Yavuz Selim Han Kur’an-ı kerim okuduğu bir sırada, bir oğlunun dünyaya geldiğini haber verdiler. Haber geldiği anda “İnnehû min Süleymâne...” Âyet-i kerime’sini tilavet ediyordu. “Adını Süleyman koydum.” diyerek okumasına devam etti.
Büyük bir itina ile büyütülen Süleyman, 25 yaşında hükümdar oldu. Dünyanın en kuvvetli ordu ve donanması, en düzenli devlet teşkilatı emrinde idi.
Kanuni ilk seferini Macaristan üzerine yapmış ve Avrupa’nın kilit noktasını teşkil eden Belgrat şehri kuşatmadan sonra alınmıştı. “Dar’ül Cihâd” olarak kabul edilen bu şehrin alınmasıyla Orta Avrupa kapıları İslâm’a açılmış oldu. (1521)
Anadolu’ya çok yakın olan Rodos adası ise Senjan şövalyelerinin elinde bulunuyordu. Sık sık bu adalardan İslâm topraklarına saldırılarda bulunuluyor ve müslümanlar esir ediliyordu. Osmanlı’nın ticaret gemileri ise yağmalanıyordu. Ege Denizi’nde çıbanbaşı olan bu adanın alınması gerekli idi. Kurdoğlu Muhsin Reis’in kumandasındaki Osmanlı donanması adaya gönderildi. 700 gemi ile kuşatılan ada, padişahın da kara yolu ile Marmaris’e gelip oradan adaya çıkmasıyla ada alınmış oldu (1522). Ada’nın kuşatması 6 ay sürmüş ve 20.000 şehit verilmişti. Sefer dönüşünde ise Kanuni ilk defa usule uygun olmayarak Yavuz Sultan Selim’in Vezir-i Âzam’ı Piri Mehmed Paşa’yı emekli ederek yerine Has odabaşısı İbrahim Ağa’yı Vezir-i Âzamlığa getirdi. (1523)
Rodos adasının alınmasından sonra, haçlı grupları toplanmaya başlayarak, Avrupa’da birlik oluşturdular. Belgrat’ın alınmasından sonra Macarlar Osmanlılar’a karşı büyük bir hırs ile hazırlık yapıyordu.
Macarlar, Almanlar, Lehler, Çekler, İtalyanlar ve İspanyollar 70 bini zırhlı süvari olmak üzere 150 bin kişilik bir ordu hazırladılar. Bu muhteşem ordu Mohaç’a kadar geldi. Haçlı süvarileri zincirlerle birbirlerine bağlanmışlardı. Mohaç’ta 150 bin haçlı ordusuna karşılık, 100 bin Osmanlı askeri en büyük imha savaşını yaparak zafer elde edildi. 1526’da Budin’e girilerek şehir Osmanlı topraklarına katıldı. Macar kuvvetleri ve haçlı ordusu yok edildi. Kanuni’nin bu savaşı kazanması Avrupa’da çok büyük korkuya sebep oldu. Ardından Kazan ve Astırhan Hanlıkları Osmanlılar’a tâbi oldular.
Osmanlı ise tüm Avrupa’ya İslâm’ı yaymak niyetinde idi. Bu defa Viyana kuşatıldı (1529), fakat muhasara toplarının Belgrat’ta bırakılması ve mevsim kışa döndüğü için 19 gün süren kuşatmadan vazgeçildi.
Kanuni 1531’de tekrar Avrupa’ya sefere çıktı. Avusturya kralı ise daha önce olduğu gibi karşısına çıkmayıp kaçmayı başarmıştı. Zira Avrupa’da Osmanlı ordusundan son derece korkuluyordu. Bu yıllarda Avusturya topraklarının büyük bir kısmı Osmanlı Devleti’nin eline geçmiş oldu.
Barbaros kardeşler Akdeniz’de faaliyet gösteriyorlardı. Cezayiri almışlar ve bu nedenle büyük bir ün sahibi olmuşlardı. Barbaros Hayreddin Paşa bu başarılarından sonra Osmanlı hizmetine adamları ve gemileriyle birlikte girdi ve Kaptan-ı Derya oldu.
Osmanlı devleti karada göstermiş olduğu başarıları deniz hakimiyetinde de göstererek tüm Akdeniz’e hakim bir duruma gelmek istiyordu.
Andrea Doria emrindeki İspanya, Venedik, Alman, Avusturya, Portekiz, Ceneviz, Papalık ve Malta donanmalarından meydana gelen 600 gemi ile Osmanlı donanmasının karşısına çıkan donanma Preveze’de 122 gemi ile Barbaros Hayreddin Paşa önderliğinde ağır bir mağlubiyete uğradı. Haçlı donanması 100 bin askerden, Osmanlı askerleri ise 20 bin kişiden oluşuyordu. Bu muharebe Türk tarihinde kazanılmış en büyük savaştır. Haçlı donanması bu savaşla yok edilirken Akdeniz Türk hakimiyetine girmiş oldu (1538). Daha sonra ise Barbaros’un oğulları, Hasan Paşa, Fas ve Libya’yı Osmanlı topraklarına kattılar (1558).
Kanuni döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan aleviler dışarıdan gelen düşman tahrikleri ile sık sık ayaklanmalarda bulunuyorlardı. İran Şahı da bu ayaklanmaları destekliyordu. Bu ayaklanmalar Osmanlı devletini yıpratıyor ve çok kan dökülüyordu. Baba Zünnûn adında birisinin ayaklanarak isyan çıkartması ile had safhaya ulaşan bu hareketler bastırıldı.
Bu gelişmelerle birlikte, Bağdat Hanı Zülfikâr Han, Bağdat şehrinin anahtarlarını Kanuni’ye göndererek Osmanlı’ya bağlandığını ilan etti. Bunu duyan İran Şah’ı Tahmasb da Bağdat üzerine yürüyerek şehri işgal etti. Bu durum karşısında, Kanuni Vezir-i Âzam İbrahim Paşa’yı İran seferi için gönderdi. Ordu Tebriz’e kadar gelerek kışı düşman arazisinde geçirmek isteyince, Kanuni de bizzat sefere iştirak ederek, Bağdat’ı aldı. Bu şekilde Bağdat Osmanlılar’a katılmış oldu (1535).
Kanuni İmâm-ı Âzam Hazretleri’nin türbesini yeniden yaptırarak çini ile kaplattı.
Ancak bütün bu durumlar İran ile Osmanlı ilişkilerinin bozulmasına sebep oldu.
Daha sonra İran’a 1548 ve 1553 yıllarında, tekrar seferler düzenlendi. 1548 yılında Diyarbakır’a gelinerek Gürcistan’a doğru bir sefer düzenlendi. Tortum Osmanlılar’a geçti, ancak padişah karşısında Şah’ın ordusunu bulamayınca geri çekildi. Ardından Şah Osmanlı topraklarını işgale devam etti. Erciş, Adilcevaz, Ahlat İranlılar’ın eline geçti. Bu yıllarda ise Osmanlı tahtında karışıklıklar yaşandı. Kanuni’nin hanımı son derece ihtiraslı idi. Kendi oğullarını tahta geçirmek istiyordu. Karısı Hürrem Sultan, Kızı Mihrimah ve damadı Rüstem Paşa’nın yalan ve iftiralarının tesirinde kalarak Konya Ereğlisi’nde bulunan oğlu Şehzâde Mustafa’yı taht kavgasına kalkıyor kanaatıyla boğdurttu (1553). Askerde çok büyük bir infial meydana geldi. Neticede Rüstem Paşa da azledildi. Tekrar İran’a sefer düzenlendi ve Nahcivan, Revan, Karabağ alındı (1554). Otuzyedi yıl süren bu savaşlar İran ile yapılan Amasya anlaşması ile son buldu (1555).
1535’li yıllarda ise Osmanlı Devleti Uzakdoğu ve Hindistan üzerinde etkili olmaya başladı. Hind okyanusu 16. asıra kadar müslüman denizi idi. Ancak Portekizler büyük deniz gemileri ile Hindistan ve Asya mallarını Avrupa’ya taşımaya başladılar. Avrupa adeta bu bölgenin mallarıyla hayat buluyordu. Bu sebeple Hind okyanusunda Portekiz gücünü kırmak ve tekrar İslâm’ın egemenliğini sağlamak maksadıyla seferler düzenlenmeye başlandı.
Bu sebeple Divan-ı Hümayun, Osmanlı yöneticilerinden olan Mısır Beylerbeyi Nedim Süleyman Paşa’ya Hindistan seferi emrini verdi. Hindistan’da Portekizliler’le savaşıldı ve Portekiz gücü kırıldı. Daha sonra Özdemir Paşa sefer ile görevlendirildi ve Kızıldeniz, Sûdan ve Habeşistan Osmanlı’ya bağlandı. Üçüncü sefer ise Pirî Reis tarafından düzenlendi (1552); Umman, Katar ve Bahreyn emirlikleri Osmanlı’ya bağlandı.
Kânûnî Sultan Süleyman Hân’ın, mâiyyetine; “Bu paşamız velî bir âdemdür!” diyerek övdüğü, Osmanlı târihinin yetiştirdiği en büyük amiral olan kaptân-ı deryâ Barbaros Hayreddîn Paşa, îmân ile küfür arasındaki berzâhı çok iyi bilen kâmil bir mümin olduğu için, bütün ömrünü cihâd-ı ekber uğrunda kâfirlere kılıç çalmaya adadığı gibi; kâfirlerle el ele verip dostluk kuran ve onlara yaltaklık ederek, dîn-i İslâm’a en büyük darbeyi vuran münâfıkların hakkından gelmeyi de kendisi için en büyük vazîfe sayardı.
Nitekim Tlimsan beyi Mes’ûd’a gönderdiği şu öfke dolu mektup bunu açıkça ortaya koymaktadır:
“Ey mes’ûd olamayası Mes’ûd!..
Kanı bizümle itdüğün ahd-ü peymân? Kanı âsî olmayacak, İspanya ile anlaşma yapmayub düşmanı düşman bilecekdin? Yapdığun İslâm’a sığar mı? Ne sefîl kimesne imişsin ki, kalkdın da gidüb kâfire yaltaklandın! Bilmez misin ki âhirü’l-emr pek şedîd hâller ve kötü netîcelerle karşılaşacaksın? Sendeki ne akıldur ki, kendi âkıbetini görmekden dahî âciz kalıyorsun! Gadâb-ı ilâhî’ye ve benüm gadâbıma uğraman yakındır! Günâhun boynuna; lâkin dünyâyı başına dâr itmek boynumun borcu olsun!..” (Gazâvât-ı Hayreddîn Paşa.)