Nuh Aleyhisselâm azminin son noktasına kadar, bütün gücünü harcayıp uzun uzadıya mücadeleden sonra çaresiz kalınca Allah-u Teâlâ’ya arz-ı hâlde bulundu:
“Nuh dedi ki: Ey Rabb’im! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz dâvet ettim.” (Nûh: 5)
Senin emrine uymak ve rızânı kazanmak için hiç ara vermeden, gece demeden, gündüz demeden, gevşeklik göstermeden kavmimi iman ve itaata çağırdım.
“Fakat benim dâvetim onların ancak kaçmalarını artırdı.” (Nûh: 6)
Benim kendilerini kurtuluşa çağırmam, onların Hakk’tan kaçıp uzaklaşmalarını ve yüz çevirmelerini artırmaktan başka bir şey yapmadı.
“Doğrusu ben, senin onları bağışlaman için ne kadar dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.” (Nûh: 7)
Dâvetimi duymamak için kulaklarını kapattılar. Beni görmemek için, elbiseleri ile başlarını ve yüzlerini örttüler. Pişmanlık duyup tevbeye yanaşmadılar. Büyük bir kibirlilikle iman etmeye yönelmediler.
“Sonra ben onları açıkça çağırdım.” (Nûh: 8)
Korkup çekinmeden, alenen Hakk’a dâvet ve dini hükümleri tebliğ ettim.
“Üstelik onlarla hem açıktan açığa, hem de gizliden gizliye görüşmeler de yaptım.” (Nûh: 9)
Onları tekrar tekrar, çeşitli şekillerde, farklı üsluplarla dâvet ederek ıslâha çalıştım. Sana iman etmeleri için her yolu denedim.
“Dedim ki:
‘Rabb’inizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır.’” (Nûh: 10)
Tevbe edenlerin tevbesini, şirk ve küfür hususundaki günahları, ne kadar çok olursa olsun kabul eder.
“Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.” (Nûh: 11)
Eğer siz O’ndan bağış isterseniz, o da size bolca yağmur yağdırır.
“Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın.” (Nûh: 12)
Sizi büyük servetlere, bir nice evlât ve ahfâda nâil eder.
“Size bahçeler ihsan etsin.” (Nûh: 12)
Size gölgeli ve meyveli ağaçları olan geniş bahçeler verir.
“Sizin için ırmaklar akıtsın.” (Nûh: 12)
O sebeple mahsullerinizi çoğaltır, ihtiyaçlarınızı giderir, refah içinde yaşarsınız.
“Size ne oluyor ki Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” (Nûh: 13)
Kudret ve azametinden korkmuyor, makamı karşısında titremiyor, O’ndan sakınmak suretiyle sevabını ummuyorsunuz.
Nuh Aleyhisselâm, kavmine istiğfarın faydasını açıkladıktan sonra, imana gelmeleri için dikkatlerini Allah-u Teâlâ’nın kudretine çekti. İnsanın yaratılışını, göklerin düzenini, ayın ışık alışını, güneşin ışık dağıtışını, yağmurun yağmasını, toprağın yetiştiriciliğini tefekkür etmeye ve bunlardan ibret alıp inanmaya çağırdı:
“Allah sizi merhalelerden geçirerek yaratmıştır.” (Nûh: 14)
Bunları yapan o güzel yaratıcı, ululama ve saygıya lâyık değil midir? O insanları başka bir şekil ve yaratışla yükseltemez mi? Yahut elem verici azaplara düşüremez mi?
“Allah’ın, göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz?” (Nûh: 15)
Öyle hârikulâde bir surette vücuda getirmiştir ki, hiçbirinde bir eksiklik ve düzensizlik bulunmaz.
“Onların içinde ay’ı bir nur yapmış, güneşin de ışık saçmasını sağlamıştır.” (Nûh: 16)
Ay ile geceleri yeryüzü aydınlanmakta, güneş ile de gecelerin karanlıkları kaybolmakta ve ziyalar içinde kalmaktadır.
“Allah sizi yerden bitki bitirir gibi bitirmiştir.” (Nûh: 17)
Başlangıçta Âdem Aleyhisselâm’ı da topraktan yaratmak suretiyle yerden bitirmişti.
“Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi tekrar çıkaracaktır.” (Nûh: 18)
Hepinizi de mahşere sevkedip toplayacak, böylece dostlarını mükâfatlandıracak, Allah düşmanlarını ise cezalandıracaktır.
“Allah, geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryüzünü sizin için yaymıştır.” (Nûh: 19-20)
Yeryüzünde yolculuk yaparken ve bir yerinden diğer yerine taşınırken geniş yollara giresiniz diye böyle yarattı.
Sapık müşrikler azgınlıkta son sınıra varmışlardı. Nuh Aleyhisselâm’ın sık sık haber vermiş olduğu ilâhî azaba da inanmıyorlardı.
Nuh Aleyhisselâm, kavminin hidayeti için bütün gücünü sarefettikten sonra, artık ıslahlarından tamamıyla ümidini kesti. Bütün kapılar yüzüne karşı kapandı. Bu kadar uyarı ve tavsiyelerine rağmen müspet bir netice elde edememişti. Son olarak da yalancılıkla suçlamalarına büsbütün içerleyerek yapılacak başka bir şeyin kalmadığını anlayınca, Allah-u Teâlâ’ya sığınmaya, hâlini arzetmeye ve duâya başladı:
“Ey Rabb’im! Doğrusu onlar bana karşı geldiler.” (Nûh: 21)
İman, ibadet, itaat ve istiğfar hususlarındaki emirlerimi dinlemediler.
“Malı ve çocuğu kendisine zarardan başka bir şey artırmayan kimseye uydular.” (Nûh: 21)
Kendilerini mallarının servetlerinin azdırdığı, evlât çokluğunun şımarttığı reislerine uymaya devam ettiler. Böylece dünya saâdetini, ahiret selâmetini kaybettiler.
“Birbirinden büyük hileler ve düzenler kurdular.” (Nûh: 22)
İnsanların dine girmelerine engel olmak, dinden soğutarak uzaklaştırmak için ellerinden gelen dolapları çevirdiler. Kendilerinin hak üzere olduklarını göstermek için akıl almaz hilelere başvurdular.
“Ve dediler ki:
‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın! Hele Vedd, Suva’, Yeğûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin!’” (Nûh: 23)
Siz ve sizden önceki atalarınızın tapageldikleri ilâhlarınızı bırakmayın.
Çünkü bunlar, tapmakta olduğunuz diğer ilâhlarınızın liderleridirler.
“Böylece birçoklarını saptırdılar.” (Nûh: 24)
O reis geçinen zındıklar, bu putlara halkı taptırmak suretiyle birçok insanı sapıklığa sürüklediler.
•
Nuh Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’ya hâlini arzetme işini duâ ile bitirdi:
“Ey Rabb’im! Sen bu zâlimlerin ancak sapıklık ve taşkınlıklarını artır.” (Nûh: 24)
Sen o zâlimlerin sapıklıklarını artır ki, cezâları da artsın.
Öyle bir hüküm ver ki Hakikat’in izleyicileri kurtulsun, sapıklığın ve sahtelerin izleyicileri bütünüyle yeryüzünden silinsin.
Daha sonra da hakikati kabul etme eğilimleri körelmiş, hidayetten hisseleri olmayan, kurtulmaya müstehak bulunmayan kavmine bedduâ etti:
“Dedi ki:
‘Ey Rabb’im! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma!’” (Nûh: 25)
Köklerini kazı, hepsini helâk et, lâyık oldukları cezâlara kavuştur!
“Eğer sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve sadece ahlâksız ve çok nankör evlât doğurup yetiştirirler.” (Nûh: 27)
Kendilerini imandan mahrum bıraktıkları gibi, başkalarını da sapıklığa düşürürler.
“Zâlimlerin helâkından başka birşeyini de artırma!” (Nûh: 28)
Her kim olursa olsun, benim soyumdan da olsa, hepsinin de soylarını perişan eyle!
Nuh Aleyhisselâm bu helâk duâsının yanısıra kendisi için, ana-babası ve inananlar için duâya başladı:
“Ey Rabb’im! Beni, ana-babamı, inanmış olarak evime girenleri, inanan erkek ve kadınları bağışla!” (Nûh: 28)
Allah-u Teâlâ sevgili peygamberinin duâsına icabet buyurdu. İradelerini dalâlet yoluna sarfetmeleri sebebiyle Nuh kavminin üzerine ilâhî hüküm indi. Onları tufanla helâk edeceğini, yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakmayacağını haber verdi.
Artık Nuh kavminin hidayete gelme imkânı tamamen ortadan kalkmıştı. Hiçbirinde iman ve ıslah kabiliyeti, Allah’a yönelme istek ve arzusu yoktu. Aralarında kötülükten başka bir şey kalmamıştı. Neyin mümkün, neyin imkânsız olduğunu en iyi bilen Hâlik-ı Zülcelâl Hazretleri, kendilerine verilen mühletin sınırına kadar gelen bu kavme azabını müstehak kıldı. Nuh Aleyhisselâm’a da, kavmine inen azabı gördüğünde şefkate gelebilir diye, yaptığı duâdan geri dönmemesini emir buyurdu.
Çünkü onların boğulmalarına hükmetmiş ve hükmünü yürütme vakti-saati yaklaşmış, ilâhî azabın inmesi kaçınılmaz olmuştu. Artık bu hükmü geri almanın imkânı kalmadı. Bu husustaki yazının mürekkebi kurudu.