Muhterem Okuyucularımız;
İslâm dininin amentüsünde (iman eseslarında) Allah’ın varlığına, birliğine imandan sonra peygamberlerine inanmak gelmektedir. Musa Aleyhisselâm ve İsa Aleyhisselâm’ın peygamber olduğuna inanmayan müslüman sayılmaz. Bu ölçü dahi İslâm’ın diğer dinleri içine alan son ve ekmel bir din olduğunu gösterir. Kur’an-ı kerim’in kendisinden evvel indirilen ilâhi kitapları anlatması ve onları tasdik etmesi Allah kelâmı son kitap olduğunun en büyük delilidir.
“Ey ehl-i kitap! Size Resul’ümüz geldi. Kitap’tan gizleyip durduğunuz şeylerin birçoğunu size açıklıyor, birçoğundan da geçiyor. Gerçekten size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi.” (Mâide: 15)
Tarih boyunca peygamberlerine hasmane tutum sergileyen yahudiler aslında Hazret-i Allah’a düşmanlık yapmışlar, Tevrat ve Zebur’da geleceği haber verildiği halde Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-i sırf bu düşmanlıkları sebebiyle inkâr etmişlerdir.
Çünkü onlar İsrailoğullarından bir peygamber bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamber kardeşleri olan İsmailoğullarından gelince bu hükmü saymadılar.
Allah-u Teâlâ onları azgınlıkları yüzünden lânetlemiştir:
“Bunlar Allah’ın lânetlediği kimselerdir.” (Nisâ: 52)
Bu lânet, mevcut ve tahakkuk eden lânettir, âhiretteki lânet ise hiç şüphesiz ki daha büyüktür.
Kendilerine gelen peygamberleri ve ahir zaman peygamberini inkâr etmelerinden, Hazret-i Allah’a oğul isnad etmelerinden ve ortak koşmalarından dolayı yahudi ve hıristiyanların küfründe hiçbir tereddüt yoktur, küfür ehlidirler:
“Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur.” dediler. Hıristiyanlar da: “Mesih (İsa) Allah’ın oğludur.” dediler. Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir. Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?” (Tevbe: 30)
Oysa Hazret-i Allah;
“Doğurmamış, doğurulmamıştır.” (İhlâs: 3)
Bir insan Allah olur mu? Bu sapkınlık değil midir?
Yahudi ve hıristiyanların şirkte olduklarında şüphe yoktur. Onlar müşriktirler.
“Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar.” (Mâide: 72)
Küfür Hazret-i Allah’a karşı işlenmiş çok büyük bir suç, yeryüzündeki en büyük zulümdür. Aynı zamanda murdarlıktır.
Küfre ve küffara iltifat edilmez. Onlara ikram edilmez. Onlara değer veren kendi değerini düşürür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)
Bu apaçık ilâhi hükümlere rağmen Hazret-i Allah’ın kitabına, ahmedin-mehmedin kitabı kadar itibar etmeyip yahudi ve hıristiyanları dost edinenlerin, bunların küfrünü hoş görenlerin, küfür sıfatı ile Hazret-i Allah’ın karşısına çıkacakları aşikârdır. Bunun gibi, bu ilâhi ikaz ve ihbarlara itibar etmeyerek yahudi ve hıristiyanlardan dostluk ve yardım ümit edenler, onların topluluklarına girmeye çalışanlar bu dünyada da büyük bir hüsrana ve zillete düçar olacaklardır. Bugün olduğu gibi. Çünkü küffar İslâm’a ve müslümanlara hiçbir zaman dostluk göstermez. İslâm’ın ve müslümanların hasmıdır.
•
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Küffarın memleketimize ve bu millete nüfuz etmesine zemin hazırlayan bu münafıklar küffarın ajanıdır. Küffarın yapamadığını İslâm maskesi altında yapmaktadırlar. Yahudi ve hıristiyanların namına çalışır, onların himayesi altındadır.
Bunlar onların dostudur. Amma ismi İslâm’dır. İslâmiyeti de isimden ibarettir. Bunlar gerçekten Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a ve Resulullah’a inanmış değillerdir. Bunlar şöhret, nam ve menfaat peşindedir.
“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.” (Bakara: 9)
Bunlar doğru yola dönecek de değillerdir:
“Onları doğru yola çağıracak olursanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir.” (A’raf: 193)
Bunların hepsi biliniyor. Sizin iman etmediğinizi, etmeyeceğinizi biliyoruz. Şu kadar var ki, bilindiğinizi bilin diye yazıyoruz. Allah-u Teâlâ sizin kararınızı çoktan vermiş. Çünkü o surete, sirete değil de kalbe ve amele bakar.
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde yahudi ve hıristiyanların küfrünü, İslâm’a ve müslümanlara olan düşmanlıklarını haber vermiş, küfürden ve bu küfür ehlinden korunmamız için bize emir ve nehiyler vazetmiştir.
Yahudi ve hıristiyanlar küfürde ve İslâm düşmanlığında ortak oldukları gibi; yahudilerin İslâm düşmanlığı bütün insanlar içerisinde en şiddetlisidir:
“İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun.” (Mâide: 82)
Tarih boyunca peygamberlerine hasmane tutum sergileyen yahudiler aslında Hazret-i Allah’a düşmanlık yapmışlar, Tevrat ve Zebur’da geleceği haber verildiği halde Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-i sırf bu düşmanlıkları sebebiyle inkâr etmişlerdir.
Hiçbir yahudi İslâm peygamberini kabul etmez, amma biz Musa Aleyhisselâm’ı kabul ederiz. Hiçbir hıristiyan Resulullah Aleyhisselâm’ı kabul etmez. Amma biz İsa Aleyhisselâm’ı kabul ederiz.
“De ki: “Biz Allah’a iman ettik. Bize indirilene de; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlara indirilenlere de; Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rabb’leri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Ve biz ancak O’na teslim olanlarız.” (Âl-i imrân: 84)
İslâm dininin amentüsünde (iman eseslarında) Allah’ın varlığına, birliğine imandan sonra peygamberlerine inanmak gelmektedir. Musa Aleyhisselâm ve İsa Aleyhisselâm’ın peygamber olduğuna inanmayan müslüman sayılmaz. Bu ölçü dahi İslâm’ın diğer dinleri içine alan son ve ekmel bir din olduğunu gösterir. Kuran-ı kerim’in kendisinden evvel indirilen ilahi kitapları anlatması ve onları tasdik etmesi Allah kelâmı son kitap olduğunun en büyük delilidir.
“Ey ehl-i kitap! Size Resul’ümüz geldi. Kitap’tan gizleyip durduğunuz şeylerin birçoğunu size açıklıyor, birçoğundan da geçiyor. Gerçekten size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi.” (Mâide: 15)
İlâhi hüküm ve emir böyledir. Yahudiler ise bunu inkâr ediyorlar. Allah-u Teâlâ’nın emrini de inkâr ediyorlar, peygamberlerin hükmünü de inkâr ediyorlar. Bunun için zaten kâfir olmuşlardır.
Ancak yahudi ve hıristiyanlar bir peygamber geleceğini bile bile Resulullah Aleyhisselâm’a iman etmemişler, böylece küfürde kalmışlardır. Doğrusu onlar kendi peygamberlerine de iman etmiş değillerdir.
Halbuki kendi kitapları olan Tevrat’ta şöyle yazmaktadır:
“Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim, her şeyi onlara söyleyecek.” (Tesniye: 18/18)
Bunlar kendi kitaplarını dahi inkâr ediyorlar.
Çünkü onlar İsrailoğullarından bir peygamber bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamber kardeşleri olan İsmailoğullarından gelince bu hükmü saymadılar.
Allah-u Teâlâ onları azgınlıkları yüzünden lânetlemiştir:
“Bunlar Allah’ın lânetlediği kimselerdir.” (Nisâ: 52)
Bu lânet, mevcut ve tahakkuk eden lânettir, âhiretteki lânet ise hiç şüphesiz ki daha büyüktür.
“İnkârları yüzünden Allah onlara lânet etmiştir.” (Nisâ: 46)
Bunlar Allah-u Teâlâ’yı o kadar gadaplandırmışlardır ki; Allah-u Teâlâ’ya ve Peygamberlere iman etmiş değildirler, hiçbir hüküm tanımazlar. İşlerine gelmeyen bütün âyetleri inkâr ederler.
Kendi peygamberlerini yalanladılar ,hatta öldürdüler.
“Andolsun ki biz İsrâiloğullarından sağlam söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Her ne zaman onlara hoşlarına gitmeyen hükümlerle bir peygamber gelmişse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.” (Mâide: 70)
Yahudiler kendi peygamberlerini yalanlamakla kalmamış, onlara en ağır iftiralarda bulunarak; zina yapmak, şarap içmek, yalan söylemek gibi Allah’ın elçilerinde olmayan sıfatlar isnad etmişlerdir.
Halbuki Hazret-i Allah peygamberlerini insanlar arasından seçmiş ve en güzel sıfatlarla donatmıştır:
“Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler.” (Sâd: 47)
Kaldı ki onlar Hazret-i Allah’a dahi iftira eden bir kavimdir:
“Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.” (Âl-i imran: 78)
Azgınlık, mütecavizlikte sınır tanımamışlar, Hazret-i Allah’ı gadaplandırmış, birçok bela ve musibetlere düçar olmuşlardır.
“Onlar Allah’tan bir gazaba uğramışlardır.” (Âl-i imrân: 112)
“Onlara alçaklık damgası vurulmuştur.” (Bakara: 61)
Kendilerine gönderilen peygamberleri sürekli yalanlamaları ve verdikleri sözleri sürekli bozmaları sebebiyle Kur’an-ı kerim’de üç peygamberin diliyle lânetlenmişlerdir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“İsrâiloğullarından küfre sapanlar hem Dâvut’un hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir.” (Mâide: 78)
“(Musa dedi ki:) Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah’ım?” (A’raf: 155)
Onun için kendi peygamberleri onlara “Beyinsiz” dedi. Bunlar en büyük İslâm düşmanıdır.
Kendilerine gelen peygamberleri ve ahir zaman peygamberini inkâr etmelerinden, Hazret-i Allah’a oğul isnad etmelerinden ve ortak koşmalarından dolayı yahudi ve hıristiyanların küfründe hiçbir tereddüt yoktur, küfür ehlidirler:
“Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur.” dediler. Hıristiyanlar da: “Mesih (İsa) Allah’ın oğludur.” dediler. Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir. Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?” (Tevbe: 30)
Oysa Hazret-i Allah;
“Doğurmamış, doğurulmamıştır.” (İhlas: 3)
Bir insan Allah olur mu? Bu sapkınlık değil midir?
Yahudi ve hıristiyanların şirkte olduklarında şüphe yoktur. Onlar müşriktirler.
“Kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar.” (Mâide: 72)
Küfür Hazret-i Allah’a karşı işlenmiş çok büyük bir suç, yeryüzündeki en büyük zulümdür. Aynı zamanda murdarlıktır.
Küfre ve küffara iltifat edilmez. Onlara ikram edilmez. Onlara değer veren kendi değerini düşürür.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’de onlar hakkında şöyle beyan buyuruyor:
“O, murdarlığı akıllarını kullanmayanlara verir.” (Yunus: 100)
“Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)
Küffarın bu pis-murdar işini hoş göstermeye çalışanlar da bu murdarlığa ortaktır. Çok büyük bir zulüm işlemişlerdir. Gadabullah’ı üzerlerine celbetmişlerdir.
Hiçbir zaman Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarına itaat etmezler. Yemelerine içmelerine dikkat etmezler. Yıkanmaz cünüp olarak gezerler.
Hazret-i Allah’ın onlara gadabı o kadar şiddetlidir ki kendilerini ikaz eden peygamberler gelip dururken pervasızca günah işlemelerinden dolayı yahudilerden bir kısmı suret değiştirme cezasına çarptırılmışlardır. Allah-u Teâlâ bu günahkâr yahudileri itaatsizlikleri sebebiyle maymun şekline çevirmiştir:
“İçinizden cumartesi günü azgınlık edip haddi aşanları elbette biliyorsunuz. Biz onlara ‘Aşağılık maymunlar olunuz!’ demiştik.” (Bakara: 65)
Kuran-ı kerim’de Allah-u Teâlâ onların durumunu şöyle beyan buyuruyor:
“Onlar Allah’ın lânetlediği, gazap ettiği, içlerinden maymunlar ve domuzlar yaptığı kimselerle Tağut’a tapanlardır.” (Mâide: 60)
Resulullah Aleyhisselâm ise onlar hakkında Hadis-i şerif’lerinde şöyle haber veriyorlar:
"İsrâiloğullarından bir ümmet kayboldu, hayvan sûretine çevrildi. Bilinmez ki o topluluk ne fenalık işlemiştir. Fareyi bunlardan sanıyorum. Çünkü o deve sütü konunca içmez, koyun sütünü içer." (Buharî Tecrid-i sarih: 1364)
Hazret-i Allah’ı, Kelâmullah’ı ve Resulullah’ı inkâr edenlerin hükmü ve sonu budur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)
Allah-u Teâlâ böyle buyurduğu halde bu emr-i ilâhi’yi arkaya atıyorlar, onlarla dostluk ittihaz ediyorlar. Bu Âyet-i kerime’lere iman etmiş olsalardı bunu yapabilirler miydi?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyuruyor ki:
“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.” (Tevbe: 28)
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Allah-u Teâlâ onları murdar olarak tanıtıyor. İşte bunları dost edindiler.
Eğer Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a ve Resulullah’a iman etmiş olsalardı bunu yapamazlardı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun.” (Mâide: 82)
Buyurarak üstelik bunların en şiddetli düşman olduğunu haber veriyor. İşte bunları dost edindiler.
Size delil olarak Âyet-i kerime’leri gösteriyoruz. Sizin de deliliniz varsa gösterin.
Bu Âyet-i kerime’leri yalanlıyor musunuz? Oysa bir tek Âyet-i kerime’yi dahi inkâr eden kâfirdir.
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)
Ve hiç şüphe yok ki yarın huzur-u ilâhi’ye çıkacağız ve yaptıklarımızın hesabını vereceğiz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücadele: 22)
Gerçek iman budur, bu İslâm dinine göredir.
Bu küfrü hoş görenler ise kendilerinin müslüman olduğunu zannederler, halbuki bu kâfirlerden şeref mi bekliyorlar?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Kendisine Rabb’inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!” (Secde: 22)
Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif’inin 82. Âyet-i kerime’sinde, yahudileri en şiddetli düşman olarak tanıtırken, müminlere onları dost edinmemelerini emir buyuruyor:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine: 1)
Çünkü imanın alâmetlerinden birisi de, Allah düşmanlarına karşı dostluk ve sevgi göstermek değil, onlardan nefret etmektir.
“Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz.” (Mümtehine: 1)
Onlar Allah-u Teâlâ’yı da, O’nun Peygamber’ini de ve o Peygamber’e indirilen kitabı da inkâr ederek küfür içinde yaşamaktadırlar.
Onlar size karşı en çetin düşmanlığı yaptıkları halde onlara sevgi ve muhabbet gösteriyor ve dost oluyorsunuz.
Allah-u Teâlâ değil onlarla dost olmayı, onlarla oturup kalkmayı bile yasaklamaktadır:
“Allah’ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir söze geçmedikçe yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.
Doğrusu Allah münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisâ: 140)
Ahirette de onlarla haşreder. Zira onların safına giren onlardandır.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Rabb’lerinden korkanların (bu Kitap’ın etkisinden) derileri ürperir. Sonra hem derileri hem de kalpleri Allah’ın zikrine (yönelerek) yumuşar.” (Zümer: 23)
Bunların derileri değil, kılları bile ürpermiyor.
Bunlar İslâm’ın en büyük düşmanıdırlar. Mardin’de küfrü hoş görmediler mi?
Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerini dinlemediler, arkaya attılar. Nasıl İslâm’ı müdafaa edebilirler, çünkü küffar safındadır.
Yahudi haham’a sor: “Biz Musa’dan başkasını tanımayız!” der.
Hıristiyan papaza sor: “Biz İsa’dan başkasını tanımayız!” der.
Onlar ki Hazret-i Allah’ı, Kitabullah’ı ve Peygamberleri tanımadılar. Acaba bunlar kimi temsil ediyorlar.
Bir müslüman Hazret-i Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için gayret eder, yahudinin, hıristiyanın, Amerika’nın değil.
“Onlardan birçoğunu, kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü şey ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde ebedî kalacaklardır.” (Mâide: 80)
Küfür küfürdür.
Küfrü hoş görenler ehl-i kitap hakkındaki bazı Âyet-i kerime’leri küfrün hoşgörülmesine alet etmeye çalışmaktadırlar. Halbuki Allah ve Resul’üne iman etmeyen kim olursa olsun kafirdir. Bu hususta hakiki hiçbir İslâm alimi tereddüt etmemiştir. 1400 yıldır gelen İslâm alimleri böyle bir çığır açmamışken bu münafıklara mı itibar edelim.
Allah-u Teâlâ iman etmeyen ehl-i kitabın küfrünü Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir:
“Ey ehl-i kitap! Görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” (Âl-i imrân: 70)
Ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanların, din bakımından önem verilebilecek hiçbir şey üzerinde olmadıklarına dair Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) dosdoğru tatbik etmedikçe, siz hiçbir şey üzerinde değilsiniz.” (Mâide: 68)
Bu gidişiniz dinsizlikten, yolsuzluktan başka bir şey değildir.
Bu Âyet-i kerime mucibince “Ben müslümanım” diyenler de Kur’an-ı Azimüşan’ı dosdoğru tutup onunla amel etmedikçe, hiçbir şey üzerinde değildirler.
Nitekim bu ilâhi hükümleri saklamaya çalışan münafıkların küfrü bunlardan daha büyüktür. Zira İslâm’ı kabul ettikten sonra bile bile hakikati gizlemek, hariçteki bir kafirin küfründen daha büyük bir zulümdür.
“Ey iman edenler! Kendilerine Kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar.
Size Allah’ın âyetleri okunurken ve aranızda O’nun Resul’ü bulunurken nasıl küfre dönersiniz? Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa, muhakkak ki o doğru bir yola iletilmiştir.
Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i imrân: 100-102)
Bu apaçık ilahi hükümlere rağmen Hazret-i Allah’ın kitabına ahmedin-mehmedin kitabı kadar itibar etmeyip yahudi ve hıristiyanları dost edinenlerin, bunların küfrünü hoş görenlerin küfür sıfatı ile Hazret-i Allah’ın karşısına çıkacakları aşikârdır. Bunun gibi, bu ilahî ikaz ve ihbarlara itibar etmeyerek yahudi ve hıristiyanlardan dostluk ve yardım ümit edenler, onların topluluklarına girmeye çalışanlar bu dünyada da büyük bir hüsrana ve zillete düçar olacaklardır. Bugün olduğu gibi. Çünkü küffar İslâm’a ve müslümanlara hiçbir zaman dostluk göstermez. İslâm’ın ve müslümanların hasmıdır.
İşte bunlar İslâm dininin en büyük düşmanıdırlar. Küfrü hoş gören kâfirlerdir.
“Hayır! Biz onlardan değiliz!” derlerse, onların safında ne işiniz var?
Zira Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde:
“İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır.” (Bakara: 256)
“Birbirine hasım iki zümre.” buyuruyor. (Hacc: 19)
Siz de emr-i ilâhî’yi dinlemiyorsunuz, inkâr ediyorsunuz, arkaya atıyorsunuz, küfrü hoş görüyorsunuz.
Memleketimiz ve dinimiz üzerinde en büyük çalışmayı Amerika yapıyor. İslâm’ı yıkmaya çalışıyor. Amerika’ya hizmet eden de İslâm’ın yıkılmasına hizmet etmiş oluyor. Bunların durumu budur. Maksatları İslâm’ı yıkmaktır. Bu güzelim vatanı bölmek ve küfrü yaymak için çok çalışıyorlar.
Küffarın memleketimize ve bu millete nüfuz etmesine zemin hazırlayan bu münafıklar küffarın ajanıdır. Küffarın yapamadığını İslâm maskesi altında yapmaktadırlar. Yahudi ve hıristiyanların namına çalışır, onların himayesi altındadır. Türkiye ile, İslâm ile hiçbir ilgileri yoktur.
Bunlar onların dostudur. Amma ismi İslâm’dır. İslâmiyeti de isimden ibarettir. Bunlar gerçekten Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a ve Resulullah’a inanmış değillerdir. Bunlar şöhret, nam ve menfaat peşindedir.
“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.” (Bakara: 9)
Kâfirler sizin dininizi hoş görüyor mu?Amma siz onların dinini hoş gördünüz.
Hazret-i Allah’ı, Kitabullah’ı ve Resulullah’ı inkâr ediyorlar. Siz onların dinini hoş görüyorsunuz. Hem de kendinizi müslüman zannediyorsunuz?İşte size ayna gösterelim. Şu aynada kendinize bakın. İlâhi hükümlerin karşısındasınız.
Bunlardan Allah-u Teâlâ hiç razı olur mu? Küfrü hoş görenler küffarla beraberdir. Zira Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)
İşte delil budur. İster inansınlar, ister inanmasınlar. Eğer bu Âyet-i kerime’lere iman etmiş olsalardı bunu yapmazlardı. Zira iman laf işi değildir.
Bu ilâhi bir emir ve hükümdür. Hazret-i Allah’ın beyanıdır. Kim ki onların safına girerse biz onu da onlardan biliyoruz. Kim? Kim girerse!.. Neden? Çünkü Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor.
“Âyetlerimi değersiz olan şeylerle değiştirmeyin. Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)
Bunlar ilâhi hükümdür. Bunları inkâr mı ediyorsunuz, itiraz mı ediyorsunuz, hükümsüz mü görüyorsunuz?
Hülasa küffar işini sağlam tutuyor; hiçbir zaman onlar sen kâfir olmadıkça küfre dahil etmezler.
“Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)
Eğer sıçramanın bir fazileti olsaydı, çekirge de sıçrıyor.
Hiçbir Avrupalı Türkiye’nin Avrupa birliğine dahil olmasını istemez. Zira Türkiye onların bütünlüğünü bozacak. Bunun için Türkiye’yi rahat oyalıyorlar. Bir nevi eğleniyorlar. Türkiye ne kadar taviz verirse o kadar memnun oluyorlar.
Ve bu tavizlerle beraber aslında herşey kayboluyor. Şeref, haysiyet, din, iman, vatan, bu uğurda gidiyor. Hâlâ ciğeri tutacağım diyor.
Hiçbir zaman hıristiyan müslümana dost olmaz. Meşhur bir söz var: “Kâfirden dost, domuzdan post olmaz.”
“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144)
•
Onlara izzet ikram yapıldı ya;
Şerefsiz bir insana şeref vermekle, değer vermekle kişi şerefini kaybeder.
Küffar birliği diyor ki;
“Evvelâ siz benim bütün dediklerimi yapın, sonra da biz size ret cevabı veririz.”
Bu ne büyük bir aşağılıktır. Bunun mesuliyeti kime âittir?Bu memleket bu alçaltıcı durumdan nasıl kalkabilir?
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.” (Âl-i imran: 119)
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmez. Siz dininizi değiştirmedikçe dost olmazlar.
•
KÜFFAR BİRLİĞİNE GİRMEDEN EVVEL KÜFFAR BİRLİĞİ BİZE GİRDİ.
•
Dinimizi, imanımızı, vatanımızı paymal ediyorlar, ayaklar altına alıyorlar.
Ey Müslüman kardeş! Hâlâ uyuyacak mısın?
Bunlara ne zaman karşı geleceksiniz?
•
Bir de şu var;
En büyük düşmanı dost saymak var ya! İşte bu büyük bir gaflettir ve hainliktir. Düşmanına ne kadar fazla rağbet edersen, o kadar büyük nankörlük görürsün, o nisbetle düşmanlık bulursun.
Bu düşmanlara yapılan bu iyiliğin muhakkak karşılığını bekleyin.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)
Bu emr-i ilâhi’yi dinlemeyenlerin, cehennemdeki feryatlarını kim dinler bunların!
Osmanlılar’ın harp ile aldıklarını masada veriyorlar. Bu ne büyük ihanettir! Onlara şehitler lânet etmez mi? Onlar ise bir iş yaptıklarını sanırlar. Cehennemin dibine düşünce o zaman ayılırlar.
Zira kâfir dâvet eder, ziyafet verir. Verir de bütün isteklerini senden masada alırlar. Amma sen ise onları dâvet edersin, muhakkak ki onlardan düşmanlık bulursun.
Vatanımızın güzide topraklarına sinsice yerleşebilmek için dayatılan yasalar çıktıktan hemen sonra hıristiyan kafirler nasıl ki binlerce dönüm arazi satın almışlarsa, aynı şekilde yahudi kafirler de binlerce dönüm arazi satın aldılar. Kendi inançlarına göre Vadedilmiş Toprak kabul ettikleri Urfa ve civarındaki bu alımlarda uydu fotoğrafları ile tesbit edilen en verimli, yeraltı zenginlikleri en çok olan yerler birer birer küffar tarafından satın alınıyor. Filistin’de yaptıklarını burada da yapmak istiyorlar. İsrail vatandaşı birçok kişinin toplam 114.780 dekar arazi ve gayr-i menkul aldıkları Tapu Kadostro kayıtlarında mevcuttur. Bu rakamlara Türk vatandaşı yahudi ve şirketlerinin aldığı araziler dahil değildir.
Küffar planını icra ediyor, siz şirin görünmek için kuyruğunuzu sallıyorsunuz.
Ey aptallar! Bunlara mı tapıyorsunuz?
Ey İslâm nurundan mahrum olup küfre dalan salaklar!
Bunların neresi doğru ki, neresi güzel ki, neresi temiz ki, nurdan çıkıp nara gidiyorsunuz?
“Onları doğru yola çağıracak olursanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir.” (A’raf: 193)
Bunların hepsi biliniyor. Sizin iman etmediğinizi, etmeyeceğinizi biliyoruz. Şu kadar var ki, bilindiğinizi bilin diye yazıyoruz. Allah-u Teâlâ sizin kararınızı çoktan vermiş. Çünkü o surete, sirete değil de kalbe ve amele bakar.
A. Vakit, 9 Ağustos 2004
Allah-u Teâlâ Âl-i imran sûre-i şerif’inin 19. Âyet-i kerime’sinde:
“Allah katında din İslâm’dır.”
Buyurduğu halde bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar, hoşgörü yapıyorlar. Bu hoşgörüye katılanların hepsi onlardandır.
Mardin’de yapılan hoşgörü toplantısında Hilal’in yanına Haç’ı ve Yahudi yıldızını asmışlar, papaz ve hahamları temsili sırat köprüsünden geçirmişlerdi. (Resim: Aksiyon Dergisi, 17 Mayıs 2004)
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)
Küffara iltifat edilmez. Allah-u Teâlâ onların necis ve pis olduğunu beyan ediyor. Onlara ikram edilmez. Onlara değer veren, kendi değerini düşürür. Kim ki muhabbetle onların safına girerse onlardandır.
İşte vatanımız böylece istila ediliyor. Üstelik bunların masrafını da bu millete yüklüyorlar.
(Hürriyet, 11 Ağustos 2004)
Resulullah Aleyhisselâm’ın peygamberliğine şahit olarak Hazret-i Allah yeter.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Biz seni insanlara Peygamber olarak gönderdik. Buna şâhid olarak Allah yeter.” (Nisâ: 79)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde “Biz seni gönderdik.” buyuruyor. Resulullah Aleyhisselâm’ın vazifesi bütün insanlara İslâm’ı duyurmaktır. Zira o, Hazret-i Allah’a ve Resul’üne iman etmek gerektiğini bildiren bir emirle gönderilmiştir. Bu emr-i ilâhiyeyi nazar-ı itibara alıp iman edenler, saadet-i ebediye’ye erdiler. İman etmeyenler küfürde kaldılar. Bunun bizzat şahidinin de Hazret-i Allah zat-ı akdesi olduğunu beyan buyuruyor.
Mümin ve muvahhid olmayı arzu eden kimse onun peygamberliğini tasdik etmedikçe hiçbir iyiliği makbul olmaz, cennete de giremez. Zira bütün peygamberler ahirzaman peygamberini tasdik etmişlerdir. Onlara indirilen kitaplar içinde Muhammed Aleyhisselâm’ın peygamberliği açıkça beyan olunmuştur.
Âyet-i kerime’de:
“O daha öncekilerin kitaplarında da vardır.” (Şuarâ: 196)
Yani Hakk Celle ve Ala Hazretleri gerek Tevrat’ta gerekse İncil’de onun fazileti ve meziyetini daha gelmeden evvel buyurmuş ve duyurmuştur.
Allah-u Teâlâ gönderdiği bütün peygamberlerinden onun zaman-ı saâdetine erişirlerse, mutlaka ona iman edip dinine yardım edeceklerine dair kesin söz aldı. Onlar da Muhammed Aleyhisselâm’ın geleceğini ümmetlerine müjdelediler ve âhir zaman nebisinin zaman-ı saâdetini idrak ederlerse hemen iman edip dinine yardım etmelerine dair onlardan söz aldılar.
“Allah vaktiyle peygamberlerden kesin söz almıştı. ‘Celâlim hakkı için, size kitap ve hikmet verdim. Sizde olan o kitap ve hikmeti tasdik edip doğrulayan bir peygamber gelecek. Ona mutlaka iman edeceksiniz ve mutlaka ona yardımda bulunacaksınız. Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?’ demişti. Onlar da ‘Kabul ettik.’ demişlerdi. Allah da ‘O halde şahid olun, ben de sizinle beraber şahid olanlardanım.’ buyurmuştu.” (Âl-i imran: 81)
Bütün peygamberlere bile bu emredilmişken Muhammed Aleyhisselâm’ı kabul etmeyen kafirleri hoş göstermeye çalışanlar apaçık kafir olmuşlardır.
Ulül-azm peygamberler dahi onun yolunda olmayı temenni etmişlerdir.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Eğer Musa sağ olsaydı, bana uymaktan başka yol bulmazdı.” (Ebû Dâvud)
Yahudiler bu şerefli Peygamber’i tasdik edip destek olacak yerde inkâr etmek sûretiyle, nefislerini çok kötü bir bedelle satmış oldular:
“Nefislerini ne kötü şeye değişip sattılar! Allah’ın, kullarından dilediğine lütfundan (kitap) indirmesine hased ederek Allah’ın indirdiğini inkâr ettiler ve bu sebeple gazap üstüne gazaba uğradılar.
Küfredenlere kahredici bir azap vardır.” (Bakara: 90)
Halbuki dedeleri, kitaplarında yazılı buldukları ümmî Peygamber’e uymak maksadıyla eskiden beri Hicaz topraklarına yerleşmiş bulunuyorlardı.
Onların küfre sapmalarının sebebi kıskançlık ve büyüklük taslamak olduğuna göre, hor ve hakir kılınmakla onlara karşılık verilmiş oldu.
Allah-u Teâlâ yahudileri kınamakta ve Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine iman edin!’ denilince ‘Biz sadece bize indirilene inanırız.’ derler ve ondan başkasını inkâr ederler.” (Bakara: 91)
İncil gibi, Kur’an-ı kerim gibi ilâhi kitapları tasdik etmezler.
“Halbuki o Kur’an, kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelen hak Kitap’tır.” (Bakara: 91)
Böyle iken yine de inkâr ettiler. Onların Tevrat’a iman ettikleri hakkındaki iddiaları da doğru değildir. Çünkü Allah’ı bilen ve tanıyan, kitabını da kabul eder. O’nun bütün Resul’lerine indirilmiş veya indirilmekte olana da iman eder. İşte Muhammed Aleyhisselâm son peygamberdir ve Tevrat da onun geleceğini müjdelemiştir.
Nitekim gerek yahudiler, gerekse hıristiyanlar büyük bir peygamberin geleceğini biliyor ve onu bekliyorlardı. Hatta bir peygamberin geleceğine dair birçok işaretler vardı. Bütün bunlara rağmen gerek yahudiler gerekse hıristiyanlar kendi zan ve heveslerine uymadığı için bile bile inkâr yolunu seçtiler.
“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” (Bakara: 146)
Yahudilerin ileri gelenlerinden birinin kızı, diğerinin de yeğeni olan Hazret-i Safiye -radiyallahu anhâ- vâlidemiz şöyle buyurmuştur:
“Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine’ye hicret edince babamla amcam onu görmeye gittiler ve kendisiyle uzunca müddet sohbet ettiler. Eve döndüklerinde amcam ‘Bu gerçekten, kitaplarımızdaki haberi verilen peygamber midir?’ dedi. Babam ‘Evet, vallahi o aynı peygamberdir!’ diye cevap verdi. ‘Sen buna inanıyor musun?’ diye sorduğunda ‘Evet!’ dedi. ‘O halde ne yapmalı, niyetin nedir?’ dedi. Babam ‘Yaşadığım müddetçe vallahi ona muhalefet edeceğim.’ dedi.”
Gerçek apaçık meydanda iken, bundan daha çirkin bir kıskançlık olamaz. Çünkü böyle bir inatlaşma ve kıskançlık doğrudan doğruya zât-ı ulûhiyete karşı bir itirazdır.
Allah-u Teâlâ tarafından indirilen Tevrat’ın aslı daha sonraları insan sözü ile karıştırılmış olmasına rağmen şu andaki nüshalarda bile Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in geleceğine dâir işaretlere rastlanmaktadır.
Tevrat’ta şöyle geçiyor:
“Allah’ın rab senin için aranızdan, kardeşlerinden benim gibi bir peygamber çıkaracak; onu dinleyeceksiniz.” (Tesniye: 18/15)
Onlar bunu inkâr ediyorlar. Yine Tevrat’ta Peygamberimiz şöyle haber veriliyor:
“Onlar için kardeşleri arasından tam senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım.” (Tesniye: 18/18)
Ama onlar “Biz Musa’dan başkasını tanımayız” diyorlar.
Görülüyor ki bu cümlelerde iki defa “kardeşlerin arasından” ifadesi kullanılıyor ve gelecek peygamberin bunlar arasından çıkacağı bildiriliyor.
Açıkca kendi kitaplarında peygamberimiz haber veriliyor.
“Allah İbrahim’e dedi: “Hacer doğuracak ve evlâdı içinden eli herkesin üstünde olacak ve herkesin eli huşu ile ona açılacak biri çıkacak.” (Tekvin: 16/12)
Ama onlar göz göre göre inkâr ediyorlar. Zaten bu onların tıynetidir.
Tevrat’ın şu bölümü dikkate şâyandır:
“İşte kendisine destek olduğum, gönlümün hoşnut olduğu sevdiğim kulum! Ruhumu onun üzerine koydum. Adaleti insanlara ulaştıracak.” (İşaya: 42/1)
“Ben seni doğrulukla çağırdım. Elinden tutacak ve seni koruyacağım. Seni halka anlaşma, insanlara nur (ışık) yapacağım. Öyleki kör gözleri açasın.” (İşaya: 42/6-7)
“Önceden bildirdiklerim gerçekti, şimdide yenilerini bildiriyorum. Bunlar ortaya çıkmadan önce duyuruyorum.” (İşaya: 42/9)
Buna rağmen hâlâ inanmayacak mısınız?Kendi kitaplarında İslâm’ı ve Hazret-i Muhammed’i haber veren bunca beyana inanmazlar, kendi peygamberlerine inanmazlardı ki.
Yine Tevrat’ın Tekvin bölümünde şöyle haber veriliyor:
“İsmail’e gelince; seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım.” (Tekvin: 17/20-21)
Burada da yine İsmail Aleyhisselâm’ın soyundan büyük bir ulus, Muhammed Aleyhisselâm’ın geleceği haber veriliyor.
Tevrat ve Zebur tahrif edilmiş, değiştirilip, bozulmuş olmasına rağmen içinde Allah-u Teâlâ’nın beyanlarından bozulamayanlarını alıyoruz. Zira Kur’an’ı kerim burada bize ölçüdür.
Yine Tevrat’ta şöyle geçmektedir:
“Rab Sina’dan geldi ve onlara Sair’den doğdu. Faran dağından parladı ve muhaddeslerin içinden geldi.” (Tesniye: 33/2)
Faran dağı Mekke topraklarına verilen addır. Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mekke’de doğmuş, burada peygamberlikle vazifelendirilmiştir.
Zira İbrahim Aleyhisselâm oğlu İsmail Aleyhisselâm’ı Mekke’ye şimdiki zemzem kuyusunun olduğu yerde bırakmıştı. Ve İsmail Aleyhisselâm oğulları da burada yerleştiler. Peygamberimiz de İsmail Aleyhisselâm’ın oğulları arasından Kinane oğullarından gelir. Soyu İsmail Aleyhisselâm torunlarından Adnana dayanır. Bu husus yine Tevrat’ta şöyle haber verilmiştir:
“Ve Allah çocukla (İsmail) beraberdi, büyüdü çölde yaşadı, okçu oldu. Faran çölünde yaşarken annesi (Hacer) onu Mısırlı bir kadınla evlendirdi.” (Tekvin: 21/20-21)
Zeburda da Davud Aleyhisselâm duâsında Hazret-i Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bahsederek ona salât ve selâm etmektedir.
“Egemenlik sürsün denizden denize. Fırat’tan yeryüzünün ucuna dek. Çöl kabileleri diz çöksün önünde, düşmanları toz yalasın. Tarşişin ve kıyı ülkelerinin kralları ona haraç getirsin. Saba ve Seva kralları armağanlar sunsun. Bütün krallar önünde yere kapansın. Bütün uluslar ona kulluk etsin.” (Mezmurlar: 72/8-11)
“Yoksula düşküne acır, düşkünlerin canını o kurtarır.Baskıdan, zorbalıktan kurtarır, onun gözünde onların kanı değerlidir.” (Mezmurlar: 72/15)
“Kralın adı sonsuza dek yaşasın. Güneş durdukça adı var olsun. Onun aracılığıyla insanlar kurtulsun.” (Mezmurlar: 72/17)
“Son günlerde (ahirzaman) dağların en yücesi, tepelerin en yükseği olacak. İnsanlar oraya akın edecekler.” (Mika: 4/1)
Buradaki dağ Arafat dağı olup, Hacc zamanı insanlar buraya akın ederler.
İslâm ile müşerref olan meşhur musevi bilgini Abdullah bin Selam, Peygamberimizi gördüğü zaman, Tevrat’taki vasıflarını bildiği için, çocuklarını tanıdığı gibi onu tanıdığını söylemiştir. Her şeye rağmen bugünkü tahrif edilmiş şeklinde dahi biz eski ahidde Peygamber Aleyhisselâm Efendimizin teşriflerine dair haberleri tesbit ediyoruz.
Ayrıca Peygamber Efendimizin geleceği aşağıda gösterilen bölümlerde de müjdelenmiştir. (Habbuk: 3/3-7; Neşideler Neşidesi: 1/5-6; 2: 7; 3: 5-7, 4: 9, 102; 5: 9, 16; İşaya: 4/1-3; 5: 26-30; 8: 13-17; 9: 6-7; 21-25; 62: 2; Danya: 2/ 31-35, 37-45)
İbn-i Abbas -radiyallahu anh-den rivayet edilen Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Benim ismim Kur’an’da Muhammed, İncil’de Ahmed, Tevrat’ta Ühîd’dir.”
•
Evs ve Hazreç kabileleri, yahudilerle bazen anlaşır bazen bozuşurlardı. Ne zaman araları açılsa yahudiler: “Bir Peygamber gönderilmek üzeredir, gölgesi üzerimize düştü. O gelince biz ona tâbi olacağız, sizin kökünüzü kazıyacağız.” derlerdi. Ayrıca: “Ey Allah’ımız! Tevrat’ta özelliklerini yazılı bulduğumuz âhir zaman peygamberi hürmetine bize yardım et!” diye duâ ve istimdat ederlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm Medineliler’le konuşup onları İslâm’a dâvet edince birbirlerine: “Vallahi bu size yahudilerin, geleceğini haber verdikleri ve bizi korkuttukları Peygamber olsa gerek! Sakın yahudiler ona tâbi olmakta bizi geçmesinler.” demişlerdi. Çünkü yahudilerin böyle bir beklenti içinde yaşadıklarını biliyorlardı.
Aslında yahudiler Resulullah Aleyhisselâm’ın geleceğini ve vasıflarını “Kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlardı.” Fakat tıynetleri icabı olsa gerek ki “Ne zaman bir Peygamber gelip de gönüllerinin hoşlanmadığı bir şey getirse ona karşı büyüklük tasladılar. Peygamberlerinin kimini yalanladılar, kimini öldürmekten çekinmediler.” Resulullah Aleyhisselâm’ı da çekemeyecekleri tabiî idi. “Bile bile ona düşmanlık edeceklerdi.” Kıskançlık ve hasetlerinden, kin ve düşmanlık etmeye başladılar.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Yanlarında bulunan (Tevrat’ı) tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri kâfirlere karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, tanıdıkları ve bekledikleri (o Kur’an) kendilerine gelince, bu defa onu inkâr ettiler.
İşte bundan dolayı Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara: 89)
Bunun içindir ki bunlar melun oldular.
Medineli müslümanlar yahudilerin bu kadar merakla ve heyecanla bekledikleri Peygamber’i kabul etmek yerine, ona karşı çıkmalarını, onun en azılı düşmanları olmalarını bir türlü anlayamıyorlardı.
Hatta Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- gibi bazı müslümanlar yahudilere şöyle dediler:
“Ey yahudiler! Allah’tan korkun ve İslâm’a girin. Bizler müşrik iken siz bir peygamber gönderileceğini bize bildiriyor ve bu vasıfları ile bize onu tanıtıyordunuz.”
Fakat onlar itiraz ettiler. “Bizim kendisinden söz ettiğimiz kişi bu değildir.” dediler. Onun gelmesiyle Araplar’ın üstünlüğünün sona ereceğine ve kendilerinin iktidar ve ikbal sahibi olacaklarına kesinlikle inanan yahudiler sabahtan akşama kadar: “Geliyor... Gelmek üzeredir...” gibi laflarla onun geleceğinden sözedip dururlardı. Fakat o gelince bütün bunları unutup insanlıktan çıktılar. “Vakti geldi” dedikleri Peygamber için “Hayır! Beklediğimiz bu değildir, daha onun vakti gelmedi, bu bizden değildir.” dediler.
Mucizelerle dolu bir yolculuktan sonra Firavun ve ordularından kurtuldukları halde Hazret-i Allah’ın emrini dinlemeyip isyan ettiler.
Allah-u Teâlâ İsrâiloğullarını ataları İsrâil’den kendilerine miras olarak kalan Arz-ı mukaddes’te iskân edeceğini vadetmişti. Fakat şimdiki Filistin’in bulunduğu bu yerler, o vakit Amâlika’lıların işgali altında idi. Onları oradan çıkarmak için savaşmakla emrolunmuşlardı.
Musa Aleyhisselâm onlara:
“Ey kavmim! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. İçinizden peygamberler çıkarmış ve sizi hükümdar yapmıştı, dünyalarda kimseye vermediğini size vermişti.
Ey kavmim! Allah’ın size takdir ettiği Arz-ı mukaddes’e girin, ardınıza dönmeyin. Yoksa zarara uğrar, kaybedersiniz.” demişti. (Mâide: 20-21)
Ne yazık ki İsrâiloğulları, kendilerine vadedilen yere girmekten kaçındılar ve şöyle söylediler:
“Ey Musa! Orada çok zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça, biz aslâ girmeyiz. Eğer çıkarlarsa biz de gireriz.” (Mâide: 22)
Akabinde şunları da söylediler:
“Ey Musa! Onlar orada oldukça, biz aslâ oraya girmeyiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada otururuz.” (Mâide: 24)
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı Bedir Savaşı’nda; müşriklere karşı az bir kuvvete sahip oldukları ve büyük zorluklarla karşılaşacaklarını bildikleri hâlde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize şöyle söylemişlerdi:
“Yâ Resulellah! Allah sana ne emrettiyse yerine getir. Bize denizi geçelim desen, seninle birlikte geçeriz. Dünyanın öbür ucuna gidelim desen, seninle beraber gideriz.
Kavminin Musa Aleyhisselâm’a dediği gibi ‘Sen ve Rabbin varın savaşın, biz burada oturacağız.’ demeyiz. Fakat biz deriz ki ‘Sen dilediğin yere git, seninle beraber olacağız.”
Müslümanlarla yahudilerin durumu buradan ayrılıyor. Onların da başlarında peygamber vardı amma icraata bak!
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm-, Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a, Resulullah’a bu kadar bağlı idi.
Musa Aleyhisselâm da onlara gücenerek bedduâ etti:
“Artık bizimle, yoldan çıkmış bu fâsıklar gürûhunun arasını ayır!” (Mâide: 25)
Yani zaten onlar o zaman sapmışlardı.
Musa Aleyhisselâm Tur dağında iken, onun yokluğunu fırsat bilen İsrâiloğulları; üzerlerinde taşıdıkları altın süs eşyalarını toplayarak Samiri adındaki bir adama bir buzağı heykeli yaptırdılar ve onu kendilerine ilâh edindiler. Allah’ı bırakıp ona tapınmaya başladılar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Musa’nın kavmi; onun ardından kendi ziynetlerinden canlıymış gibi böğüren buzağı heykeli yaparak onu ilâh edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve yol da göstermediğini görmediler mi? Onu ilâh olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.” (A’raf: 148)
“Musa kavmine çok kızgın ve üzüntülü olarak döndü! Ey kavmim dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti aradan? Yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?” (Tâhâ: 86)
Buzağıya tapmaları üzerine Musa Aleyhisselâm onları tevbeye davet ettiği gibi, ayrıca ileri gelenlerinden yetmiş kişiyi özür dilemek maksadıyla Tur dağına götürmüştü.
Allah-u Teâlâ ile mükâlemeden sonra huzurdan ayrılan Musa Aleyhisselâm’a “Allah’ı apaçık görmedikçe sana aslâ inanmayacağız.” dediler. Bunun üzerine öyle bir sarsıntı meydana geldi ki, İsrâiloğulları bu sarsıntı ile birlikte yıldırımlara maruz kalıp kendilerini kaybettiler. Yarı ölü vaziyette yere serildiler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Musa, tayin ettiğimiz vakit için kavminden yetmiş kişiyi seçti. Onları bir sarsıntı tutunca dedi ki:
‘Rabbim! Dileseydin bunları da beni de daha önce helâk ederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin? Bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Sen bu imtihanınla dilediğini dalâlete düşürür saptırırsın, dilediğini de hidayete götürür doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin. Bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.
Bize dünyada da iyilik yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.’
Allah buyurdu ki:
‘Ben kimi dilersem onu azabıma uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Ben onu Allah’tan korkup kötülükten sakınanlara, zekâtını verenlere ve âyetlerimize imân etmiş olanlara yazacağım.” (A’raf: 155-156)
Yahudiler tarihte “Peygamberlerini öldüren kavim” olarak tanınmaktadır.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere, haksız yere peygamberlerini öldürenlere ve insanlardan adâleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele!
Onların yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.” (Âl-i imran: 21-22)
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:
“Her ne zaman onlara hoşlarına gitmeyen hükümlerle bir peygamber gelmişse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.” (Mâide: 70)
İsa Aleyhisselâm’ın da katline teşebbüs etmişlerse de muvaffak olamamışlardır.
Resulullah Aleyhisselâm’a da suikast tertip etmişler, Hazret-i Allah’ın haber vermesi ile bu suikastlerinde de muvaffak olamamışlardır.
Âyet-i kerimeler’de şöyle buyuruluyor:
“‘Gerçekten Allah fakirdir, biz ise zenginiz.’ diyenlerin lâfını andolsun ki Allah işitmiştir. Onların söylediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve: ‘Tadın o yangın azabını!’ diyeceğiz.” (Âl-i imran: 181)
“Bu, kendi ellerinizle yapmış olduğunuz şeylerin karşılığıdır. Allah kullarına aslâ zulmedici değildir.” (Âl-i imran: 182)
“O kimseler: ‘Doğrusu Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe herhangi bir peygambere iman etmememiz hususunda ahid verdi.’ dediler. De ki: ‘Benden önce de nice peygamberler apaçık delillerle ve dediğiniz şeyle geldiler. Eğer doğru sözlü iseniz, niçin onları öldürdünüz?” (Âl-i imran: 183)
Bütün bu aşırı gitmeleri yüzünden başlarına birçok belâlar geldi. Dünyanın her tarafında çok kötü muamelelere maruz kaldılar.
“Yahudiler: ‘Allah’ın eli bağlıdır.’ dediler. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın! Lânet olsun onlara! Hayır! Allah’ın iki eli de açıktır, dilediği gibi sarfeder.” (Mâide: 64)
Yahudiler Tevrat’taki tahribatları sayesinde birçok Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimize iftirada bulunmuşlardır.
Bu ifadeler bugünkü muharref Tevrat’ta geçmektedir. Bu hakaret ve iftiraları İslâm tamamıyla reddetmektedir. Çünkü Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz seçilmiş, muhafaza edilmişlerdir. Her hususta doğru sözlüdürler. Aslâ yalan söylemezler. Her türlü itimada haiz olup istikametten ayrılmazlar. Masumdurlar, günah işlemezler. Son derece iffet ve ismet sahibidirler. İnsanların en zekisi ve en akıllılarıdırlar. Kuvvetli bir iradeye sahiptirler. Allah’tan aldıkları emir ve nehiyleri insanlara bildirirler.
Âyet-i kerime’de:
“Onları emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık.” buyuruluyor. (Enbiya: 73)
Onlar en yüksek ahlâka ve vasıflara sahiptirler.
“O peygamberler Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği doğru yolu tutup onlara uy, o yoldan yürü.” (En’am: 90)
Kur’an-ı kerim’de bu ifadeler varken, muharref Tevrat’taki iftiralardan bazı misaller arzedelim:
Nuh Aleyhisselâm’a iftira:
“Şarap içip sarhoş oldu, çadırın içinde çırılçıplak uzandı.” (Tekvin: 9/21)
İbrahim Aleyhisselâm’a iftira:
“Karısının hatırı için Firavun Avram’a (İbrahim’e) iyi davrandı.” (Tekvin: 12/16)
“Niçin Saray (Sara) kızkardeşimdir diyerek karınla evlenmeme izin verdin, al karını git.” (Tekvin: 12/19)
Muharref Tevrat’ta Hazret-i Lût Aleyhisselâm hakkındaki ahlaksız iftira:
“O gece babalarına şarap içirdiler, büyük kız gidip babası ile yattı. Ancak Lut yatıp kalktığının farkında değildi.” (Tekvin: 19/33)
“Böylece Lut’un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar.” (Tekvin: 19/36)
Yakub Aleyhisselâm’a iftira:
“Ruben babasının cariyesi Bilha’yla yattı.” (Tekvin: 35/22)
Harun Aleyhisselâm’a iftira:
“Harun altınları topladı. Oymacı aleti ile buzağı biçiminde dökme bir put yaptı.” (Çıkış: 32/4)
Dâvud Aleyhisselâm’a iftira:
“Bir akşam üstü Davut yatağından kalktı, sarayın damına çıkıp gezinmeye başladı. Damdan yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi.” (II. Samuel: 11/2)
“Davut kadını getirmeleri için ulaklar gönderdi. Kadın Davutun yanına geldi. Davut aybaşı kirliliğinden yeni arınmış olan kadınla yattı.” (II. Samuel: 11/4)
Süleyman Aleyhisselâm’a iftira:
“Süleyman yaşlandıkça karıları ona başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Sayda’lıların tanrıçası Aşturet’e Ammonluların iğrenç ilahı Molek’e taptı.” (I. Krallar 11/4-5)
Ve buna benzer birçok ifade muharref Tevrat’ta mevcuttur.
Tevrat’ta bile bu akla-hayale gelmeyecek çarpıtmaları yapan yahudiler Talmut ismindeki dini kaynaklarında çok daha ağır ahlaksızlıkları, hırsızlıkları meşru görmüşlerdir. Bu eserlerde ensest ilişkiler teşvik edilmekte, yahudilerin üstün bir ırk olduğu anlatılmakta, insanları sömürmek ve gizli yollarla mallarını gasbetmek için yahudilerin izleyeceği yollar anlatılmaktadır.
Allah’ın bu sevgili kullarına isnat edilmek istenen çirkin iftiralar, ancak hak vasfını kaybetmiş bir kitapta bulunabilir.
Halbuki Tevratın Tesniye-5. bölümündeki 10 emirden bazıları şunlardır:
“Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın.” (Tesniye: 5/9)
“Zina Etmeyeceksin.” (Tesniye: 5/17)
“Komşunun karısına kötü gözle bakmayacaksın.” (Tesniye: 5/21)
Kendi kitaplarındaki İlahi hüküm ve emir böyledir. Yahudiler ise bu yasakları kendi peygamberleri işlemiş gibi Tevrat’a yaptıkları ilave ve iftiralarla Hazret-i Allah’ın hükmünü geçersiz kılmaya çalışmışlardır. Kutsal kitabında Peygamberleri günah işleyen bir dinin bozulmadığını kim iddia edebilir? Böyle bir dinin mensubu günah işlemekten niye sakınır?
Nitekim yahudiler:
“‘Sayılı birkaç gün dışında cehennem ateşi bize dokunmaz.’ derler.” (Bakara: 80 - Âl-i imran: 24)
“‘Biz nasıl olsa bağışlanacağız.’ diyorlar.” (A’raf: 169)
Allah-u Teâlâ’nın emrini, hükmünü inkâr ediyorlar. Peygamberin hükmünü de inkâr ediyorlar. Bütün gayr-i meşru işleri helal görüyorlar. Bunun için zaten kâfir olmuşlardır.
Halbuki Allah-u Teâlâ bütün gönderdiği Peygamberleri hakkında:
“Hepsi de sâlihlerdendi.” buyuruyor. (En’am: 85)
Üzerinde böyle değişiklikler yapılan, içinde tenakuzlar, çelişkiler bulunan, akıldışı ve ürkütücü bilgileri ihtiva eden ve Allah elçilerine yakışıksız iftiralardan çekinmeyen bir kitap, insan dimağını tatmin edemez. Hiç şüphe yok ki Tevrat da, Zebur gibi, Allah’tan gelen ilâhi bir kitaptı. Allah’ın peygamberi tarafından tebliğ edilmişti. Fakat başlangıçtaki mahiyetini kaybetmiştir. Tahrif edilmiş ve tanınmayacak kadar değişmiştir. Bu hale gelen bir kitaba Allah kelâmı nazarı ile bakmak mümkün değildir. Çünkü o, insan müdahelesinden ve tahriften kurtulamamıştır.
İsrâiloğullarının Filistin’in dışında çeşitli kavimlerle temasta bulunmaları neticesinde dini telakkilerinde büyük değişiklikler olmuş ve bu yüzden birçok mezhepler meydana çıkmıştır. Yahudilikte sayısız mezhep vardır. Bunların en önemlileri şunlardır: Sadûkîler, Fariziler, Esseniler, Terapötler, Talmudcular ve Karailer.
Kur’an-ı kerim’de çeşitli Âyet-i kerime’lerde yahudilerin özellikleri beyan buyurulmaktadır:
“Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı diğer insanlardan, hatta müşriklerden de daha düşkün ve hırslı görürsün.” (Bakara: 96)
“Onlardan her biri ömrünün bin yıl olmasını ister.” (Bakara: 96)
“Onlar, ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü aslâ istemezler.” (Bakara: 95)
“Onların içinde öylesi var ki, ona bir dinar versen, tepesine dikilmedikçe onu sana ödemez.” (Âl-i imran: 75)
“Yoksa onların mülkten bir payı mı var? Eğer öyle olsaydı, insanlara bir çekirdek zerresi bile vermezlerdi.” (Nisâ: 53)
“‘Kitap ehli olmayan Arapların ve sâir kimselerin (hakkını yemekten dolayı) üzerimize bir sorumluluk yoktur.’ derler.” (Âl-i imran: 75)
“Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabbinizden bir hayır inmesini istemezler.” (Bakara: 105)
“‘Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.’ (derler.)” (Mâide: 18)
“Allah’ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek isterler.” (Tevbe: 32)
“Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar.” (Âl-i imran: 118)
“Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar.” (Âl-i imran: 118)
“Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır.” (Âl-i imran: 118)
“Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür.” (Âl-i imran: 118)
“Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnud olmazlar.” (Bakara: 120)
“‘Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın!’ (derler.)” (Âl-i imran: 73)
“O yahudiler nerede bulunurlarsa bulunsunlar, zillet altında kalmaya mahkûmdurlar.” (Âl-i imran: 112)
“Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık.” (Mâide: 13)
Tevrat, Musa Aleyhisselâm vasıtasıyla İsrâiloğulları’na gönderilmiş hak bir kitaptır. Ancak yahudiler tarafından tahrif edilmiş, dinde olmayan şeyler içerisine konulmuştur.
“(Ey müminler!) Şimdi siz onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan (hahamlık eden) bir zümre vardı ki, Allah’ın kelâmını (Tevrat’ı) işitirler de iyice anladıkları halde onu bile bile tahrif eder (değiştirirler)di.” (Bakara: 75)
“Onlar Allah’ı lâyıkıyla bilip takdir edemediler. Çünkü: ‘Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi.’ dediler. De ki: ‘Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Tevrat’ı kim indirdi? Siz onu parça parça kâğıtlar haline getirip, işinize geleni açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir.’ Resul’üm! Sen ‘Allah!’ de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” (En’am: 91)
Tevrat’ı kendi istekleri doğrultusundaki hükümlerle değiştirdiler. Kitapta yazılı olanlara bağlı kalmayarak kendi hükümlerini icra ettiler. Tevrat’ta olmayan şeyleri ona kattılar, kitabın hükümlerini yerine getirmediler. Bu ise Kur’an-ı kerim’de şu şekilde ifade edilmiştir.
Âyet-i kerime’de:
“Kendilerine Tevrat yükletildiği halde, onu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür! Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez.” buyurulmaktadır. (Cumâ: 5)
“Ve Rabbin sözüne göre, Rabbin kulu Musa orada Moav diyarında öldü. Ve Moav diyarında Beyt-Poer karşısındaki derede onu gömdü, fakat bugüne kadar kimse onun kabrini bilemez.” (Tesniye: 34/5-6)
Allah-u Teâlâ yaşayan Hazret-i Musa Aleyhisselâm’a böyle hitap etmez. Demek ki tevrat sonradan yazılmıştır.
“Ve İsrâiloğulları, Moav ovasında, otuz gün Musa’ya ağladılar ve Musa için yas ağlama günleri tamam oldu.” (Tesniye: 34/8)
•
Eski Ahid’deki tahrif unsurlarından biri de içinde bulunan çelişik ifadelerdir:
Tevrat’ın bir yerinde (Tekvin: 1/27) Allah’ın insanı kendi suretinde erkek ve dişi olarak aynı anda yarattığı anlatılıyorken; başka bir yerde önce erkek ve onun kaburga kemiğinden kadını yarattığı ifade ediliyor. (Tekvin: 2/21-22)
Allah, İsrâiloğullarının sayımı için II. Samuel’de (24/1-6) Davud Aleyhisselâm’ı görevlendirmekte; I Tarihler’de (21/1-7) aynı konunun, şeytanın tahrikiyle olduğu belirtilmektedir.
I. Samuel’de (16/10-13) Hazret-i Davud Aleyhisselâm İşay’ın sekizinci oğlu olarak gösterilirken, I. Tarihler’de (2/13-15) ise İşay’ın yedinci oğlu olarak geçmektedir.
II. Samuel 24/13’de “vilâyetimizde yedi sene kıtlık” denirken I. Tarihler 21/12’de “üç sene kıtlık...” denilmektedir.
II. Samuel’in 5. ve 6. bölümlerinde Davud Aleyhisselâm’ın ilâhî tabutu Filistî’ler muharebesinden sonra, I. Tarihler’in 13. ve 14. bölümlerinde ise Davud Peygamber’in ilâhî tabut’u muharebeden önce taşıdığı belirtilmektedir.
I. Krallar 5/16’da: “Süleyman’ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üçbin üçyüz baş kâhyaları vardı.” denilirken, II. Tarihler 2/2’de “Ve onların üzerinde iş başı olan üçbin altıyüz adam saydı.” deniliyor.
I. Krallar’ın yedinci bölümünde: “Süleyman peygamberin yaptırdığı denizin ikibin bat su aldığı” belirtilirken, II. Tarihler’in dördüncü bölümünde “üç bin bat alır.” denmektedir.
I. Tarihler’in üçüncü bölümünde: “Davud’un çocuğu olarak, Geşur kralı Talmay’ın kızı Maaka’nın oğlu Avşalom” denilirken II. Tarihler’in onbirinci bölümünde ise: “Ve Mahalattan sonra Abşalom’un kızı Maaka’yı aldı ve ona Abiya’yı... doğurdu.” (11/21-22) denilmektedir. İkinci Samuel 14/27’de de; “Ve Abşalom’un üç oğulla bir kızı doğdu ve kızının adı Tamar’dı” deniliyor.
Yeşu kitabının onuncu bölümünde: “İsrâiloğulları Kudüs Kralını öldürdüler. Bütün mal ve mülkünü ele geçirdiler.” denirken, aynı kitabın onbeşinci bölümünde ise “İsrâiloğulları Kudüs’e hiçbir zaman taarruz etmediler.” denilmektedir.
II. Tarihler’in üçüncü bölümünde: “Evin önünde olan çardağın uzunluğu evin genişliği kadar, yani yirmi arşın ve yüksekliği de yüzyirmi arşın” diye yazılıdır. I. Krallar’ın 6. bölümünde ise evin yüksekliğinin “otuz arşın” olduğu yazılmaktadır.
Tekvin 32/30’da “Allah’ı yüzyüze gördüm ve canım sağ kaldı” ifadesi varken, Çıkış 33/20’de “Ve (Rab) dedi, yüzümü görmezsin, çünkü insan beni görüp de yaşayamaz.” ifadesi vardır.
•
Kur’an-ı kerim’den başka diğer kitapların bir kısmı tamamen kaybolmuş, günümüze kadar gelenler de tahrif edilerek ilâhi kitap özelliğini yitirmiştir. Biz bozulmuş olan bu kitapların Allah’tan gelen ilk şekline inanıyoruz.
Zira onlar;
“Onlar durmadan yalana kulak verirler. Sana gelmeyen bir başka topluluk lehine kulak verip casusluk yaparlar. Kelimeleri yerlerinden tahrif ederek değiştirirler. ‘Bu (değişik şekliyle) size verilirse alın, verilmezse sakının!’ derler.” (Mâide: 41)
Yahudiler Allah’ın kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş, manalarını saptırmış, gerçekleri ve bu arada Hazret-i Peygamber’in geleceğini müjdeleyen kısımları örtmüş, bozmuş ve inkâr etmişlerdir.
“Kitabı elleriyle yazıp da, sonra onu az bir pahaya satmak için: ‘Bu Allah katındandır.’ diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Kazandıkları vebalden ötürü vay haline onların!” (Bakara: 79)
“Sen benim topuzum, cenk silahımsın, seninle milletleri kıracağım, ülkeleri helak edeceğim... ve seninle erkeği ve kadını kıracağım, ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım; ve seninle genç adamı ve ere varmamış kızı kıracağım; ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım; ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım; ve seninle Valiyi ve kaymakamı kıracağım.” (Yeremya 51/20-23)
“İşte Rab’bin acımasız günü geliyor.” (İşaya: 13/9)
“Yakalananın bedeni delik deşik edilecek.
Ele geçen kılıçtan geçirilecek.
Yavruları gözleri önünde parçalanacak,
Evleri yağmalanacak,
Kadınlarının ırzına geçilecek.” (İşaya: 15-16)
“Hem yiğidi, hem kızı.
Emzikteki çocukla, ak saçlı adamı,
Dışarıdan kılıç, Ve içeriden dehşet telef edecek.
Hasımlarından öç alacağım, Ve benden nefret edenlere ödeyeceğim.” (Tesniye, 32/25)
“Onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin, onlara acımayacaksın.” (Tesniye: 7/1-3)
“Ve yayları gençleri yere çalacak ve rahmin semeresine acımayacaklar, gözleri çocukları esirgemeyecek.” (İşaya: 13/15-18)
“Mülklerini alacağımız milletlerin yüksek dağlar üzerinde, ve tepeler üzerinde, ve her yeşil ağaç altında ilahlarına ibadet ettikleri bütün yerleri mutlaka harap edeceksiniz.” (Tesniye: 11/23-25)
Resimdeki Filistinli çocuğun öldürülmesi kameralar tarafından tespit edilen nadir görüntülerden birisiydi.
Resulullah Aleyhisselâm Medine-i münevvere’ye hicret ettiği zaman, burada yaşayan yahudilerle bir tür vatandaşlık antlaşması yapmıştı. Bu andlaşma ile malları, canları emniyet altına alınmıştı. Ancak Âyet-i kerime’lerde buyurulduğu üzere daima bu antlaşmayı bozmak ve müslümanlara zarar vermek için fırsat kollamışlardı:
“İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün!” (Mâide: 13)
“Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar.” (Enfâl: 56)
Bu ihanetlerin en büyüğü Hendek Savaşı’nda yaşandı.
Hendek savaşının en nazik anında Kureyza oğulları, Kureyşliler’le birleştiler ve savaşa girdiler. Böylece vatanlarına ihanet etmiş oldular. “Resulullah da kim oluyormuş? Muhammed’le aramızda ne ahid vardır ne de akit!” dediler. Medine üzerine baskınlar düzenleyerek, müslümanların âile ve çocuklarını kılıçtan geçirme teşebbüsünde bulundular. Müslümanlar iki ateş arasında çok zor durumda kaldılar.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hendek’ten döndüğü zaman silâhları bırakıp elini yüzünü yıkamış, tam başındaki toprakları çırparken Cebrail Aleyhisselâm geldi ve:
‘Sen silâhını bıraktın, vallahi biz daha bırakmadık!’ dedi ve onlara geri gitmesini söyledi.
Resulullah Aleyhisselâm:‘Nereye kadar?’ diye sorduğunda ‘Şuraya!’ diyerek Kureyza oğulları’nı gösterdi. Resulullah Aleyhisselâm bu emir üzerine onlarla savaşmaya çıktı.” (Buhârî-Müslim)
Kuşatma yirmibeş gün sürdü. Yahudiler andlaşmayı bozduklarına pişman oldular, görüşme isteğinde bulundular. Resulullah Aleyhisselâm “Mutlaka benim hükmüme râzı olmalısınız.” cevabıyla onları reddetti. Yahudiler haklarında hüküm vermek ve onun vereceği hükme göre teslim olmak üzere bir hakem tayinini istediler. Resulullah Aleyhisselâm: “Hakkınızda hüküm vermek üzere bir hakem seçiniz!” buyurdu. Onlar da Evs kabilesi reisi Sa’d bin Muâz -radiyallahu anh-ın hakem olmasını istediler.
Sa’d -radiyallahu anh- haklarında verilecek hüküm için yahudilere: “Kur’an-ı kerim hükümlerini mi istersiniz, yoksa kendi kanunlarınızın tatbikini mi tercih edersiniz?” diye sordu. Yahudiler, İbrani kanunlarını isteyince, Hazret-i Sa’d -radiyallahu anh- hükmünü verdi. Buna göre, eli silâh tutan erkekler idam olunacak, kadınlarla çocuklar esir sayılıp malları zaptedilecekti.
Yahudiler de bu hükmün Tevrat’a uygun bulunduğunu itiraf ettiler.
Yahudilere verilen bu ilâhî cezâ hakkında nâzil olan Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Allah ehl-i kitap’tan, kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmiş ve kalplerine korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor, kimini esir alıyordunuz.
Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Ahzâb: 26-27)
Kur’an-ı kerim’de “Ehl-i kitap” terimi, vahiy yoluyla nâzil olmuş Tevrat, Zebur ve İncil gibi, kitapları bulunan yahudi ve hıristiyanları müşriklerden ayırt etmek için kullanılmıştır.
Yahudi ve hıristiyanlar ehl-i kitap olarak vasıflandırılmalarına rağmen, Allah-u Teâlâ onları Âyet-i kerime’lerinde inkârcı olarak, müşrik olarak kınamaktadır. Çünkü ehl-i kitap olmak bir kurtuluş değildir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde ehl-i kitabı küfürlerinden dolayı şöyle ikaz etmektedir:
“Şüphesiz ki ehl-i kitaptan olsun müşriklerden olsun inkâr edenler cehennem ateşindedirler. Orada ebedî kalacaklardır. Onlar yaratıkların en şerlileridirler.” (Beyyine: 6)
“Ey ehl-i kitap! Görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” (Âl-i imrân: 70)
Görüldüğü gibi Allah-u Teâlâ ehl-i kitabı inkârcı olarak vasıflandırmaktadır. Esasen Âllah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerimeleri’ni, bir noktasını dahi inkâr eden kim olursa olsun kâfirdir.
“Ey ehl-i kitap! Biz birtakım yüzleri silip dümdüz ederek enselerine çevirmezden veya onları Ashâb-ı sebt’i (Cumartesi gününe saygı göstermeyen yahudileri) lânetlediğimiz gibi lânetlemezden önce, gelin o elinizdekini doğrulayıcı olarak indirdiğimize iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelir.” (Nisâ: 47)
“Ey ehl-i kitap! Allah’ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz? Oysa Allah sizin yaptıklarınıza şâhittir.” (Âl-i imrân: 98)
“Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyorsunuz ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Âl-i imrân: 71)
“Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere, haksız yere peygamberlerini öldürenlere ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele!” (Âl-i imrân: 21)
“Onlar ne zaman bir andlaşma yapsalar, içlerinden bir gürûh onu bozup arkalarına atmadılar mı? Zaten onların çoğu iman etmezler.” (Bakara: 100)
“(Yahudi ve hıristiyanlar müslümanlara:) ‘Yahudi ve hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız!’ dediler. De ki: Hayır! Biz hanif olan İbrahim’in dinine uyarız. O müşriklerden değildi.” (Bakara: 135)
“Kitap ehlinden bir tâife sizi saptırmak isterler. Oysa onlar ancak kendilerini saptırırlar da farkında olmazlar.” (Âl-i imrân: 69)
“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Niçin iman edenleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Hak olduğuna şahit iken o yolu eğri göstermeye yelteniyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Âl-i imrân: 99)
“Ey ehl-i kitap! Size Resul’ümüz geldi. Kitaptan gizleyip durduğunuz şeylerin birçoğunu size açıklıyor, birçoğundan da geçiyor.
Gerçekten de size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.” (Mâide: 15)
Görüldüğü gibi Hazret-i Allah ehl-i kitabı âhir zaman peygamberi Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’a ve ona indirilen Kur’an-ı kerim’e inanmaya ve tâbi olmaya dâvet etmektedir. Bu davete icabet etmeyenler kâfirdir.
“Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin ardı arkası kesildiği, bir boşluk meydana geldiği sırada size PEYGAMBER’imiz gelmiştir. Gerçekleri size açıklıyor ki, ‘Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.’ demeyesiniz. İşte müjdeleyici ve uyarıcı geldi.
Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Mâide: 19)
Bu Âyet-i kerime mucibince Resulullah Aleyhisselâm geldiği halde inanmayan hiçbir ehl-i kitabın kurtulması mümkün değildir.
Bir de “Onların da dini hak” diyenler var. Hayır!
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Bir kimse Hazret-i Allah’a ve Resul’üne iman etmedikçe cennete giremez. Bu Âyet-i kerime ve bu Hadis-i şerif mucibince muhakkak onların hepsinin cehennemde olduğunu görürsünüz.
İsa Aleyhisselâm göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
“Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Saf: 6)
Görülüyor ki, Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bütün peygamberlere ismiyle cismiyle nasıl tanıtmış ve bildirmiştir. Hiçbir yahudinin bu vebal altından kurtulması mümkün değildir. Çünkü açık bir ferman-ı ilâhiye var. Zira Hazret-i Allah ve Peygamber’i bildirip açıklıyor. Yani ben bilmiyordum, duymadım gibi bir itirazı kabul etmek mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanların, İslâm’ı kabul etmelerinden ümit kestirecek dereceye varan inat ve kibirlerinden bahsederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki sen kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü âyeti getirsen, yine de sana uyup kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar birbirinin kıblesine de dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların heveslerine uyacak olursan, işte o zaman sen de zulmedenlerden olursun.” (Bakara: 145)
Bu hitâb-ı ilâhî zâhirde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e olmakla birlikte, onun ümmetinedir.
İşte kâfirlerin durumu budur. Bunca Âyet-i kerime’yi önlerine sürüyoruz, iman etmemek için Âyet-i kerime’yi çürütmeye çalışıyorlar.
•
Ehl-i kitabın müslümanlar hakkında besledikleri fesat fikri ile, dini alaya alma ve küçük görmelerine karşı cevap olmak üzere Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Ey ehl-i kitap! Sadece Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene iman ettiğimiz için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.” (Mâide: 59)
Allah-u Teâlâ yahudileri kınamakta ve Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine iman edin!’ denilince ‘Biz sadece bize indirilene inanırız.’ derler ve ondan başkasını inkâr ederler.” (Bakara: 91)
•
“Andolsun ki Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır. Öyleyse o kâfirler gürûhu için üzülme!” (Mâide: 68)
Yahudi din öğretisi tahlil edildiğinde görülecektir ki; ön plana çıkan Hazret-i Allah’ın azamet ve kudreti, Hazret-i Allah’a iman değildir. Ön plana çıkan tarihsel olaylar, kişilerdir, kendi milletlerinin yaşadıklarıdır.
Yahudiliğin tahrif edilmiş kaynaklarında binlerce yıl önce olmuş olaylar yalan-yanlış ilavelerle büyük bir titizlikle anlatılır. Bir yahudi dinini öğrenirken tarihte kaybolur, binlerce yıl öncesini günümüzde yaşamaya çalışır. Hakiki dinin bozulmasının neticesi olarak ortaya çıkan bu durumun tabii bir neticesi olarak kendi milletlerinin tarihinden gelen heves ve ihtiraslar dinin yerini almıştır. Bu süreç içerisinde kendi ırklarını ilahlaştırmışlardır:
“Yahudi ve hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilisiyiz.” dediler. De ki: “O hâlde neden Allah günahlarınız sebebi ile size azap ediyor?” Hayır! Siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz. O dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasında ne varsa hepsinin hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de O’nadır.” (Mâide: 18)
Bu sapkın inancın bir neticesi olarak kendilerinden olmayan milletlere zulüm ve haksızlık yapmayı reva görürler:
“‘Kitap ehli olmayan Arapların ve sâir kimselerin (hakkını yemekten dolayı) üzerimize bir sorumluluk yoktur.’ derler.” (Âl-i imran: 75)
Dünyevi gayeler ve yahudi milletinin dünya saltanatı ihtirası her türlü insanlık ve ahlak kaidesinin önüne geçmiştir. Bu ırkçı ve sapkın gaye uğruna fitneler çıkarmak, ülkeler ve milletler arasında düşmanlıklar ve harpler tertip etmek adeta dini bir vazife haline gelmiştir.
“Andolsun ki Rabbinden sana indirilenler, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Biz onların aralarına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş için bir ateş tutuştursalar, Allah onu söndürür. Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar. Şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları sevmez.” (Mâide: 64)
Zaman oldu doğru yolda gittiler, zaman oldu yoldan çıktılar. Yoldan çıktıkları zaman Cenâb-ı Hakk onları musibetlere uğrattı. Bazen üzerlerine düşman musallat etti. Esarete düştüler. Bazen de hâkimsiz kalıp perişan oldular.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde İsrâiloğulları’nın yeryüzünde iki defa bozgunculuk yaptıklarını ve bunun karşılığı olarak da başlarına gelen felâketleri ibret numunesi olarak haber vermektedir:
“İsrâiloğulları’na Kitap’ta (Tevrat’ta): ‘Siz yeryüzünde iki defa fesat çıkarıp bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz.’ diye bildirdik.” (İsrâ: 4)
Allah’a itaat ve ibadet etmeyi gururunuza yediremeyip azgınlık edecek, serkeşlik yapacak, haddinizi aşacaksınız.
“Birinci bozgunculuğunuzun ceza vakti gelince üzerinize pek güçlü olan kullarımızı salacağız.” (İsrâ: 5)
Yaptığınız isyanların cezası olarak onları size biz musallat edeceğiz, o korkunç kulları üzerinize biz saldırtacağız.
“Onlar memleketin her köşesini kontrollerine alacaklar, evlerin aralarına girip sizi araştıracaklar.” (İsrâ: 5)
Öyle bir istilâ yapacaklar, öyle bir kırım yapacaklar ki; köşe bucak her yere girecekler, ileri gelenleri öldürecekler, kalanını esir edecekler, mallarını yağmalayacaklar, ibadet yerlerini yıkacaklar yakacaklar. Bu suretle size büyük korkular salacaklar.
“Bu, yerine gelecek bir vaaddir.” (İsrâ: 5)
Bir kısım zâlimlerin diğer bir kısmına musallat edilmesi, onların birbirlerinin eliyle cezalandırması ilâhî âdettendir.
“Bunun ardından sizi o istilâcılara tekrar galip getireceğiz. Mallar ve oğullarla size yardım edecek, sayınızı artıracağız.” (İsrâ: 6)
Sonra siz tevbe edip bize dönünce, o şiddetli belâdan sonra düşmanlarınıza karşı size üstünlük vereceğiz, devletinizi size tekrar iâde edeceğiz. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltacağız.
“Bir zamanlar da sizden: ‘Birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz, birbirini yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.’ diye söz almıştık. Sonra da bunu kabul etmiş, (bu ikrarınıza) şâhit de olmuştunuz.” (Bakara: 84)
Bunlar İsrâiloğullarının zulümlerini, taşkınlıklarını ve yeryüzünde fesat çıkarttıklarını gösteren en bâriz misallerdir.
“Bu misakı kabul eden sizler yine birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşiyorsunuz. Eğer esir düşüp gelirlerse (kurtulmaları için) fidyelerini veriyorsunuz. Oysa onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmıştır.” (Bakara: 85)
Yahudilerin en büyük kin ve düşmanlıkları İslâm dinine ve müslümanlara karşı olmakla beraber kendi çıkarları için bütün insanlığı felakete sürüklemekten geri kalmazlar. İnsanların inançlarında kararsızlık husule getirmek, fitne ve terör çıkarmak, hak dini bozmak için dinde olmayan şeyleri fısıldamak gibi icraatları yanında devletleri birbirine düşürmeye ve savaşlar tertip etmeye çalışırlar.
Son birkaç yıldır uluslararası düzenin tarumar edilmesi pahasına icra edilen Ortadoğu işgalinde olduğu gibi tarih boyunca yaşanan ihtilallerin, savaşların, insanlar arasındaki fitne ve kavgaların birçoğunda yahudi parmağına rastlamak mümkündür.
Bugün hıristiyanların ilahi kitap olarak sahip çıktıkları incil’in yaklaşık yarısı yahudi dönmesi Pavlus’un mektuplarından müteşekkildir.
“Yahudi dönmesi Pavlus Romalı bir hahamdı ve Hıristiyan olmadan önce bir çok Hıristiyana zulmetmişti. Hıristiyan olduktan sonra kiliseye yazdığı mektuplar İncil’in 27 kitabının hemen hemen yarısını oluşturuyordu. ‘Tanrının oğlu’ ve ‘haç’ Pavlus’un öğretilerinin temelini oluşturuyordu.” (Us News and World Report, 20 Nisan 1992, sf. 70)
Hıristiyanlıktan dönme eski bir pastörün (papazın) dediği gibi “Pavlus’un cin fikirli mektupları iftiracılık, dedikoduculuk, kıskançlık, ispiyonculuk, casusluk öğretir.” Özellikle bu mektuplar birçok tenakuz ve takiyyecilikle doludur.
“Hıristiyanlığa üçlemeyi sokan Aziz Pavlus, asıl adı Saul olan Tarsuslu bir yahudidir. Aziz Pavlus, ‘İsa bana inerek üçlemeyi öğretti’ diyerek ortaya çıkmadan önce de Kudüs’te Kabbala öğretimi yapmaktaydı.” (The Concised Atlas of the Bible, sf. 124)
“Kilise Anadolu’ya yayıldıkça İsa Mesih ‘Tanrının oğlu’ olarak geçmeye başladı ki, bu Pavlus’un mektuplarının başlıca konusuydu.” (A.g.e, sf 70)
Pavlus yahudi kökü hakkında İncil’e şunları yazmıştır:
“Doğumumun sekizinci günü sünnet oldum. İsrail soyundan, Benyamin oymağından, özbeöz İbraniyim.” (Filipililer, 3. bölüm sf: 427, 5. ayet)
Pavlus Filipililer 3. bölüm 2. ayette “Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet bağnazlarından sakının!” derken, Elçilerin işleri 20. bölüm’de Kudüs’de ihtiyarlar tarafından sorgulandığını, kendisine “Ne var ki, duyduklarına göre sen diğer uluslar arasında yaşayan bütün Yahudilere, çocuklarını sünnet etmemelerini, törelerimize uymamalarını söylüyor, Musa’nın yasasına sırt çevirmeleri gerektiğini öğretiyormuşsun.” (Elçilerin işleri 21. bölüm 21. ayet) denildiğini anlatıyor. Devamı ayetlerde kendisinden Kutsal Yasa’ya uygun yaşadığının anlaşılması için yapması istenilen şeyleri eksiksiz yapması anlatılıyor. (Elçilerin işleri 21. bölüm 22-26.. ayetler)
Pavlus İsa Aleyhisselâm tarafından getirilen hak dini ve incil’i tahrip etmekte muvaffak olmuştur. Bunun gibi Protestanlık mezhebinin doğuşunda da yahudi katkısı inkâr edilemeyen bir gerçektir.
Protestanlığın kurucusu kabul edilen Martin Luther’in yahudi dönmesi olduğu ve fakat gizli yahudi olarak kaldığı bizzat yahudi kaynaklarında iddia edilmektedir:
“Kabbalist Abraham B. Eliezer ha-Levi, Luther’in Hıristiyanları yavaş yavaş eğitmeye çalışan bir ‘Gizli Yahudi’ olduğunu söyledi.” (Encyclopedia Jdacia, cilt 14, sf. 21)
Sadece yahudiler değil, kilise ve halk da Martin Luther ve taraftarlarının “yarı yahudi veya gizli yahudi olduklarını düşünüyordu:
“Martin Luther kilise tarafından ‘Yarı yahudi’ olarak adlandırıldı... Abraham Farissol gibi bazı yahudiler, Luther’i gizli bir yahudi, dini gerçeği ve adaleti ayakta tutan bir yenilikçi olarak tanımlarken, anti-putperest yenilikleri Yahudiliğe dönüş olarak belirtti.” (Encyclopedia Judacia, cilt 11, sf. 585)
“İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu” isimli bir eseri bulunan Martin Luther’in yahudilere ilgisini gösteren bir cümlesi şöyle:
“Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler.” (History Of Anti-Semitizm, Leon Poliakov, sf. 221)
Nitekim bugünkü protestanlar kendilerini yahudilere yakın görürler. Protestan misyonerleri arasında birçok yahudi vardır. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde işin başında bu tipler bulunur. Bu misyonerleri tanıyanlar çocukları doğduğunda ilk sekiz gün içinde sünnet ettirilerek hastaneden çıkartıldığını anlatmaktadır. Zira yahudi inancına göre erkek çocuk ilk sekiz gün içerisinde sünnet ettirilmelidir. Amerika’da hemen hemen bütün misyonerler Ortadoks yahudidir. Bunların kurduğu kiliselerde bilinçli şekilde “Biz yahudi oymağındanız.” fikri empoze edilmektedir.
“...ABD’deki ‘İsrail destekçileri’, eski muhatapları NCC’den yüz çevirerek fundemantalist, tutucu protestanlara, Evanjeliklere yanaştılar. Evanjeliklerle Siyonistlerin iki temel noktada yakınlıkları sözkonusuydu. Birincisi ve daha dolaysız olanı şuydu: Evanjeliklere göre ‘son karar günü’nün geldiğine işaret eden mucizevi olaylar arasında Yahudilerin Filistin’e dönmeleri ve bir yahudi devletinin kuruluşu da vardı. Dahası, İsa’nın Hıristiyanlık düşmanlarına nihai darbeyi vuracağı Mahşer (Armageddon), coğrafyada belli bir yer kaplamaktaydı; bugünkü İsrail’in kuzeyindeki Armageddon Vadisi. İkinci ve daha dolaylı olanı Evanjeliklerin İslâm’la ilgili yorumlarıydı; Arap halkın esaretinden, dünyadaki anti-semitizmin büyük bölümünden, İsrail karşıtı hissiyattan, Tanrı’nın adını kirleten İslâm sorumluydu. Buna bir de Amerikan tarihinin şovenist yorumunu eklemek mümkün; Birleşik Devletler tanrı tarafından seçilmiş ve kutsanmıştı. Bunun da kanıtı ‘Amerikalıların Yahudileri kurtarmış olmalarıydı’.
... Yahudi cemaat örgütleri 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Evanjeliklerin sağlayacağı yararlara işaret etmeye başladılar. Yahudi irtibat bürosu eski görevlilerinden biri ‘bu ülkedeki yahudilerin sahip olduğu gücün gerçek kaynağı Evanjeliklerden gelmektedir.’ diye yazıyordu.” (Kader Üçgeni, Noam Chomsky, sf. 38)
Bugünkü haçlı seferini başlatan ABD başkanı Bush da Evangelist bir hıristiyandır. Bu yüzdendir ki günümüzde yahudilerin her türlü zulmüne destek vermektedir.
Yahudilerin de katkısıyla bazı hıristiyan mezhep ve tarikatlarının nasıl yahudilere hizmet eder hale geldikleri görülmektedir. Yahudiler, hıristiyanlık üzerindeki bu muvaffakiyetlerini İslâm dini üzerinde de denemek istiyorlar.
Nitekim hoşgörücü münafıkları İslâm dininin protestanları yapmaya çalışıyorlar. Hatta bu sahtekârların desteğinde sahte bir hilafet örgütlemeye çalışıyorlar. Gözümüzü açalım. Düşmanımızı tanıyalım. Münafıkların kimlere hizmet ettiğini bilelim.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine kitaptan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar. Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter.” (Nisâ: 44-45)
31 Mayıs 2004, Ortadoğu
Yahudiler iyilik gördükleri ülkelere ve özellikle İslâm’a gün gelip ihanet etmekte bir beis görmemişlerdir:
“İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün!” (Mâide: 13)
“Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar.” (Enfâl: 56)
Asr-ı saadette Arabistan yarımadasındaki Arap kavimlerini kışkırtarak müslümanlara karşı ortak bir hareket tertip edilmesinden haçlı seferlerinin arkasındaki finans desteğine kadar birçok olayda bu ihanet ve fesatın izleri vardır.
Avrupa reformistlerinin birçoğu, materyalistlerin dört elle sarıldığı Evrim teorisinin atası Darwin, Rus sosyalist ve devrimcilerinin tamamına yakını, faşizm ideologlarından bir kısmı, insanlara hayvan ahlakını tavsiye eden sosyolog(!)ların mühim bir kısmı yine yahudidir.
Yahudilerin bu tahribatları yanında ülkeleri ve devletleri sinsice kontrol etmeye dönük faaliyetleri de tarih boyu devam etmiştir. Özellikle Avrupa’da “Saray Yahudileri” denilen sınıflar oluşmuş, birçok yahudi de din değiştirerek gizlice gayesine devam etmiştir. Şu hakikat iyice ortaya çıkmıştır ki din değiştiren yahudilerden büyük kısmı siyaset ve dünya menfaati gayesi güderek böyle bir yol izlemiş, gizlice kendi dinini yaşamaya devam etmiştir. Nitekim bu din değiştirenlerin büyük kısmı İsrail’de yahudi muamelesi görürler.
Ortaçağ’da memuriyet işlerinde ve sarayda etkinlik kurmaya çalışan yahudiler 1700’lü yıllarda faaliyetleri artan gizli cemiyetler ve mason teşkilatları vasıtası ile yahudi olmayanları da kendi gayeleri doğrultusunda kullanmaya başlamışlardır. Sermayenin çok büyüdüğü ve şirketleşmenin yayıldığı son devirlerde -özellikle sanayi devriminden sonra- para ve sermaye üzerindeki kontrollerini artırmaya önem vermişlerdir. Bu şekilde ortaya çıkan tiröstler (küresel ekonomide tekel haline gelen şirketler) vasıtası ile dünya siyaseti üzerinde söz sahibi olur hale gelmişlerdir. BM, NATO, AB gibi birçok uluslararası kuruluşun temelini kendi çıkarları doğrultusunda inşa etmeye çalışmışlar, ancak gün gelip işlerine yaramaz hale gelince yıkmak için gerekeni yapmaktan da kaçınmamışlardır.
Özellikle son yüzyıllarda cereyan eden siyasî hadiselerde yahudi rolünü şöyle özetlemek mümkündür: Yap-Boz...
Bu “Yap-Boz”un sebebi yahudi siyasetinin yıllar içinde değişmesidir.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki yahudi siyaseti Filistin topraklarına mümkün olduğunca çok yahudiyi yerleştirmekti. Bu gaye önünde engel kim varsa yıkılması gerekiyordu. (Osmanlı ve 2. Abdülhamit gibi). Birinci Dünya Savaşı bu süreci hızlandırdı. Osmanlı Devleti yıkıldı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda bu siyasi hedef özellikle İngiltere’nin yardımı ile amacına ulaşmıştı.
Sırada yahudi devletinin kurulması vardı. 2. Dünya Savaşı akabinde bu siyasi gaye de gerçekleşti. Sonraki soğuk savaş yılları İsrail varlığının pekiştirilmesine hizmet eden yıllar oldu.
Sırada Vadedilmiş Topraklar ve Dünya Krallığı var. Bu sefer siyasi hedef büyük. Hadiseler de buna göre büyük planlanıyor. Irak’ta ateş başladı. Çok daha büyüklerini bekleyin. Bu yıkıcı nükleer silahlar patlayacak. 3. Dünya Savaşı ve çok büyük afatlar ile dünya dümdüz olacak. Kıyamet Alametlerini haber veren Hadis-i şerif’lere baktığımızda bunları görüyoruz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap’ta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.” (İsra: 58)
Binaenaleyh bunların hepsi Hazret-i Allah’ın takdiri ile oluyor.
Grace Hallsell isimli Amerikalı yazar “Tanrıyı Kıyamete Zorlamak” ismini koyduğu kitabında bu sapkın düşüncelere ait onlarca örnek veriyor:
“Amerika’da yeni bir dini mezhep var. ‘Çılgınlar’ denen kişilerden değil, yerleşik, orta ile orta-üstü sınıfa mensup Amerikalılardan oluşuyor. ...Tek bir hedefleri var: Kendilerini zahmetsizce, Armagedon savaşını ve Dünya Gezegeninin yok oluşunu izleyecekleri yere, yani semaya yükseltmesi için Tanrı’nın elini çabuk tutmasını sağlamak. ...Bugün Hıristiyanlık içinde en hızlı gelişen dini hareket budur.“ (Dale Crowley Jr., dini yayıncı. Washington D.C.)
“1948’de İsrail’in kurulması, ‘Yahudilerin yüzyıllar önce sürgün edildikleri yerden sonunda İncil’de sözü geçen yere tekrar döndüğü’ anlamına gelmektedir... İsrail devletinin kurulması İncil kehanetinin gerçekleşmesidir, yahud özü bu olaydır.” (Eski ABD Başkanı Jimmy Carter)
“Aşikar ki, Eski Ahit’teki eski peygamberlerinize ve Armagedon’la ilgili önceden haber verilmiş alametlere geri dönüp baktığımızda, acaba olacakları görecek nesil biz miyiz diye merak ediyorum... İnanın bana, (bu kehanetler) açık bir şekilde yaşamakta olduğumuz şu günleri tasvir ediyor.” (Başkan Reagan, 1983’te Amerika-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nden Tom Dine ile yaptığı bir söyleşiden)
“Türbülasyon, Holokost’tan daha yıkıcı bir musibet olacak... Tanrı’nın inkarcı bir dünyadan aldığı öç olacak bu Türbülasyon İsrail uğruna olacak.” (McLean papazı, Verginia, Kitab-ı Mukaddes Kilisesi)
“Felaket esnasında bir nükleer savaşın olacağını Kitab-ı Mukaddes bize gayet açık bir şekilde haber vermektedir. İnsanlığın 1/3’ü ateş, duman ve kükürtten dolayı yok olacak. ...Kim? İsrail’e karşı yürüyen Kuzey ordusu -Rus ordusu-. ...O yüzden, Eski ve Yeni Ahit bir nükleer soykırımın olacağı görüşünde birleşirler.” (Jack Van Impe, Evanjelist TV Vaizi)
“2000 yıldan fazla bir süredir, Kudüs’ün ilk defa Yahudilerin eline geçmesi, İncil şakirtlerine bir sevinç veriyor ve İncil’in doğruluğu ve geçerliliğine olan inançlarını tazeliyor.” (L. Nelson Bell İsrail’in Kudüs’ü ele geçirmesi üzerine bunları söyledi. 1967, editör, Günümüzde Hıristiyanlık, )
Yahudilerin tarih boyunca müslümanlar üzerindeki entrikaları hiç bitmemiştir.
Ülkemiz üzerinde de bu böyledir. Bugün Irak Kürtlerine sinsice destek veriyorlar. Yarın yahudi aleni olarak karşımıza dikildiğinde kimse şaşırmasın.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri muhtelif aralıklarla bu isyankâr millete azapların en kötüsünü tattıracak kimseler göndereceğini beyan buyurmaktadır:
“Rabbin yeminle şunu bildirdi:
Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir.” (A’raf: 167)
Bu Âyet-i kerime’den; yahudilerin kıyamete kadar tarih sahnesinden silinmeyeceğine, zaman zaman aynı azgınlıklarını devam ettireceklerine, bu yüzden de sık sık azaba uğratılacaklarına işaret vardır.
Hepsi Hazret-i Allah’ın ruhsat vermesi ile oluyor. Bugün müslümanlar isyan ve günahının cezasını çekiyor. Hiç şüphe olmasın bu devreden sonra da bunlar isyan ve azgınlıklarının cezasını daha dünyada iken çekecekler. Böylece dünyanın son devresi tamamlanmış; her şey yaşanmış ve bitmiş olacak.
•
Bu iman ile küfrün harbidir. Küfür ehli hakiki müslümanlara hiçbir zarar veremez:
“Onlar incitmekten başka size herhangi bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girişecek olsalar bile, arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” (Âl-i imran: 111)
•••
Yeniçağ, 26 Ağustos 2004
Eski Van Valisi Mahmut Yılbaş’ın açıklamaları
“O gün Rab Avram’la (İbrahim) antlaşma yaparak ona şöyle dedi: ‘Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları -Ken, Keniz, Kadmon, Hitit, Periz, Refa, Amor, Kenan- Girgaş ve Yevus topraklarını- senin soyuna vereceğim.” (Tekvin: 15/18-21)
26 Temmuz 2004 tarihli Nokta dergisinin kapağı
26 Temmuz 2004 tarihli Nokta dergisi
A. Vakit, 10 Ağustos 2004
Küffar birliğine girmeden evvel Küffar Birliği bize girdi.
A- KİLİSEEVLER (Türkçe ilahi ve vaaz yapılıp ayin sonrası çay sohbeti yapılan apartman katlarında faaliyet gösteren kiliseler.)
1. Yeni Doğuş Kilisesi:Cumhuriyet Bulv. Toplam 40 kişi (17 bayan)
2. İzmir İsa Mesih Topluluğu: Mustafa Kemal Sahil Bulv. Toplam 40 kişi (20 bayan)
3. Karşıyaka Sevgi Topluluğu: Alaybey, Vaiz Koreli, Misyoner Amerikalı Toplam 10 kişi (3 bayan)
4. Bornova Protestan Topluluğu: Bornova. Vaiz Koreli, Misyoner Amerikalı, Toplam 10 kişi (4 bayan)
5. Buca İsa Mesih Topluluğu Protestan Kilisesi: Yaklaşık 13 kişi. Misyoner Koreli, Brezilyalı
6. Işık Enternasyonal Protestan Kilisesi:Alsancak. Yaklaşık 50 kişi, genelde ecnebi.
7. Felemenk Protestan Kilisesi, Klasik kilise
8. Efes Protestan Topluluğu: Selçuk
B. YEHOVA ŞAHİTLERİ (Ev toplantıları yaparak aylık dergileri Gözcü Kulesi ile dükkan ziyaretleri yaparak faaliyet gösteriyorlar.)
Balçova Prenses Otelde etkinlikleri var. Üç kuyular, Bostanlı, Hatay’da etkililer. Bir Türk doktor ve hemşire faal çalışıyor.
C. KİTABEVİ:
Söz Kitabevi, Sevgi Kitabevi.
D.İNTERNETKAFE: Bornova ve Alsancak’ta. Işık kilisesi ile bağlantılı çalışıyor. Sosyal etkinlikler yapılıyor.
E. KATOLİKKİLİSELER
F. Evangelist / St. Poul Kilisesi, Talatpaşa Bul. Alsancak.
G. SÜRYANİLERİN YURTDIŞINA İŞÇİ GÖNDERME FAALİYETLERİ İstanbul’da ikamet eden iki kişi tarafından organize edilmektedir.
ANKARA’DABAZIKİLİSELER:
Ankara-Balgat Uluslararası Protestan Kilisesi
Ankara-Batıkent Protestan Kilisesi
Ankara-Kolej Kurtuluş Kilisesi
Ankara-Ostim Presbiteryen Kilisesi
Ankara-Ulus Mesih İnanlıları Topluluğu
İSTANBUL’DABAZIKİLİSELER:
İstanbul-Altıntepe İstanbul Protestan Kilisesi Vakfı (Altıntepe Protestan Kilisesi)
İstanbul-Bahçelievler Presbiteryen Lütuf Kilisesi
İstanbul-Beşiktaş Kilisesi
İstanbul Eminönü Bible House İmmanuel Kilisesi
İstanbul-Güngören Protestan Kilisesi
İstanbul-Kadıköy Kilisesi
•
Bu kiliselerin fotoğrafları, ayrıntılı adres ve telefonları, görevlileri ile buralara giden birçok kişinin isimleri bizde mahfuzdur.
Diğerlerini günagün vermeye devam edeceğiz.
•
A. Vakit, 20 Ağustos 2004