaca bir takas yoluyla alan kişi, onu tenha bir parka götürüyor, kimse görmeden bombayı gömüyor, gömdüğü yeri iyice hıfzederek oradan ayrılıyor. 15 gün sonra Çeçenistan’daki Rus Kuvvetleri Komutanı’na “Çok gizli” sıfatıyla bir mektup yollanıyor. Mektubun acilen Boris Yeltsin’e ulaştırılması isteniyor. Mektupta Çeçen halkı üzerinde kullanılan kimyasal bombaların insan, hayvan ve bitkiler üzerinde göstermiş olduğu etkilerin şimdi de Rus halkı üzerinde deneneceği, bunun için Moskova’ya her biri kentin üçte birini yok edecek 5 kimyasal bomba yerleştirildiği yazıyor. Blöf yapılmadığı ispatlamak için de filan semtteki filan parkın kuzeybatı yönündeki yolu şu kadar metre takip ettikten sonra filan ağacın güneyindeki çalı kümesinde, toprağın altında şeklinde detaylı bir tarif yapılarak Ruslar’ın bombayı elleriyle koymuş gibi bulmaları sağlanıyor. Gerçekte tek bir bomba var, onu da Ruslar’ın bu şekilde bulması sağlanıyor. Ancak yapılan şantajın caydırıcılığıyla Ruslar Çeçenistan’da kimyasal silah kullanımını derhal durduruyor ve bir iki ay özellikle hava operasyonlarını yarı yarıya düşürüyor.
Anlatılanlar gerçek veya değil orasını bilemiyoruz. Ancak buna benzer birçok olay Amerikan filmlerine bile konu olabiliyor. Bunlardan bir tanesinde Ortadoğu’da Amerika tarafından yetiştirilen kişiler, bu sefer Amerika’nın büyük bir şehrinde bombalama, okul basma vs. gibi terör eylemleri gerçekleştiriyorlar. Başka bir tanesinde spor sahasına yerleştirilen nükleer bomba patlatılıyor. Daha pek çok örnek vermek mümkün. Amerika ateşle oynuyor ve bu ateş bir gün kendisini yakabilir. Çünkü etki her zaman tepki doğurur.
Amerikan propagandası, bilgisayar oyunlarında dahi kullanıyor. Amerika bu sanal ortamı kullanarak yaptığı ve ileride yapacağı savaşlar için insanları yavaş yavaş hazırlıyor. Birkaç misal verelim:
“Amerika’s Army” (Amerikan ordusu) isimli oyunu yapmak için ordu 15 milyon dolar harcıyor, daha sonra bedavaya dağıttırıyor.
C&C Generals (Generaller) isimli oyunda ise şöyle bir açılış var. “Günümüzde büyük liderler sorunlarını sözlerle çözüyorlar. Şöyle sözler...” dedikten sonra bahsedilen sözler, oyun içi görüntülerle ekrana geliyor: Scud füzesi, halı bombardımanı, Tomahawk füzesi ve en sonunda büyük bir nükleer patlamayla video sona eriyor. Oyunun konusu ise hayli ilginç, yakın bir gelecekte yaşanan Amerika-Çin-Arap savaşı.
Ayrıca 12 yıl önce ABD'nin harp akademilerinde subayları eğitmek için kullanılan bir bilgisayar oyununun senaryosu ile Irak'ın işgalinin ardından açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi'nin benzerliği dikkat çekiyor: ‘ABD ve koalisyon güçleri; S. Arabistan ve Ürdün’e; Deniz Kuvvetleri’ne bağlı birlikler ise Basra Körfezi ile Doğu Akdeniz’e yığınak yapıyor. Hava Kuvvetleri de bu ülkelerdeki hava üsleri ile NATO’nun hava alanlarından yararlanıyor. Harekat, S. Arabistan’dan ve Kuveyt’ten Irak’a giren kara birlikleriyle başlıyor. Basra Körfezi’nden de deniz piyade birlikleri çıkarma yapıyor. Ayrıca Irak’ın içlerine de hava indirme harekatı yapılıyor. Ülkenin ele geçirilmesinin ardından, birlikler Irak’ta yaptıkları üslerden önce Suriye’ye daha sonra İran’a harekat başlatıyor.’
Misalleri çoğaltmak mümkün. Bu sanal ortamda bile Amerikan güçleri iyi, diğerleri kökleri kazınılması gerekenler olarak gösteriliyor.
Amerika çeşitli kılıflar hazırlayarak yolunda yürümeye devam edecek ve daha pek çok can yakacak gibi gözüküyor. İslâm’a olan düşmanlıkları ve kadim dostları İsrail için her şeyi göze almaları yüzünden dünyamızı hiç de iyi günler beklemiyor.
Ancak şunu unutmamalıyız. Mülkün sahibi olan Allah-u Teâlâ mülkünde dilediği gibi tasarruf edecek ve neticede İslâm güneşi mutlaka açacaktır. Çünkü Resulullah (s.a.v) Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“İslâmiyet daima âli ve galiptir, mağlup olmaz.” (Buhari)
Ara sıra basan gece zulmetleri, İslâm’ı dinlendirip tekrar uyandırmak içindir.