Muhterem Okuyucularımız;
Bu milleti cepheden yıkamayan, bu yolla gayesine ulaşamayacağını anlayan küffar son çare olarak içeriden yıkmaya çalışmış, yaklaşık 300 yıldır bu doğrultuda netice alabilmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Ancak bu müslüman millete nüfuz edemedikleri için bir türlü nihai darbeyi vuramamışlardır. Küffar milletlerinin ve onlara hizmet eden ajan-misyonerlerin yüzyıllar boyu yapamadığını son 10 yıldır “Hoşgörü-diyalog” adı altında bu millete küffarı ve küffarın küfrünü hoş gösterenler yapmıştır. Bugüne kadar gizliden gizliye çalışan ajan-misyonerler artık alenen çalışıyorlar, niyetlerini gizlemedikleri gibi artık rahat çalışabilmekten memnuniyetlerini ifade ediyorlar.
“Küfrü hoş görenler”in dinlerarası hoşgörü ve diyalog fitnesi ortalığı kasıp kavuruyor. Küfür kendisine hoş gösterilen bazıları dinlerini değiştirmeyi de hoş görüyor, kanla canla alınan vatan toprağını dünyalık para karşılığında küffara, ecnebilere satmaya da beis görmüyor. “Madem bu küfür hoş bir şey, para da veriyorlar, Hıristiyan oluvereyim, cebim de dolu olsun.” diyor. Bu fitne deliğinden birçok müslüman girdi, hem imanları soyuldu, hem de vatanımıza ve dinimize çok büyük zararı olan iş ve icraatlara ses çıkarmaz oldular.
Bu hoşgörü fitnesi sebebiyle memleketi idare edenler de küffar milletlerini hoş gördüler, küffar birliğine girmek için hepsi seferber oldular.
Küffar birliğine girmek için azim var amma küffar memleketimizi istila etmiş haberimiz yok.
Bu Avrupa Birliği adı altında toplanma aslında hıristiyan birliğidir ve hıristiyan olmadıkça bu birliğe dahil etmezler. Nitekim şimdiye kadar verilen tavizler küfre yaklaşmak içindir. Oysa İslâm dini bunu aslâ kabul etmez, reddeder. Bizim için en büyük sermaye imandır, bize Hazret-i Allah, Kitabullah ve Resulullah gerek. Bunlar İslâm’la tamamen zıddır.
Nitekim küffarın maksadını Allah-u Teâlâ bize şöyle tanıtıyor:
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)
•
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Allah-u Teâlâ kâfirleri pis ve murdar olarak bize tanıtıyor:
“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.” (Tevbe: 28)
“Kâfirler kendilerine mühlet verişimizi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar. Biz onlara sırf günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Âl-i imrân: 178)
“Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. O, murdarlığı akıllarını kullanmayanlara verir.” (Yunus: 100)
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Gerçek mücadele kâfirlerle yapılır. Allah-u Teâlâ bize küfrü böyle tarif ediyor, “Küfrü hoş görenler” ise, sizi imandan çıkarıp küfre dâvet ediyor. Bu doğrudan doğruya iman ile küfrün çarpışmasıdır.
Son yıllarda Hıristiyan misyonerleri büyük bir gayretle, büyük paralarla çalışıyorlar. Küffar çok büyük bir plan çeviriyor; insanlarımızı hıristiyan yapmaya çalıştıkları gibi topraklarımızı satın alıyorlar. Memleketimizi yavaş yavaş istilâ ediyorlar.
Ey İslâm cemaati!
Kabirde misiniz!
İman binanızı tutuşturdular. Vatanınıza da sahip çıkıyorlar. Kabirde misiniz ki hiç sesiniz çıkmıyor!
Hâlâ dininize ve vatanınıza sahip çıkmayacak mısınız?
Bu necip millet yüzyıllar boyu İslâm için cihad etmiş, küffarı zelil etmiş, haçlı seferlerine karşı İslâm dünyasına kalkan olmuştur. Küfür ve zulüm beldelerine İslâm dininin nurunu, adalet ve huzurunu taşıyarak hiçbir zorlama yapmadan birçok hıristiyanın İslâm dini ile müşerref olmasına vesile olmuştur.
Bu hakikatlere gözlerini kapatan, zulüm ve küfründe ısrar eden küffar milletleri ise çok defa birleşerek bu milleti ve dini yıkmak için her türlü yolu denemişlerdir.
Nitekim küffarın maksadını Allah-u Teâlâ bize şöyle tanıtıyor:
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
Bu milleti cepheden yıkamayan, bu yolla gayesine ulaşamayacağını anlayan küffar son çare olarak içeriden yıkmaya çalışmış, yaklaşık 300 yıldır bu doğrultuda netice alabilmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Ancak bu müslüman millete nüfuz edemedikleri için bir türlü nihai darbeyi vuramamışlardır. Küffar milletlerinin ve onlara hizmet eden ajan-misyonerlerin yüzyıllar boyu yapamadığını son 10 yıldır “Hoşgörü-diyalog” adı altında bu millete küffarı ve küffarın küfrünü hoş gösterenler yapmıştır. Bugüne kadar gizliden gizliye çalışan ajan-misyonerler artık alenen çalışıyorlar, niyetlerini gizlemedikleri gibi artık rahat çalışabilmekten memnuniyetlerini ifade ediyorlar.
Bugün memleketimiz ve dinimiz üzerinde en büyük çalışmayı Amerika yapıyor. İslâm’ı yıkmaya çalışıyor. Amerika’ya hizmet eden de İslâm’ın yıkılmasına hizmet etmiş oluyor. Bunların durumu budur. Maksatları İslâm’ı yıkmaktır. Bu güzelim vatanı bölmek için, küfrü yaymak için çok çalışıyorlar.
Küffarın memleketimize ve bu millete nüfuz etmesine zemin hazırlayan bu münafıklar küffarın ajanıdır. Küffarın yapamadığını İslâm maskesi altında yapmaktadırlar. Hıristiyanların namına çalışır, onların himayesi altındadır. Türkiye ile, İslâm ile hiçbir ilgileri yoktur.
Bu münafıkları Allah-u Teâlâ bize şöyle tanıtıyor:
“Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Artık onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın.” (Nisâ: 145)
“Onlar kendi yüklerini, kendi yükleriyle beraber daha nice yükleri taşıyacaklar ve uydurdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.” (Ankebut: 13)
“İnkâr edip de insanları Allah’ın yolundan alıkoyanlara, fesat çıkarmaları yüzünden, azap üstüne azap vereceğiz.” (Nahl: 88)
“Onlar hem insanları (Kur’an’dan) menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar. Böylece ancak kendilerini helâke atarlar da farkına varmazlar.” (En’am: 26)
“Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın. Allah kahretsin onları! Hakk’tan nasıl çevriliyorlar?” (Münafikûn: 4)
•
“Küfrü hoş görenler”in dinlerarası hoşgörü ve diyalog fitnesi ortalığı kasıp kavuruyor. Küfür kendisine hoş gösterilen bazıları dinlerini değiştirmeyi de hoş görüyor, kanla canla alınan vatan toprağını dünyalık para karşılığında küffara, ecnebilere satmaya da beis görmüyor. “Madem bu küfür hoş bir şey, para da veriyorlar, Hıristiyan oluvereyim, cebim de dolu olsun.” diyor. Bu fitne deliğinden birçok müslüman girdi, hem imanları soyuldu, hem de vatanımıza ve dinimize çok büyük zararı olan iş ve icraatlara ses çıkarmaz oldular.
Bu hoşgörü fitnesi sebebiyle memleketi idare edenler de küffar milletlerini hoş gördüler, küffar birliğine girmek için hepsi seferber oldular.
Küffar birliğine girmek için azim var amma küffar memleketimizi istila etmiş haberimiz yok.
Bu Avrupa Birliği adı altında toplanma aslında hıristiyan birliğidir ve hıristiyan olmadıkça bu birliğe dahil etmezler. Nitekim şimdiye kadar verilen tavizler küfre yaklaşmak içindir. Oysa İslâm dini bunu aslâ kabul etmez, reddeder. Bizim için en büyük sermaye imandır, bize Hazret-i Allah, Kitabullah ve Resulullah gerek. Bunlar İslâm’la tamamen zıddır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Birbirine hasım iki zümre!” buyuruyor. (Hacc: 19)
Hülasâ-i kelâm; sen küfrü hoş görmedikçe küffar senden hoşnut olmaz. Ve bu husustaki kayıpları arzedeyim:
Bunlar dinde, imanda, şeref ve haysiyette olan kayıplardır. Dünya kayıplarına gelince; Almanya çöktü, çocuk parasını veremez oldu, ilaç parasını kaldırdı, işsizlik parasını ve buna mümasil sosyal yardımları hep yarıya indirdi. Bu bugün içindir, yarın ise hepsini kaldırmak zorundadır. Fransa öyle... Bu devletler çökerse sen mi kalkınacaksın? Bunun delilini mi istiyorsunuz?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)
Bu böyledir. Şayet itiraz ederseniz siz de delil gösterin amma dil göstermeyin!
Küffar sadece dinimize fitne ve fesat sokmakla yetinmiyor, bu fitne ve fesatın zihinlerde oluşturduğu kararsızlıklardan istifade ederek siyasi, ekonomik ve sosyal istilâ hareketlerine girişmiş bulunuyor. Memleketimizin birçok güzide beldesi küfür beldesi haline getiriliyor. Kıymetli tarım arazileri yabancılar tarafından adım adım istilâ ediliyor.
Tapu Kadostro Genel Müdürlüğü Yabancı İşler Daire Başkanlığı kayıtlarına göre başta Yunanlılar ve Almanlar olmak üzeri 64 ülkenin vatandaşı bugüne kadar 70 ilde 41.683 adet mülk edindi. Yabancılar en fazla İstanbul ve Antalya’yı tercih ediyor. Yabancıların aldığı arazi ve gayr-i menkullerin toplam yüzölçümü 330 milyon metrekareyi buluyor. Bu rakamlara yabancı kişi ve kuruluşlar adına mülk alan Türk vatandaşı azınlıklar dahil değildir.
Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz “Batılıların tek amacının diyalog-hoşgörü ve inanç turizmi perdesi altında Türk gençlerini hıristiyanlaştırmak, silah gücü ile alamadıkları Anadolu’yu hıristiyanlaştırarak savaşsız geri almak olduğunu ifade etmekte, son beş-altı yılda ülkemizde resmi 5.000 gayr-i resmi 25.000 müslüman Türk’ün hıristiyanlaştığını söyleyerek işin vehametine vurgu yapmaktadır. (Bkz: 14 Temmuz tarihli A. Vakit)
Balıkesir Üniversitesi’nde bir öğretim görevlisi öğrencilerinden 70 ile 80 arası müslüman gencin hıristiyan olduğunu üzülerek söylemiştir.
Türkiye’de gayr-i resmi faaliyet gösteren 20 bini aşkın kilise açıldığı söylenmektedir. Bunların birçoğu ev-kilise şeklinde faaliyet göstermektedir.
Halen Türkiye’de 136 bin Katolik hıristiyan misyonerin, 106 bin AB misyonerinin yoğun şekilde çalışmakta olduğu ATO’-nun “Avrupa Birliği’nde Maskeli Balo, Dayatmalar Gerçekler (Vatanseverin El Kitabı Serisi-1)” isimli kitapçık-raporunda geçmektedir.
İslâm düşmanları iman evini yakıyorlar, memleketi istila ediyorlar kimsenin umurunda değil. Buna müsâde mi edelim?
“Kim Allah’a ve Resul’üne iman etmezse, bilsin ki biz kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.” (Fetih: 13)
Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor.
“Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslâh etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü yani Muhammed Allah’ın resulüdür kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır.” (Küresel Barışa Doğru: 131. sh)
Fethullah Gülen ise kendi kitabında böyle söylüyor.
Oysa bir insan Allah-u Teâlâ’ya iman edip Resulullah Aleyhisselâm’a iman etmedikçe hiçbir zaman iman sahibi olmaz.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)
“Lâilâhe illallah”tan sonra “Muhammedün Resulullah” demek Tevhid’in iki rüknünden biridir. Muhammed Aleyhisselâm’a inanmayan kişi müslüman sayılmaz.
Allah-u Teâlâ Muhammed Aleyhisselâm’ı dost edindi. Adını adı ile andı. Onun hoşnutluğunu kendi hoşnutluğu ile bir tuttu. Ona imanı, Tevhid’in iki rüknünden biri yaptı. “Lâ ilâhe illâllah”tan sonra “Muhammedün Resulullah” ünvanını getirdi. Muhammed Aleyhisselâm’a inanmayan kişinin müslüman sayılmayacağını belirtti.
Bu iki kelime arasında tam bir ittifak vardır. Resulullah Aleyhisselâm’ın peygamberliğine şehâdet olmadan sadece Allah inancı fayda vermez. Kâfir de Allah’a inandığını söylüyor. Ama Peygamber’imize inanmadığı için imanı makbul değildir. Allah’a inandığını söylüyor ama O’nun gönderdiği peygamberine "Ben senin peygamberini kabul etmiyorum!" diyor.
Nitekim diğer din sahipleri de Allah’a inanıyorlar. Muhammed Aleyhisselâm’a iman etmedikleri için küfürde kalmış oluyorlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur.” (Müslim: 153)
“Lâ ilâhe illâllah” demekle iman etmiş olmaz, “Muhammedün Resulullah” deyince iman etmiş olur. Allah-u Teâla onun sayesinde dalâlette olanları hidayete erdirdi.
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde şöyle buyurmaktadır:
“Muhammed Allah’ın Peygamber’idir. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı çok çetin ve sert, birbirlerine karşı çok merhametlidirler.” (Fetih: 29)
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i imrân: 102)
Resulullah Aleyhisselâm Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyurmaktadır:
“Cennete sadece müslüman olan girer.” (Buhârî)
Bunlar kimi aldatmaya çalışıyor!
Biz Allah-u Teâlâ’nın hükmünü beyan ediyoruz. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar zâlimlerdir.” buyuruyor. (Mâide: 45)
Âllah-u Teâlâ böyle buyuruyor, bu din-i İslâm’dan sapanlar ne söylüyor?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Resul’üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.”(Enbiyâ: 107)
“Allah’a ve Resul’üne itaat edin.” (Enfâl: 1)
“Peygamber’e itaat eden, muhakkak Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onların üzerine bekçi göndermedik.” (Nisâ: 80)
“Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet edenler, işte onlar en aşağılık kimseler arasındadırlar.” (Mücâdele: 20)
“Kim Allah’a ve Resul’üne iman etmezse, bilsin ki biz kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.” (Fetih: 13)
İlâhi hüküm budur. Bu yoldan sapmışlar halkı aldatmaya mı çalışıyorlar?
Biz elhamdülillah müslümanız. Bizim kitabımızda bunlar var. Amma onların kitabında bunlar yazmaz ki!
Fethullah Gülen bir beyanında da şöyle demiştir:
“Bu tavır benim şahsi yapımla ilgili değildir. Ben inancımın gereğini yerine getiriyorum.” (Zaman. H. Gülerce -09.07.2004-)
“İnancımın gereğini yerine getiriyorum” diyor. İslâm inancının gereği başka olduğuna göre ayrı bir inanç, ayrı bir din edindiğini kendisi ilân ediyor. Bu kendi icadı, kendi görüşü ve kendi inancıdır.
İslâm inancı ise şudur:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücâdele: 22)
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)
Ve Hazret-i Allah; Kelâm-ı kadim’i, beyân-ı hâkim’inin Tevbe: 23, Nisa: 144, Âl-i imran: 28, Nisâ: 139, Mümtehine: 1, Mâide: 80-81-82, Mücâdele: 14-15, Bakara: 120, Mümtehine: 13, Bakara: 217, Bakara: 105, Âl-i imran: 100-101-102, Âl-i imrân: 118-119-120, Tevbe: 28, Tevbe: 95, Enfâl: 73, Âl-i imrân: 179, En’âm: 125, Yunus: 100, En’âm: 121 ve buna mümasil birçok Âyet-i kerime’lerinde küfrü ve kâfirleri hoş görmeyi kesinlikle yasaklamış, onlarla kurulacak dostluğun vehametini, zararını beyan etmiş, âkıbetlerinin büyük bir azap olduğunu haber vermiştir.
İslâm’ın kitabındaki Âyet-i kerime’ler bunlardır. Onların kitabında bu Âyet-i kerime’ler yok mu?
Bunların müdafiliğini yapan buna göre yapsın.
Ya ilâhi hükme göre konuşun ya da İslâm sıfatı ile karşımıza çıkmayın.
Zaman müslüman olarak cevap verdiğini iddia ediyorsa ilâhi hüküme göre cevap vermesi lâzım.
Küfrü hoş gördüğünü ilân ediyorsa açıktan açığa etmesi lâzım.
Artık herşey meydana çıkmıştır. Hakk biliyor, halk da bilsin.
Daha önce Müslümanların ön safında görünüyordu. O büyük Zât-ı muhterem’in izinde yürüyormuş gibi göründü.
•
Bu Zat-ı muhterem’i kendilerine alet etmesinler. Bu Allah dostuna iftira ve zulüm yapmasınlar. Zira bu gibilerin durumunu Said-i Nursi Hazretleri adeta feryat ile tarif etmiştir:
“Ecnebilerin tâğutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle (tabiat fenleriyle) dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere binler nefrin (lânet) ve teessüfler!
Ey bu vatan gençleri! Frenkleri (Avrupalıları) taklide çalışmayınız! Âyâ (acaba) Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten (düşmanlıktan) sonra, hangi akılla onların sefahet (akılsızlık) ve bâtıl efkârlarına (fikirlerine) ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok yok! Sefihâne (akılsızca) taklit edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip (dahil olup) kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz (yok ediyorsunuz).
Âgâh (uyanık) olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe (uydukça), hamiyet (iman ve İslâm’ı savunma) dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibânız, milliyetinize karşı bir istihfattır (küçük görmedir) ve millete bir istihzâdır (alay etmedir).
(.......)
İşte muzır (zararlı) kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler (akılsızlar), Cenâb-ı Hakk’ın hayvanâtından bir nevi habistirler (pistirler).”/(Lem’alar)
İmâm-ı Rabbânî -kudise sırruh- Hazretleri de şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Teâlâ'nın ve Resûl'ünün düşmanı olan kâfirleri kendine düşman bilmelidir. İslâm düşmanlarını aşağı tutmalı, kıymetsiz ve rezil olmaları için uğraşmalıdır. O alçaklara hiçbir zaman ve hiçbir yerde saygı göstermemelidir! Onlarla görüşmemeli, hiç mi hiç buluşmamalıdır. O düşmanlara hep sert davranmak, elden geldiği kadar yüzlerini görmemek ve işe karıştırmamak lâzımdır!.." (Mektûbât; 165. Mektup)
•
Göz yaşlarıyla: “Bir evimden başka hiçbir şeyim yok.” diyordu. Müslümanların merhametini celbediyordu. Ne para, ne senet, ne ev, ne araba, hiçbir şey bırakmadı.
O kadar para topladılar ki nihayet arzu ettikleri noktaya gelince, paralarını muhafaza edemez oldular, koyacak yer bulamadılar.
Âyet-i kerime’de:
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Buyurulduğu halde onlar bu Âyet-i kerime’ye karşı geldiler ve banka kurdular.
Daha sonra papazlarla anlaştı, kiliseler açtı.
Allah-u Teâlâ’nın murdar dediğine;
“Şüphesiz ki Allah katında yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır.” (Enfâl: 55)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurduğu kâfirlere “Hazret” diyor.
Çünkü bu duruma düşmüş.
Küfrü hoş gördüğüne göre hıristiyanlar namına çalışıyor, İslâm’ın ise aleyhinde çalışıyor. Amerika’da yaşayıp oradan idare ettiğine, Amerika kendi nam-ı hesabına kullandığına göre onlar için çalışır, onların himayesi altındadır. Türkiye ve İslâm’la hiçbir ilgisi yoktur. ABD’nin direktifi ile çalışır. Hususi görüntülü telefonları vardır, oradan idare eder, konuşur. Ayna gibi halk onu görsün. Küffarın ajanlığını yapmak, gerçek gadab-ı ilâhi’ye muciptir.
Bu güzelim vatanı bölmek için küfrü yaymak için çok çalışıyorlar. Bunu müslüman yapar mı? Bu icraat bizden görünüp içten tehlike arzedenlere yakışır.
Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Allah kahretsin onları! Hakk’tan nasıl çevriliyorlar?” (Münâfikun: 4)
“Allah münâfık erkeklere, münâfık kadınlara ve kâfirlere ebedî kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. Bu onlara yeter. Allah onlara lânet etmiş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için sürekli bir azap vardır.” (Tevbe: 68)
“Yeminlerini kendilerine bir kalkan yaptılar. Allah’ın yoluna engel oldular. Gerçekten onlar çok kötü bir şey yapıyorlar.
Çünkü onlar, imana girdiler, sonra kâfir oldular. Bunun üzerine kalpleri mühürlendi de, onlar artık anlamaz bir toplum oldular.” (Münâfikun: 2-3)
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (Tevbe: 73)
Buna destek verenler de onlardandır.
“İnsan sınıflarından herbirini biz o gün imamlarıyla çağıracağız.” (İsrâ: 71)
İşte bunlar beraberce huzur-u ilâhi’ye çıkacaklar.
“İnsan, bizim kendisini nutfeden (kerih bir sudan) yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yasin: 77)
“Yaratan”a, “Yaşatan”a, “Nimetlerle donatan”a hasım kesilmenin ne demek olduğunu o münafıklara gösterecek. Memleketinde durmamasına rağmen buraya gizliden gizliye gelip gittiği biliniyor.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’de geçmişte yaşamış milletlerden başlarına gelen azaplardan haber vererek bu felaketin sebebinin hak ve hakikati yalanlayıp peygamber Aleyhimüsselam Hazeratı’na muhalefet etmek olduğunu beyan etmektedir.
“Daha önce inkâr edip de, yaptıklarının cezâsını tadanların haberi size gelmedi mi? Onlar için elem verici bir azap da vardır.” (Teğabün: 5)
Bunlar size haber verilmişken sizler niçin ibret almıyorsunuz da küfürde ısrar ediyorsunuz.
“O azabın sebebi şudur: Onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Onlar ise: “Bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş?” dediler ve inkâr edip yüz çevirdiler. Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, hamde lâyıktır.” (Teğabün: 6)
Sizin işiniz hikâye ile bizim işimiz hakikat ile. Çünkü sizin kitaplarınızda böyle şey bulunmaz.
Büyük bir lütfa ererek hidayete ermesine rağmen dünya menfaatlerine yönelen kimseleri Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle tarif buyurmuştur:
“Onlara o kimsenin haberini de anlat ki, kendisine âyetlerimizden vermiştik. Fakat o bunlardan sıyrılıp çıkmıştı. Derken şeytan onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan olmuştu.
Dileseydik elbette onu bu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, kendi hâline bıraksan da dilini çıkarıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünüp ibret alırlar.” (A’râf: 175-176)
Hidayet yolunu bırakıp Hakk’tan uzaklaşmaktan daha çirkin, heva ve hevesine uyarak dalalete sapmaktan daha kötü bir sapmışlık tasavvur edilemez.
A. Vakit gazetesinde bir yazar müslüman olan bir Rus bayana hoşgörücülerin “Müslüman olmana gerek yoktu, senin dinin de hak” dediklerini nakletmektedir. Yine Bursa’dan müslüman bir bacımız, imam-hatip bitirmiş “küfrü hoş görücüler”den bir arkadaşının hıristiyan olduğunu haber vermiştir. Bunlar sadece iki örnek.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bunu 1400 sene evvel görmüş;
“Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar.” (Tirmizî: 2196)
Dinlerini nasıl değiştireceğini haber veriyor.
ABD onu kendi nam-ı hesabına kullanıyor. Papaza yaptıramayacağını yaptırıyor, onun vasıtası ile İslâm’ı yıkmaya çalışıyor.
Halbuki Bush’un bütün gayesi İslâm’dan intikam almaktır. Hem içeriden hem de dışarıdan yıkmak ister. İçeriden münafıklarla, papazlarla, dışarıdan da siyaseti ile.
Bush Evangelist hıristiyandır. Evangelistler İslâm’ı yeryüzünden silmeye kararlıdırlar. Türkiye’yi bir hıristiyan ülkesi haline getirmek istiyorlar. Türk halkını hıristiyan yapmak istiyorlar.
Bush 11 Eylül’deki intihar saldırılarının ardından terörizme karşı “Haçlı Seferi” başlattığını söyledi. (18 Eylül 2001 tarihli gazeteler)
Haçlı seferi sözünü üç yıl sonra Bush’un seçim kampanyası başkanı Marc Racicot tekrar etmiş, Bush’u terörizme karşı dünya çapında bir haçlı seferine önderlik ediyor sözleriyle övmüştür. (20 Nisan 2004)
Görüldüğü gibi Bush’un gayesi İslâm’ı içten ve dıştan yıkmaya çalışmaktır.
Bush koyu bir kâfirdir. İslâm düşmanıdır. Yani içi küfürle dolu. İslâm’dan intikam almak için ne lâzımsa bu adam yapıyor. İslâm için büyük tehlikedir. Hem Osmanlı’ya hem İslâm’a karşı müthiş bir kini var.
Gayesi İslâm ülkelerine yavaş yavaş yayılmak. İran’a, Suriye’ye, Mısır’a, Suudi Arabistan’a, buraları halkaya almak.
Dünya öyle kaynıyor, kaynıyor ki bir gün patlayacak. Önümüz kötü. Allah-u Teâlâ’nın hükmüne kalmış. İşler Amerika’nın direktifi ile yürüyor. Zaman onların bugün için. Daha ne kadar sürer Allah bilir. İleride büyük harpler var. Yakın zamanda her şey değişecek.
“Hakk kulundan intikamını yine kul ile alır,
İlm-i ledun bilmeyen onu kul etti sanır.”
Karşılıklı kuvvetler ile Cenâb-ı Hakk dengeliyor. Onu ona, onu ona yok edecek, böylece dünyayı yok edecek, o onunla o onunla. Hüküm Allah’ındır. O icraatı Cenâb-ı Hakk yaptırır. Birbirine vurdurur. Yok eder, dünyayı perişan eder. Bununla beraber yahudiler İslâm’ın baş düşmanıdır.
“De ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin.”(Âl-i imrân: 26)
Dikkat ederseniz dünya Rusya’dan korkuyordu. Çeçenlerle Afganlılar onu bitirdi. Ummadığı yerde. Bunları ne ile yıkacağını O bilir.
Çünkü İsrâ: 58. Âyet-i kerime’si bize çok şey gösterecek.
“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap’ta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.” (İsrâ: 58)
NATO yıkmadı, amma Afganistanla, Çeçenistan yıktı. Hiç ummadığı iki devlet. Öyle murad etmiş.
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın, onları rüsvay etsin, size onlara karşı zafer versin, müminlerin gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe: 14)
Son birkaç yıl içinde ülkemizde yaklaşık yirmi bir bin civarında kilise ev açılmış olduğu basında yer aldı.
Dikkat buyurun yirmi bir bin hıristiyanlık evi. Nerede açılıyor? Apartmanlarda, hanlarda, çiftliklerde, dükkânlarda...
Çalışma metodlarından bir tanesi de, işsize iş buluyorlar, aç-susuza para veriyorlar, hıristiyan yapıyorlar. Asıl felâket bunlarda değil de çocuklarında... Zira onlar ikilem yaşıyor belki ama çocuklarını bu kiliselere götürüp bir hıristiyan gibi yetiştiriyorlar.
İstihbarat birimlerine ulaşan bilgilere göre Türkiye’de misyonerlik faaliyetinde bulunan hıristiyanlar önlerine on yıllık hedef olarak 5 milyon Türk vatandaşının hıristiyanlaştırılmasını koyduklarını, misyonerlik faaliyetlerinde bulunan hıristiyanların Tunceli, Diyarbakır, Eskişehir, Çanakkale, Karadeniz Bölgesi ve İstanbul’u kendilerine üs olarak seçtiklerini açıklamışlardır.
Uyan be kardeş!
İman evini tutuşturuyorlar, çoluk-çocuğun kâfir oluyor, görmüyor musun her tarafa kilise açılıyor! Papazlar bedava İncil dağıtıyor. Bütün bu tertipler küfrü yerleştirmek, senin imanını alıp küfre dahil etmek içindir.
İleride çocuklara okullarda burs verecekler, yurt dışında okutacaklar, yabancı dil öğretecekler, sonunda kimlik ve din değişimine uğratacaklar. Bu vatan için, geleceğimiz için büyük bir tehlike değil midir? Kaldı ki bir kişi bile olsa bir müslümanın küfre kayması çok büyük bir vebal değil midir?
Bir değil binler küfre kayıyor, küfrün kucağına düşüyor. Büyük şehirde kilise binaları yaptırılıyor, açılıyor, eskiden kalan Rum ve Ermeni kiliseleri tamir ediliyor.
Uyan be kardeş!
Düşmanını dost bilme, dinini, imanını, vatanını koru. Zira küffar seferber halinde.
Müslümanların artık teşkilatlânması zamanı gelmiştir. Onlar sizin üzerinize yürümeden evvel siz tedbirinizi alın. Geniş bir teşkilât kurmak lâzım. Bu manevi manada gerçek bir harptir.
İslâm hakikatlerini duyurmayı şiar edinen Hakikat dergisi “Küfrü Hoşgörü Fitnesi”ni söndürmek, ajan-misyonerlere açılan kapıları kapatmak gayesi ile 1994 yılından beri değişik vesilelerle yayınlar yapmıştır. Bu gaye ile dergimizin temsilciliğini yapan arkadaşlarımız da imanlarının ve samimi duygularının teşviki, din ve vatan sevgisinin icabı ile dükkân dükkan, sokak sokak dolaşarak halkımızı uyandırmaya, bu misyoner faaliyetlerinin tehlikelerinden haberdar etmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalar neticesinde görülmüştür ki bu küfrü hoş görenlerin açtığı kapıdan giren misyonerlerin faaliyetleri çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. İzmir temsilcimiz Rasih Çetin ve arkadaşlarının sadece birkaç günlük çalışma ile ulaştığı bilgileri ve yaptığı mücadeleyi anlatan mektubunu bir örnek olarak dikkat nazarlarınıza arzediyoruz.
*İZMİR’de MİSYONER EYLEMLERİ VE KARŞI MÜCADELE
Son aylarda medyada da sıkça haber olduğu gibi misyonerler ülkemizde hummalı bir çalışma içerisine girmişlerdir. Bu faaliyetler masum birer dini faaliyet olmanın çok ötesinde dış kaynaklı siyasi ve çok büyük maddi destekle emperyalist niyetlere hizmet eder bir tarzda ajan-misyonerler tarafından yürütülmektedir. "Din özgürlüğü" kılıfı altında halkımızın ekonomik sorunları istismar edilmek suretiyle din değiştirmeleri temin edilmekte, yabancılar ülkemizde hızlı bir mülk ve toprak satın alma işine girişmiş bulunmaktadır. Sokak sokak, dükkan dükkan dolaşarak İncil dağıtan, para ile gençlerimize din değiştirmelerini telkin eden misyonerlerin bu tür faaliyetleri ülkemizin dini-toplumsal birlik ve bütünlüğünü tehdit eden bir tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hakikat dergisi Haziran ve Temmuz ayında konuyu gündeme getirerek çok önemli bir hizmette bulunmuştur.
Biz İzmir’imizi pilot bölge seçip, aynı platformlarda sokak sokak, dükkan dükkan mücadele ederek, ajan-misyonerlerin eylemlerini dergimiz vasıtasıyla milletimize anlatmakta ve kendilerini duyarlı olmaya çağırmaktayız. Bir tür sivil toplum faaliyeti olarak yürüttüğümüz bu faaliyetler sırasında özellikle zengin muhitlerde ve üniversitelerde odaklaşan misyonerlerle karşılaşmamız neticesinde aşağıdaki faaliyetlerini tespit etmiş bulunmaktayız.
Bostanlı’da dergimizi görüp çağrımızı duyan bir bayan 500 milyona kiraya çıkardığı dairesini bir misyonerin 900 milyona kiraladığını 5 milyar avans verdiğini ve şimdi dairenin yasadışı kilise olarak kullanıldığını bildirmiştir.
Karşıyaka M. Kemal camisi karşısında bilgisayarcılık yapan Düzgün isimli şahsın F. Gülen cematinde iken anlaşmazlıkları neticesinde hırıstiyan olduğu öğrenilmiştir.
Hatay nokta durağında Egemen Ayakkabı Merkezi sahibi Ercüment Bey işçilerinden birinin cebinde bir kitap taşıdığını, bunun İncil olduğunu öğrenince kendisinin misyonerlere 500 Euro karşılığı bu kitabı taşıyacağına söz verdiğini, kiliseye getirip vaftiz olan kişi başına 500 Euro para teklif ettiklerini söylediğini bildirmiş, bizim bunlarla yaptığımız bu mücadeleyi canı gönülden desteklediğini beyan etmiştir.
Aynı güzergahta Özhacılar Baklava'da çalışan Altuğ Bey para karşılığı vaftiz olan 3 kişiyi tanıdığını beyan etmiştir.
Tanıdığımız İnan Tekin’in hala oğlunun hristiyan olma karşılığında İsviçre’ye işçi olarak gönderildiği ortaya çıkmıştır.
Bornova’da üniversite öğrencilerinin yoğun olduğu küçük parkta İYİ HABER internet cafe ve English Clubs adlı işletmelerde misyonerlik faaliyeti yaptıkları tespit edilmiş, kendilerine dergimizi takdim ettiğimizde hışımla üzerimize yürümüşlerdir.
Bornova’da 457 Sk. No.1'de Protestan cemaatinin Pazar günleri saat 11.00'de çocuklar için ayin düzenlendiği tespit edilmiştir.
Karataş’ta Sahil yolu No.117 Levent apartmanında kilise ev açarak faaliyette bulundukları o bölgelerde yapılan dükkan ziyaretlerinde mahalle sakinleri tarafından gösterilmiştir.
Alsancak’ta St. Poul Evengelist Kilisesi ve Pasaportta katolik Saint Polygarde Kilisesi ziyaret edilmiş pederden ertesi gün saat 10.00 da randevu alınmış kendilerine sorulmak üzere 5 soru hazırlanmıştır.
Fakat peder randevusundan (13.7.2004, saat 10.00) vazgeçmiştir.
Kilise ziyaretlerimize yerel basından Haber Ekspres de katılmış, olaylara şahit olunca haber merkezine davet edip, mücadelemizi dinleyip belgeler ve delil fotoğraflarımızı alıp en kısa zamanda haber yapacaklarını ve kalemle yapılan bu mücadelenin takdire şayan olduğunu belirtmişlerdir.
Daha sonra yerel tv (Ege tv, İzmir tv, Sky tv) haber merkezlerine gidilip dergimizle yapılan mücadele anlatılmış, kendilerine misyoner faaliyetleriyle ilgili belgeler sunulmuştur.
18 Temmuz Pazar günü İzmir’de üçer kişilik ekipler halinde Karataş Protestan, Bornova Protestan ve Katolik ST. Antonion kiliselerinde Pazar ayinlerini izledik. Karataş’ta ayin sonrası Papaza:‘F. Gülen sizi hoş görüyor, siz de onu hoş görüyor musunuz?’ diye sorduk. ‘Ne hoşgörüsü biz İsa’dan sonrasını tanımıyoruz.’ diyerek küfrünü ilân etti.
Çalışmalarımız özellikle misyonerlerin yoğun çalıştığı semtlerde devam etmektedir.”
İslâm diyarında küfre verilen yersiz değer.
Bu olur mu hiç?
Zira her cami her mescid Diyanet’e bağlı, bunu mecbur ettiler.
Ve fakat her mahallede kilise açılıyor, misyonerler cirit atıp oynuyor! Buna mani olan yok!
Küffar hükümetin öz çocuğu oluyor da, kendi vatandaşı üvey çocuğu mu oluyor?
Bu ne biçim adalet, bu ne büyük mesuliyet!
Bunun mânevi mesulü kimdir?
Bunları Hazret-i Allah’a şikâyet ediyorum!
“Allah kahretsin onları! Hakk’tan nasıl çevriliyorlar?” (Münâfikun: 4)
Bu ajan-misyonerlerin tuzağına düşüp hıristiyan olan, hatta ev-kiliselerde papazlık yapan ancak hakikati gördükten sonra bunlardan ayrılarak müslümanlığa dönen isimleri bizde mahfuz bazı kimselerle yaptığımız görüşmelerde nasıl bir çalışma içerisinde olduklarını öğrendik:
“Türkiye’de son beş yılda özellikle protestan misyonerler çok büyük bir çalışma içerisine girmiştir. Arkalarında her türlü maddi destek vardır. Amerikan hükümeti bunlara her türlü destekte bulunmaktadır. İşin başında olan, kilise evleri teftiş eden, buralara papaz tayin eden misyonerlerin çok yüksek maaşları, kendilerine has özel sigortaları vardır. Bulundukları bölgenin bağlı olduğu Amerikan konsolosluğu ile irtibat halindedirler. Herhangi bir durumda konsolosluk görevlileri anında kendileriyle ilgilenmekte, idarî organlar nezdinde girişimlerde bulunmaktadır.
Katolikler Vatikan’a bağlıdır. Ortodokslar Rum Patriği’ne bağlıdır, direktifleri oradan alırlar. Ancak protestanların bağlı oldukları böyle bir merkez yoktur. Direktiflerini Amerikan konsolosluklarından alırlar. Bu misyonerlere sosyal-psikolojik ajan denilebilir. Zira talep edildiği zaman bulundukları bölgenin sosyal yapısı hakkında raporlar hazırlayarak konsolosluklara göndermektedirler. Ajan-misyoner tanımlaması isabetli bir tanımlamadır.
Kilise evleri idare eden pastör (protestan papaz) Türkler de maaş alırlar. Aldıkları maaşın bir standardı yoktur. Dolarla maaş alırlar. Kilise evlerin hızla çoğalmasının sebebi “Proje” sistemi sayesinde olmaktadır. Bir cemaat mensubu kilise ev yapılabilecek bir yeri tespit eder, yeri önemli değildir. İstanbul gibi büyük şehirlerde böyle yerler çoktur. Bu yer hakkında hazırlanan proje baş misyonerlere takdim edilir, internet vasıtasıyla incil şirketlerine takdim edilir. Proje sahibine burayı kilise ev yapması için çok büyük paralar verilir.
Müjde, Kumru, Yeni Yaşam gibi isimlerde radyoları, Kitab-ı mukaddes, Müjde gibi yayınevleri vardır. Gazetelerde “İncil’i okudunuz mu?” “Alo dua” gibi ilânlarla reklam yaparlar, arayanlara bedava İncil ve propaganda kitap ve CDleri gönderirler. Bu çalışmalar neticesi çok başvurular olur. Bu tür şirketler misyonerlerle irtibat halindedir ve çok büyük maddi destek görmektedirler.
İzmir Selçuk’ta papaz (pastör) okulu açmışlar 5 yıl sonra kapatmışlar. Talebelere 700 dolar maaş veriyorlarmış ama istedikleri verimi alamadıkları için kapatmışlardır.
Özellikle aile üzerinde çok durmaktadırlar. Bütün gayretlerine rağmen aileler üzerinde muvaffak olamamışlardır. Bunu kendi raporlarında da itiraf ederler. Bu sebeple cemaat içerisinde kız ve erkekleri tanıştırarak evlenmelerini temin etmeye çalışırlar. Yalova, Mersin, Hazar ve daha pek çok yerde “Yaz Çocuk Kampları” vardır.
Yoğunlaştıkları illerin başında Diyarbakır gelmektedir. Bir kilise hakkındaki davada ABD’nin Diyarbakır konsolosluğu mahkemeye başvurarak bilgi almıştır. Bunlar tespit edebildiğimiz kadarıdır.
Muharref İncil’de Pavlos “Aklımla Allah’ın yasasına, bedenimle günah yasasına kulluk ederim” demektedir. Hazret-i İsa’nın kendi yerlerine eziyet ve azap çektiğine inanırlar. Bu sebeple ahlâksız ilişkiler bu cemaatler içerisinde mübah görülür. Bir cemaat üyesi topluluk içerisinde günahını itiraf eder, böylece arındıklarına inanırlar. İncil olsun, hıristiyanlık öğretisi olsun tamamen slogan ve acitasyon temellidir. “Sevgi” gibi insanların zaafı olan konuları çok fazla istismar ederler. Özellikle boşlukta olan, psikolojik sorunları bulunan insanlar bunların ağına takılır. Bu sebeple dul ve sahipsiz kadınlardan buralara gelen çoktur. Sosyal sınıflar içerisinde ateist ve özellikle Alevi kökenlilerden din değiştiren çoktur. Sünni kesimden din değiştirenlerin tamamına yakını Fethullah Gülen’in tesirinde kalanlardandır. İslâmiyet’i gereği gibi yaşayamayanlar, büyük günahlar işleyenler madem hıristiyanlar da doğru yolda, hıristiyanlığı yaşamanın zor bir tarafı da yok, günah işleminin de telâfisi kolay diye hıristiyan oluyorlar. Medyada bu tür boşlukta olan insanlar yönelik büyük bir propaganda uygulanmaktadır. Telegram denilen yöntemle, yani boşlukta olan insanların bilinç altına hitap ederek onları hıristiyanlığa çekmeye çalışırlar. Meselâ televizyonlara sık sık çıkan Turgay Üçal isimli şahıs sık sık “Eskiden müslümandım. Ben Risale-i Nur külliyatını okudum!” diyerek bu şekilde bunlar üzerinde etkili olmaya çalışmaktadır.
Bazı yabancı ve yerli yazarların kitapları zihinlerde kararsızlık oluşturmakta büyük tesir icra ederler. Bu tür kitapları ucuz ve çok dağıtarak amaçlarına hizmet etmeye çalışırlar. Zihninde kararsızlık husule gelen bir müslüman maddi teşvikler de devreye sokularak tuzağa düşürülmektedir. Zaten medyanın da propagandası ile bu gibi kararsız kimseler misyonerlerin ağına düşmeden önce kilise ve hıristiyanlık hakkında epeyce doldurulmuş olduklarından misyonerler fazla zorluk çekmezler.
Özellikle yeni çıkan yasalar sebebiyle emniyet güçlerinin bunlara karşı eli kolu bağlı durumdadır. Bu sebeple halkın bunlara karşı bilinçlendirilmesi çok önemlidir. Hatta İslâm dini hakkında, incil ve Hazret-i İsa hakkında bilgi sahibi müslümanlar bunların pazar toplantılarına giderek sordukları sorularla ve İslâm dini hakkında verecekleri bilgilerle; oraya gelmiş, zavallı, ortada kalmış, boşlukta, İslâm hakkında bilgisi olmayan müslüman evlâtlarının saptırılmasına engel olması lâzımdır. Zira bunların tuzağına düşerek hıristiyan olanların tamamına yakını İslâm hakkında hemen hemen hiçbir bilgiye sahip değildir. Gerek devletin gerekse ailelerin İslâm’a ilgisizliği sebebiyle boşlukta bıraktığı birçok genç bu tuzaklara düşmektedir.
İşin başında hep yabancılar vardır. Bu yabancılar yerli Türk vatandaşı Süryanilerden, Ermenilerden iyi Türkçe bilenleri ve Türk örf-adetlerini bilenlerini kullanarak rahatça Türklere nüfuz etmenin yolunu bulmuşlardır. Cağaloğlu’ndaki bir kitapçı misyoner faaliyetlerinde kullanılan kitap ve CD gibi materyallerin dağıtımında merkez üs olarak kullanılmaktadır.”
Ey müslümanlar!
Küffar nasıl çalışıyor görüyorsunuz.
Düşmanını dost bilme, dinini imanını, vatanını koru. Zira küffar seferber halinde.
Müslümanların bu hıristiyan misyonerlerinin faaliyetlerine karşı artık teşkilâtlanması ve mücadele zamanı gelmiştir. Onlar sizin üzerinize yürümeden evvel siz onların üzerine yürüyün. Geniş bir teşkilât kurmak lâzım. Bu manevi manada gerçek bir harptir. İman-küfür mücadelesidir.
AB’ne girmek için taviz vermek batağa batmak demektir. İmana, Kur’an’a, İslâm’a, vicdana sığmaz. Almanya bu hususta battı. Sen mi çıkacaksın. Şeref ve haysiyete sığmaz. Buraya körü körüne girmeye çalışılıyor, taviz veriliyor ama pişman olunacak. Ne oldum budalası olmamak, memleketi helâke sürüklememek lâzımdır. Çünkü AB hıristiyan birliğidir.
Fransa eski Cumhurbaşkanı D’estaing: “AB bir hıristiyan kulübüdür.” demiştir.
Papa konuşmasında Avrupa Birliği’nin anayasasına “AB’nin dini hıristiyandır yazılmalı.” diyordu.
Almanya eski başbakanı Helmut Kohl:
“Hıristiyan dünya görüşü ve hıristiyanlık değerlerinin olmadığı bir Avrupa benim Avrupam değildir.” diyordu.
Vatikan Dışişleri Bakanı Jean-Louis Tavran İtalyan gazetesindeki açıklamasında:
“AB, Avrupa değerlerinin mirasına sahip çıkmalı. Bu mirasın kökünde hıristiyanlık vardır.” diyordu. (Corriere della Sera)
Yine Kardinal Lamilla Ruini de, “Büyük çoğunluğu müslüman ve dindar olan Türkiye’nin AB adaylığı ortaya çok ciddi bir sorun olarak çıkmaktadır. Ayrıca Türkiye çok hızla artan bir nüfusa sahiptir.” şeklinde açıklama yapıyordu.
Şu kadar var ki AB Selanik zirvesinde kabul edilen ve dine görderme yapmayan anayasa taslağı hakkında Papa II. Jean Paul bir bildiri yayınlayarak, AB birliğinin hıristiyanlığa atıfta bulunmamasını eleştirmiş, hıristiyan geleneğinin vurgulanması çağrısında bulunmuştur. Ve halen daha AB birliği anayasasına hıristiyan kimliği girmesi için çaba sarfetmektedir.
Diğer taraftan Avrupa Birliği’nde olan Yunanistan’ın İstanbul Fener Patrikhanesi’ne bağlı Ortodoks kilisesi dini lideri Atina Başpiskoposu Hrıstodulos: “AB’de barbar Türklere yer yoktur.” diye beyanat vermiştir. (20 Ocak 2003)
Rus Ortodoks kilisesi de, hıristiyanların baskı altında olduğu bahanesiyle Türkiye’nin AB’ne girmesinin mümkün olmadığını ilan etmiştir. (13.07.2001)
Binaenaleyh küffar onların dinine girmedikçe bizi kendi birliğine almayacaktır. Bu böyle bilinmelidir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle beyan buyuruyor:
“Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat (kargaşalık) olur.” (Enfâl: 73)
“Birbirine hasım iki zümre.” (Hac: 19)
Avrupa Birliği’ne (AB) girmek için her türlü ekonomik, siyasi, idari tavizi verenler, batının ve hıristiyan âleminin gerçek yüzünü görememekte, gerçek niyetini sezememektedirler.
Onların dostlukları sûretadır, hiçbir şeylerine heves etmeye, yönelmeye gelmez. Her an kötülük edebilirler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler. Onlar İslâm’ın ve müslümanların düşmanıdırlar.
Kuruluş gayesi ekonomik gibi görünse de gerçekte siyasidir. Hiçbir zaman yıllarca ezildikleri müslüman Türkler’den intikam alma heveslerini unutmamışlar ve unutmayacaklardır.
O zaman bize dost değillerdi, hep İslâm ile savaş halinde idiler, sık sık haçlı seferi düzenliyor, İslâm memleketlerine saldırıyorlardı.
Kadın, çocuk demeden katlediyor, hak hukuk dinlemeden yağmalıyorlardı.
20. yüzyıl Afrika’da, Amerika’da yapılan katliam ve soykırımların tarihidir. Daha yakın zamanda Kıbrıs’ta, Bosna’da benzerleri yaşanmıştır.
Bugün biz onların bu sûreta dostluğuna nasıl güveniyoruz?
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
Bu ilâhi buyruk kâfirlerin müslümanlara düşmanlıkta ne kadar ileri gittiklerini, bâtıl inançlarında ne derece katı davrandıklarını, düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çeviremedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedir. Güçleri yetse bundan hiç de geri kalmazlar.
Hâl böyleyken Avrupa Hıristiyan Birliği’ne gireceğimizi söyleyenler küffarın gerçek niyetini sezememektedirler. Zira onlar bizi oyalamakta, almak gibi bir niyete sahip bulunmamaktadırlar. Bizi kovmaktan korkmalarının sebebi de yine İslâm’a olan düşmanlıkları ve korkularıdır. Çünkü Türkiye’nin İslâm dünyasına yaklaşıp bir kuvvet bulmasından korkmaktadırlar.
Bizi almak istemiyorlar zira onlar bizde bir kuvvet görüyorlar. Nüfusumuzdan çekiniyorlar. Bakın Kuzey Kıbrıs’ı Rumlarla birlikte almak için ne kadar uğraştılar. Çünkü onların sayısı az. Küffarın siyaseti üzerinde söz sahibi olması çok zor, üstelik toprakları kıymetli. Yani o bir avuç müslüman Türkü yutması çok kolay. Ancak Türkiye’yi yutamayacağından korkuyor. O kadar büyük imkânlarına ve yüzlerce milyonluk nüfusuna rağmen bizden çekiniyor. Kesinlikle kendi devletleri üzerinde söz sahibi olmamızı istemiyorlar. Hatta onların gerçek niyetleri şudur: Türk toprakları tarihi hıristiyan topraklarıdır. Buralar hıristiyan memleketlerin elinde olmalıdır. Ya Türkler hıristiyanlaştırılmalı, ya da bu mümkün olmazsa bu topraklar istilâ edilmelidir.
Nitekim; Amerika’nın ünlü misyoner örgütü ABCFM’nin faaliyetlerini özetleyen 1880 tarihli Bartlett Raporu şöyle başlar:
“Misyonerlik faaliyetleri açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır.” (Samuel Calvart Bartlett. 1880 sh: 1 U. Kocabaşoğlu)
Daha o zaman misyonerlik faaliyetlerinin merkezi seçilmiş olan Türkiye, Osmanlı’dan günümüze hıristiyanların cirit attığı bir ülke olmuştur. Şimdi ise AB’ne girmek uğruna insanlarımızın hıristiyan olmasına göz yumuyoruz.
Topraklarımız -yıllar evvel Filistin’de yahudilerin para ile elde edip daha sonra Filistinliler’i yurtlarından çıkarmaları gibi- göz göre göre AB uyum yasaları çerçevesinde ecnebilerin, yabancıların eline geçmektedir.
Halbuki; aynı Amerikan misyoner örgütü ABCFM Osmanlı toprağına ayak basan ilk misyonerleri Fisk ve Parson’a 1883 tarihindeki talimat ile şu görevi veriyordu:
“Bu mukaddes ve vadedilmiş topraklar silahsız bir haçlı seferi ile geri alınacaktır.” (U. Kocabaşoğlu “Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. yy.da Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları” sh: 29)
Bu “haçlı niyeti” hiçbir zaman kaybolmamıştır. Bush 11 Eylül’den sonra “Bu bir Haçlı Seferi’dir” demiştir.
Küffarın niyeti budur. Memleketimizi istilâ etmektir. Bizi “Sizi aramıza alacağız” diye oyalayarak koparabildiği her tavizi koparmaya çalışmaktadır. Bu oyuna gelen idarecilerin de yardımı ile adım adım memleketimizi istilâ etmekte, ekonomimize nüfuz etmeye, tarım topraklarımızı satın almaya, eski yıkık-dökük kiliseleri onarıp yükseltmeye, bu millete ihanet edip kaçmak zorunda kalan hıristiyanları buralara tekrar yerleştirmeye, bu İslâm beldesini bütün dünyaya hıristiyan beldesi gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
Televizyonlarda, turistik gezilerde insanımıza 10 kilise gösteriliyorsa 1-2 cami gösterilmekte, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın inşa ettiği medeniyet şaheserleri gözden gizlenmektedir. Bu oyunlar yıllar yılı oynandı. Atalarımızın yaptığı eserler bilinçli bir şekilde yok edilmeye çalışıldı. Şimdi ise eski hıristiyan devirlerinde yapılmış eserlerin her taşı meydana çıkartılmaya çalışılıyor.
Bu güzelim vatanı bölmek için ve küfrü yaymak için çok çalışıyorlar.
Haç takmak moda haline getirilip gençler bunu takmaya özendirilmişse; kiliseye gitmek, hıristiyan adetleri benimsemek-yaşamak sıradan hale gelmişse; yılbaşı kutlamaları için bir hafta önceden her yer tatile giriyor, müslüman gençler kiliselere gidip ayinleri izleyebiliyor, müzik adı altında ahlaksızlık ve hıristiyan kültürü empoze ediliyorsa; TV’lerde hıristiyan filmleri gösteriliyor, beyinler yıkanıyorsa; İslâm ahlâkı verilmiyor, eksik veriliyor ve müslümanca yaşamak gericilik yobazlık gibi tahkir edilerek gösteriliyorsa kabahati biraz da kendimizde aramalıyız. Böylece dinimiz ve vatanımız ayaklar altına alınırken kılımız kıpırdamıyorsa kendimizi hesaba çekmeliyiz.
Küffar birliğine girmek için azim var amma küffar memleketimizi istilâ etmiş haberimiz yok.
Küffar, Osmanlı Devleti’ni 1800’lü yıllarda başlayan içten yıkma hareketiyle güçsüz, bitap duruma getirmiş, Tanzimat fermanı (1839) ile emellerine ulaşmak için içerideki işbirlikçileri eliyle ilk adımı atmışlar, Islahat fermanı (1856) ile de muvaffak olmuşlardır. Böylece gayr-i müslimlere birçok yeni haklar verilmiş, cizye vergisi kaldırılmış, gayr-i müslimleri askere alma dönemi başlamış, patrik ve rahipler maaşa bağlanmış, hıristiyan teba, müslüman teba ile eşit haklara sahip olmuştu. Bütün bunlar batılı devletlerin sempatisini kazanmak, yanlarına çekebilmek maksadıyla yapılmıştır. Hatta, azınlıklar kendi okullarını, ibadethanelerini açabileceklerdi.
Ancak bu taviz beraberinde daha birçok tavizleri getirdi, Osmanlı devleti öyle bir girdabın içine sokuldu ki, bir daha çıkmayı başaramadı. Avrupa devletlerinin sürekli baskısı, milliyetçilik akımlarının getirdiği azınlık ayaklanmaları ve kopmalar, bozulan siyasal, ekonomik, hukuk yapısı, müslüman halkından uzaklaşan devlet ve devlet adamları, bâtıldan, batıdan medet ummak ve ona bel bağlamak devleti yok etmiş ve halkı da perişan etmiştir. Tanzimat dönemi Osmanlı devleti için sonun başlangıcı olmuştur.
Bugün de bu yapılmak isteniyor. Küffar bizim için tarihte ve bugün hayır düşünmemiştir, düşünmeyecektir.
Osmanlı ve Türkiye’de uygulanan misyonerlik faaliyetleri; basit bir din yayma niyetinden daha öte bir sömürgeleştirme hareketi olarak kullanılmıştır. Bu sebeple sadece misyoner tanımı bu gibi kimseler için eksik bir tanımlamadır. Dış devletler adına ve onların desteği ile çalıştıkları için bunlar hakkında ajan-misyoner tanımı kullanmak daha doğru olacaktır. Bu ajan-misyonerliğin en önemli bir halkası da yabancı okullar eliyle yapılan faaliyetlerdir.
Bu faaliyet ülkemizde birkaç yüzyıldır devam etmektedir.
Osmanlı devrinde Zühtü Paşa gayr-i müslim azınlık okullarının sayısını 4547 olarak zikretmekte, 498’inin izinli, 4049’unun izinsiz işletilmekte olduğunu söylemektedir. Bu misyoner okullarında okuyan öğrenci sayısı yaklaşık 85.000 resmi, yaklaşık 150.000 gayr-i resmidir.
Misyonerler Tanzimat’la beraber Osmanlı topraklarına resmen saldırmışlardır. Amerika, İngiliz ve Fransızlar bu konuda başı çekmektedir.
1904’e gelindiğinde Amerika’nın Osmanlı topraklarında 400 okulu vardır.
ATO tarafından hazırlanan “Avrupa Birliği’nde Maskeli Balo Dayatmalar, Gerçekler” isimli eserde gerek Avrupa Birliği’nin mahiyeti hakkında gerekse Avrupa’nın bize bakışı hakkında çok çarpıcı tesbitler yer almaktadır. Bu kitapçıktan bazı bölümleri aşağıda dikkat nazarlarınıza arzediyoruz:
Avrupa Birliği’nin lacivert zemin üzerine daire şeklinde dizilen sarı 12 yıldızdan oluşan bayrağı, 25 Kasım 1955 tarihinde 10 üyeden oluşan Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nde alınan karar ile kullanılmaya başlanmıştır.
AB üyesi sayısı değişiyor, fakat bayraklarındaki yıldız sayısı değişmiyor.
...bütün bilgiler ve yorumlar, AB bayrağının bir hıristiyanlık simgesi olduğu noktasında düğümleniyor.
AB bayrağının tasarımını yapan koyu bir Katolik olan Arsene Leitz, dizaynı hazırlarken Meryem Ana figüründen esinlendiğini açıklamıştır.
“Gökte ulu bir belirti görüldü. Güneşi kuşanmış bir kadın, ayaklarının altında ay, başında 12 yıldızdan bir taç.” (İncil, Vahiy 12-1)
Meryem Ana’nın başındaki taçtan ayrı olarak, geleneksel mavi pelerini de, AB bayrağının zemin rengidir.
AB bayrağındaki 12 yıldız Hazret-i İsa’nın 12 havarisini temsil etmektedir....
“Avrupa Birliği’nin anayasasına AB’nin dini hıristiyandır ifadesi yazılmalıdır.” Papa II. John Paul.
“Hıristiyan dünya görüşü ve hıristiyanlık değerlerinin olmadığı bir Avrupa benim Avrupam değildir.” Helmut Kohl-Almanya eski Başbakanı.
“AB bir hıristiyan kulübüdür.” Valery Giscard D’estaing’ Fransa eski Cumhurbaşkanı Avrupa Konvansiyonu Başkanı.
“Müslüman Türkiye’nin AB’ye girmesi kimliğimize gölge düşürür. Bu üyelik yan yana büyüyen hıristiyan gelenekleriyle şekillenen Avrupa medeniyetlerinin temelindeki ittifakları sarsar. Unutulmamalı ki Avrupalı fikri başlıbaşına düşman Türklere ve Türkiye’nin başını çektiği İslâm dünyasına karşı gelişti. Ankara ile yakın ilişkiler geliştirmeye evet ama farklı tarihi ve kültürel gerçekler farklı kalmalıdır.” L’Avanire Katolik Kilisesi Yayın Organı.
“AB üyeliği, yalnızca Avrupa-Hıristiyan geleneğine sahip ülkeler için sözkonusu olabilir. Müslüman Türkiye ve Asyalı Rusya AB üyesi olamaz.” Wolfgang Schaeuble Almanya CDU/CSU Koalisyonu Meclis Grubu Başkanı.
...
Kitabın çıkış noktasını Kopenhag Zirvesi öncesi AB dönem Başkanı ve Başbakan Anders Fogh Rasmussen ile Dışişleri Bakanı Per Stig Möller ile bürokratları arasında geçen ve gizlice kameraya kaydedilen konuşmalar oluşturuyor.
Sonradan deşifre edilen ses ve görüntü kayıtlarına göre:
(Tayyip Erdoğan’ın Kopenhag ziyareti öncesi)
...
Rasmussen:Masada onların dostlarından hiçbiri yoktu. Kimse Türkiye’yi desteklemedi. Ben onlara tarih konusunda ısrarlı olmamalarının Türkiye’nin yararına olacağını anlatmaya çalıştım, anlamadılar. Tarih konusunda ısrar ettiler. Şimdi Türkiye’nin durumu sadece 2004 Aralık zirvesinde görüşülecek.
Türkiye’yi birliğe istemeyenler, o zaman da bir bahane bularak karşı çıkacaklar ve bu iş uzayacaktır. Tarih verilmeseydi, 1999’dan beri devam eden durum devam edecek ve 2003 yılı içinde ve 2004 yılı ilk 6 ayında Türkiye’nin durumu sürekli ele alınacak ve müzakere şansı doğacaktı. Şimdi 2004’e kadar Türkiye konusu kapanmıştır.
Şimdi müzakereye başlayalım ama giriş sözü vermeyelim denilmektedir.
AB’nin Avrupa Parlamentosu’nun onayına sunduğu anlaşma, Anayasamızın 87 ve 90. maddelerine göre TBMM’ne getirilmesi gerekirken Meclis’ten kaçırılmıştır.
...
Ortak Gümrük Tarifesi-OGT’ye uymakla kendi kendimizi gümrük vergisi alma ya da bir tarife koyma hakkımızı Avrupa Birliği organlarına devrettik.
...
Gümrük Birliği anlaşması, 19. yüzyılda Avrupalıların sömürgelerle yaptıkları anlaşmaların aynısıdır.
...
Ticaret anlaşmalarına Türkiye’nin uyma zorunluluğu, Türkiye’nin ulusal politikası ile ters düşebilir. Türkiye ise, karar organlarında yer almadığı için bu kararların alınmasında bir etkiye sahip değildir.
...
Türkiye, örneğin bir Türk Cumhuriyeti ile (Asya’da) özel nedenlerle böyle bir ilişki içine girmek isteyebilir. Ancak bu durum AB’nin müdahalesine yol açar. Çünkü Türkiye’ye 3. ülkelerin mal satması veya alması için imtiyazlı bir durum yaratmıştır (imtiyazlı ticaret anlaşması imzalamıştır).
Bir AB üyesi (veya firması), AB Yüksek Adalet divanına başvurarak Türkiye’nin bu uygulamasını durdurabilir.
...
• Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Sözcüsü Anne Van Lencher o günlerde “Gümrük Birliği Türkiye’de orta ve küçük işletmeler düzeyinde iş kaybına neden olacak ve Türkiye kısa vadede sıkıntı yaşayacaktır.” demişti.
...
• Avrupa Parlamentosu’nun Yunan üyesi Yannos Kranidiotis, “Gümrük Birliği, ekonomi ve ticarette Türkiye’nin değil Avrupa’nın yararına işleyecektir.” demişti.
• Avrupa Parlamentosu üyesi Daniel John-Bendit, “Gümrük Birliği Türkiye için kötü bir hediye. Ekonomik alanda güçlük çekecek olan Türkiye, politik birliğin nimetlerinden de yararlanamayacak.” demişti.
• Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Başkanı Alman Parlamenter Claudia Roth, “AB içinde hiç kimse, Gümrük Birliğini tam üyelik için bir araç olarak görmedi. Kimse gümrük birliğini böyle gördüğünü söylemedi. Siz öyle algıladınız. Ya da böyle pazarlandı Türk kamuoyuna.”
Fransa’nın Ankara eski büyükelçisi Eric Routeau, “Türkiye, büyük tavizler verdiği çok haksız bir anlaşmaya imza attı. Tansu Çiller oy kaybeden partisine ‘çeyiz’ getirmek kaygısıyla, pazarlık etmeye cesaret edemedi. Bu anlaşma yeniden düzenlenmezse, Türkiye’nin ekonomisi açısından bir felaket olur. Avrupa pazar istiyordu, istediğini fazlasıyla elde etti.”
...
• Gümrük Birliği anlaşmasıyla Türkiye’nin uğradığı kayıplar çok çabuk ortaya çıktı. Ucuzlayacak denilen hiçbir ürün ucuzlamadığı gibi gerçek bir “ithalat patlaması” yaşandı.
...
• Türkiye, Avrupa kökenli mallarla dolarken AB ülkeleri, Gümrük Birliği Anlaşması’nın koşullarına uymamaktadırlar. Türkiye’nin tarımsal ürün ve tekstil ağırlıklı az sayıda ithal ürününe tarife dışı engeller ve kotalar konulmakta, antidamping soruşturmaları açılmaktadır. AB’nin karar organlarında yer almayan Türkiye, alınan kararlara itiraz da edememektedir.
...
- 1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği döneminin ilk 11 ayında Hazine’nin vergi ve fon kaybı 2 milyar dolara, dış ticaret açığı bir yıl içinde 20 milyar dolara yaklaştı. Bu açık, o güne kadar Cumhuriyet tarihinin bir yıl içinde gördüğü en büyük dış ticaret açığıydı.
- Dış ticaret açığı, Gümrük Birliği uygulamalarından sonra gerçek bir patlama yaşadı. 1996 yılında 19.6, 1997 yılında 21.2, 1998 yılında 21, 2000 yılında ise tam 27.2 milyar dolar oldu. Dış ticaret dengelerinin ithalat lehine bozulması yüzünden yerli üretim zora girdi.
...
Türkiye Gümrük Birliği’nden kaybederken, AB üyesi ülkeler kazançlı çıkmıştır. Bizim açığımız o ülkeler için kazanç demektir, net döviz girişi demektir.
Türkiye daha fazla dış borçlanmaya başvurduğundan AB ülkeleri ve ABD, Türkiye’nin sırtından faiz geliri elde etmişlerdir.
Daha da vahimi, AB ve ABD açtıkları krediler karşılığında Türkiye’den ek ekonomik ödünler ve siyasal ödünler koparmışlar, koparmaya da devam etmekdedirler.
Almanya eski Başbakanı Helmut Schmitd, Uluslararası Alışveriş Merkezleri Konseyi’nin 8 Nisan 2000 günü Berlin’de düzenlediği toplantıda şunları söylemişti: “Avrupa’nın geleceğinde ne olursa olun Türkiye’nin yeri yoktur. 70 milyon Türk vatandaşını Avrupa içinde dolaştıramayız. Avrupa’nın İran, Irak, Suriye gibi ülkelerle sınır komşusu olmasını kabullenemeyiz. Türkiye ile ekonomik ilişkilerimizi sürdürmeliyiz. Genç ve hızla büyüyen nüfusun satın alma gücünden faydalanmalıyız. Bu ülkeye ihracatımızı sürdürmeliyiz. Ticaretimizi geliştirmeliyiz. Ancak bu ülkenin globalleşmenin temel prensiplerine sahip olmadığını ve uluslarararası kardeşliği içine sindiremediğini de görmeliyiz.”
Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing, “Bugün Avrupa’da hiçbir lider Türkiye’yi AB’nin içinde görmek istemiyor. Yarın için de böyle bir niyetleri bulunmamaktadır. Türkiye’ye haksızlık ediliyor. Çünkü Türkiye AB tarafından aldatılıyor. Helsinki’de aday yapılması Türkiye’ye boşuna umut vermektir. Yunanistan aday üyelik sayesinde Türkiye’den istediklerini elde etmenin peşindedir. Türkiye’nin AB içinde yeri olmayacaktır.” demişti.
Almanya eski Başbakanı Helmut Schmidt, 2001 yılı başında yaptığı bir konuşmada, “Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesi hatadır. Hatta Sevr Anlaşması’nın imzalanmış olmasına karşın Türkiye’nin bölünmemiş olması da bir hatadır.” demişti.
Almanya eski Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher yaptığı bir konuşmada şunu söylemişti: “Türkiye için bir Yugoslavya Modeli öngörülmektedir.”
Almanya eski Başbakanı Helmut Schmidt, “Avrupa’nın Kendini İdamesi-21. Yüzyıl için Perspektifler” adlı kitabında şu görüşlere yer verdi: “Türkiye’nin nüfusu şu anda 65 milyon. 35 yıl çiçinde 100 milyona çıkacak. 21. yüzyılın sonlarına doğru Türkiye’nin nüfusu Fransa ve Almanya’nın toplamı kadar olacak. Türkiye’yi AB’ye almak isteyenlerin bu rakamı akıllarında tutmaları lazım. Türkiye ile Avrupa arasındaki kültürel farklar Rusya ve Ukrayna ile aramızdaki farklardan çok daha derindir.”
Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily, tirajı günde 435 bin olan Süddeutsche Zeitung gazetesinde, 2002 yılı Temmuz ayında yayınlanan demecinde şunları söylemiştir: “Almanya’da homojen bir Türk azınlık toplumu istemiyorum. Krenzberg homojen değildir, ancak bazı yerlerde etnik konsantrasyon yoğundur, işte oralar tehlikeli olabilir, bunu değiştirmek gerekir. Azınlıkların korunmasıyla ilgili maddelerin anayasaya konulması reddedilmişti ve böyle kalacaktır.”
Almanya’nın eski Ankara Büyükelçisi Dr. Nas Lohain Vergau ise bir konuşmasında şu görüşlere yer vermiştir: “Türkiye’nin tam üyeliğinin AB’nin kimliğini büyük ölçüde değiştireceği açıktır. Türkiye hiçbir aday grubuna girmemektedir.”
Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily, Almanya’da yaşayan Türkler için ise “En iyi entegrasyon, asimilasyondur.” demişti.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Tom Spencer, Amerikan Down Jones haber ajansına şunları söylemişti: “Türklere, ileride bir gün Avrupa’nın parçası olacakları yolunda 30 yıldır söz vererek hiç dürüst bir davranışta bulunmadığımızı düşünüyorum. Çünkü gerçek, AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etme yolunda hiçbir niyeti olmadığıdır. Türklere gerçek niyetimizi anlatmamız daha dürüst bir davranış olur.”
Fransa Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı François Lonche, Nice Zirvesi’nde şunları söylemişti: “Tarihi ve özellikleri dikkate alınınca Türkiye AB’ye hiçbir zaman giremez.”
AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen, “Türkiye’nin AB üyeliğine alınacağını sanmıyorum.” demişti.
...
Siyasi amaçlarla tarihi gerçekleri saptıran kararlar alan Avrupa Parlamentosu’nun kararlarının yaptırım gücü bulunmuyor ancak belgeleri ve kararları, dünya çapında “dayanak” gösteriliyor, bunlardan alıntılar yapılıyor.
Türkiye’nin AB üyeliği gündeme geldiği zaman, Avrupa Parlamentosu’ndan onay istenecek olması bu kurumun Türkiye için taşıdığı önemi artırıyor.
Avrupa Parlamentosu’nun son 10 yıl içinde aldığı kararlar incelendiğinde hemen hemen tümünde mutlaka Kıbrıs, Ege, Ermeni Soykırımı tasarıları, Güneydoğu, Fener Patrikhanesi gibi konulara giriliyor.
...
“Türk hükümetinden, özellikle Kıbrıs’tan işgalci askeri güçlerin geri çekilmesini ister.” (19 Eylül 1996 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
...
“Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının yüzde 37’sini yasadışı bir biçimde işgal etmektedir.” (10 Şubat 2000 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
“Türk hükümetine, Kuzey Kıbrıs’taki işgal güçlerini geri çekme çağrısında bulunur.” (15 Kasım 2000 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
“Türkiye’nin Ermeni soykırımı yaptığını ilân eder ve Türk hükümetinin bunu kabul etmesini ister. Türkiye’nin bu olguyu reddetmesinin Avrupa Birliği üyeliğinin kesin engeli olduğunu açıklar. Türk hükümetine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, özellikle modern Türkiye devletinin kurulması öncesinde Ermeni azınlığın maruz kaldığı soykırımı kamuoyu önünde kabulü ile, Türk toplumunun önemli bir parçasını oluşturan Ermeni azınlığa taze bir destek vermesi çağırısında bulunur.” (15 Kasım 2000 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
“Soykırımın Avrupa Parlamentosu ve bazı AB ülkeleri tarafından tanınması, Birinci Dünya Savaşı sonunda Türk rejiminin bazı sorumlulukları soykırım nedeniyle ağır cezalara mahkum etmiş olması, bu sorunun Türkiye tarafından sonuçlandırılması için AB’nin getireceği bir öneriye engel oluşturabilir.” (27 Şubat 2002 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türkiye’nin Doğusunda son zamanlarda gerçekleştirdiği askerî operasyonlardan ve PKK tarafından 15 Aralık 1995 tarihinde ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen barışçıl bir çözüm sağlama çabalarını reddetmesinden büyük kaygı duymaktadır.” (20 Haziran 1996 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türkiye’nin Doğusunda kısa bir süre önce sürdürdüğü askeri operasyonlardan ve Kürdistan’daki anlaşmazlığa barışçıl bir çözüm bulma yollarını aramayı reddetmesinden büyük kaygı duymaktadır.” (19 Eylül 1996 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
“Bay Öcalan’a verilen cezayı lanetler ve ölüm cezasının kullanılmasına kesin muhalefetini tekrarlar. Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Bay Öcalan için alacağı karara uymaya çağırır. Bay Öcalan’ın idamının Avrupa’da güvenlik ve istikrar açısından önemli etkilerinin olacağına ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle bütünleşme sürecine zarar vereceğine inanır.” (27 Temmuz 1999 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
...
“Avrupa Parlamentosu Sakharov Ödülü sahibi Leyla Zana’nın ve düşünceleri nedeniyle hapse atılmış olan Kürt kökenli eski milletvekillerinin serbest bırakılmalarını talep eder.” (15 Kasım 2000 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
...
“Türk Silahlı Kuvvetleri Güneydoğu Anadolu’da Kürtlere karşı sürdürdüğü operasyonları durdurmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Hükemeti tüm Kürt örgütleri ile görüşmelere başlamalı ve Kürtlere hakları tanınmalıdır.” (20 Haziran 2002 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
...
Genişlemeden sorumlu Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi adına Türkiye Masası Şefi Alain Servante tarafından PKK Başkanlık Konseyi’ne yazılan mektuptan: “Derin saygılarımı sunarım.” (20 Kasım 2000)
“Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin bir üye devleti olan Yunanistan’ın egemenlik haklarını tehlikeli bir biçimde ihlâl etmesinden ve Ege’deki askerî gerginliğin artmasından ciddi biçimde kaygı duymaktadır. Yunanistan’ın sınırlarının aynı zamanda Avrupa Birliği’nin dış sınırlarının parçası olduğunu vurgular.” (15 Şubat 1996 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
“Dünyanın her tarafındaki milyonlarca Ortodoks Hıristiyan için Konstantinopolis’teki patrikhanenin önemini göz önünde bulundurarak, Türk yetkililerine çağrıda bulunur.” (24 Ekim 1996 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
“Patrikhaneye doğrudan bağlı olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun derhal yeniden açılması çağrısında bulunur.” (24 Ekim 1996 - Avrupa Parlamentosu Kararı)
• Yunanistan yurt içi ve yurt dışı 176 adet Pontuslular derneği kurdurtmuştur. ...
• Her yıl Pontus Helenizm Kongreleri düzenlenmektedir. Bu kongrelere Başbakan dahil tüm üst düzey Yunan devlet yetkilileri katılmaktadır.
• 24 Şubat 1994 tarihinde Yunan parlamentosu 19 Mayıs gününü “Pontus Soykırımını Anma Günü” olarak kabul etmiştir.
• Kıbrıs Rum Yönetimi de aynı tarihi “Pontus Soykırımını Anma Günü” olarak kabul etmiştir....
• Bu tarihte tüm eğitim kurumlarında konuşmalar yapılmakta, kiliselerde ayinler düzenlenmektedir.
• Türkiye’nin Pontus soykırımını tanımadığı sürece AB’ye alınmaması propagandası yapılmaktadır.
• Pontus Dernekleri Doğu Karadeniz Bölgesine “Unutulmayan, kaybolan vatanlara gezi” adı altında periyodik turlar düzenlenmektedir.
• Bizansı yeniden canlandırmak için toplantılar yapılmaktadır.
• Bizans toplantılarından sonra “Türkleri Asya steplerine atalım, Ayasofya’yı kilise yapalım” sloganları atılmaktadır.
• Yunanistan Kültür Bakanı Meline Mercuri 1982 yılında “Anavatanları Kurtarma Dünya Komitesi” adına dağıttığı kartpostalda bulunan haritada Türkiye’yi Pontus, Ermenistan ve Kürdistan olarak üçe bölmüş, Ege bölgesini Yunanistan’a Hatay’ı da Suriye’ye vermiştir.
• 2001 yılında Paris’te J. Chirac’ın himayelerinde yapılan Bizans toplantısına 200’den fazla Bizans uzmanı katılmıştır. Burada; İstanbul surları içerisinde Ortodoks bir dini devlet kurulması, Ayasofya’nın yeniden kiliseye çevrilmesi kararlaştırılmıştır.
• Halen Fransa’da 100’ü aşkın Bizans’la ilgili vakıf, dernek ve enstitü vardır.
• Patrik Bartholomeos, “Yeni Roma’nın ve Konstantinapol’ün Başpiskoposu ve Evrensel Patriği” ünvanı kullanmaktadır.”
(Ankara Ticaret Odası, Vatenseverin El kitabı Serisi: 1, “Avrupa Birliği’nde Maskeli Balo Dayatmalar, Gerçekler”)
•
Gördüğünüz gibi küffar memleketimizi hem içeriden hem dışarıdan ablukaya almış, ekomide, siyasette elimizi kolumuzu bağlamıştır.
Ancak Allah-u Teâlâ:
“Allah tuzak kuranlara karşılık vermekte en güçlü olandır.” (Al-i imrân: 54)
“Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır.”buyuruyor. (Enfâl: 30)
•
Ey Müslümanlar!
Görüyorsunuz küffar seferber halde.
Düşmanını dost bilme. Dinini, imanını, vatanını koru. Bunlarla mücadele et! Bu gerçek bir iman-küfür mücadelesidir.
•••
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları tarafından yayınlanan “Küresel Barışa Doğru, Kozadan Kelebeğe-3” isimli eserin 131. sayfası
Adamlar tam teşkilatlı istilâya hazır.
(Yeni Şafak, 6 Temmuz 2004)
Zaman, 9 Temmuz 2004
"Papa yine sahnede...” (Zaman, 22 Nisan 1990).
"Vatikan ve İngiltere Tarsus'u ABD Patrikhane'yi Merkez yapmak istiyor". (Zaman, 17 Haziran 1990).
"Patrikhane entrika peşinde ... İstanbul'a gelen Yunan milletvekilleri hezeyan kustu: "Patrikhane İstanbul'da mahpusmuş". (Zaman, 18 Haziran 1991).
"Hıristiyan teşkilatlarının Müslümanlara yönelik çalışmaları endişe ile takıp ediliyor. İslam Dünyası'nda Hıristiyanlık atağı". (Zaman, 31 Ekim 1991).
"...Bizans Hayali: "Bir yıl önce kararlaştırılan ve adım adım hayata geçirilen bu plana göre;
1- Ortodoks dinine mensup Sırp milletinin devleti olan Sırbistan kurulacak.
2- Hıristiyan halkların tarihlerinin, törenlerinin tanınmaları için yoğun faaliyetler yapılacak.
3- Son olarak güçlü bir Ortodoks-Hıristiyan ittifakı ile başkentin İstanbul olacağı... Büyük Bizans İmparatorluğu kurulacak". (Zaman, Ekim 1991).
"PKK Hıristiyan işbirliği..." (Zaman, 25 Şubat 1992).
"Maddi vaatlerle diyalog kurdukları çocukların beyinlerini yıkamaya çalışıyorlar". "İşte misyonerlerin merkezi". (Zaman, 24 Temmuz 1992).
"Kiliseden sinsi tuzak; îslamî değerlere saygılı görünerek Müslümanlara Hıristiyanlığı anlatacaklar..." (Zaman, 9 Haziran 1993).
“Patrikten tahrik: Fener patriği 1. Bartholomeos Türk hükümetinin kendilerini yok etme politikalarını güttüğünü iddia ederek ülkemizi ABD ve diğer Batı ülkelere şikayet edeceği tehdidini savurdu.” (Zaman, 28 Haziran 1995)
“Bartholomeos Papa statüsü peşinde” (Zaman, 1 Temmuz 1995)
"Patriğin cihan rüyası: Gazetemizin sempozyumu izlemesine yasak getiren Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos; "Rum Fener Patrikhanesi ekümeniktir dedi" (Zaman, 25 Eylül 1995).
"Çift başlı kartal bulunan Bizans bayrakları ile süslenen Patmos Adası'ndaki kutlamalarda, Patrik Bartholomeos, Sırp Ortodoksları temsilcisi Eirineos'a plaket verdi". (Zaman, 27 Eylül 1995).
"Patrikhane Lozan'ı zorluyor. Bartholomeos ve beraberindeki 13 patrik Türnepa Yön. Kur. Başkanı Rahmi Koç"un verdiği yemeğe katıldı". (Zaman, 22 Eylül 1995).
"Vatikan'dan sıcak mesaj... (Zaman/17 Nisan 1996).
"Patrik Bartholomoes ve F. Gülen Hocaefendi toplumsal barışın önemini vurgulayan konuşmalar yaptılar". (Zaman, Ekim 1996).
"Medeniyetler arası diyalog için ilk adım; Fener Rum Patriği Bartholomoes konuşmasının ardından, F. Gülen'e bir hediye takdim etti". (Zaman, 2 Ekim 1996).
"Vatikan'da uzlaşma zirvesi". (Zaman, 9 Şubat 1998).
"F. Gülen Hocaefendi, İslam ve Hıristiyan dünyasını temsilen "Dinlerarası Diyalog" çerçevesinde Papa 2. Jean Paul ile yarım saat görüştü". Bartholomoes: "Bol ürün bekliyoruz". (Zaman, 10 Şubat 1998).
"Yunanistan'dan gelen 45 delegenin iştirak ettiği toplantıya Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomoes de katıldı. Patrikten hoşgörü mesajı". (Zaman, 19 Şubat 1998).
"Ehl~i Kitap iftarda. İftara Rum Ortodoks Patriği Bartholomoes'un yanı sıra, Ermeni Ortodoks Patriği Mutafyan, İstanbul Musevi Hahambaşısı David Aseo... katıldı."
(Zaman, 24 Aralık 1998).
"F. Gülen'in başlattığı diyalog çalışmaları sürüyor. Gülen önceki gün İstanbul'da Yahudi Örgütleri Başkanları Konferans Heyetini kabul etti". (Zaman 10 Mart 1998).
"F. Gülen ile Papa görüşmesi önemli bir olaydır". (Zaman, 12 Nisan 1998).
"Zaman'a özel açıklamalarda bulunan Protestan Kiliseleri Birliği İslam Dünyası ile İlişkiler Başkanı..." (Zaman, 30 Kasım 1998).
"Harran'da Semavi Dinleri bir araya getirecek İlahiyat Okulu açılmasının, hoşgörü ve uzlaşmaya katkı sağlayacağı vurgulandı". (Zaman, 15 Şubat 1998)
“Üç büyük semavî dinin temsilcileri bu kudsi ağacın simgesi Hz. İbrahim’in memleketinde ‘Kardeşiz’ mesajını solukladı.” (Zaman, 14 Nisan 2000)
“Hz. İbrahim’in torunları onun adına yapılan sempozyumda devrim yaparak, artık ortak noktaları öne çıkartarak sürekli diyalog kararı aldılar.” (Zaman, 17 Nisan 2000)
Sabah, 9 Mayıs 2004
Bir okul müdürünün feryadı
Milliyet, 18 Eylül 2001
Akşam, 20 Nisan 2004
Dışarıdan bakıldığında bir kültür merkezini andıran Ankara Çiğdem Mahallesi’ndeki bu protestan kilisesi, kendisine bağlı bir çok apartman altı kiliseyi komuta ediyor.
Ankara Üniversitesi’ne ait birçok fakültenin bulunduğu Kurtuluş semtinde bir apartmanın alt katında faaliyet yürüten bu kilisede, Güney Koreli kız öğrenciler, Türk öğrencilere Green Card ve Avrupa ve ABD’de iş vaad ediyor. Kurtuluş’ta, bir büyük kiliseye bağlı, bunun gibi 4-5 apartman altı korsan kilise olduğu kaydediliyor.
Ankara’da Batıkent Gersan Sanayi Sitesi’nde bir caminin 10 metre yakınında 4 katlı koca bir kilise kompleksi. Kiliseyi kuran Amerikalı misyoner Daniel Wickwire 17 yıldır Türkiye’de yaşıyor. Oturma izni var, çalışma izni ise yok. Gelirinin, ABD’de bağlı bulunduğu kiliseden kendisine gönderildiğini söylüyor.
ANKARA’NIN DÖRT BİR YANINA BÜYÜK DÖRT KİLİSE AÇARAK, ANKARA’NIN ÜZERİNE KİLİSELERLE HRİSTİYANLIĞIN SEMBOLU HAÇI ÇİZMİŞLERDİR.
İzmir Bornova’da bir kilise-ev. Kapısında “Bornova Protestan Topluluğu Kilisesi” yazısı dikkat çekiyor.
İzmir Karataş Sahil Yolu’nda bir kilise-ev
Misyonerlik faaliyetlerinde kullanılan bir internet kafe-İzmir
İstanbul’daki korsan kiliselerden bazıları:Moda-Kadıköy’de Anadolu Türk Protestan Kilisesi, Avcılar Bağımsız Protestan Cemaati, Bakırköy Protestan Topluluğu, Beşiktaş Protestan Kilisesi, Eminönü’de Bihle House Kilisesi, Osmanbey’de Diri Su Kilisesi, Güngören Protestan Kilisesi, Altıntepe’de İstanbul Protestan Kilisesi, Kadıköy Uluslararası Topluluğu, Kartal Kilisesi, Koca Mustafa Paşa Kilisesi, Ortaköy İncil Topluluğu, Üsküdar Son Buyruk Kilisesi, Taksim Türk Protestan Kilisesi, Zeytinburnu İsa Mesih İnananları Kilisesi, Beyoğlu’nda Union Chareli of İstanbul
Türkiye’nin her yerinde mantar gibi binlerce korsan kilise-ev türemektedir.
Görüldüğü gibi Türkiye’de hiçbir engelle karşılaşmadan rahatça çalışmaktan memnuniyetlerini ifade ediyorlar. (A. Vakit, 14 Temmuz 2004)
Halka ve Olaylara Tercüman, 7 Temmuz 2004
A. Vakit, 8 Temmuz 2004
Nüfus kaydında din hanesinin değiştirilmesi için daha önce böyle ihtida belgeleri düzenleniyordu. AB’ne girmek adına değiştirilen yeni kanuna göre nüfusta din değişikliği için artık kişinin kendi beyanı yeterli kabul edilecek.
Milliyet, 30 Nisan 2003
Yeni Şafak, 6 Ağustos 1996
Siz küfrü hoş görüyorsunuz ama onlar küfürlerinde çok azimli.
(Vatan, 8 Temmuz 2004)
Milliyet, 13 Temmuz 2004
Zaman, 12 Temmuz 2004
(Yeni Şafak, 6 Temmuz 2004)
Görülüyor ki Avrupa’da hile, vaad, zaaftan istifade ile kendi dinini yaymaya çalışanlara ceza verilirken biz küffara ve küffar ajanlığı yapan misyonerlere bütün kapıları açmışız, diledikleri gibi at koşturuyorlar. Avrupa’nın her istediği kanunu çıkartıyoruz, ülkemiz elden gidiyor, lüzumlu kanunu çıkartmıyoruz.
Yunanistan Kültür Bakanı Meline Mercuri’nin 1982 yılında “Anavatanları Kurtarma Dünya Komitesi” adına dağıttığı kartpostal harita Türkiye’de bazı misyonerler tarafından da el altından dağıtılmaktadır.
Protestan Evangelist tarikatına mensup Bush misyoner faaliyetlerine rahat bir zemin hazırlayan hoşgörü-diyalog toplantılarını desteklediğini göstermek için İstanbul’a gelişinde ilk iş olarak bu toplantıyı tertip etti. Toplantının fotoğraf karesine girmeyen başka konukları da vardı.
Radikal, 9 Temmuz 2004