Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Başyazı - Avrupa Birliği Aslında Bir Hıristiyan Birliğidir ve Hıristiyan Olmadıkça Bu Birliğe Almazlar. - Ömer Öngüt
Avrupa Birliği Aslında Bir Hıristiyan Birliğidir ve Hıristiyan Olmadıkça Bu Birliğe Almazlar.
Başyazı
İsmail Yavuz
1 Ekim 2004

 

“Sen Onların Dinine Uymadıkça Ne Yahudiler Ne de Hıristiyanlar Senden Aslâ Hoşnut Olmazlar!”
(Bakara: 120)

Bir Bakın! Küffar Seferber Halinde Nasıl Çalışıyor?
Dinimizi Ortadan Kaldırmaya, Vatan Topraklarımızı Ele Geçirmeye Çalışıyorlar.
Hem İçeriden Hem de Dışarıdan Memleketimizi İstilâya Geçmişler.
Dinde, İmanda, Şeref ve Haysiyette, Vatanda, Ekonomide Verilen Bunca Taviz!
Sonu Nereye Varacak? Hâlâ Uyuyorlar!
Sanki Ölü Toprağı Serpilmiş Üzerlerine.

“Onlar Müminleri Bırakıp Kâfirleri Dost Edinirler.
Onların Tarafında Bir Şeref ve Kudret mi Arıyorlar?
Bilsinler ki Şeref ve Kudret Tamamen Allah’a Âittir.”
(Nisâ: 139)

Avrupa Birliği Aslında Bir Hıristiyan Birliğidir ve Hıristiyan Olmadıkça Bu Birliğe Almazlar.
Sadece Oyalarlar, Hatta Eğlenirler.

 

Dinde imanda, şeref ve haysiyette bu kadar taviz olur mu?
Bu bize yakışır mı? İslâm bunu kaldırır mı?

Bu kadar Âyet-i kerime’ler onlara hatırlatıldığı halde bu dostluk nereden geliyor?

Zira atalarımız: “Düşmandan dost, domuzdan post olmaz.” demişlerdir.

Bu Âyet-i kerime’leri duymayan, bu sözleri işitmeyenlere herhalde
Allah-u Teâlâ onlara duyuracak, dünyada da ahirette de.

İlâhi hükümlere karşı kör ve sağır kalmak insanı nereye götürür?

Bu necip millete dinde imanda, şeref ve haysiyette yakışır mı bu kadar taviz?

Bu müslüman milletine yakışır mı küffâra bu kadar tazim?

Bunu nasıl yakıştırdınız? Yakıştıranlara olsun bu...
Ama millete atfetme. İslâm bunu reddeder.

 

İslâm Dini ve Hıristiyanlık:

Aziz ve Celil olan Allah Kur’an-ı kerim’in İhlâs sûre-i şerif’inde:

“De ki: O Allah bir tektir.” buyuruyor. (İhlâs: 1)

Zâtında birdir ve tektir.

Hıristiyanlar ise: “Baba, oğul, kutsal ruh” diyerek üç ilâh kabul ediyorlar. Bu ne büyük bir sapıklıktır!

Allah-u Teâlâ Nisâ sûre-i şerif’inde:

“Allah’a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin!” (Nisâ: 171)

Buyurarak hıristiyanların bu sapıklıklarını insanlık âlemine duyurmaktadır.

Allah-u Teâlâ İhlâs sûre-i şerif’inin 3. Âyet-i kerime’sinde kesin olarak şöyle ferman buyurmaktadır:

“Doğurmamış, doğurulmamıştır.” (İhlâs: 3)

Çocuğu, babası, eşi olmaktan uzaktır.

Onlar ise; “İsa Mesih Allah’ın oğlu” diyorlar.

Bundan büyük cahillik mi olur?

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Halbuki rahman olan Allah’a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz.” (Meryem: 92)

Kur’an-ı kerim’de beyan buyurulduğuna göre İsa Aleyhisselâm:

“Allah benim de Rabb’imdir, sizin de Rabb’inizdir. artık ona kulluk edin, bu doğru yoldur.” demiştir. (Zuhruf: 64)

İsa Aleyhisselâm böyle buyuruyor, hıristiyanlar onu Allah yerine koyuyorlar, ilâh kabul ediyorlar.

Mahlûktan Allah olur mu? Bunlar bu kadar sapmış kimselerdir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Halbuki Mesih onlara demişti ki:

Ey İsrâiloğulları, benim de Rabb’im sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.

Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar.

Varacağı yer ateştir, zâlimlerin yardımcıları yoktur.” (Mâide: 72)

Orada ebedi olarak kalacaklardır.

Kur’an-ı kerim’de Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ın şöyle dediğini beyan buyuruyor:

“Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem: 30)

Onlarsa hâşâ İsa Aleyhisselâm’ı Allah olarak kabul ediyorlar. Bu ne büyük bir yalancılıktır. İsa Aleyhisselâm; “Ben Allah’ın oğlu değilim, kuluyum. Ben Allah değilim, O’nun peygamberiyim, elçisiyim.” diyor. Bunlar bir mahlûku Allah yaparak kayıyor, bu mübarek peygambere iftira atıyor, yoldan çıkıyorlar. Hâşâ insandan Allah olur mu? Bu ne kadar büyük bir kâfirliktir!

İsa Aleyhisselâm hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

“‘Allah, Meryemoğlu Mesih’tir.’ diyenler gerçekten kâfir olmuşlardır.” (Mâide: 72)

Allah-u Teâlâ bu gibi vasıflardan uzaktır.

“Meryem oğlu Mesih ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de sıddîka (çok doğru) bir kadındı. Her ikisi de yemek yerlerdi.” (Mâide: 75)

Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm hakkında “yemek yerlerdi” buyuruyor. Yani İsa Peygamber yerdi, içerdi, gezerdi, bir insandı çünkü. Böyle bir kimse Allah olur mu? Allah öyle bir Allah ki ne evveli var, ne de sonu var.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“O hem Evvel’dir, hem Âhir’dir, hem Zâhir’dir, hem Bâtın’dır. O her şeyi bilendir.” (Hadid: 3)

Kur’an-ı kerim’de İsa Aleyhisselâm peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in geleceğini ve isminin “Ahmed” olacağını haber vermektedir.

“‘Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.’ demişti.” (Saff: 6)

Hıristiyanlarsa kendi peygamberlerinin getirdiği haberi kabul etmiyorlar. Kendi peygamberlerini öldüren, onun getirdiği haberi kabul eder mi?

Halbuki İncil’de geçen “Paraklit” arapça “Ahmed” isminin karşılığıdır. “Kurtarıcı, hamdedici” anlamına gelir.

“Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem Tecellici size gelmez. Fakat gidersem onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman günah için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir.” (Yuhanna: 16/7-8)

Onlar kendi kitaplarında geçen bu beyana dahi inanmıyorlar. Bunlar gerçekten azmışlardır. Dalâlete düşmüşlerdir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, fakat o Allah’ın Resul’ü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzâb: 40)

Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor. Hıristiyanlar: “Biz İsa’dan ötesini tanımıyoruz.” diyorlar. Burada cehalete düşmüşlerdir.

Bunlar Allah-u Teâlâ’yı ve Kitabullah’ı tanımadıkları gibi kendi peygamberlerini de tanımıyorlar. Buradan da sapmışlardır.

Hıristiyanlar, Resulullah Aleyhisselâm’ı kabul etmezler, tahrif olunan İncil’de haber verilmesine rağmen kabul etmek istemezler.

Halbuki İslâm dininin iman esası peygamberlere ve İsa Aleyhisselâm’a iman etmeyi emreder. Biz Allah-u Teâlâ’nın gönderdiği bütün peygamberlere ve kitaplara inanırız.

“Hepsi Allah’a, meleklerine, Kitaplar’ına ve peygamberlerine iman ettiler. “O’nun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız...” derler.” (Bakara: 285)

Allah-u Teâlâ bize böyle beyan buyuruyor. Biz İsa Aleyhisselâm ve diğer peygamberlere iman ederiz.

Yahudiler, İsa Aleyhisselâm hakkında, babasız dünyaya geldiğini bahane ederek “zina çocuğudur” dediler, iftira ettiler, hıristiyanların bir kısmı “ilâh” dediler, bir kısmı “ilâhın oğlu” bir başka fırka da “üçten biridir” dediler. Hakikat Kur’an-ı kerim’de bildirildiği gibidir:

“Hiç şüphe yok ki, İsa’nın babasız dünyaya gelişi de Allah nezdinde Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi, o da oluverdi.” (Âl-i imrân: 59)

Âdem Aleyhisselâm’ın yaratılışında Allah-u Teâlâ’nın kudretinin tecellileri kat kattır.

Allah-u Teâlâ’nın Meryem Vâlidemiz hakkındaki beyân-ı ilâhisi de şudur:

“Irzını korumuş olan İmrân kızı Meryem de bir misaldir. Biz ona ruhumuzdan üflemiştik. Rabb’inin sözlerini ve Kitaplar’ını tasdik etmişti. O bize gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim: 12)

Yahudiler Meryem Vâlidemiz’e zina isnat ediyorlar, hıristiyanlar da İsa Aleyhisselâm’a iftira atıyorlar. Bu ne büyük cehalettir.

Allah-u Teâlâ Kehf sûre-i şerif’inin 4-5. Âyet-i kerime’lerinde:

“Ve “Allah çocuk edindi.” diyenleri uyarmak için.

Bu hususta ne onların ne de atalarının bir bilgisi vardır. Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar yalnız ve yalnız yalan söylerler.” buyuruyor.

Onlarsa İsa Aleyhisselâm’ı Hazret-i Allah’a evlat olarak isnat ediyor, kabul ediyorlar.

Hazret-i Allah’a evlat isnat etmek yakışır mı?

Bundan daha büyük dalâlet, sapmışlık olur mu?

Ondan ötürüdür ki, Cenâb-ı Hakk kâfirleri yeryüzünde gezenlerin en azılısı olarak vasıflandırıyor:

“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)

Niçin? Gerçeği sapıklık ile değiştirmeye çalıştıkları için.

Hıristiyanlar “Allah üçtür: Baba, oğul, ruhul kuds; Üç esas, üç şahıs olarak tek esastır.” diyerek “Üç ilâh” anlayışına sapmışlardır. Bunun hangisi Allah’tır. Bu bâtıl bir zihniyet değil mi? Bu doğru mudur? Bu ne kadar beyinsizliktir.

“Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ: 171)

Kendi elinizle yonttuğunuz putlara tapıyorsunuz? Bu doğru mu? Bu yanlıştır, cahiliyye adetinden dönmeyecek misiniz?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki insan için kendi çalışmasından başkası yoktur.” buyuruyor. (Necm: 39)

Bizim gayemiz alemin hesabını yapmak değildir. O herkesin yaptığının karşılığını vereceğini beyan buyuruyor.

Bizim gayemiz Nûr-i ilâhi’yi yaymak, murdar ve pis olan küfrü kaldırmaktır.

Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.” buyuruyor. (Tevbe: 28)

İşte biz bu necaseti kaldırmak için çalışıyoruz. Bunu halka duyurmaya çalışıyoruz ki kâfirlerin “pislik” olduğu “murdar” olduğu bilinsin.

Amma başkası pislik salmak istiyormuş. O kendisine âit.

Osmanlılar âdildi, nuru yayıyorlardı, pisliği kaldırıyorlardı. Bunlar ise nuru kaldırıp, pisliği yaymak istiyorlar. Çünkü kâfirin aslı murdardır, necistir, pistir.

“Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)

 

Hıristiyanların “Büyük İman Açıklaması” Büyük Şirk Doludur:

“Bir tek Allah’a inanıyorum. Yerin ve göğün, görünen ve görünmeyen tüm varlıkların yaradanı, her şeye kadir Peder Allah’a inanıyorum.

Tüm asırlardan önce Peder’den doğmuş olan, Allah’ın biricik Oğlu, bir tek Rab olan Mesih İsa’ya inanıyorum. O, Allah’tan Allah, Nur’dan Nur, gerçek Allah’tan gerçek Allah’tır. Yaratılmış olmayıp, Peder ile aynı özdedir ve her şey onun aracılığıyla yaratılmıştır. Biz insanlar ve kurtuluşumuz için gökten inmiş, Kutsal Ruh’un kudretiyle bakire Meryem’den vücut alıp insan olmuştur. Pontius Pilatus zamanında bizim için acı çekerek çarmıha gerilmiş, ölmüş, gömülmüş ve Kutsal Yazılara göre üç gün sonra dirilmiş. Göğe çıkmış ve Peder’in sağında oturmaktadır. Dirileri ve ölüleri yargılamak için şanla tekrar gelecek ve onun hükümdarlığı son bulmayacaktır.

Peygamberler aracılığıyla konuşmuş olan, Peder ve Oğul’dan çıkıp, Peder ve Oğul ile birlikte tapılan ve yüceltilen, hayatın kaynağı ve Rab olan Kutsal Ruh’a inanıyorum.

Havarilerin inancına dayanan, katolik ve kutsal olan tek Kilise’ye inanıyorum. Günahların affedilmesi için tek bir vaftizi kabul ediyorum. Ölülerin dirilişini ve ebedi hayatı bekliyorum. Amin.” (Ayin ve İlahiler: Mersin 1997 - ‘Basımevi ismi yok’)

Bu metindeki çelişkilere dikkat edin!

Bir tek Allah’a inanıyorum o yaratıcıdır diyor.

Bir tek Rab olan Mesih İsa’ya inanıyorum, Allah ile aynı özdeştir diyor. Hem bir tek Allah diyorlar, hem de İsa Mesih’i hem ona oğul, hem de ikinci bir Allah kabul ediyorlar. Bu çelişki hak olan bir dinde olmaz ki!

Yaratıcı Allah’ı hâşâ öyle aciz kılıyorlar ki onun Meryem’den vücut almasına ve insan olmasına ihtiyaç duyuyorlar.

Hiç Allah olanın böyle bir şeye ihtiyacı olur mu?

Veya hiç insan vücudundan dünyaya gelen ilâh veya Allah’ın oğlu olur mu? Yaratılmış Allah olur mu?

Bir de yaratıcı Allah ile beraber oğul isnad ettikleri İsa Mesih ile beraber bir de hayat kaynağı kutsal ruhu ilâhlaştırıyorlar.

Bunların hangisi Allah’tır? Yaratılmış olan, kadın olan, mahlûk olan Allah olur mu?

Bu kadar cehalet, dalâlet, sapmışlık olur mu?

 

Bush, Yusuf İslâm’ı Niçin ABD’ye Koymak İstemedi?

İslâm dininin hak din olduğunu, Hazret-i Kur’an’ın Allah-u Teâlâ’nın indirdiği son kitabı olduğunu, Muhammed Aleyhisselâm’ın da Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş hak ve son bir peygamber olduğunu onlar biliyorlar.

“Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Âl-i imrân: 71)

Fakat hidayete ermediklerinden ötürü küfürlerinde inat ediyorlar.

“Allah kime nur vermemişse onun nuru yoktur.” (Nûr: 40)

Bunların cezası nedir?

Hiç kimsenin görmediği azabı bunlar görecek. Zira hakikati göstermemeye çalıştıklarından, dalâleti hak yerine kabul etmek istediklerinden, ilâhi hükümleri inkâr etmekten azapları şöyledir:

Cehennemin ortasına çekilecekler ve cehennemin ortasında iken başlarına kaynar su dökülecek. O kaynar suyun düştüğü her yer eriyecek.

“Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün! Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin. Bu, işte o şüphe edip durduğun şeydir.” (Duhân: 47-50)

İşte bu, küfürde inat etmelerinin azabı.

Ve onlara denilecek ki; “Hani sen milletin yanında şöhretli idin? Fakat yaratıcı olan Allah-u Teâlâ’ya karşı nankördün.”

“İnsan bizim kendisini nutfeden (kerih bir sudan) yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)

O ise bir nutfeden yaratmıştı, nimetlerle donatmıştı. Bu kadar ihsana karşı seni aldatan ne idi?Hak ettiğin, müstehak olduğun azabı böylece çek! Ebedî olarak çek...

Bu hitap her önderedir. Her münkir öndere böyle azap edilecek. Bu azap tattırılacak.

Yusuf İslâm’ı haçlı zihniyeti ile sırf müslüman olduğu için Amerika’ya sokmamaları alenen kötü ve art niyetli İslâm düşmanlığıdır.

Ve fakat bu durum onların çok aleyhlerinde olacak. Orada birkaç kişiyle görüşecekti. Oysa bu mevzuat dünyaya yayıldı.

Yusuf İslâm’ın topu yoktu, tüfeği yoktu, tayyaresi yoktu. Amerika ondan neden korktu?Çünkü hepsinin fevkinde onda iman vardır.

“Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yaptıklarınızı size haber verecektir.” (Mâide: 105)

Onlar çok iyi biliyorlar ki dinleri sahtedir, kitapları uydurmadır.

Çünkü Allah-u Teâlâ bize şöyle buyuruyor ve duyuruyor:

“Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler ve kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular.” (Mâide: 13)

İncil’in tahrif edildiğini, tahrip edildiğini hepsini gördüler. Niçin bu hakikati gizliyorlar.Küfürlerinde inat ettiklerinden. Hakikatleri örtmek istedikleri için.

Oysa Yusuf İslâm da daha önce hıristiyandı, şöhret sahibi idi, fakat iman şerefiyle müşerref olduğu için her şeyi ayak altına aldı. Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a, Resulullah’a iman etti ve kurtuldu.

“Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabb’inden verilen bir nur üzerinde değil midir? Kalpleri Allah’ı zikretmeye kaskatı olan kimselere ise yazıklar olsun! Onlar apaçık dalâlet içindedirler.” (Zümer: 88)

Bunlar kurtulanlar, onlar tutulanlar.

İşte küfrün içyüzü! Ey küfre özenenler! Bundan da mı ibret almıyorsunuz?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imrân: 19)

İman nurunun yayılmaması için, küfürleri meydanda kalmaması için, bunu örtbas yapmak için ondan korktular.

Size bir temsil getirelim:

Pürsilâh bir hırsız eve girer. Evin çocuğu: “Baba!” dediği zaman hemen kaçar. Niçin?Hırsız o evin sahibi olmadığı için.

Bunlar da gerçek dinden mahrum oldukları için, ilâhi nurun yayılmaması için önlem alıyorlar. Ve fakat korktukları başlarına gelecek.

İsrâ sûre-i şerif’inin 58. Âyet-i kerime’si onlara da hitap eder.

“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap’ta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.”

 

Küfür; Dalâlet Olduğuna Göre, Burada Küfre Özenenlerin Sebebi Nedir?

Bunun sebeb-i hikmeti; Allah-u Teâlâ’nın emirleri tebliğ edilmedi. Çocuklara İslâm öğretilmedi. Helâl ve haram aranmadı. Hepsini yedirdi ve İslâm dininden çıktıklarından ötürü bu hâle düştüler.

Ahkâm öğretilmedi, helâl lokma aranmadı, bankaya girip çıkıldı ve bu halk bu hale geldi.

Düzce’de Hacı Yahya Efendi’nin oğlu Mustafa vardı. O zaman Düzce’de bir tane banka vardı, belki de kırk sene evvel şöyle anlatmıştı:

“Benim babam esnaftı, beraberce İstanbul’a gittik. Beni bir dükkana bıraktı, kendisi alış-verişe gitti. Kaldığım dükkanın sahibi hıristiyandı. Bana: ‘Düzce’de banka var mı?’ diye sordu. Ben de iftiharla: ‘Var.’ dedim. ‘Baban bu banka ile iş yapar mı?’ diye sordu. ‘Yapmaz’ dedim. ‘Eğer müslümanların oraya girip çıktığını görürsen, onların işinin bittiğini bil!’ dedi, tâ o zaman.”

Demek ki plânları çok evvelden kurmuşlar. İşte bu milleti harap eden bu bankalardır. Çünkü helâl para haram olmuştur, kişi fâize bulanmıştır. Ahkâm öğretilmedi, helâl yedirilmedi, onun için bu hale düştü bu millet. Bunlar küfre özeniyor, küfür İslâm’a imreniyor. Dini yok, imanı yok, bilgisi yok.

 

Küffar Birliği, Hıristiyan İttifakıdır:

Hazret-i Allah Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)

O da diyor ki: “Onlar bizim dostumuzdur, onlarla mea-âile görüşürüz” İlâhi hükümleri inkâr ediyor. Ve “Biz onlarla ailecek gidip geliyoruz” diyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)

O da; “Zaten biz küffar birliğine girme azmindeyiz.” Yani; “Biz kâfir birliğine azimle girmeye çalışıyoruz.” diyor.

Allah-u Teâlâ ise Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)

Küffar ehli haçlı seferine azimli ve hazırlıklı. O’da “Biz de sizi seyrederiz.” diyor...

Bu ilâhi emirler dinlenmezse, inkâr edilirse insanı küfre iter.

Allah-u Teâlâ’nın: “Düşmandır!” dediğini dost edindiğinden ötürü kâfir olur.

Bu ilâhi emir ve hükümdür. Hazret-i Allah’ın beyanıdır. Kim onların safına girerse onlardandır. En büyük düşmanı dost saymak, gaflettir, hainliktir. Düşmana ne kadar rağbet edersen, o nisbette düşmanlık bulursun.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar zâlimlerdir.” (Mâide: 45)

Bu düşmanlara yapılan bir iyiliğin muhakkak karşılığını bekleyin.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Hiçbir Avrupalı bizim birliğe girmemizi istemez. Türkiye onların birliğini bozar, hem de bu memleket müslümandır. Bu yüzden oyalıyorlar, eğleniyor, menfaatleniyorlar. Yani bu tavizler onların işine geliyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Ey inananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144)

Din, iman, vatan, şeref, haysiyet bu uğurda elden gidiyor. Yazık, çok yazık oluyor. Bu şehit kanlarıyla alınan topraklar masa başında üç-beş dünyalık paraya satılıyor, eyvahlar olsun! Şehitlerimizin kemikleri sızlıyor, bu ihanete lânet etmezler mi?

Siz müslümanları nasıl temsil edersiniz? Müslüman nâmına nasıl gidersiniz?

Kâfirler sizin dininizi hoş görmüyor, siz hoşgörün. Onlarla olmak için dini, imanı, vatanı bu uğurda feda edin. Bu nasıl bir zihniyettir. Nasıl bir gaflettir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.” (Bakara: 9)

Allah-u Teâlâ’nın bunca Âyet-i kerime’lerini hiçe sayacaksınız, hem de müslüman olarak görüneceksiniz, bu mümkün değildir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.” (Mâide: 47)

İlâhi emirler varken kimin nâmına hoşgörüye gidiyorsunuz. Siz kimsiniz? Bunları müslümanların nâmına yapmanızı kabul etmiyoruz.

Siz bu küfre rızâ gösteriyorsunuz, biz göstermiyoruz.

Müslümanlar küfrü silmek için, nuru yaymak için canları ile malları ile çalıştılar. Siz ise küfrü yaymaya çalışıyorsunuz, sizin nereniz müslüman?

Küfrü yaymakla gayeniz nedir?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“O esnada şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar. Etraflarını aydınlatınca birkaç adım yürürler. Fakat üzerlerine karanlık çökünce oldukları yerde kalırlar. Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir.” buyuruyor. (Bakara: 20)

O ise hiçbir ilâhi emri umursamıyor.

Oysa dinde, imanda, vatanda büyük kayıplarımız oldu. Vatanımızda büyük istilalar oldu. Hiç umursamıyor bile. Bunlara ne denir? İlâhi hükümleri ayaklar altına alıp, dinlemeyene ne denir? Kimsin ki sen ilâhi hükümleri dinlemiyorsun.

Allah-u Teâlâ “Onlarla dost olma” dediği halde küffarla dost oluyorsun. Mea-âile görüşüyorsun. Daha evvelki müslümanlar kılıcını gösteriyordu. Bunlar ne yapıyor. Bu İslâm’da olmaz.

“Ülaike hizbullah” bizim partimiz budur. Hazret-i Allah ve Resul’ünün partisindeniz. Halk partili değiliz diyoruz. Küffar İslâm’ı en büyük düşman olarak tanıyor. Haçlı seferini resmen ilân ediyor. Hazırlığını yapıyor. Bunlar da “Biz seyrederiz.” diyorlar. “Biz de sizle beraberiz” diyorlar.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim’inde buyurur ki:

“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imrân: 19)

Bu bir emr-i ilâhidir. Bu emr-i ilâhiye uymayıp da bunu reddeden, inkâr eden, İslâm nâmına nasıl olur da hoşgörme birliğini yapabilir?

Bu ilâhi emri hiçe sayarak küfür birliğine iltihak ediyorsunuz. Hiçbir papaz, hiçbir kâfir senin dinine iltihak ediyor mu?

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki aslâ kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan edenlerden olacaktır.” (Âl-i imrân: 85)

Senin ona iltihak etmen, bu Âyet-i kerime’yi inkâr ettikten sonra değil mi?

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyurur ki:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.

Onların âlimleri gök kubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhâkî)

Hemen bu Hadis-i şerif akla gelir.

Meğer o zaman gelmiş!

Güzel ecdadımız Allah-u Teâlâ’nın:

“Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekiyorsa öylece hakkıyla cihad edin!” (Hacc: 78)

Emr-i ilâhisini aziz tutup canları ile malları ile Allah-u Teâlâ’nın düşmanı olan küffarla harp ettiler ve mücadele ettiler. İ’lây-ı kelimâtullah’ın yayılması, kâfirlerin yok edilmesi için nuru yaymaya çalıştılar.

Bunlar Hazret-i Allah’ı Resulullah Aleyhisselâm’ı ve Hazret-i Allah’ın velilerini dost edindiler.

Onların düsturu; “Sâdıklarla beraber olunuz.” Âyet-i kerime’si idi. (Tevbe: 119)

Dikkat ederseniz her bir padişahın yanında Allah-u Teâlâ’nın bir dostu vardı.

Fakat bunlar ise Allah-u Teâlâ’nın emirlerini bıraktılar, Resulullah Aleyhisselâm’ın sünnet-i seniye’sinden ayrıldılar, en büyük düşmanları en büyük dost edindiler ve küfrü yaymaya çalıştılar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde Hakk’tan yüz çeviren kâfirlerin dünyada elde ettikleri nimetlere imrenilmemesini, bunların geçici olduğunu açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

“İnkâr edenlerin refah içinde diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın!

Bu, ancak az bir geçimdir. Sonra varacakları yer cehennemdir. O ne kötü yataktır!” (Âl-i imrân: 196-197)

Çünkü Allah-u Teâlâ fırsat verir, ruhsat vermez. Bu münafıklara da verecek değil.

Kiliseler açılıyor, vatanın toprakları satılıyor, istilâ ediliyor.

Siyonistler çalışıyor, masonlar çalışıyor. Memleketimiz işgal oldu.

Eee onlar bizim dostumuz, dokunmayın onlara.

Şu saâdet devrine bir bak, şu felâket devrine bir bak!

Bunu müslüman olan yapabilir mi?

Dikkat ederseniz hiçbir kâfir İslâm dinini hoş görmez.

Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a, Resulullah’a inanmaz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.” (Âl-i imrân: 119)

Ve fakat kendilerini müslümanım diye zannedenler küfrü hoş gördüler, en büyük düşmanlarını yanlarına alıp dost edindiler. Hoşgörü toplantılarını yapıyorlar.

Âlem gider Mersin’e, bunlar gidiyor işin tersine.

Yani sizin nereniz müslüman?

Osmanlı ecdadımız cihadla fisebilillah bu toprakları aldılar.

Onlar küffarı bu topraklardan temizledi. Siz ise küfrü bu memlekete yayıyorsunuz. Sizin nereniz müslüman? Onlarla kendinizi bir kıyas edin!

Eskiden müslümanlar kılıç gösteriyordu. Bir de bunların işine bakın! Kıyas edin...

Halbuki Hazret-i Allah Âyet-i kerime’sinde:

“Ey Peygamber! Kâfirlere, münafıklara karşı cihat et.” diye emir buyuruyor. (Tevbe: 73)

Onlar böyle idi. Fisebilillah canları ile malları ile uğraştılar. Allah-u Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için, küfrü buradan atmak için, nuru yaymak için.

Siz ise hazır kazanılmış topraklarda küfrü yayıyorsunuz. Ben size ne diyeyim? Üstelik kendinizi de müslüman zannediyorsunuz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene (Kur’an’a) inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış fâsıklardır.” (Mâide: 81)

Kısa bir zaman içinde sadece İstanbul’da 5000 civarında ajan misyoner olduğu emniyet kayıtlarında mevcuttur. İstanbul’da gayri resmi binalarda bin ila iki bin arasında kilise açıldığı ifade edilmektedir. Türkiye genelinde 25.000 insanımızın hıristiyan olduğu, 21.000 kilise ev açıldığı daha evvel açıklanmıştı. Memleketimizi istila ettiler, satın aldılar. “Onlara dokunmayın onlar bizim dostumuzdur” diyorlar. Kısa zamanda bu kadar kilise açıldı, memleket işgal oldu. Fakat müdahale yok. Niçin? “Bunlar bizim sevdiklerimizdir.”

Ey kardeşler! Bu durumu size açıklıyorum, gerisini size bırakıyorum. Polis el uzatamıyor. Hiç kimse el uzatamıyor. Niçin? “Onlar bizim dostumuzdur.” Benim düşmanımı dost bilirsen, ben seni dost tanımam.

Allah-u Teâlâ bize böyle tanıtıyor.

Siz ise onları aile, dost tanıtıyorsunuz.

Bizim sizden şüphe etmemiz lâzım.

Ajan misyonerlerin memleketimizde bu gizli veya aleni müslüman halkımızı, hıristiyanlaştırma faaliyetlerinden emniyet mensupları ve halk rahatsız, amma hükümet rahatsız değil. Küffâr birliğine girmek azminde. Acaba bunlar huzur-u ilâhîye çıkmayacaklarını mı zannediyorlar?

Allah-u Teâlâ Zilzâl sûre-i şerif’inde zerreden soracağını bize haber veriyor.

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.

Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür.” (Zilzâl: 7-8)

Bunlar neye istinat ediyorlar? Allah’tan korkmuyorlar mı?

Benim düşmanım, sizin de düşmanınız olanları nasıl dost edinirsiniz. Niçin âyetlere değer vermiyorsunuz?

“Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?” (Kalem: 36)

 

HIRİSTİYANLIK VE İNCİL

İsa Aleyhisselâm göğe yükseltildikten sonra Havârîler İsa Aleyhisselâm’ın vasiyeti üzerine dinini yaymaya çalıştılar. İnananlar hayli çoğaldı. Fakat zamanla hıristiyanlar da İsrâiloğulları gibi yoldan çıktılar, tefrikaya düştüler.

Yahudiler İsa Aleyhisselâm hakkında, babasız dünyaya geldiğini bahane ederek “zinâ çocuğudur” dediler, iftira ettiler. Hıristiyanlardan bir kısmı “İlâh” dediler, bir kısmı “İlâhın oğludur.” fikrine saplandılar. Bir başka fırka da “Üçten biridir.” demişlerdi.

Hakikat Kur’an-ı kerim’in bildirdiği gibidir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Hiç şüphe yok ki, İsa’nın babasız dünyaya gelişi de Allah nezdinde Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona ‘Ol!’ dedi, o da oluverdi.” (Âl-i imrân: 59)

İsa Aleyhisselâm muhataplarına yalnız Allah-u Teâlâ’nın yarattığı bir kul olduğunu ve bir peygamber olarak gönderildiğini haber vermişti:

“Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem: 30)

 

Teslis İnancı:

Hıristiyanlık teslis inancı şu şekildedir:

“Bir ilâh baba’ya inanırız ki, her şeyin mâliki, görülen ve görülmeyen şeylerin yaratıcısıdır. Yine, Rab olan Mesih’e inanırız ki, Allah’ın oğludur ve bütün yaratılmışların ilkidir. Yaratılmış değildir, Baba’nın cevherinden Hak İlâh’tır. O’nun eliyle bütün âlemler vücud bulmuştur. O, herşeyin yaratıcısıdır. Bizim kurtuluşumuz için gökten inmiş, Ruhu’l-Kudüs’ten cesetlenip, insan olmuş, “Meryem” ona hamile olmuş ve bâkire Meryem’den doğmuştur.” (Histoire des Sectes Chrétiennes, Sh: 52, 62)

Görüldüğü gibi, hıristiyan kredo’sunda önce, “görülen ve görülmeyen şeylerin yaratıcısı bir ilâh” kabul edilmiş, sonra da “Rab olan Mesih’e inanırız ki, Allah’ın oğludur.” denilmiştir. Bu iki söz birbirine zıttır. Çünkü hıristiyanlar, önce bir Allah’a inandıklarını söylüyorlar, sonra da herşeyin Rab İsa’nın eliyle yaratılmış olduğunu belirterek İsa Mesih’i Rab kabul ediyorlar. Hem ilâh baba’ya inanmakla beraber, onu hem ilâh, hem oğul, hem de ruhû’l-kudüs olarak vasıflandırıyorlar. Bunların hangisi doğrudur?

Markos İncili’nde (12/30) “Dinle ey İsrâil! Allah’ımız Rab, bir olan Rab’dır.” sözü ile Allah’ın bir olduğu ifade ediliyorken, Matta İncili’nde (28/19) “Şimdi, siz gidip bütün milletleri şâkird edin, onları baba ve oğul ve Ruhû’l-Kudüs ismi ile vaftiz eyleyin.” sözü ile de teslise (üçleme) giriyorlar. Böylece “Allah’ımız Rab, bir olan Rab’dır.” ifadesiyle tezata, tenakuza, çelişkiye düşüyorlar.

Matta İncili’nin bir yerinde (4/10) “Çekil git şeytan. Tanrın olan Rab’be tap, yalnız O’na kulluk et.” denilirken, yine Matta İncili’nin başka bir yerinde (28/17) “İsa’yı gördükleri zaman ona tapındılar.” denilmektedir. Bunun hangisi doğrudur. Bu büyük tenakuz, çelişkidir.

Görüldüğü gibi İnciller kendi aralarında büyük tezata düşmektedir. Bir yerde hem “Allah’a tap” deniliyor, diğer bir yerde “İsa’ya tapındılar” deniliyor. Bu nasıl bir çelişkidir. Bu dinin asliyetinin bozulduğu aşikârdır.

Yuhanna (1/14)de, “Kelâm beden olup inayet ve hakikatle dolu olarak aramızda sakin oldu. Ve biz onun izzetini, baba’nın biricik oğlu’nun izzeti olarak gördük.” ifadesi var.

Diğer taraftan Matta İncili’nde (27/50) “Çarmıhta ölen İsa Mesih” ifadesi ile İsa Aleyhisselâm’ın çarmıhta ruhunu teslim ettiği söylendiğine göre, bir ilâh nasıl olur da çarmıha gerilip öldürülebilir?

Resullerin işleri isimli Luka İncili’nin devamı olan kitapta ise (2/22)de İsa Aleyhisselâm hakkında, “Ey İsrâilliler, şu sözleri dinleyin; Bildiğiniz gibi Nasıralı İsa, Tanrının kendisi aracılığıyla aranızda yaptığı mucizeler, harikalar ve belirtilerle kimliği kanıtlanmış bir kişidir.” denilmektedir. Burada İsa Aleyhisselâm’ın Tanrı olmadığı açıkça belirtilmektedir.

Hıristiyan Kitâb-ı Mukaddesi’nde “Allah’ın oğlu” tabiri, çeşitli şekillerde geçmektedir. Bir yerde İsa Aleyhisselâm için “Sevgili oğlum” (Matta: 3/17; 17/5; Markos: 1/11; Luka: 9/35) denirken bir başka yerde “Sen Hayy olan Allah’ın oğlu Mesihsin” (Matta: 16/16; Markos: 3/11) denmiştir. Yine bir başka yerde “Babanın kucağında biricik oğul” (Yuhanna: 1/18; 3/16) tabiri kullanılmıştır. Pavlus ise, “Rab İsa’yı Allah’ın kendi oğlu” (İbranilere Mektup: 1/2) olarak ve “Başkâhinimiz Allah’ın oğlu İsa” (İbranilere Mektup: 4/14) diyerek niteler.

Hıristiyanlığın oluşturduğu teslis inancına göre Allah birdir. Ancak, İsa’nın babasıdır. Hıristiyanların kullandıkları gibi Allah, Baba olursa; ya ezelî bir şeyi doğurmuş olur, ya sonradan olan bir şeyi doğurmuş olur. Ezelî olan şey aslâ doğmuş olmaz.

Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm hakkında gerçek dışı beyan ve inançlarda ısrar eden ehl-i kitabın bu müfrit telâkkilerini reddeder. Hıristiyanların Allah’ı bırakıp İsa Aleyhisselâm’a tapacak kadar onun hakkında aşırı tazimde bulunmak suretiyle düştükleri sapıklıkları anlatarak şöyle buyurur:

“Ey Ehl-i kitap! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin.” (Nisâ: 171)

Onu ancak yüksek sıfatlarıyla, güzel isimleri ile nitelendirin. O’na bir eş ve bir çocuk veya buna benzer zatına yakışmayan şeyleri nisbet etmeyin.

“Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberidir.” (Nisâ: 171)

O sadece Allah-u Teâlâ’nın peygamberlerinden bir peygamberdir, sizin iddia ettiğiniz gibi Allah’ın oğlu değildir.

“Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir.” (Nisâ: 171)

O’nun taraf-ı izzetinden tecelli eden bir emirdir. “Ol” emr-i şerifiyle var olmuştur.

“Ve O’ndan bir ruhtur.” (Nisâ: 171)

Kendisinin yaratmasıyla meydana gelen bir ruhtur. O’nun “Kün” emri ile bir mucize olarak vücuda getirdiği için kendisine bir şeref olmak üzere “Kelimetullah” denilmiştir. Bu ruhun Allah-u Teâlâ’ya izafe edilmesi şerefini yükseltmek içindir. Allah-u Teâlâ onunla bir çok ölü kalplere hayat vermiştir.

Şu halde;

“Allah’a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin.” (Nisâ: 171)

Ne “İlâhlar üçtür: Allah, Mesih, Meryem’dir.” diye açık bir şirk ile; ne de “Allah üçtür: Baba, oğlu, ruhü-l Kuds üç esas, üç şahıs olarak tek esastır.” gibi yorumlu şirk ile “Üç İlâh” anlayışına sapmayınız.

“Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ: 171)

İsa Aleyhisselâm kendisine insan olmanın dışında bir sıfat yakıştırmak isteyenlere kul olduğunu hatırlatmak ihtiyacı duymuş ve:

“Ben ancak Allah’ın kuluyum.” buyurmuştur. (Meryem: 30)

Muhataplarına: “Beni ilâh edinin.” dememiş:

“Şüphesiz ki Allah benim de Rabb’im, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.” buyurmuştur. (Meryem: 36)

Allah-u Teâlâ Tevhid akidesini temelinden yıkan Üç İlâh (Teslis) inancının doğuracağı elim akibeti haber vermektedir. Allah’tan başka iki ilâh edinenlerle İsa Aleyhisselâm ilâhî huzurda yüz yüze getirilecekler, Allah’a ve Peygamber’ine iftira edenler hak ettikleri cezayı göreceklerdir.

“Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor! Biz Rahman’dan başka tapılacak ilâhlar kılmış mıyız?” (Zuhruf: 45)

Allah öyle bir Allah’tır ki, İhlâs sûre-i şerif’inde beyan edildiğine göre “Doğmamış, doğrulmamıştır.” Çocuğu, babası, eşi olmaktan münezzehtir.

Kur’an-ı kerim’inde Hazret-i Allah onlara şöyle cevap veriyor:

“Resulüm! De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed’dir, her şey O’na muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir.” (İhlâs: 1-4)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize hitap ederek bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Rahman’ın çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki elbette ben olurdum.

Göklerin ve yerin Rabbi, arşın da Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bırak onları! Kendilerine vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar.” (Zuhruf: 81-82-83)

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde Zât-ı akdes’ine kullarından bir parça isnad eden sapıklar hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Kullarından bir kısmı, O’nun bir cüz’ü kıldılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür.” (Zuhruf: 15)

O’na çocuk nisbet etmek bir küfürdür, küfür ise her türlü nankörlüğün esasıdır.

Kur’an-ı kerim’de Allah-u Teâlâ’nın çocuğu olmaktan münezzeh olduğuna dair beyanlar sık sık ifade buyurulmaktadır:

“Allah çocuk edindi dediler. Hâşâ! O yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.” (Bakara: 116)

Allah-u Teâlâ’nın çocuk edindiğini söylemek, O’nun insanlara benzediğini söylemek mânâsına gelir. O halde hiçbir şeyin kendisine benzemediği Zât-ı Ecell-ü A’lâ’nın çocuk edinmesi aslâ düşünülemez. O, başlangıcı ve sonu bulunmayan yegâne yaratıcıdır.

“Elinizde O’nun çocuk edindiğine dair hiçbir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?” (Yunus: 68)

Allah-u Teâlâ onların ileri sürdükleri iddiâlardan ne kadar uzaktır! Çocuğu olduğunu haber vermediğine veya bu mânâya gelebilecek bir beyan Zât-ı Akdes’inden sâdır olmadığına göre, bu gibi kimseler kuru bir zanna ve kötü bir yalana isnat etmektedirler.

“De ki: Allah’a karşı yalan uyduranlar aslâ iflâh olmazlar.” (Yunus: 69)

Korktuklarından emin, umduklarına nâil olamayacaklar, cennete değil cehenneme sevkedileceklerdir.

“Bak! Nasıl da Allah’a yalan yere iftira ediyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter!” (Nisâ: 50)

Bundan başka hiçbir günahları olmasa bile, bu iftiraları onların hepsini gölgede bırakan büyük bir günah olur.

“O hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir.” (Furkan: 2)

Her şey bütün mukadderatı ile O’nun kudret eli altındadır. Her şeyin bir sınırı ve ölçüsü vardır ki, kul onu aslâ aşamaz. O’nun kudretine ise sınır ve son yoktur. Bunun içindir ki hiçbir şey, yaratılmış olma sınırını aşıp da O’na ortak olmaya güç yetiremez.

“Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur.’ dediler.” (Tevbe: 30)

Bu sapıklıkları ile hıristiyanların: “Mesih Allah’ın oğludur.” sözüne bir kapı açmış oldular.

“Hıristiyanlar da: ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler.” (Tevbe: 30)

Başlangıçta bunu söyleyenler bir kısım hıristiyanlar ise de, sonradan hemen hepsi böyle söylemeye başladılar, hatta böyle söylemeyenleri kâfirlikle itham ettiler.

“Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir.” (Tevbe: 30)

Bunlar ehl-i kitaptan olmakla beraber müşriklere benzerler ve müşrik sayılırlar.

“Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?” (Tevbe: 30)

Bu iftiralarından dolayı Allah-u Teâlâ’nın ilâhî gadabına maruz kalmışlardır:

“Rahman çocuk edindi dediler.” (Meryem: 88)

“Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız.” (Meryem: 89)

“Onlar o Rahman olan Allah’a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti.” (Meryem: 90-91)

“Halbuki Rahman olan Allah’a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz.” (Meryem: 92)

Onlar yaratma ile üretme arasındaki farkı anlayamadılar. Doğurma ve doğmanın, her şeyden önce bir yaratmaya bağlı olduğunu düşünemediler.

Hıristiyanlar o ilk günahtan kurtulmak için aklı ve nefsi bu teslis inancına feda etmek gerektiğini ve bu fedâkârlığı yapmanın bu imanın şartı ve kurtuluş sebebi olduğunu iddiâ ederler ki, bütün bunlar Allah inancını hafife almaktan başka bir şey değildir. Büyük bir saygısızlıktır ve küfürdür.

Teslis inancı, hıristiyanlığın kaynağından gelen bir inanç değildir. Tahriften kaynaklanan bâtıl inancıdır.

Allah-u Teâlâ hıristiyanları uyarmak, gittikleri yolun yanlışlığını onlara duyurmak için Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Allah’ı bırakıp da, size ne bir zarar ne de bir fayda vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz?” (Mâide: 76)

Hepsi de mahiyetleri itibariyle Allah-u Teâlâ’nın yaratıklarıdır. Hiçbir fayda ve hiçbir zarar verme imkânına sahip değildirler.

“Oysa Allah işitendir, bilendir.” (Mâide: 76)

Kullarının kendisine karşı ibadet ve duâlarını işittiği gibi, kalplerde gizlenen ve saklanan şeyleri de bilir. Dolayısıyla herkese hakettiğini verecektir.

“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Dininizde haksız yere taşkınlık yapıp sınırı aşmayın.” (Mâide: 77)

Ey hıristiyanlar! Siz Mesih’in hak olan peygamberliğini geçip de onu ilâhlık mertebesine çıkarmayınız.

Ey yahudiler! Siz de onun peygamberliğini inkâr ederek değerini düşürmeye cüret etmeyiniz.

“Daha önce hem kendileri sapmış, hem de birçoklarını saptırarak doğru yoldan ayrılmış bir topluluğun hevâ ve heveslerine uymayın.” (Mâide: 77)

Burada sapan ve saptıranlardan maksat, yahudi ve hıristiyanların ileri gelenlerinden sapıklıkta çığır açan ve o yolda yürüyenlerdir. Bunlar dinlerinde hakkı hedef edinmemişler, bu sebeple haksız yere aşırı giderek geçmişlerini körü körüne taklit etmişlerdir.

“Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü şey ne kötüdür.” (Mâide: 80)

Bu inançlarının, bu sapıklıklarının vahim neticelerini ahirette elbette göreceklerdir.

 

Tecessüd ve İttihad İnancı:

Hıristiyanlar Yuhanna İncili’nin başlangıcında geçen (1/1-4) “Kelam başlangıçta var idi. Ve kelam Allah nezdinde idi ve kelam Allah idi. O başlangıçta Allah nezdinde idi. Herşey onun ile oldu ve olmuş olanlardan hiçbir şey onsuz olmadı.” ibaresi ile yine Yuhanna’da geçen (17/21) “Nasıl ki, ey baba, sen bendesin ve ben de sen’deyim, onlar da bizde olsunlar da, beni senin gönderdiğine dünya iman etsin.” ifadesine dayanarak yaratıcının İsa Aleyhisselâm’da zuhur ettiğini iddia ediyorlar.

Halbuki İsa Aleyhisselâm’ın, bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz gibi bir insan olduğu, tahrif edilmiş olan incillerde dahi görülmektedir. Kaldı ki, ilk insan olan Âdem Aleyhisselâm da babasız yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ herşeye kâdir olup, hükmünde hikmet sahibidir.

İsa Aleyhisselâm’ın, Âzâr’ın dirilmesi anındaki duâsı (Yuhanna: 11/41-42), talebeleri için yaptığı duâ (Yuhanna: 17/11), çarmıhtan kurtulmak için “Ey Baba! Eğer mümkünse, bu kâse benden uzaklaştırılsın; fakat benim istediğim gibi değil, Senin istediğin gibi olsun.” diyerek yaptığı duâ (Matta: 26/39), “Beni niçin terk ettin.” (Matta: 26/46) sözü, “Ben şuraya gidip duâ edeceğim.” (Matta: 26/38) “Uyanık durup duâ edin.” (Matta: 26/41, Luka: 22/41-42) ifadeleri kıyamet konusundaki bilgisizliği (Markos: 13/32), Allah’tan hakikat işiten adam olarak, kendisini görmesi (Yuhanna: 8/40) “Yüreğim ölüm derecesinde kederli.” (Matta: 26/38) gibi İsa Aleyhisselâm’ın İncil’de haber verilen durumları, tecessüd itikadını bâtıl kılar.

Bununla beraber tecessüs inancı Matta, Markos, Luka İncili’nde geçmeyip, sadece Yuhanna İncili’nde geçmektedir. Oysa hıristiyanların kabul ettiği bu itikadın bütün incillerde olması gerekmez mi?

Hıristiyanlar baba ile oğul’un birleştiği inancını Yuhanna İncili’nde geçen (10/30) “Ben ve baba biriz.” ifadesinden çıkarmaktadırlar. Halbuki Markos İncili ise (16/19) “İsa, babanın sağına oturdu.” derken, yine Yuhanna İncili’nde (20/17), “Benim Babamın ve sizin babanızın, benim Allah’ımın ve sizin Allah’ınızın yanına çıkıyorum.” ifadesi var.

Bu ifadeyle, gidenle gidilen birbirinden tamamen ayrılmıştır. Böylece, ittihad iddiası bâtıl olmuş olur.

Dört İncil, Mesih’in ağladığını, sevindiğini, dostlarının dâvetlerinde yemek yediğini, eşeğe bindiğini açıklar. Bütün bunlar İsa Aleyhisselâm’da olduğu söylenilen ittihadı ve ulûhiyet iddiasını çürütür.

Markos İncili’nde geçen (13/32) “Fakat o gün yahut o saat hakkında, ne gökteki melekler ne de oğul, babadan başka kimse birşey bilmez.” ifadesi İsa Aleyhisselâm’ın kıyamet saatini bilmediğini gösteriyor.

Gerçekten İsa Aleyhisselâm da Allah vücud bulsa idi veya Allah ile birleşmiş olsa idi Allah’ın bildiğini bilecek ve yaptığını yapacaktı. Onlar İsa Aleyhisselâm’a bu sıfatları veriyorlar, böylece kendi içinde büyük tenakuza, tezata düşüyorlar.

Şu kadar ki Yuhanna’da (14/1) “Allah’a da, bana da iman edin.” ifadesi hıristiyan inancının içinde bulunduğu çıkmazı gösterir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde hıristiyanların İsa Aleyhisselâm hakkındaki bâtıl inançlarını anlatarak şöyle buyurmaktadır:

“‘Allah, Meryemoğlu Mesih’tir.’ diyenler gerçekten kâfir olmuşlardır.” (Mâide: 72)

Allah-u Teâlâ bu gibi vasıflardan münezzehtir.

“Halbuki Mesih onlara demişti ki:

Ey İsrâiloğulları, benim de Rabb’im sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.

Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar.

Varacağı yer ateştir, zâlimlerin yardımcıları yoktur.” (Mâide: 72)

Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlara destek olacak, içinde bulundukları durumdan onları kurtaracak hiçbir kimse yoktur.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Andolsun ki: ‘Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.’ diyenler kâfir olmuşlardır.” (Mâide: 73)

“Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.” demek, hem “Üç” kelimesi, hem de “Üçüncü” kelimesi itibariyle olmak üzere iki yönden küfürdür, katıksız şirktir. Bir ilâhtan başka ilâh olmadığı halde üç ilâh farzetmek, bir olan Allah’ın hakkını inkârdır, zulümdür. “Allah üç” demek, gibi bir çelişkidir.

“Oysa bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkâr edenlere çok acıklı bir azap dokunacaktır.” (Mâide: 73)

Bu gibi sözlerden ve teslis inancından vazgeçmeyenlere Allah-u Teâlâ açıkça küfür damgası vurmuştur. Onlar en şiddetli bir azapla azaba uğrayacaklardır.

 

İsa Aleyhisselâm’ın Kulluğunun Peygamberliğinin Delilleri:

İsa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın kulu ve Resul’üdür.

Yuhanna İncili’nde (6/14) “Gerçekten, dünyaya gelecek peygamber budur.” Matta İncili’nde (15/24) “Ben İsrâil evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim.” Luka İncili’nde (7/16) “Aramızda büyük bir peygamber ortaya çıktı.” ifadeleri ile yine Matta İncili’nde geçen (13/57) “Bir peygamber, kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız değildir.” cümlesi, İsa Aleyhisselâm’ın açıkça resül, elçi ve gönderilmiş bir peygamber olduğunu gösterir. Diğer taraftan bütün bu ifadeler “Allah’ın oğlu.” tabirleri (Luka: 9/35, Matta: 3/17, Markos: 1/11, Yuhanna: 1/18) ile tenakuza düşmektedir. İsa Aleyhisselâm için bir yerde “Peygamber” başka bir yerde “Allah’ın oğlu” diyorlar. Böyle bir durum ilâhi bir kitapta ve dinde olmaz.

Zira; Matta İncili: 1/1 “İbrahim oğlu, Davud oğlu İsa Mesih’in nesebinin kitabıdır.” derken, Markos İncili (10/18)de geçen “İyi olan tek biri var o da Tanrı’dır.” sözü İsa Aleyhisselâm’ın kulluğuna delâlettir. (Yuhanna: 17/1-3; Matta: 26/39)da geçen Hazret-i İsa’nın Allah’a duâ ettiği ifadesi ile, Matta (4/10)da “Rab Allah’ına tapınacak ve yalnız O’na kulluk edeceksin.” sözleri Hazret-i İsa’nın sadece Allah’a kul olduğunu ve O’na bağlı bir mümin olduğunu gösteriyor.

Yuhanna İncili’nde (13/20) “Benim gönderdiğim kimseyi kabul eden beni kabul eder ve beni kabul eden beni göndereni kabul etmiş olur.” ifadesi ile (4/19)da geçen “Kadın ona dedi, efendi görüyorum ki sen peygambersin” sözü İsa Aleyhisselâm’ın Allah’ın gönderdiği bir elçi olduğunu beyan eder.

“Benim babam ve sizin babanızın, benim Allah’ımın ve sizin Allah’ınızın yanına çıkıyorum.” (Yuhanna: 20/17) diyen İsa Aleyhisselâm hakkında “İşte, benim seçtiğim kulum” (Matta: 12/18) tabiri kullanılmıştır. Çarmıh esnasında “Allahım! Allahım! Niçin beni bıraktın?” (Markos: 15/34; Matta: 27/46) ifadesi de Hazret-i İsa’nın kulluğuna delil teşkil ediyor. “İsa, hikmette ve kamette Allah ve insanlar yanında inayette terakki ediyordu.” (Luka: 2/52) ifadesinin, Hazret-i İsa’nın kul olduğundan başka birşeye delâlet etmediği açıktır. Buna rağmen İsa Aleyhisselâm’a ilâh diyorlar. Bu ne büyük tenakuzdur. İnciller hem kendi içinde hem de birbirleri arasında açık bir tezat içindedirler.

Beşerî bütün özellikleri taşıyan İsa’nın, Allah’ın kulundan başka birşey olmayacağını, “Zira aç idim, bana yiyecek verdiniz, susamıştım bana içecek verdiniz.” (Matta: 25/35) sözünün ve “Şiddetli ızdırap içinde kalan İsa’nın harâretin tesiriyle toprağa dökülen ter damlalarının kan damlaları gibi olduğunu” ifade eden İncil metninin, sadece insani özellikler taşıyan İsa’yı dile getirdiği aşikârdır. Yine, “40 gün 40 gece oruç tutan İsa” (Matta: 4/2) “Yüz yastığı üzerinde uyuyan Mesih” (Markos: 4/38) ifadelerinden İsa Aleyhisselâm’ın tam bir insan olduğu anlaşılır.

İsa Aleyhisselâm; yine kendi ellerinde bulunan incil metinlerinde geçen; “Öğrettiğim benim değil, fakat beni gönderenindir.” (Yuhanna: 7/16) ifadesine göre hem kul, hem de elçi olduğu açıktır. İncillerin başka bölümlerinde ise İsa Aleyhisselâm’a ulûhiyet isnat ediyorlar. Bu ne büyük tenakuzdur.

Hazret-i İsa’nın peygamberliği konusunda da “Yüreğiniz sıkılmasın, Allah’a iman edin, bana da iman edin.” (Yuhanna: 14/1) sözü ile “Doğrusu ve doğrusu size derim: Benim sözümü dinleyip beni gönderene iman edenin ebedî hayatı vardır.” (Yuhanna: 5/24) ifadesi delil teşkil eder. Ve fakat İncillerin birçok yerinde İsa Aleyhisselâm’a ulûhiyet isnat edilir. İnciller bu derece tezat içermesine rağmen bu ifadelerden onun bir elçi, bir insan olduğu apaçık anlaşılmaktadır.

Kur’an-ı kerim de bu durumu sarih bir şekilde beyan eder. Âyet-i kerime’de onun bir kul ve Allah’ın elçisi peygamber olduğu bildirilmiştir:

“Hani havarilere, ‘Bana ve peygamberime iman edin’ diye ilham etmiştim. Onlar (da), ‘İman ettik, bizim Allah’a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol’ demişlerdi.” (Mâide: 111)

Buna karşı Ey hıristiyanlar! “Mesih nasıl kul olur?” demeyiniz.

“Mesih de, Allah’a yaklaştırılmış mukarreb melekler de, Allah’a kul olmaktan aslâ çekinmezler.

Kim O’na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisâ: 172)

“O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrâiloğullarına numune kıldığımız bir kuldur.” (Zuhruf: 59)

İsa Aleyhisselâm bir beşerdir, insanlara hidayet yolunu göstermek için Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Peygamberlik vazifesi ise halkı Allah’ın birliğine ve yalnız O’na kulluk yapmaya dâvet etmekten ibarettir.

Allah-u Teâlâ, hıristiyanların ona ve annesine ulûhiyet isnat etmelerini gözle görülür bir delil ile çürütmekte, onları vicdanları ile başbaşa bırakarak, hakikati araştırmakla aydınlatılmaları için şöyle buyurmaktadır:

“Meryem oğlu Mesih ancak bir peygamberdir.” (Mâide: 75)

İlâh değildir. Ancak Allah-u Teâlâ’nın delil ve fermanı ile gönderdiği bir elçi, bir tebliğci, bir peygamberdir. Allah-u Teâlâ hususi olarak bazı peygamberlere mucizeler verdiği gibi, ona da doğruluğunu göstermek için apaçık bazı mucizeler vermiştir. Eğer Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm vasıtası ile ölüleri diriltti ise, şüphesiz ki Musa Aleyhisselâm vasıtasıyla âsâya can verdi ve âsâ sürünen bir yılan oldu. Bu ötekinden daha hayret vericidir. Eğer İsa Aleyhisselâm babasız yaratıldıysa, şüphesiz Âdem Aleyhisselâm hem anasız hem babasız yaratılmıştır. Bu daha şaşırtıcıdır. Bunların hepsi Allah katındandır. Musa Aleyhisselâm ve İsa Aleyhisselâm ancak Allah-u Teâlâ’nın yaratıcı kudretinin tecelli yerleri ve vasıtalarıdır.

İsa Aleyhisselâm ilk olarak gelmiş bir peygamber de değildir:

“Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de sıddîka bir kadındı. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak! Onlara delilleri nasıl açıklıyoruz? Sonra da bak ki, nasıl yüz çeviriyorlar?” (Mâide: 75)

 

Hıristiyanlıkta; “Çarmıha Gerilme”, “Öldürülme”, “Kefaret” İnancı:

İsa Aleyhisselâm’ın beşeriyetin günahlarına “Kefaret” olarak geldiği ve bunun için “Çarmıha” gerildiği inancı, hıristiyanlığın önemli inanç ilkelerinden birisidir. Şüphesiz bu şekildeki inancın kaynağını İnciller teşkil etmektedir. İnciller, İsa Aleyhisselâm’ın Baba’nın nezdinde yegane şefaatçi olduğunu (1. Yuhanna: 2/1) ve onun bütün beşeriyetin günahlarına kefaret olarak geldiğini haber verir (1. Yuhanna: 2/2). İsa Aleyhisselâm’ın kefaret kabul edilmesinin temelinde ise, Allah’ın beşeriyete olan sevgisi gösterilmiştir. “Allah, bizi sevdiği için günahlarımıza kefaret olarak oğlunu gönderdi.” şeklindeki Birinci Yuhanna’nın ifadesi (4/10) daha sonra Hıristiyan konsillerinde iman ilkesi olarak kabul edilmiştir.

Hıristiyanlığa göre İsa Aleyhisselâm, Allah’ın oğlu olarak, beşeriyetin, Adem’den beri sırtında taşıdığı günahı, kendi canı ile ödemiş ve çarmıha gerilmiştir.

Mesih, Çarmıh’a gerilmiş (Matta: 27/45-50; Markos: 15/25; Luka: 23/46; Yuhanna: 19/18), gömülmüş, sonra da diriltilerek görevini tamamlamış ve Allah’ın sağına oturmuştur. (Markos: 16/19)

İsa Aleyhisselâm’ın Haç’a gerilmesi bir “kefâret” anlamı taşımış olsa idi, Çarmıh anında neden İsa Aleyhisselâm, “Allahım! Allahım! Niçin beni terkettin” (Matta: 27/46) sözünü kullanacaktı? Kefaret konusundaki Hıristiyan iddiası doğru olmuş olsa idi; İsa nasıl olur da başkâhinin huzurunda hem de en beliğ şekilde konuşmazdı? “Rahiplerin reisinin huzurundaki sorulara karşı sükutlar” (Matta: 27/12-14) çarmıha gerilenin İsa olmadığını göstermeye kâfi gelen delillerdir.

“Dülger’in oğlu bu değil mi? Anasının adı Meryem değil mi?” (Matta: 13/55) Benzeme şüphesi olmamış olsa idi yine İsa Aleyhisselâm’ı tanımak için ve onun yerini tesbit için rüşvet vermeye (Matta: 26/15) ne gerek vardı?

İsa Aleyhisselâm yakalanıp da başkâhinin huzuruna çıkarıldığında başkâhin; “Hayy olan Allah hakkı için, sana and ettiririm, eğer Allah’ın oğlu Mesih isen, bize söyle.” (Matta: 26/63) sualine “Söylediğin gibidir” diyerek cevap vermiştir. (Matta: 26/64) Eğer o hakikaten İsa Aleyhisselâm olsaydı, durumunu gizlemeyip “Evet ben mesihim” derdi. (Luka: 9/28-35)

Yine, Yuhanna’nın ifadelerine göre, Ürdün vâdisinde Mesih’i yakalamak için geldiklerinde, mesih onlara “Kimi istiyorsunuz?” demiştir. Onlar da “Nâsıralı İsa’yı” deyince onlara “Benim” demiştir. (Yuhanna: 18/4-8) Burada doğru söyleyen Mesih, niye yukarıda kâhinler reisinden kendini saklamak ihtiyacını duysun! (Matta: 26/62-63) Demek ki Mesih’in Çarmıh olayında bir şüphe vardır. Böyle bir şüphe olmamış olsaydı, İsrâiloğulları toplumunda doğup büyüyen İsa için bunca sual sormaya niye gerek duyulacaktı?

Yine, Luka İncili’ne göre, (24/13-31) İsa; dirildikten sonra yolda iki talebesine yaklaşmış, onlarla sohbet etmiş, fakat talebeleri, İsa’yı bilememişlerdir. İşte bu durum, İsa’nın hâlinin zaman zaman değiştiğine delil teşkil etmektedir. Bu değişik halde talebelerinin bilemediği Mesih’i, yahudiler nasıl bilecek de onu Haç’a (çarmıha) gereceklerdir.

Markos İncili’nde (16/9-10-11) dirilen İsa’nın önce Mecdelli Meryem’e göründüğü, onun da diğerlerine haber verdiği, fakat diğerlerinin İsa’nın dirildiğine ve ona göründüğüne inanmadığını söylerken, Yuhanna İncili ise (20/14) Mecdelli Meryem’in İsa’yı tanıyamadığını, bahçıvan sandığını belirtir.

Matta İncili’nin İsa Aleyhisselâm’ın yakalanışı ile ilgili rivayetler de birbiriyle uyuşmamaktadır. “Kılıçlarla ve sopalarla bir hayduda karşı imiş gibi beni tutmağa mı çıktınız? Ben her gün mâbette öğreterek, sizinle beraberdim, beni tutmadınız.” şeklindeki Markos’un ifadesi (14/48-49) Matta’da yer almamıştır. Matta ve Markos İncili’nde Yahuda’nın İsa Aleyhisselâm’ı öperek Yahudilere teslim için işaret verdiği (Matta: 26/49; Markos: 14/44) belirtilirken, Yuhanna İncili’nde Yahuda’nın bu hareketinden bahsedilmemektedir, Çarmıh konusunda İnciller arasında sözbirliğinin olmadığı açıkça dikkati çeker.

Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı, İdris Aleyhisselâm gibi göğe kaldırdı, onu öldürmek isteyenlere ruhsat vermedi. Casus olarak gönderdikleri münafığı İsa Aleyhisselâm zannederek yakaladılar ve astılar.

Göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri bilen, olanları ve olacakları bilen Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde kesin bir ifade ile şöyle buyuruyor:

“Bir de inkâr etmelerinden, Meryem’in üzerine büyük bir iftira atmalarından ve: ‘Allah’ın Resul’ü Meryemoğlu İsa Mesih’i öldürdük!’ demelerinden ötürü...” (Nisâ: 156-157)

Allah-u Teâlâ âlemlerdeki bütün kadınlara üstün kıldığı halde Hazret-i Meryem’i fahişelikle suçlamaları sebebiyle büyük bir iftirada bulundukları için kalpleri mühürlendi. Ayrıca İsa Aleyhisselâm’ı öldürdüklerini iddia ettikleri için aşırı şekilde yüzsüzlük ettiler.

Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ın öldürülmesini ya da asılmasını şu Âyet-i kerimesi ile reddetmiştir:

“Halbuki onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara, benzer gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düştüler.” (Nisa: 157)

Bir kısmı öldürülen şahsın İsa olduğunu, bir kısmı da onun İsa değil bir başkası olduğunu iddia ettiler. “Bu öldürülen İsa ise, arkadaşımız nerede? Eğer bu arkadaşımız ise İsa nerede?” dediler. Bir kişinin öldürüldüğünde ittifak ettiler, fakat öldürülenin kim olduğu hususunda ihtilafa düştüler.

“Bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece zanna uyuyorlar. Kesin olarak onu öldürmediler.” (Nisâ: 157)

“Bilakis Allah onu kendi katına yükseltti.” (Nisâ: 158)

İsa Aleyhisselâm’ı onların şerrinden kurtardı, cesedi ve ruhu ile birlikte diri olarak göğe kaldırdı.

“Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ: 158)

“O vakit Allah şöyle buyurdu: ‘Ey İsa! Ben seni eceline yetireceğim ve seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden tertemiz ayıracağım, sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra da dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” (Âl-i imrân: 55)

İslâm dinine göre kimse başkasının işlediği günahı, suçun mesuliyetini taşımaz.

Hazret-i Allah bu hususta en güzel bir şekilde Kur’an-ı kerim’inde beyan buyuruyor:

“De ki: ‘Ben Allah’tan başka bir Rab mı arayayım? Oysa O her şeyin Rabbidir. Herkesin kazandığı ancak kendi aleyhinedir. Hiçbir kimse başkasının yükünü (günahını) yüklenmez, sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Ayrılığa düştüğünüz şeyleri O size haber verecektir.” (En’am: 164)

Diğer Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.

Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür.” (Zilzâl: 7-8)

 

İncil’in Tahrif Edilmesi:

İlâhi vahiy olan semâvi kitaplar her türlü tezat ve ihtilaftan uzaktır. Zira gönderilen elçiye verilen kitap kelâmullah’tır. İncil’in tahrif edilmiş olduğu dört İncil’in bulunmasından, bu incillerin, birbiri ile çelişip tezata düşmesinden, farklı bilgiler vermesinden, alenen anlaşılır.

Yine Matta incilinin amacı; İsa’nın yaşamı, ölümü, dirilişi üzerinedir. Markos en kısa İncil olup, insanların İsa Aleyhisselâm’a gösterdikleri ilgi ve İsâ Aleyhisselâm’ın hayatından çokca bahseder. Luka ise daha kitabının başında amacının İsa Aleyhisselâm’ın yaşamını doğru ve ayrıntılı biçimde anlatmak olduğunu açık seçik ortaya koyuyor. Kitabını Teofilos’a hitaben (Luka: 1/3) yazdığını belirtmesi İsa Aleyhisselâm’a âit olmadığını gösterir. Yuhanna ise incili bizatihi kendisinin kaleme aldığını; “Onun adıyla yaşama kavuşasınız” (20/30-31) diyerek belirtmiştir.

İlâhi vahiy ise ancak Allah’ın kelâmı, sözü, beyanıdır. Peygamber ve ümmetine Allah’ın koyduğu kanunları, emirleri, nehiyleri içerir. Geçmiş peygamberlerden ve ölümden sonrasından haber verir.

Görüleceği üzere bu bahsedilen inciller İsa Aleyhisselâm’dan sonra yazılmış ve onun hayatını kaleme almışlardır. İlâhi vahyin nüshaları karışmış ve fakat İsa Aleyhisselâm’a inen gerçek incil tahrif edilmiştir. İncelendiğinde, akl-ı selim ile düşünüldüğünde bu gerçek açıkça görülebilecektir.

Bir kere inciller, İsa Aleyhisselâm’dan yüzyıl gibi bir zaman sonra yazılmışlardır, İsa Aleyhisselâm’ın dili ile yazılmamışlardır. Hatta Yeni Ahid’de yazıldığına göre İncil yazarları; “Sözlü söylentiyi saptayan ilk hıristiyan topluluğunun sözcülerinden başka birşey değildir...” “İncil yazarlarından herbiri kendi uslûbuna, kendi kişiliğine, kendine özgün dini kaygılarına göre, çevrelerindeki gelenekten aldıkları sözler ile hikayeler arasında bir takım bağlar kurmuşlardır.”

Matta İncili’nde (1/1-17) İsa Aleyhisselâmın babaları olarak verilen isimler toplamı (İbrahim Aleyhisselâm dahil) İbrahim Aleyhisselâm’a kadar 40’tır. Luka İncili’nin verilen isimler toplamı ise İbrahim Aleyhisselâm dahil 55’tir.

Luka İncili (3/23-38), Mesih’i “Matat’a” nisbet ederken. Matta İncili (1/16), Mesih’i “Dülger Yusuf’a” nisbet etmiştir.

Matta (4/18) ve Markos (1/16), Mesih’in, Petrus ve kardeşi Andreas’ı “Denize ağ atarlarken bulduğunu” Luka (5/2) ise, İsa’nın “iki balıkçıyı kayıklarından inmiş, ağlarını yıkarken bulduğunu”, Yuhanna (1/35-42) ise, “İsa’nın gezinirken, Yahya’nın şakirdlerinden ikisiyle oturduğunu, Andreas’ın İsa’nın ardından gittiğini ve daha sonra kardeşi Petrus’u da İsa’ya getirdiğini” belirtmiştir. Bunların hangisi doğrudur?

Matta İncili’ne göre (9/18) kızın babası “kızın öldüğünü” fakat İsa’nın gelerek elini üstüne koymasını ister. (9/24) “İsa da kızın ölmemiş, uyuyor” derken. Luka İncili’ne göre ise (8/42) kızın babası “kızının hasta olduğunu ve onun ölmek üzere bulunduğunu” söyleyince İsa Aleyhisselâm devamında (8/50)de “korkma ancak iman et, ve kız iyi olacaktır.” demiştir.

Matta İncili (11/18) “Yahya’nın yemiyerek ve içmeyerek geldiğini” haber verirken, Markos İncili (1/6) “Yahya’nın çekirge ve yaban balı” yediğini söyler ki, bu iki haber birbirini çürütür.

Matta İncili’nde (16/19) İsa’nın Petrus’a hitaben “göklerin melekut anahtarlarını sana vereceğim, yeryüzünde çözeceğin herşey göklerde çözülmüş olur.” ifadesi haber verilirken, devamında (16/23) Petrus’a hitaben “Çekil arkama şeytan; sen bana tökezsin, çünkü sen Allah şeylerini değil, ancak insan şeylerini düşünüyorsun.” şeklinde birinciye tamamen zıt olacak şekilde konuştuğu belirtilmiştir.

Matta İncili (21/7) İsa’nın eşeğe bindiğini haber verirken, Markos İncili (11/7) İsa’nın sıpaya bindiğini belirtmiştir.

Matta (27/38-44) ile Markos (15/27, 32)da iki haydut İsa’ya sitem ederken, Luka (23/39)da sitem eden haydutlardan biridir.

Matta (27/60); Markos (15/46); Luka (23/53)ya göre ceset alınıp “Kaya içine oyulmuş bir kabre konulmuştur.” Yuhanna (19/41)ya göre ise, “İsa’nın cesedi bahçede olan bir kabre konmuştur.”

Matta (1/1-16), İsa’nın şeceresini İbrahim’den başlatarak İsa’ya kadar getirirken; Luka (3/23-38) aynı şecereyi Adem’den başlıyarak İsa’ya kadar getirir. Böylece Matta, Luka’nın baştan zikrettiği yirmi atayı atlar.

Matta’ya göre, (28/1) İsa’nın kabrini, ziyatere gelenler arasında Mecdelli Meryem ve başka bir Meryem de vardı. Yuhanna’ya göre, (20/1) kabri ziyarete gelen sadece Mecdelli Meryem’dir.

Matta ve Yuhanna “İsa’nın göğe çıkışını” zikretmedikleri halde Luka (24/51) ve Markos (16/19) İsa’nın göğe çıkışını zikretmektedir.

Matta İncili’nde (17/15) bir adamın “Sar’alı oğlunu” kurtarması için İsa’ya geldiğini belirtirken, Markos İncili (9/17) “Dilsiz ruhu olan oğlunu” İsa’ya getirdiğini söyler. Luka ise aynı olayı naklederken adamın, İsa’ya “Muallim! Sana yalvarırım oğluma bak” dediğini belirtir.

İnciller Yunanca yazılmışlardır. Yeni Ahid’de orijinalliğini muhafaza eden bazı terimler Yunanca değil, İbranice’dir. Bu dahi tahrife delildir. Zira İsa Aleyhisselâm’ın dili Âramice (İbranice)dir.

Matta İncili’nin bildirdiğine göre Hazret-i İsa, Musa Aleyhisselâm’ın şeriatını yıkmaya değil, yapmaya geldiğini beyan etmiştir. (Matta: 5/ 17-18)

Halbuki bugünkü Yeni Ahid, Musa Aleyhisselâm’ın şeriatının İsa Aleyhisselâm tarafından tamamen kaldırıldığını öğretmektedir. Bu bir tenakuz, çelişkidir.

Hıristiyanlığın temeli sayılan teslisle ilgili âyet şöyle idi: “Çünkü gökte şehadet edenler üçtür: Baba, kelime ve Ruh’ul-Kudüs ve bu üç birdir ve yerde şehadet edenler üçtür. Ruh ve su ve kan ve bu birde mutabıktır.” (Yuhannanın Mek: 5/ 7-8)

1881’de basılan tashihli nüshadan birinci kısım çıkarılmış ve bugünkü yeni baskılarda bu yoktur.

Bu misal bize, Hıristiyanlığın kutsal kitabı üzerinde tahrifler yapıldığını ve bu tahriflerin devam ettiğini göstermektedir.

Yuhanna (2/7-9) “İsa’nın, suyu şarap yaptığını” haber verdiği halde,

Diğer üç İncil’de böyle bir haber yoktur.

Yuhanna’nın bir yerde (5/31-32) “Eğer ben kendim için şehâdet edersem, şehâdetim doğru değildir. Benim için şehâdet eden başkasıdır.” derken, bir başka yerde (Yuhanna: 8/14) “Ben kendim için şehâdet ediyorsam da şehâdetim doğrudur. Çünkü ben nerden gelip nereye gittiğimi bilirim.”

Matta’nın (5/39-40) “Kötüye karşı koma, ve senin sağ yanağına kim vurursa, ona ötekini de çevir, bir mahkemeye gidip senin gömleğini almak isterse, ona abanı da bırak” şeklindeki sözü ile, yine (Matta: 10/34) “yeryüzüne selâmet getirmeğe geldim sanmayın; ben selâmet değil, fakat kılıç getirmeye geldim.” sözü arasında tezat vardır.

Matta’ya göre (20/29) Eriha’dan çıkan İsa’ya, şifa için gelen körlerin sayısı ikidir. Markos’a göre (10/46) ise şifa için gelen körlerin sayısı birdir.

Matta İncili’ne göre (20/20-21) “İki oğlu için İsa’dan melekûtundan yer isteyen Zebedî’nin zevcesidir.” Markos İncili’ne göre (10/35) İsa’nın melekûtunu isteyen Zebedî’nin iki oğludur.

Matta İncili’ne göre (9/14) İsâ’nın talebelerinin orucu hakkında İsa’ya soru soranlar Yahya’nın talebeleridir. Markos İncili’ne göre (2/18) aynı soruyu soranlar kâtipler ve Ferisiler’dir.

Matta İncili ifadesine göre, (2/1-4) Yeruşalim halkı İsa’nın doğacağını bilmemektedir. Luka İncili’ne göre (2/25-28) Yeruşalim’deki Şimeon adındaki bir şahıs İsa’nın doğacağından haberdar edilmişti.

Matta İncili (8/18-26) İsa “halkın, karşıyakaya geçmesini emrettikten sonra deniz dalgalanmış ve halk heyecanlanmıştır.” şeklinde belirtirken Markos İncili’ne göre (4/35-37) deniz dalgalandıktan sonra İsa, kalabalığa, karşıya geçmeyi emretmiştir.

Matta İncili’ne göre (10/9) İsa Havârilerine “yanlarına Asâ bile almaya müsaade etmezken”

Markos İncili’nin ifadesine göre (6/8), “yanlarında Asâ taşımalarını” tavsiye etmiştir.

Matta İncili, Hazret-i İsa’nın başına “güzel koku” döken kadının bu işi ne zaman yaptığını belirtmezken, Markos bu olayın vakti olarak “Fısıh ve Hamursuz” dan iki gün önce olduğunu belirtir. (Markos: 14/1-3) Yuhanna ise aynı olayın Hamursuz’dan altı gün önce tahakkuk ettiğini ifade eder. (Yuhanna: 12/1-3)

Matta (26/6) ile Markos (14/3) bu olayın Simun’un evinde cereyan ettiğini belirtirlerken Yuhanna (12/3) aynı hadisenin Meryem’in evinde olduğuna işaret eder.

Matta (25/15) hizmetçileri üç gösterirken, Luka (19/33) hizmetçileri on kişi gösterir.

“Göklerin melekutun”da en büyüğün kim olduğu hakkında soruyu soran, Matta İncili’ne göre (18/1) “İsa’nın talebeleridir.” Markos İncili’ne göre (9/33-34) sorulan suali haber veren “İsa’nın kendisidir.”

Markos İncili’nin bir yerinde (1/1) “İsa Mesih’in İncili” denilirken, diğer bir yerinde de (1/14) “Allah’ın İncili” denilmektedir.

Luka İncili’nde bir yerde “Kurtarıcım Allah”, (Luka: 1: 47) diğer bir yerde de “Kurtarıcı İsa” denilmektedir. (2: 11)

Hazret-i İsa için sık sık hem “Allah’ın oğlu”, hem de “Yusuf oğlu”, “Davud oğlu”, “Âdem oğlu” deyimleri kullanılmaktadır.

Bunların hangisi doğrudur? İlâhi dinde böyle büyük tenakuzlar, kesinlikle olmaz. Bu ifadeler İncil’deki tahrifatın büyüklüğünü göstermektedir.

Matta (3/4; 11/18-19) Yahya’nın bir yerde çekirge ve yaban balığı yediği, bir başka yerde de yiyip içmediği söylenmektedir.

İncillerde dipnot olarak sık sık (Matta: 17/20-21, 18/10-11 - Markos: 7/15-16, 11/25-28, Luka: 8/45, 9-56) “Birçok eski metinlerde şu sözler de yer alır.” denilmektedir.

Veya Markos (16/20)de olduğu gibi “bu bölümün 9-20 ayetleri eski metinlerde yoktur.” denilmektedir.

Bu tahrifatı açıklayan alenilik Yuhannada (7/53 - 8/11)de de mevcuttur.

İlâhi bir kitapta hiç çıkartma, yok etme, alma, koyma olabilir mi? İlâhi olan İncil’i bu şekilde değiştirdiler, tahrif ettiler.

Bu gibi çelişki ve tutarsızlıklar Allah-u Teâlâ’ya nisbet edilen bir kitapta bulunmaz. Öte yandan Allah-u Teâlâ’nın kulu ve elçisi olan bir peygamber de kendini Allah yerine koymaz ve kendine taptırmaz.

Binaenaleyh İsa Aleyhisselâm’a indirilen İncil’in sonradan insan eliyle yazıldığı ve tahrif edildiği anlaşılmaktadır.

İncil’in tahrif edildiğini Kur’an-ı kerim şöyle haber vermektedir:

“Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde ‘Bu Allah katındandır.’ derler. Onlar bile bile Allah’a iftirâ ediyorlar.” (Âl-i imrân: 78)

Diğer Âyet-i kerime’lerde ise şöyle buyuruluyor:

“Şimdi siz (ey müminler) bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardır ki, Allah’ın sözünü işitirler de düşünüp akıl erdirdikten sonra bile bile onu değiştirirlerdi.” (Bakara: 75)

“Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler ve kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan dâima hâinlik görürsün. Onları affet ve aldırma. Şüphesiz ki Allah iyilik yapanları sever.” (Mâide: 13)

 

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm’ın İncil’de Haber Verilmesi:

Allah-u Teâlâ tarafından Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a verilen İncil’in asılları, daha sonraları insan sözü ile karıştırılıp tahrif edilmesine rağmen şu anda mevcut olan nüshalarda Peygamberimiz Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in geleceğine dair bazı işaretlere rastlanmaktadır.

“Bununla beraber ben size hakikatı söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem Tecellici size gelmez. Fakat gidersem onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman günah için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir.” (Yuhanna: 16/7-8)

“Size söyleyecek daha çok şeyim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Ama o Hakikat ruhu gelince, size her hakikate yol gösterecek, çünkü kendiliğinden söylemeyecektir. Fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.” (Yuhanna: 16/12-13)

“Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız ben de babaya yalvaracağım ve O size başka bir tecellici, hakikat ruhunu, verecektir; ta ki, daima sizinle beraber olsun.” (Yuhanna: 14/15-16)

“Fakat benim ismimle babanın göndereceği tecellici, ruhul-kudüs, O size her şeyi öğretecek ve size söylediği herşeyi hatırınıza getirecektir.” (Yuhanna: 14/26)

“Babadan size göndereceğim tecellici, babadan çıkan hakikat ruhu, geldiği zaman, benim için o şehâdet edecektir.” (Yuhanna: 15/26)

Bunlar İsa Aleyhisselâm’ın hıristiyanların bugün ellerinde bulunan İncil’deki bizzat kendi ifadeleridir. İsâ Aleyhisselâm yakınlarına kendinden çok daha faziletli bir peygamberin geleceğini ve ona iman etmeleri gerektiğini bildiriyor. Aynı zamanda onun fazilet ve meziyetinin yüksek olduğunu haber veriyor.

İsâ Aleyhisselâm onun hakkında böyle buyururken, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onun hakkında şöyle buyuruyorlar:

“İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa’ya dünyada ve ahirette en yakın olan benim. Bütün peygamberler kardeştir, bir babanın ayrı kadınlardan doğmuş evlatları gibidir. Dinleri birdir.” (Buhârî, Tecrid-i sarih: 1403)

Yani birbirlerini tasdik eden, birbirlerini doğrulayan, birbirlerini metheden ve Hazret-i Allah’ın yanındaki yüksek âli derecelerini belirten bir hitaptır.

İsa’nın, geleceğini haber verdiği Yunanca Paraklit ile, Latince Paraklitos, Arapça tam olarak Ahmed kelimesinin karşılığıdır. Bundan da maksat, bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’dır.

Paraklit lafzı hıristiyanlarca “Hamdedici” veya “Kurtarıcı” anlamında kullanılmaktadır ve bu lafız “İnsanları küfürden kurtaran” Peygamberimize uygun düşmektedir.

Matta İncili’nin ve Luka İncili’nin “Göklerin melekûtunun yakın olduğu” şeklindeki ifadeleri (Matta: 13/31-32) Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm içindir.

“Göklerin melekûtu, bir adamın alıp tarlasına ektiği bir hardal tanesine benzer. O tane ki, bütün tohumların gerçi en küçüğüdür; fakat büyüyünce, sebzelerden daha büyüktür ve ağaç olur; şöyle ki, göğün kuşları gelip onun dallarında yerleşirler.” (Matta: 13/31-32)

Çünkü son nebi Muhammed Aleyhisselâm’ın getirdiği İslâm, bidayette zayıftı fakat daha sonra çok kuvvetli hale gelmiştir.

İsa Aleyhisselâm Hazret-i Allah’ın indinde çok âlî bir peygamberdir. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri onları çok sevdirdiği için onlar da seviyorlar. Yani bizim Enbiyâ-i İzam Hazerâtına sonsuz bir sevgi ile bağlılığımız ve onların fazilet ve meziyetini ortaya koymada kuvve-i beşeriyenin haricinde durumumuz var. Zira o peygamberdir.

“Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Saf: 6)

İşte buradan da anlaşılıyor ki birbirlerine karşı bağlılıkları, muhabbetleri, kaynaşmaları artmış, kardeşliğin özü husule gelmiştir. Aynı zamanda Muhammed Aleyhisselâm, İsa Aleyhisselâm’ın bütün sır ve esrarını Hazret-i Allah’ın izni ve emri ile hiç kimseden çekinmeden açık açık arzedecektir.

“O beni taziz edecektir. Çünkü benimkinden alacak ve size bildirecektir.” (Yuhanna: 16/14)

Gerçekten demek istiyor ki:

“Allah-u Teâlâ’nın bana bahşettiği bir çok fazilet ve meziyetler var. Ben size bunları açıklamayacağım. Amma benim size duyurmadığımı, benim içyüzümü size olduğu gibi arzedecek. Allah-u Teâlâ’nın bana bahşettiklerini o size ifşa edecek.”

İsa Aleyhisselâm’ın ümmeti İsa Aleyhisselâm’ı anlayacak, sözünü dinleyip kavrayacak kemaliyete ermiş değil. Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın nûrudur. O nur Ashâb-ı kiram’a tecelli ettiği için onları da nur yapmıştır. O nur sayesinde ilhamı, tecelliyatı iniyor. Çünkü kalp büyümüş oluyor. Bunun için derler ki “Üzüm üzüme baka baka kararır.” İyi kimseye bakarsan kalbin parlar. Kötü kimseye bakarsan gözün ve kalbin kararır.

O Allah-u Teâlâ’nın nûru olduğundandır. Mübarek kalb-i nebevîlerinin içi de nurdur. O mübarek sözleri de çok fasih olduğundan gerek İsa Aleyhisselâm hakkında olsun, gerek bütün mahlûkat hakkında olsun çok rahat anlaşılır. Anlayan anlar. İşte İsa Aleyhisselâm bunu dile getiriyor. “Siz beni anlayacak durumda değilsiniz. Ama o, ümmetine beni anlatacak.” buyuruyor.

Bu sebepledir ki, ehl-i kitap âlimlerinden bazıları, beklenen peygamber geliverince hemen iman ettiler.

“Kendilerine kitap verdiklerimiz (Peygamber’i), kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlara gelince, onlar iman etmezler.” (En’am: 20)

 

Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Barnabas İncili’nde Haber Verilmesi:

Hıristiyan âleminde Barnabas ismiyle bilinen incil nüshaları Kur’an-ı kerim’in getirdiği ve bildirdiği hakikatlara daha yakın ve uygun görülmektedir.

325’te İznik Konsülünde, dört İncil dışındaki İncillerin toplatılması ve yok edilmesi kararı alındı. Halktan gizlenen bu İncil de tahrif edilmesine rağmen inciller arasında en doğru olanı olduğunu elde kalan kalıntılardan Kur’an-ı kerim ile karşılaştırıp anlayabiliyoruz.

Bu İncil’de, Allah’ın bir olduğu, İsa Aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve Resul’ü olduğu, çarmıha gerilmediği, İsa Aleyhisselâm’ın Meryem oğlu olduğu, İsa Aleyhisselâm’dan sonra gelecek olan Peygamber’in adının Muhammed olduğu, kimse kimsenin günahını yüklenemeyeceği, hesap gününün olduğu gibi birçok konuda Kur’an-ı kerim’in beyanları ile uyuşan, benzeşen yerleri vardır.

Bu İncil’de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den şöyle haber veriliyor:

“İsa dedi:

Fakat benim tesellim, hakkımdaki her bâtıl düşünceyi yok edecek ve dini tüm dünyaya yayılıp (tüm dünyayı) kontroluna alacak bir Elçi’nin gelmesindedir. Çünkü böyle vaad etmiştir. Allah (c.c) İbrahim’e, ve bana teselli veren onun dininin sona ermeyecek ve Allah tarafından el değmeden konacak olmasıdır. Kâhin karşılık verdi: “Allah’ın elçisi geldikten sonra (daha) başka peygamberler gelecek mi?”

Hazret-i İsa cevap verdi: “Ondan sonra Allah tarafından gönderilen gerçek peygamberler gelmeyecek amma pek çok yalancı peygamber gelecek ki ben buna üzülüyorum. Çünkü şeytan Allah’ın adaletli hükmüyle onları yerlerinden kaldıracak da, kendilerini, benim kitabımı bahane edinip gizleyecekler.”

Kâhin dedi: “Mesih’e ne ad verilecek ve hangi işaretler onun gelişini ortaya koyacaktır?” İsa cevap verdi: “Mesih’in adı hayranlık uyandırır, çünkü Allah ruhunu yaratıp da, göksel bir nur içinde koyduğu zaman ona (bu) adı kendisi vermiştir. Allah dedi: “Bekle Muhammed; çünkü senin uğruna cenneti, dünyayı ve yığınlarca yaratığı yaratacağım, içlerinden seni elçi yapacağım, öyle ki kim seni kutsarsa kutsanacak, kim seni lânetlerse lânetlenecektir. Seni dünyaya göndereceğim zaman kurtuluş elçim olarak göndereceğim, senin sözün gerçek olacak. O kadar ki, gök ve yer düşecek. Fakat senin dinin düşmeyecek. MUHAMMED onun kutlu adıdır.”

O zaman kalabalık “Ey Allah, bize elçini gönder. Ey Muhammed, dünyanın kurtuluşu için çabuk gel.” dediler. (220. fasıl)

Yine Barnabas İncili’nde Muhammed Aleyhisselâm’dan şöyle haber veriliyor:

“...

Adem Allah’a şöyle yalvardı: “Rabb (ım), bu yazıyı el parmaklarımın tırnakları üzerinde bana bahşet.” Sonra Allah, ilk insana baş parmakları üzerinde bu yazıyı verdi. Sağ elin baş parmak tırnağı üzerinde, “Allah’tan başka ilâh yoktur.”, sol elin baş parmak tırnağı üzerinde de, “Muhammed Allah’ın Resulü’dür.” Sonra, babaca bir sevgiyle ilk insan bu sözleri öptü ve gözlerini ovarak dedi: “Senin dünyaya geleceğin gün mübarek olsun.” (Barnabas: 39)

“Allah’ın Elçisi geleceği zaman, Allah ona kudret ve rahmetinin sonuymuş gibi verecek, o kadar ki, akidesini alacak olan tüm dünya kavimlerine rahmet ve selâmet götürecektir.” (Barnabas: 43)

“Ey! Onun dünyaya geleceği kutlu zaman! İnanın bana, onun ruhunu görenlere Allah peygamberlik verdiğinden, her peygamber gibi ben de onu gördüm ve ona saygı gösterdim. Onu görünce, ruhum teselli ile doldu (ve) dedim: “Ey Muhammed, Allah seninle olsun ve beni ayakkabının bağlarını çözecek değerde kılsın. Buna ermekle ben de büyük bir peygamber ve Allah’ın kutsal bir (kul)u olacağım.”

Ve İsâ böyle deyip, Allah’a şükretti.” (Barnabas: 44)

 

İncil’in Tahrif Edildiğini Hıristiyanlar Kendileri İtiraf Ediyor:

“Hıristiyanların çoğunluğu İncillerin İsa’nın hayatının direkt göz şahitlerince yazıldığına ve buna binaen onun hayatına ve mesajına dair sorgulanamaz bir kanıt olduklarına inanırlar... günün popüler İncil baskıları genel halk kalabalıkları araında bu fikirlerin propagandasını yapan yorumlar içermektedir. Dahası İncillerin yazarları hakkında öne sürülen öylesine çok detaylar vardır ki, onların doğruluğundan kişinin artık kuşkulanmaması gerektiği izlenimi verilmektedir. Hıristiyanlığın başlangıcına dair yapılan modern araştırma işleri bu şekilde sunmanın realiteyle hiç de uyuşmadığını göstermektedir.” (M. Bucaille, The Beble, The Kur’an and Science, sh. 65)

“İ.S. 150-200 arasındaki dönemde bugünkü manada olduğu gibi bir Katolik Kilise yoktu. Yani Kilise henüz evrenselleşmemişti. Sonra, Kiliseler belli bir merkezden değil, bölgesel olarak idare edilmekteydi. Fakat Kilise temel olarak, Doğu Akdeniz bölgesinde Yunanca konuşulan Doğu Kilisesi ve Batı Akdeniz bölgesinde Latince konuşulan batı Kilisesi olarak ikiye ayrılmıştı. Ayrıca, bir de Suriye Kilisesi vardı.” (The New Testament (an introduction), sh. 443)

“Bugünkü kilisenin sahte, düzme olarak sınıflandırdığı kitaplar, Eski Kiliselerde kutsal kabul edilmişlerdi. Örneğin, bugün Kilisenin sıradan bir insan ürünü kitap olarak vasfettiği “Hermes’in Çobanının” İ.S. 100’de Roma’da popüler bir şekilde kutsal yazı olarak kabul edilmekteydi.” (The Interpreters Bible V. 1, sh. 70)

Eldeki İncillerde bile büyük farklar vardır. İnciller yazım tarihine göre incelendiğinde Hazret-i İsa’nın nasıl zamanla putlaştırıldığı ortaya çıkmaktadır. Bunu kendileri itiraf etmektedirler:

“St. Luka İncil’inde İsa yaklaşık bir düzine kere ‘Rab’ olarak anılırken, daha eski olan St. Matta ve St. Markos İncilleri onu basitçe ‘İsa’ diye anmaktadırlar. Bu öyle bir gerçektir ki, onun uluhiyetine olan itikadın tedrici olarak geliştiğini gösteriyor gibidir.” (Rev. Dr. A.B. Bruce D.D., Encyclopedia Britannica, Jesus makalesi)

“Aynı zamanda Kitab-ı Mukaddes de her kelimesi gerçekten doğru bir ilahi kitap olarak algılanmamaktadır, fakat diğer insanlar gibi hata ve cehalete maruz kalan insanlar tarafından üretilen bir yazılar kataloğu olarak algılanmaktadır.” (ABD’li Protestan papaz J.L. Mitton, Jesus: The Fact Behind the Faith, sh: 10)

“Son olarak, kasdî olarak yapılan doktrinsel tahrifatlar vardır. (deliberate doctrinal alterations) Heretik Marsiyon, kendi özel öğretilerini desteklemek için kutsal metin üzerinde tahrifat yapılmasında bir liderdi, fakat Hıristiyanların kendileri de bazen metni biraz eğmekte (bending) veya çok sert (harsh) veya lüzumundan fazla olduğunu düşündükleri veya kabul edilen öğretilerle bağdaştırılmasının zor olduğunu düşündüklerini kelimeleri çıkartmakla (omitting) suçludurlar.” (ABD’li Katolik papa R.T.A. Murphy, Background to the Bible sh. 140)

“Şu bir gerçektir ki, bu (üç) İnciller... gerçekleri olduğu gibi aktarmak gayesiyle yazılmamışlardır; onlar misyonerlik eylemleri için kompoze edilmiş kitaplardır.” (Hıristiyan din bilgini Dr. A. Harnack, What is Christianity, İslâm and Christianity, M.F. Rahman sh. 35)

“Aşikardır ki, tüm bunlar tarihsel değildir, fakat esrarengiz şekilde anlaşılmaz ve hissiz anlatıyı anlamaya yardım eden teolojik beyanatlardır.” (Alman Katolik otoritesi H. Küng, On being a Christian, sh. 334)

“Markos’a göre İncil, Matta’nın anlatısı için temel çerçeve oluşturdu. Fakat, (Matta) onu genişletti ve üzerinde çalışmalar yaptı. Matta, Markos’u revize ederken detaylarda tahrifatlar (alterations) yoğunlaştırmalar (condensations) ve yeni formülleştirmeler yaptı.” (ABD’li Protestan papazı Prof. K.F. Nickle, The Synoptic Gospels, sh. 95)

“Biz tamamen kabul ediyoruz ki, bu üç İncil’lerin içeriği yazıya geçirilmeden önce, başlangıçta İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğuna inanan ve anlatılarıyla ve yazılarıyla diğer insanların da kendi inançlarına gelmelerini istiyen insanlar tarafından tekrar ve tekrar ağızdan anlatılmıştı. İsa’ya yönelik büyük saygıları hikayelerini anlatma şeklini değiştirmiş olabilir. Anlatılarını bazen önem atfederek vurgulama arzuları arasıra tahrifat yapmaya yönlendirmiş olabilir.” (ABD’li Protestan Papaz, J.L. Mitton, Jesus: The Fact, sh. 69-70)

 

HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELÂM

İsa Aleyhisselâm, Allah-u Teâlâ’nın İsrâiloğullarına gönderdiği ve mucizevî bir şekilde doğmuş bir peygamberidir. Kudsî ruhla desteklenmiştir ve Allah-u Teâlâ’nın bir kelimesidir. Kendisinden önce Musa Aleyhisselâm’a verilen Tevrat’ı tasdik etmekle birlikte, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmek üzere gelmiş, muhataplarını Allah-u Teâlâ’nın kulluğuna yönelmeye teşvik etmiştir. Allah-u Teâlâ’nın mütevazi ve seçkin kullarından birisi ve peygamberidir.

Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ın gerçek kişiliğini Âyet-i kerime’sinde şöyle beyan buyurmaktadır:

“Meryemoğlu İsa’ya açık mucizeler verdik.” (Bakara: 87 ve 253)

Allah-u Teâlâ onun mucizelerini, onun üstünlüğünün ve derecelerinin farklılığına sebep göstermiştir.

“Ve onu kudsi ruh ile destekledik.” (Bakara: 87 ve 253)

 

İmrân Âilesi (Âl-i imrân):

İmrân âilesi; İbrahim Aleyhisselâm’ın oğlu İshak Aleyhisselâm, onun da oğlu Yakup Aleyhisselâm’ın neslinden gelmektedir. Yakup Aleyhisselâm’ın lâkâbı İsrâil olup, İsâ Aleyhisselâm İsrâiloğulları peygamberlerinin sonuncusudur. Peygamberlik ise İbrahim Aleyhisselâm’ın diğer oğlu İsmail Aleyhisselâm’ın neslinden gelen Muhammed Aleyhisselâm’la sona ermiştir.

Hazret-i Meryem’in babası İmrân, İsrâiloğullarının ileri gelenlerinden ve âlimlerinden bir kimse idi. Zekeriyâ peygamberle İmrân, iki kız kardeşle evli idiler. Karısı Hanne yaşlanmaya başlamış, fakat Zekeriyâ Aleyhisselâm’ın hanımı olan kız kardeşi gibi bir çocuk sahibi olamamıştı. Allah-u Teâlâ’ya sığınarak kendisine bir çocuk bağışlaması için hulûs-u niyetle, huşu içinde niyazda bulundu. Allah-u Teâlâ duâsını kabul etti. Hanne hamile kaldığını hissedince çok sevindi. Bu büyük lütuf karşısında bir şükran ifadesi olarak, doğacak olan çocuğu Beyt-i Makdis’in hizmetine adadı.

Ve şöyle duâ etti:

“Ey Rabb’im! Karnımda olanı azatlı bir kul olarak sırf sana (hizmet etmek üzere) adadım, bunu benden kabul buyur. Şüphesiz ki işiten ve bilen ancak sensin.” (Âl-i imrân: 35)

O devirde adanarak bağışlanan bir çocuk mescidin hizmetlerini görür, erginlik çağına kadar ara vermeden bu hizmetine devam ederdi. Büluğa erdikten sonra serbest bırakılır; isterse ölünceye kadar orada kalır, dilerse çekip giderdi. Kız çocuğunu adama âdeti hiç yoktu.

Nihayet gün geldi, Hanne adağının kabulünü Allah-u Teâlâ’dan beklerken, ümidinin aksine bir kız çocuğu dünyaya getirdi.

 

Hazret-i Meryem:

Zekeriyâ Aleyhisselâm Hazret-i Meryem’in bakımını üzerine aldı ve zevcesine teslim etti. Kısa bir zaman sonra Hanne vefat etmiş, Hazret-i Meryem teyzesinin kucağında büyümüştür. Kendisini idare edecek bir yaşa gelince Zekeriyâ Aleyhisselâm Hazret-i Meryem için mescidin içinde onun kalacağı bir oda yaptırdı. Mihrap denilen bu odaya bir merdivenle çıkılıyor, oraya kendisinden başka kimse girmiyordu.

Hazret-i Meryem orada gece gündüz ibadet ediyor, mâbedin hizmetleri ile ilgili üzerine düşeni yapıyordu.

Zekeriyâ Aleyhisselâm Hazret-i Meryem’in yanına her girişinde kendisinin getirmediği, o bölgede o mevsimde yetişmeyen çeşit çeşit taze meyveler görürdü.

Bu husus Âyet-i kerime’de şöyle beyan ediliyor:

“Zekeriyâ onun yanına mâbede her girişinde yanında bir rızık bulur ve: ‘Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?’ derdi. O da ‘Allah tarafından!’ derdi. Çünkü Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (Âl-i imrân: 37)

Hazret-i Meryem bütün kötülüklerden müberra idi. Gönlünü o derece Allah-u Teâlâ’ya vermişti ki, melekler kendisine hitap etmeye, müjdeler vermeye başlamıştı:

“Melekler demişti ki;

Ey Meryem! Allah seni seçti, tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına üstün kıldı.” (Âl-i imrân: 42)

 

Cebrâil Aleyhisselâm’ın Teşrifi:

Hazret-i Meryem Beyt-i Makdis’in hususi bir odasında Zekeriyâ Peygamberin himayesinde büyüyüp gelişmişti. Yanına ondan başka kimse girip çıkmıyordu. Buna rağmen kapısını örtülü bulundururdu. Kendisini ibâdete öyle vermişti ki, o zamanda bir benzeri daha yoktu.

Bu halde iken Allah-u Teâlâ Cebrâil Aleyhisselâm’ı kendisine gönderdi.

Bu hususta Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Resulüm! Kitapta Meryem’i de an. Hani o, âilesinden ayrılarak, doğu yönünde bir yere çekilmişti.” (Meryem: 16)

İnsanlardan uzaklaşarak evinin doğu tarafına çekilir, yalnız başına ibadet ve taat ile meşgul olurdu.

“Sonra onlarla kendi arasına bir perde çekmişti.” (Meryem: 17)

İbadetine bir mâni bulunmaması için tenha bir yer seçmiş, kendisini gizlemek için bir perde asmıştı.

“Derken biz ona ruhumuzu (Cebrâil’i) göndermiştik de, kendisine düzgün bir insan şeklinde görünmüştü.” (Meryem: 17)

Melek şeklinde görünmüş olsaydı, ondan ürker ve sözünü dinlemeye güç getiremezdi.

Onu birden karşısında görüverince ürperdi, kendisine bir kötülük yapmak maksadıyla gelmiş olmasından korktu.

“Meryem: ‘Senden çok esirgeyici olan Allah’a sığınırım. Eğer Allah’tan korkan bir kimse isen (çekil yanımdan!)’ dedi.” (Meryem: 18)

Cebrâil Aleyhisselâm ona, Rabbinin gönderdiği bir elçi olduğunu, geliş hikmetini de kendisine bir çocuk bağışlanmasına vesile olmak olduğunu da açıkladı.

Ve dedi ki:

“Ben yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim.” (Meryem: 19)

Hazret-i Meryem ise bundan hayrete düşerek açıkça sordu:

“Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?” (Meryem: 20)

Cebrâil Aleyhisselâm Hazret-i Meryem’in korkusunu gidermek ve kalbini rahatlatmak için ona hakikatı anlattı.

“Cebrail: ‘Bu böyledir. Çünkü Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Biz onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız. Bu, önceden kararlaştırılmış bir iştir.’ dedi.” (Meryem: 21)

Yaratmak istediği şeyi diler ve istediği gibi yaratır. Bir şeyin olmasını istediğinde, o şey gecikmeksizin ve sebebe ihtiyaç duymaksızın meydana gelir. İşte ilâhî takdirde İsa Aleyhisselâm da böyle bir kelime idi.

“Ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek. Onu İsrâiloğullarına bir peygamber yapacak.” (Âl-i imrân: 48-49)

İsa Aleyhisselâm İsrâiloğullarının son peygamberidir.

Cebrâil Aleyhisselâm daha sonra elbisesinin yakasından üfledi ve yanından ayrıldı. Hazret-i Meryem o anda İsa Aleyhisselâm’a hamile kaldı.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Irzını korumuş olan İmrân kızı Meryem de bir misaldir.” (Tahrim: 12)

Üflemek, Kuddüs olan Allah-u Teâlâ’nın emriyle Ruh’ul-kudüs’tendir. Ona İsa Aleyhisselâm Cebrâil Aleyhisselâm’dan bir kelime üfürülür gibi, Allah tarafından üfürülmüştür. Allah-u Teâlâ onu şereflendirmek için ruhu zâtına izafe etmiştir.

“Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti. O bize gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim: 12)

“Biz ona ruhumuzdan üflemiş, kendisini de oğlunu da âlemler için bir mucize kılmıştık.” (Enbiyâ: 91)

 

Mucize Doğum:

Nihayet zaman geldiğinde Hazret-i Meryem doğum yaptı.

Bu mucize doğum hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Hiç şüphe yok ki, İsa’nın babasız dünyaya gelişi de Allah nezdinde Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona ‘Ol!’ dedi, o da oluverdi.” (Âl-i imrân: 59)

Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm’ı yaratmayı murad ettiği zaman nasıl ki ona sadece “Ol!” demiş, o da hemen olmuşsa; İsa Aleyhisselâm’ın yaratılışı da Allah-u Teâlâ’nın iradesine muvafık olarak böyle olmuştur.

“Hak Rabbinden gelendir. Öyleyse şüphecilerden olma!” (Âl-i imrân: 60)

Allah-u Teâlâ’nın bütün beyanları birer gerçektir. Bunun dışında bir gerçek yoktur. Her mümin bunu bilir, buna iman eder.

“İşte bu, elbette en doğru haberdir. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hiç şüphesiz ki Allah Azîz’dir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.” (Âl-i imrân: 62)

Hiç kimse Ulûhiyetinde ve Rubûbiyetinde O’na ortak olamaz.

“Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları bilendir.” (Âl-i imrân: 63)

Hazret-i Meryem doğumdan bir müddet sonra çocuğunu alarak kavminin arasına döndü. Bu durum onlara şok bir tesir yaptı. Halk arasında kocası olmayan bir bâkire olarak bilinen Hazret-i Meryem’i, kucağında çocukla aniden karşılarında görünce şaşırdılar. Hakkında kötü düşünceler beslemeye, tahkir etmeye, kınamaya başladılar.

Bu hadise de Kur’an-ı kerim’de veciz bir şekilde beyan buyurulmaktadır:

“Nihayet çocuğu kucağında taşıyarak kavmine getirdi.” (Meryem: 27)

Kavmi kucağında bir çocukla birlikte onu görüverince heyecana kapıldılar. Kızgın kızgın konuşuyorlardı.

“Dediler ki:

Ey Meryem! Hakikaten sen çok tuhaf bir iş yapmışsın.

Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz değildi.” (Meryem: 27-28)

Anası babası tertemiz olan bir kız, nasıl olur da gayr-i meşru bir evlât sahibi olur? Bu babasız çocuğu nereden buldun?

Hazret-i Meryem onlara cevap vermedi. Çocuğunun telkin ettiği tavsiyeleri yerine getirdi. Kendisiyle konuşmaları ve soru sormaları için beşikteki çocuğu işaret etti.

“Bunun üzerine çocuğu gösterdi.” (Meryem: 29)

Oradakiler hayrete düşerek:

“Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?’ dediler.” (Meryem: 29)

Bunun üzerine İsa Aleyhisselâm bir kudret harikası olarak konuşmaya başladı, fasih bir dille ilk söz olarak Allah’ın kulu olduğunu belirtti.

“Şöyle dedi: Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” (Meryem: 30)

“Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namaz kılmamı, zekât vermemi emretti.” (Meryem: 31)

“Beni anneme hürmetkâr kıldı, baş kaldıran bir bedbaht yapmadı.” (Meryem: 32)

“Doğduğum günde, öleceğim günde, diri olarak kabirden kaldırılacağım günde bana selâm olsun.” (Meryem: 33)

İsa Aleyhisselâm bu sözleri söylediği zaman birkaç günlük bir bebek idi ve yaşıtları gibi normal konuşma zamanı gelinceye kadar bir daha da hiç konuşmamıştır.

İsrâiloğulları Hazret-i Meryem’in zinâ ettiğini sanarak, kendisini taşlayıp öldüreceklerdi. Fakat beşikteki çocuğun konuştuğunu görünce suçsuz olduğuna kanaat getirdiler. Onun iffetli olduğuna inandılar ve serbest bıraktılar.

 

Halkı Hakk’a Dâvet:

İsa Aleyhisselâm otuz yaşlarında iken vahiy geldi, peygamberlikle vazifelendirildi. Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerini İsrâiloğullarına tebliğ etti.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde Nuh Aleyhisselâm ile İbrahim Aleyhisselâm’ın gönderildiklerini, onların zürriyetlerinin de nübüvvete nâil olduklarını, daha sonra da diğer peygamberlerin ve İsa Aleyhisselâm’ın gönderilmiş olduklarını beyan buyurmaktadır:

“Andolsun ki biz Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik, peygamberliği ve Kitab’ı da onların soyuna verdik. Onlardan kimi doğru yoldadır, içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır.

Sonra onların izleri üzerinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik.

Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik ve ona İncil’i verdik.

Ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk.

Türettikleri ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Ancak Allah’ın rızâsını kazanmak için kendileri türettiler, amma buna da gereği gibi riâyet etmediler.

Biz de onlardan iman etmiş olanlara mükâfatlarını verdik.

İçlerinden çoğu da yoldan çıkmış fâsıktırlar.” (Hadid: 26-27)

Hıristiyanlardan çoğu da itaat sınırından çıkmışlar, son peygamber Muhammed Aleyhisselâm’ın risaletini inkâr etmişlerdir.

“Onların izleri üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa’yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ve ona, yol gösterici, aydınlatıcı olan ve önündeki Tevrat’ı tasdik eden İncil’i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.” (Mâide: 46)

İncil Tevrat’ı doğrulayıcıdır, onunla çelişen bir kitap olarak indirilmemiştir. Allah-u Teâlâ İncil’i yol gösterici, nurlandırıcı ve öğüt olarak göndermiştir.

Fakat yahudiler inanmadılar, bu dâveti kabul etmediler. İsa Aleyhisselâm’ın karşısında, aslından çıkardıkları Tevrat’ı savunmaya kalktılar.

İsa Aleyhisselâm kendisini ve peygamberliğini İsrâiloğullarına şöyle takdim etti:

“Ben size Rabbinizden bir mucize ile geldim. Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah’ın izni ile o hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm. Allah’ın izni ile ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanmışsanız, bunda sizin için bir ibret vardır.

Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmekle beraber size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim.” (Âl-i imrân: 49-50)

“Size Rabbinizden bir âyet getirdim. O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” (Âl-i imrân: 50 - Zuhruf: 63)

“Allah benim de Rabb’im, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.” (Âl-i imrân: 51)

 

İslâm’a Yakın Olanlar:

Sevgi bakımından hıristiyanlığın, dinlerin İslâm’a en yakını olduğu Kur’an-ı kerim’de beyan edilmektedir:

“Onların, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanlarını da: ‘Biz hıristiyanız’ diyenleri bulursun.” (Mâide: 82)

Gerçi hıristiyanlar mümin değildir, hatta müminlere düşmanlık bunlarda da vardır. Fakat içlerinde tevbe ile imana gelmek kabiliyetinde olanlar çoktur.

“Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır, onlar büyüklük taslamazlar.” (Mâide: 82)

Onlar ağırbaşlı oldukları için alçak gönüllüdürler ve yahudiler gibi kibirlenmezler.

 

Büyük Bir Müjde:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ism-i şerifleri ve vasıfları Tevrat’ta da İncil’de de yazılı bulunuyordu.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Onlar ki yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, ümmî Peygamber’e uyarlar.” (A’raf: 157)

Yahudiler Tevrat’ta, hıristiyanlar İncil’de âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler ve onun gelmesini beklediler. Her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve geldiği zaman inanmalarını tenbihledi. Bu sebeple her iki zümre de bu peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamberin Araplar arasından ve yetim bir kimse olarak gönderildiğini görünce, sırf ırkçılık gayretiyle inkâr ettiler. Halbuki onun gerçekten peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler.” (Bakara: 146)

Yahudi âlimlerinin Tevrat’tan, hıristiyan âlimlerinin İncil’den birçok sözleri gizledikleri, âhir zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselâm’ın teşrif buyuracağını müjdeleyen âyetleri tamamıyla kaldırdıkları Kuran-ı kerim’de haber verilmektedir.

İsrâiloğulları peygamberlerinin sonuncusu olan İsa Aleyhisselâm; kendi zamanına kadar gelen dînî hayatı tazelemiş, kendisinden sonra gelecek olan Ahmed-i Muhtar’ı açıkça ismiyle duyurmuş, fikir ve kanaatları Hatem-ül Enbiyâ Muhammed Aleyhisselâm’a meylettirmiş, göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:

“Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Saf: 6)

İsa Aleyhisselâm’ın Tevrat’ı tasdik etmesi, haber verme itibariyledir. Zira Tevrat’ta hem İsa Aleyhisselâm’a hem de son peygamber Muhammed Aleyhisselâm’a dair haberler vardı. Bu sebepledir ki İsa Aleyhisselâm, Ahmed Aleyhisselâm’ın gelmesinin yakın olduğunu müjdelemek suretiyle bu husustaki haberlerin doğru olduğunu ispatlamıştır.

Ahmed; Allah-u Teâlâ’nın en çok methini yapan kişi mânâsına geldiği gibi, en çok methedilen veya kullar arasından en çok övülen kişi mânâsına da gelir.

Tevrat’ta İsa Aleyhisselâm’ın gönderilmesine dair verilen müjde, onun gelişiyle gerçekleşmiş oldu. Muhammed Aleyhisselâm’ın geleceğine dair Tevrat’ın verdiği müjdeyi İsa Aleyhisselâm tasdik ederek onun geleceğini müjdelemiş ve onun öncüsü olduğunu belirtmişti. Bu, İsa Aleyhisselâm’ın peygamberlik vazifelerinden birisi idi.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Muhammed’in nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten bir yahudi veya hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemlik olur.” (Müslim: 153)

Bu Hadis-i şerif, Resulullah Aleyhisselâm’ın gönderilmesiyle bütün dinlerin neshedildiğine delildir. Hadis-i şerif’in hükmü yalnız Resulullah Aleyhisselâm’ın zamanında yaşayanlar için geçerli olmayıp, kıyamete kadar her devir insanlarına şâmildir. Çünkü ikinci bir peygamber gelmeyecek, başka bir kitap inmeyecek.

İsa Aleyhisselâm Resulullah Aleyhisselâm’ın geleceğini haber verdiği gibi, Resulullah Aleyhisselâm da İsa Aleyhisselâm’ın tekrar gökten inip geleceğini, ümmetine ona uymasını emredip, ne gibi işler yapacağını da bir bir müjdelemiştir.

 

Nezd-i İlâhîye Yükseliş:

İsrâiloğulları Romalıların esareti altında zillet içinde yaşıyorlardı. İsa Aleyhisselâm’ın elinden o kadar parlak mucizeleri gördükleri halde, dâvetine icabet etmediler. Çünkü kurtarıcı bir Mesih bekliyorlardı. Bu Mesih’in çok mücadeleci bir kişi olacağına ve diğer milletlerin esaretinden kurtararak Yahudileri dünyaya hakim kılacağına inanıyorlardı. İsa Aleyhisselâm’ı çok yumuşak ve merhametli gördükleri için, onun Mesih olduğuna inanmadıkları gibi, dâvetine kulak vermekten insanları alıkoymaya çalıştılar. Fakat başvurdukları her teşebbüs neticesiz kaldı. İman etmek şöyle dursun, Yahya Aleyhisselâm gibi İsa Aleyhisselâm’ı da öldürmeye karar verdiler.

İçlerinden birini inanmış gibi göstererek havârîlerin arasına soktular. Toplandıkları yeri ve zamanı öğrenip baskın yapacaklardı.

Fakat Allah-u Teâlâ:

“Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır.” (Fâtır: 43)

Âyet-i kerime’si mucibince, kendi kurdukları tuzağa kendilerini düşürdü, plânlarını boşa çıkardı.

Daha sonra Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı öldürmek için tuzak kuranlar hakkında bilgi vererek şöyle buyurdu:

“(Yahudiler gizlice) tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi. Allah tuzak kuranlara karşılık vermekte en güçlü olandır.” (Âl-i imrân: 54)

Onlardan daha sağlam tuzak kurar, onları kendi kazdıkları kuyuya düşürür.

Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü İsa Aleyhisselâm’a vahiyle durumu haber verdi, tuzak hazırlayanların bu tuzaklarını nasıl başarısızlığa uğrattığını açıkladı.

“O vakit Allah şöyle buyurdu: Ey İsa! Ben seni eceline yetireceğim ve seni nezdime yükselteceğim.” (Âl-i imrân: 55)

Allah-u Teâlâ bu beyanı ile İsa Aleyhisselâm’ı yahudilerin elinden kurtaracağını ve kendisine hiçbir eziyet edilmeden, sağ salim göklere kaldıracağını müjdelemektedir.

“Seni inkâr edenlerden tertemiz ayıracağım.” (Âl-i imrân: 55)

Artık onlarla bir ilgin kalmayacak, onlar sana bulaşamayacaklar.

“Sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım.” (Âl-i imrân: 55)

Bu müjde müslümanlara âittir. Çünkü İsa Aleyhisselâm’a hem de diğer bütün peygamberlere gerçek mânâda tâbi olanlar Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetidir.

“Sonra da dönüşünüz bana olacak.” (Âl-i imrân: 55)

İnananların da inkâr edenlerin de gidecekleri yer kıyamet gününde Allah-u Teâlâ’nın mahkeme-i kübrasıdır.

“İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” (Âl-i imrân: 55)

Mümin ve muvahhid olanlar ebedî olarak mükâfata erecekler, münkir ve müşrik olanlar da ebedî azaplarla cezalanacaklar.

“İnkâr edip kâfir olanları, dünyada da âhirette de şiddetli bir azaba çarptıracağım. Onların hiç yardımcıları da olmayacak.” (Âl-i imrân: 56)

 

Yeryüzüne Geliş:

İsa Aleyhisselâm, Deccal’in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecek ve icraatlarını gerçekleştirecektir.

İsa Aleyhisselâm’ın halen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek Muhammed Aleyhisselâm’ın şeriatı ile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücadele mücahede edeceğine inanmak farzdır.

Bu husus tevatür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.

Ümmet-i Muhammed’in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak bir takım filozoflar inkâra kalkışmışlardır.

İsa Aleyhisselâm’ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir.” (Zuhruf: 61)

İsa Aleyhisselâm’ın yeryüzüne inmesi de kıyametin en büyük ve en bariz alâmetlerinden birisidir. Allah-u Teâlâ kıyametin kopmasından az önce onu gökten indirecektir. Onun belirmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu anlaşılır.

“Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce İsa’ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onlara şâhit olacaktır.” (Nisâ: 159)

Bu ehl-i kitap, âhir zamanda onun nüzulü esnasında hayatta bulunacak olan kitap ehlidir. Yeryüzüne indiği zaman onun vefatından önce bütün ehl-i kitap iman edeceklerdir. O zaman bütün insanlar İslâmiyet’e nâil olacaklar, bir ümmet halinde bulunacaklardır.

Mehdi Resul ve İsa Aleyhisselâm zamanında gerçeği görerek iman edenler de aynı sözü söyleyecekler. İman ettikçe hatırlanacak.

 

VATANIMIZ ÜZERİNDE NASIL ÇALIŞIYORLAR
(Ülkemizdeki misyoner faaliyetleri ve kiliseler)

- Anadolu-Türk Protestan Kilisesi, Kadıköy - İst.

- Bakırköy Protestan Topluluğu, İstanbul

- Beşiktaş Protestan Kilisesi Beşiktaş - İstanbul

- Diri Su Kilisesi, Osmanbey - İstanbul

- İstanbul Presbiteryen Kilisesi, Kadıköy - İstanbul

- Kadıköy Uluslararası Topluluğu, Kadıköy - İst.

- Kartal Protestan Kilisesi, Kartal - İstanbul

- Koca Mustafa Paşa Kilisesi, K.M.Paşa - İstanbul

- Ortaköy incil Topluluğu, Ortaköy - İstanbul

- Son Buyruk Kilisesi, Üsküdar - İstanbul

- Türk Protestan Kilisesi, Taksim - İstanbul

- Zeytinburnu isa Mesih İnanlıları, Z.burnu - İst.

- Avcılar Bağımsız Protestan Cemaatı, İstanbul

- Kitab-ı Mukaddes, Tünel, Beyoğlu. - İstanbul

- Aden Karizmatik Kilisesi, Çiğli - İzmir

- Ödemiş Kilisesi, İzmir

- Güney Ege Kilisesi, İzmir

- İncil Kilisesi, Isparta

- Denizli hıristiyan Topluluğu

- Bodrum Protestan Kilisesi

- Kurtuluş Kilisesi, Seyhan-Adana

- Antalya Uluslararası Kilisesi, Antalya

- Kurtuluş Kilisesi, Kolej, Ankara

- Keçiören Müjde Kilisesi, Keçiören-Ankara

- Bursa Protestan Kilisesi

- Mesih İnanlar Topluluğu, Eskişehir

- Kayseri Protestan Topluluğu,

- Protestan Kilisesi, İzmit

- Sivas Umut Topluluğu, Sivas

- İncil Topluluğu, Işık Kitapevi, Diyarbakır

- İsa Mesih Sevgi Topluluğu, Gaziantep

- İsa Mesih Sevgi Topluluğu, Samsun

 

 
Onlar bizi hasım olarak görüyor. İçlerine almak bir tarafa vatanımızda gözleri var. Hatta bizimle alay ediyorlar. Bu, milletimize ve devletimize büyük bir ihanettir. Suret-i haktan görünüyorlar amma memleket elden gidiyor. (Yeni Şafak, 18 Eylül 2004)

 

 
(Yenişafak, 23 Eylül 2004)
Amerika İslâm’dan nasıl korkuyor? Yusuf İslam’ı memleketlerine koymadılar.
Amerika’nın gayretine bir bakın. İslâm’ın yayılmamasına çalışıyor.
Buradaki İslâm’ım diyenlerin gayretine bir bakın, küfrü nasıl yaymaya çalışıyorlar?

 

 
(Y. Şafak, 23 Eylül 2004) Artistten reis olursa bu kadar olur.

 

 
Hürriyet, 2 Ağustos 2004

 

 
A. Vakit, 19 Ağustos 2004

 

 
A. Vakit, 12 Ağustos 2004

 

 
A. Vakit , 15 Eylül 2004

 

 
Yeniçağ, 16 Eylül 2004

 

 
Yukarıda hıristiyanların incil diye sahip çıktıkları kitap içerisindeki birçok çelişkili ifadenin bir örneği görülmektedir. Markos incilinde “Sen Mesihsin” denirken, Matta’da “Tanrı’nın oğlu Mesih’sin” ibaresi dikkat çekmektedir. Luka incilinde ise “Sen Tanrı’nın mesihisin.” denilmektedir. Görüldüğü gibi tarih içerisinde daha sonra yazılan incillerde Hz. İsa’nın tanrılaştırıldığı ifadeler gittikçe çoğalmaktadır.
(Küpürler Yeni Yaşam isimli yayınevinin 1995 yılında basılan incilinden alınmıştır.)

 

 
Türkiye, 9 Temmuz 2004

 

 
Yeniçağ, 2 Eylül 2004

 

 
Yeniçağ, 25 Ağustos 2004

 

 
A. Vakit, 1 Ağustos 2004

 
Yeniçağ, 21 Eylül 2004

 

 
Hıristiyan misyonerler dergi, kitap, CD, broşür gibi materyallerin milyonlarcasını ücretsiz olarak dağıtmaktadırlar. Bu faaliyetlerin finansmanı başta ABD olmak üzere hıristiyan devletlerce sağlanmaktadır.

 

 
Yeniçağ, 3 Eylül 2004

 

 
Vakit, 26 Ağustos 2004


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR